Son zamanlarda analistler dünyanın jeopolitik düzeninde köklü değişikliklerin gittiğinden sık sık yazıyorlar. Bu bağlamda meydana yeni jeopolitik şekillenmelerin çıktığından konuşuyorlar. Bu sürecin bir bütün olarak dünya politikasını değiştiği iddia edilmektedir. Düşündürücüdür ki, uzmanlar küresel jeosiyasetde “sert güç” kullanma hallerinin çoğalması olasılığını vurguluyorlar. Böyle bir durum genellikle belirsizliğin artmasına neden olabilir. Çeşitli bölgelerde ise istenmeyen siyasi süreçler başlayabilir. Bu tür senaryonun gerçekleşmesi durumunda mevcut sorunların adil çözümü meselesi de belirsiz kalıyor.
“Soğuk Savaş”tan Sonraki Jeosiyaset
Küresel jeosiyasetin dinamikleri hakkında iyimser görüş bildiren analistler var. Dünyanın yeni düzeninin oluşmasına dair çok sayıda yazılar yayınlanmaktadır. Bu zaman geçen yüzyılın 80-90’lı yıllarında yaşanan jeopolitik gelişmelerin tahliline atıflar yapılıyor. Sosyalist kampı dağıldıktan sonra Batı tam zafer kazandığını kutladı. Artık liberal demokrasinin zaferi şüphe doğurmurdu. ABD’nin tek liderliğine inananlar yeteri kadardı.
Ancak 21`inci yüzyılın başlangıcı meydana bir takım karmaşık sorular çıkardı. Son birkaç yılda ise küresel çapta öyle değişiklikler oldu ki, şimdi hayli farklı jeopolitik manzaranın oluşmakta olduğunu vurguluyorlar Walter Russell Mead Foreign Affairs dergisinde yayınlanan makalesinde ise daha köklü değişikliklerden bahsediyor (bkz.: Walter Russell Mead. The Return of geopolitics / “Foreign Affairs”, Mayıs/Haziran 2014).
Yazarın göre, “Jeosiyaset geri dönüyor”. Somut dersek, geçen yüzyılın ikinci yarısında olduğu gibi, büyük jeopolitik güçler arasında nüfuz uğruna keskin mücadele gidiyor. Bunun nedeni Batılı politikacıların öngördüğü liberal demokrasi fikrinin gerçekleşmemesidir. Şimdi dünyada ABD’nin önerdiği jeopolitik model kabul edilmiyor.
Batı’da umuyorlardı ki, bütün süreçler onların tam isteklerine uygun gelişecektir. Amerika’nın karşısına hiçbir başka devlet çıkamayacak. Birkaç on yıl dış politikayı bu tez üzerinde kurdular. F. Fukuyama`nın “Tarihin Sonu” fikrini Washington “jeosiyasetin sonu” savı ile birleştirmeye çalıştı. Bunun somut ifadesi esas dikkatin ekonomik gelişmeye yönelmesinde, ticaretin genişlemesinde, nükleer silahların yayılmasının önlenmesinde ve iklim konularında yer buldu.
İlginçtir ki, Walter Russell Mead düşünüyor ki, bu yaklaşım Batı toplumunda belli “siyasi tembellik” yarattı. Toplum konfor ve refahı tercih etti ki, bununla da “yalancı güvenlik tasavvuru” oluştu (bkz.: önceki kaynağa). Bu fikirle bir ölçüde anlaşmak mümkündür. Fakat yazar önemli bir hususu nedense unutuyor. Mesele şu ki, “Soğuk Savaş” sona erdikten sonra Batı adil siyaset yolunu tutmadı.
ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri politikada etkinliklerini azaltmadılar. Onlar kendi çıkarlarını daha inatla, ancak “Soğuk Savaş” döneminden farklı yöntemlerle takip etmeye başladılar. Bunun arka planında “çifte standartlar” ön plana çıkmaya başladı. Bu gidişatın temelinde Walter Russell Mead`in vurguladığı “dünyaya ağalık hakkını sürekli kazanmak” gibi yanıltıcı düşünce duruyordu. Bu hissin etkisi altında Batı aynı içerikli olaylara farklı değer verdi, bazı ülkelere şefaat etti ve yavaş yavaş dünya genelinde hoşnutsuzluk güçlendi.
Bunların sonucu çeşitli bölgelerde terörün yaygınlaşması oldu. Sadece bundan sonra Batı’da güvenlik meselesi akıla geldi. Açık göründü ki, bu dünyada hiçbir devlet tehditlerden, kayıplardan sığortalanmamış. Bunların arka planda ise jeopolitik manzarayı ciddi etkileyen diğer olaylar yer almaya başladı. Artık analistler yazıyorlar ki, “Çin, İran ve Rusya “Soğuk Savaş”tan sonra oluşan jeopolitik düzeni hiçbir zaman itiraf etmemişler ve şimdi canla başla değiştirmeye çalışırlar. Bu, huzurlu bir süreç olmayacak. Teftişçilerin (Çin, Rusya ve İran öngörülüyor – LM) kendi amaçlarına ulaşıp ulaşmamalarına bakılmaksızın, onların hareketleri artık güçler oranını ve uluslararası siyasetin dinamikleri değişti” (bkz.: önceki kaynağa).
“Teftişçiler”: Bağımsız Güç Olabilir mi?
