Alman Şansölyesi Angela Merkel, geçtiğimiz günlerde Çin’e 4 günlük resmi bir ziyarette bulundu. Merkel’in 2005’te başbakanlık koltuğuna oturmasının ardından dokuzuncu kez Çin’e resmi ziyarette bulunduğu dikkate alındığında, düzenli olarak her yıl Çin’i ziyaret ettiği açık bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Bu durum, Almanya’nın Çin’e verdiği önemin bir göstergesi olarak okunabilir. AB’nin lider ülkesi Almanya ile ABD’nin ardından dünyanın en önemli gücü haline gelmiş olan Çin’in ilişkileri, şüphesiz ki yakından izlenmelidir. Merkel’in bu ziyareti, Almanya ile ABD arasında Merkel’in dinlendiği ve bir Alman istihbarat ajanının ABD’ye bilgi sızdırdığına ilişkin casusluk iddialarının ayyuka çıktığı ve iki ülke ilişkilerinde ciddi bir gerginliği gündeme getirdiği günlerde gerçekleştirildiği için dikkatle izlenmiştir.
Merkel’in Çin ziyareti daha çok ekonomi ve ticaret odaklı bir içerik çerçevesinde şekillenmiştir. Ancak ekonomik ilişkilerin iki ülke arasındaki işbirliğinin merkezinde yer aldığı düşünüldüğünde, aynı zamanda siyasal bir mahiyete de sahip olduğu değerlendirilebilir. Çin, Almanya’nın Avrupa dışında ABD’den sonraki en önemli ticari ortağı konumundadır. Nitekim Almanya, 2013 yılında Çin’e 67 milyar avroluk bir ihracat gerçekleştirirken, 73 milyar dolarlık bir ithalatta bulunmuştur. Yani iki ülke ticari ilişkilerinde Almanya aleyhine bir açık söz konusudur. Çin ile olan ticari açık büyüme emareleri gösterdiği için, Almanya erken bir önlem almanın ve Çin’e olan ihracatını arttırmanın peşindedir. Nitekim Merkel, beraberinde çok sayıda Alman işadamını da götürerek iki ülke ticari ilişkilerine ne denli önem verdiğini göstermiştir. Almanya ile Çin arasındaki ticaret, Çin ile AB arasındaki toplam ticaret hacminin üçte birini oluşturmaktadır. Yani Çin’in Avrupa’daki en önemli ticari partneri Almanya’dır. Çin’in küresel güç olmasının gerisindeki en önemli motivasyonun ekonomik büyüme olduğu ve bu büyümenin motorunun da ihracat olduğu dikkate alındığında iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin ne denli önemli olduğu açıkça gözler önüne serilmektedir.
Merkel ile birlikte Çin ziyaretine katılan Alman şirketlerinin temsilcilerinin en önemli şikâyetleri, Çin şirketlerinin Almanlarca ortaya konan teknolojik inovasyonu izinsiz yani “korsan” bir şekilde kullanmaları ve ticari ilişkilerin en önemli unsuru olan ödemeleri geç yapmalarıdır. Çin’e doğrudan yatırım yapmak isteyen Alman şirketlerinin elini kolunu bağlayan bürokratik engeller de müzakereler esnasında ele alınmıştır. Angela Merkel’in Çinli yetkililerle olan temaslarında ele aldığı diğer hususlar ise çevre güvenliği, enerji işbirliği, kentleşme ve tıp alanlarında işbirliği ile iklim değişikliğine karşı mücadele gibi hususlar olmuştur. Merkel’in, birçok Batılı ülke liderinin yaptığı gibi Çin’in insan hakları karnesini de gündeme getirmesi beklenmekteydi. Ne var ki, Merkel’in ziyaretine paralel olarak Doğu Türkistan (Sincan Özerk Bölgesi)’da Uygurlara yapılan kötü muamele dünya basınına da yansımış olmasına karşın, Alman şansölyesinin oldukça pragmatik davrandığı ve bu hususa değinmediği anlaşılmaktadır.
