Türkiye’de medyaya, 8 Mayıs 2014 itibarıyla ilginç bir haber düştü. Buna göre HDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan, hükümet ile PKK terör örgütünün başı Öcalan’ın “özerklik” konusunda anlaştığını, İmralı’ya ziyarete gelen HDP heyetine, sözde “kalıcı barış” için Öcalan’ın bizzat iki şart ileri sürdüğünü ve bunun aktarılmasını istediğini kaydetti.
(http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/69477/_Hukumet_ile_Ocalan___ozerklik__icin_anlasti_.html)
Buldan’ın aktardığı iki şart aslında iki yasal düzenlemeyi içeriyor. Birincisi “bölgesel özerklik yasası”, diğeri de “demokratik sivil toplum yasası” olarak, Buldan tarafından anons ediliyor. Başlıkları dile getirilen, içerikleri henüz kamuoyuyla paylaşılmayan yasal düzenlemeler, ne kadar gerçeği yansıtıyor? Öte yandan, bu tür bir mutabakat olmasa, Buldan neden böyle bir demeç versin?
Türkiye’de Özal döneminden beri, iki anayasal değişiklik, farklı fırsatlar kollanarak, ortaya koyuluyor. Başkanlık sistemiyle, Türkiye’de “kararların daha hızlı alınacağı”, Anayasa’daki ifadesiyle, “yönetimde istikrar” sağlanacağı belirtiliyor. Diğeri de, gerek şart olarak belirtilmemekle birlikte, “özerklik” adıyla olmasa da, “federasyon” başlığında, “yerinden yönetim” ya da “yerindenlik” parantezinde ele alınıyor.
Ancak tahmin edileceği gibi, Başkanlık sistemi, ABD’deki gibi değil, alaturka bir yaklaşımla, “kuvvetler birliği”ne dayalı, otoriter bir tek adam yönetimi olarak anlatılıyor. Böyle olunca Türk Sağı’nın Rousseau’dan devşirdiği “genel irade”nin “milli irade” hali gündeme geliyor. “Milli iradeci” başkanlık, federatif bir yapılanmayla nasıl buluşacak diye sorulduğunda, işler karışıyor. İstihbari anlamda yapılan yeni yasal düzenlemelerle artık kanuni hale gelen “Öcalan’la İmralı’daki müzakere süreci” ile, belli bir teritoryal alanda, ülke sınırları içinde, farklı bir hukuk uygulanması meşrulaştırılmaya çalışıyor. Böylece “seküler Kürt hareketi” ile “İslamcı iktidar” arasında, bir “Araf noktası” oluşturuluyor.
30 Mart 2014 yerel seçimlerinde de görüldüğü gibi, etnik Kürt hareketi, AKP ile belli uzlaşmaları diri tutmaya çalışıyor, hatta Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi gözlemlendiği üzere, “mahçup bir ittifakı” korumanın telaşı içinde davranıyor. Her ne kadar “biz aslında tüm Türkiye’de özerk bölgeler ve bu çerçevede federasyon istiyoruz” diyorlarsa da, kendi deyimleriyle kurucu irade ve paradigmayı değiştirme konusunda, iktidar ile “mecburi bir birliktelik” içinde duruyorlar. İşin siyasal bilançosuna sıra geldiğinde, teritoryal olarak oy grafiğiyle çizdikleri coğrafi alanda, kamu yönetimi bağlamında “idari vesayet” ve “hiyerarşi”den arınmış bir “yönetim özerkliği” talep ediyorlar.
Teknik anlamda şöyle bir soru gündeme gelebilir. CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu’nun 2011 genel seçimleri öncesinde zikrettiği “Avrupa yerel yönetimler özerklik şartında Türkiye’nin çekincelerini kaldırması” taahhüdü, bir nevi “idari özerklik” konusunu ileri süren bir “çerçeve değişikliği”ni barındırıyordu. İktidar ve Öcalan arasında iddia edilen mutabakat varsa, Erdoğan’ın olası cumhurbaşkanlığı öncesi, idari mi yoksa siyasi özerklik mi gündeme gelecek. Belki de bir alıştırma devresi olarak, “idari özerklik” ele alınma durumunda olabilir.
Buldan aracılığıyla Türk kamuoyuyla paylaşılan mutabakatta, “müzakere çerçeve yasası” ve “hakikatleri araştırma komisyonu”nun da gündeme geleceği anlatılıyor. Türk hukuk sisteminde “çerçeve yasa” usulü olmasa da, eğer “çerçeve yasa” konusu uygulama aşamasına gelirse, yapılacak anayasal değişikliklerle beraber, tüm yasal değişikliklerin, bir ortak çerçeveye oturtulması sözkonusu olacak. Zaten “hakikatleri araştırma komisyonu” konusunda, bizzat CHP genel başkan yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun dile getirdiği üzere, ana muhalefetin de aynı öneriyi paylaştığı gözüküyor.
Peki “özerklik mesaisi”, iktidar ve ana muhalefetin, her konuda uzlaşamasa da, belli ortak yaklaşımları ve Öcalan’ın talepleri ile belli bir noktaya mı yaklaşacak? Yoksa, Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması durumunda, yeni bir “zamana yayma” taktiği mi ile karşılaşılacak? İslamcı, otoriter bir yaklaşımla, silahlı etnik hareket, demokratik bir “ortak payda”da mı buluşacak? Ve buradan “yeni bir paradigma” mı doğacak? Sorular zaten verili zemini anlatıyor???
Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