Bu artık ciddi bir savdır. Çünkü söz konusu aslında dünya çapında yeni keskin jeopolitik mücadelenin başlamasıdır. Artı, burada “sert güç” uygulanması mümkündür. Düşündürücüdür ki, mesele sadece Batı’nın Çin, Rusya ve İran’a karşı durmasından ibaret değildir. Analist vurguluyor ki, Tahran-Moskova-Pekin hattında da ciddi çelişkiler gözleniyor.
Rusya Çin’in güçlenmesinden tedrigindir. İran ve Rusya petrol ihraç eden ülkeler gibi onun daha pahalıya satılmasında meraklıdırlar. Çin ise petrol alan devlet olarak ucuzlaşmanı isterdi. Ortadoğu’da şu anda siyasi istikrarsızlık Moskova ve Tahran’ın işine geliyor. Pekin ise oraya büyük yatırımlar yapmış ve bölgenin güçlü devletleri ile işbirliğine çalışıyor. Özellikle, petrol alanında ilişkilerin genişletilmesi Çin’e çok yararlı olurdu. Bu nedenle Ortadoğu’da istikrarsız jeopolitik durumun oluşması Pekin’in işine gelmiyor.
Ancak bu ülkelerin her biri Amerika’ya karşı aynı konumdadırlar. Çin dünya lideri olmak iddiasını sürdürüyor. O, Washington’un Asya’da konumunu güçlenmesinden rahatsızdır. Son dönemlerde ise ABD Asya-Pasifik havzasında askeri güçlerini güçlendirmiştir. Japonya, Tayland, Vietnam ve Güney Kore gibi devletlerle işbirliğini yeni düzeye çıkarıyor. Bunlar Pekin’i tatmin etmiyor.
Ukrayna’da durumun gerginleşmesi sonucunda Batı’nın Rusya’ya yaptırımlar uygulamaya başlaması Çin’i harekete geçirdi. Pekin Moskova’ya teklif ediyor ki, Rusya’nın Uzak Doğu eyaletlerine milyar dolarla yatırım yapmak imkanları yaratsın. Bununla birlikte, Pekin Batı’nın Ukrayna’da Rusya aleyhine faaliyetine olumlu bakmıyor.
Bu gibi hususlar Rusya, Çin ve İran’ı Amerika’ya karşı birleştiriyor. Fakat her zaman saldırı konumunda kalmaktan kaçınırlar. Çünkü ABD bu devletlerin içerisinde çeşitli nitelikteki ihtilaflar yaratabilir. Sonuçta, her üç devlet Amerika ile doğrudan çatışmadan çekiniyorlar (bkz.: önceki kaynağa).
Bütün bunlardan çıkarılabilecek bir önemli sonuç vardır. Biz, küresel ölçekte büyük devletlerin askeri güç uygulama yöntemine eğilim etmesini kastediyoruz. ABD, Çin, Rusya ve İran’ın örneğinde bunun onayını görüyoruz. Onu da unutmamak gerekir ki, dünyada bu ülkelerden başka potansiyelli devletler var. Genel jeopolitik manzara bu nedenle Walter Russell Mead`in makalesinde tarif edilenden de karmaşıktır. Böyle anlaşılıyor ki, eğer “sert güç” uygulaması geniş yayılırsa, dünya sonraki küresel jeopolitik krizle yüz yüze kalabilir. Süreçlerin bu senaryo üzere gelişmeyeceğine garanti yoktur.
Birkaç yıl önce ise kültürün, hümanizmin ve barışın hüküm süreceği bir yüzyıl yaşanacağı hakkında konuşuluyordu. Mecazi ifadeyle, “tarihin tekerleği geçen yüzyılın 90’lı yıllarına doğru hangi nedenlerden döndü”? Burada öncelikle Batı’nın yanlış siyaset yürütmesi belirtilmelidir. Çünkü dünyaya ağalık iddiasını karşılıklı barış içinde yaşamak stratejisi ikame etmeliydi. Bu, ne yazık ki, olmadı. Dünya’nın her bölgesinde hakim, tüm dünyayı yönetme gibi fikirlere düşmek bütün insanlığı tehlikelere attı.
Meselenin diğer tarafı küresel jeosiyasette rekabet ve yarışın önemli yer tutmasına, başka gücü yenme amacının kalmasına bağlıdır. Bu durum genellikle, küresel jeosiyasete bir gerginlik ekliyor. “Çifte standart” da bu tür ortamda yaygınlaşır. Büyük devletler kendi amaçlarına ulaşmak için mümkün olan tüm araçları kullanmaya çalışırlar.
Öyle görünüyor ki, Ortadoğu’da, Ukrayna’da jeopolitik gerginlik bir süre daha devam edebilir. Buraya Orta Asya’nın da eklenmesi mümkündür. Çin etkenine göre bu bölgede jeopolitik süreçlerin yoğunlaşması öngörülebilir. Artık bunun bazı belirtileri görülüyor. O zaman büyük bir jeopolitik mekanda tehlikeli süreçler meydana gelebilir. Bu bağlamda analistlerin çeşitli jeopolitik yapılandırmadan bahsetmeleri mantıklı görünüyor. Dünya genel olarak jeopolitik açıdan niteliksel yeni seviyeye yükselir.
Leyla MAMMADALIYEVA