Merkel ile Çin Başbakanı Li Keqiang arasındaki görüşmelerin ardından imzalanan anlaşmalar, Alman işadamlarının taleplerini tam anlamıyla karşılar mı bilinmez. Nitekim bürokratik engeller ve korsan kullanım Çin’in yapısal sorunlarının başında geliyor ve Çin yönetiminin bu hususlarda adım atmaya pek de niyetinin olmadığını biliyoruz. Zira Çin, büyüme hızını yavaşlatacak her türlü düzenleyici adımı kendisine yönelik bir tehdit olarak algılamaktadır. İklim değişikliğini ve çevre güvenliği gibi hususlardaki çekinceleri de bu duruma eklemlenebilecek bir gerçekliktir. Alman ve Çin heyetleri arasındaki görüşmelerin ardından, Çin ve Alman şirketleri arasında milyarlarca dolar büyüklüğünde birçok anlaşma imzalanmıştır. Bunun yanı sıra Çin’in Almanya’dan, Airbus’tan, 100 adet helikopter alması karara bağlanmış ve Almanya’nın Çin’de yeni otomobil üretim merkezleri kuracağı da açıklanmıştır. İki ülke arasında kurulacak bir istişare mekanizmasına paralel olarak piyasalara erişimin kolaylaştırılacağının belirtilmesi ve Çin’in Almanya’ya 12,8 milyar dolarlık yabancı kurumsal yatırımcı kotası açacağının ifade edilmesi de ekonomik işbirliğine dair önemli bir gelişme olarak görülmelidir. Çin ile Almanya’nın tıp (özellikle de nükleer tıp) ve enerji verimliliği hususlarında da ortak çalışacakları bizzat Merkel tarafından ifade edilmiştir.
Ziyaret kapsamında en çok konuşulan konulardan biri de Alman heyetinin Çin ziyareti için hazırlanan ve ziyaret edilecek ülke bayrağı ile Alman bayrağını yan yana gösteren “dostluk rozetine” Çin bayrağı yerine yanlışlıkla Türk bayrağı konulması olmuştur. Büyük bir diplomatik skandala yol açmadan son anda kullanılması engellenen bu rozetler, gerek Avrupa basınında, gerekse de Çin basınında “ciddiyetsizlik” olarak algılanmıştır. Ne var ki, Çin tarafının bu hususu müzakereler esnasında gündeme getirmediği anlaşılmaktadır.
Ekonomik birer dev olmalarının yanı sıra, dünyanın siyasal geleceğinde çok önemli bir rol oynamaları beklenen Çin ve Almanya’nın ilişkileri yakından izlenmek mecburiyetindedir. İki ülke ilişkileri daha çok ekonomik ve ticari boyutta şekillense de, siyasal işbirliğinin temelinde bu ekonomik işbirliğinin yattığı da unutulmamalıdır. Merkel’in 2005’ten bu yana 9 kez Çin’e resmi ziyaret düzenlediği göz önünde bulundurulduğunda, özellikle Almanya’nın, bu ilişkilere ne denli ciddi önem atfettiği anlaşılabilir. Almanya’nın, Avrupa’nın lider ülkesi olarak Avro-Atlantik İttifakı içerisindeki rolü değerlendirildiğinde, bu ziyaretin ve Almanya-Çin İlişkileri’nin alacağı şeklin ABD açısından çok önemli olduğu ortadadır. Alman hükümetinin yanı sıra, kamuoyunun da ABD’ye olan bakışını olumsuz etkileyen casusluk krizi zirve noktasına varmış iken, Alman şansölyesinin “adeta mesaj verir gibi” Çin’i ziyaret etmesi, her ne kadar bu ziyaret daha önceden planlanmış olsa da, ABD yönetimi tarafından Almanya’nın rahatsızlığı bağlamında not edilmiş olmalıdır. Almanya’nın, Çin ile olan iyi ilişkileri ve Rusya’yı stratejik bir ekonomik ve ticari partner olarak gören tutumu, bu ülkenin Avro-Atlantik İttifakı içerisinde kendisine “özerk” bir alan açmanın peşinde olduğunu göstermektedir. Hiç şüphesiz, casusluk krizi de bu özerklik çabalarına meşruiyet kazandıran bir katalizör rolünü oynamıştır.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Comments are closed.