Küresel çapta jeopolitik manzaranın belirsizlik ve istikrarsızlıkla karakterize edilmesi hakkında çeşitli fikirler söylenmektedir. Uzmanlar bunun farklı sebeplerinden bahsediyorlar. Ünlü siyasi analitik Z. Brzezinski de kendi görüşünü son röportajlarının birinde belirtti. Büyük devletlerin jeopolitik nüfuz uğruna mücadelesinin bazı ilginç yönlerinden konuştu. Bu bağlamda “G2+” formülünün avantajlarını vurguladı. Genel olarak dünya politikasında hangi değişikliklerin yapılmasına ihtiyaç olduğunu kaydetti. Z. Brzezinski`nin ileri sürdüğü görüşlerden anlaşılmaktadır ki, küresel çapta jeopolitik durum henüz belirsiz olarak kalmaya devam edecek. Sorunun bu tarafı üzerinde düşünmek mümkündür.
“Görülmemiş İstikrarsızlık ve Kaos”: Tehlikeli Öngörü
Dünya çapında jeopolitik belirsizliğin hüküm sürmesi hakkında analistler birkaç yıldır konuşuyorlar. Hatta küresel düzeyde kaosun varlığından bahsediyorlar. Bu fikirlerin temeli vardır – bazı bölgelerde gözlenen jeopolitik süreçler çatışmalar, karşıdurmalar, çeşitli tabiatlı ihtilaflarla karakterize edilir.
Oluşan bu tür durum rahatsızlık doğuruyor. Onun nedenlerinin saptanmasına ciddi ihtiyaç olduğunu da itiraf etmek gerekir. Çünkü genelde insanlık yeni yeni sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Zbigniew Brzezinski’nin bu açıdan görüşleri ilgi taşımaktadır. O, 21 Temmuz tarihinde “Foreign Policy” yayınına verdiği mülakatta birkaç tez ileri sürdü (bkz.: David Rothkopf. A Time of unprecedented Instability? / “ForeignPolicy.com”, 21 Temmuz 2014).
Z. Brzezinski modern dünyanın “görülmemiş istikrarsızlık ve kaosla” karakterize edildiği fikrini söylüyor. Bu durum insanlığı “büyük şaşkınlık ve kaosun hakim olduğu aşamaya yaklaştırıyor”. Bu fikir küresel jeosiyasetin şimdiki içeriğinin ilginç değerlendirmesidir. Mesele şu ki, Amerikalı analist artık dünya çapında istikrarsızlıkla kaosun yoğun karşılıklı ilişkide olması tezini ileri sürüyor.
Bu, belirsizliklerin küresel jeopolitikası artık dayanıklı karakter alan kaotik süreçlere getirdiğinin itirafıdır. Şimdi dünya sistemini lokal etki gücüne sahip olaylar değil, geniş çaplı yıkıcı süreçler yönetiyor. İşin en tehlikeli ve aynı zamanda, düşündürücü tarafı şudur.
“Büyük karışıklığı ve kaosu” yaratan nedenler nelerdir? İlginçtir ki, Z. Brzezinski onların temelinde ABD’nin şimdiye kadar gerçekleştirdiği liderlik hırslarının durduğunu dolayısıyla itiraf ediyor. Çin’in sorumluluk almaması nedenini bu savla anlatmaya çalışıyor. Pekin Washington’un kışkırtma girişimlerine rağmen, geniş krizle nitelendirilen durumlarda nüfuz etmiyor.
Buradan mantıksal olarak böyle sonuç çıkarmak mümkündür ki, Amerikalılar şu anda çeşitli bölgelerde gözlenen jeopolitik ihtilafların arkasında Washington’un uzun yıllar gerçekleştirdiği siyasetin durduğunu kabul etmektedirler. Fakat bu durumdan tek başına çıkmak niyetleri (ve imkanları) yoktur. Uluslararası ilişkilerin düzenlenmesi bağlamında bu husus ayrıca önem taşıyor. Çünkü bu alanda oluşmuş krizden kurtulmak için ABD Çin’den yararlanmaya çalışıyor.
Bunda amaç neler olabilir? Üç nokta dikkati çekmektedir: Birincisi, Amerika bununla yeni dünya düzeninin temel ilkelerini şekillendirmiş oluyor. İkincisi, küresel jeosiyasette oluşmuş çelişkilerin çözümünde sorumluluğu diğer süper güç – Çin’le paylaşıyor. Üçüncüsü, dünya liderliğine iddialı olan diğer büyük devletlere karşı şartı olarak “G2+” modelini koyuyor. Son sav üzerinde biraz fazla duralım.
Liderlik Hırsları: Yeni Şekil Arayışı
Zbigniew Brzezinski “G2+” formülünden yanadır. O düşünüyor ki, Pekin`le Washington’un stratejik işbirliği dünyayı belirsizliklerden kurtarabilir. Çin’in gelişmesinin engellenmesi politikası anlamsızdır. Aksine, onun ABD kriterlerine cevap veren gelişimine yardım etmek gerekir. Eğer Pekin bu hattan uzaklaşırsa, hemen yeterli tepki verilmelidir. Yukarıdaki formül olan “artı” işareti bölgesel liderlerin “G2″ye katılması anlamına geliyor. Demek, Z. Brzezinski`nin önerdiği modele göre, modern dünyayı Amerika ile Çin yönetmelidir ve diğer büyük devletler onlarla işbirliği yapmalıdır.
Ancak Pekin bu misyonu kabul etmiyor. O, daha çok ekonomik, kültür ve enerji alanında işbirliğine önem veriyor, etki olanaklarını bağımsız olarak genişletmeye çalışıyor.
ABD’yi endişelendiren budur. Bu bağlılıkta üç önemli faktörü vurgulamak mümkündür. Her şeyden önce, Amerika “küresel sorunları çözmek yeteneği üzerinde denetimi kaybediyor”. Sonra, “uluslararası düzeyde Avrupa’dan önemli adımlar beklemek abestir”. Nihayet, dünyanın çeşitli bölgelerinde, esasen, “Ortadoğu ve Afrika’da … büyük karışıklık, bölünme ve belirsizlik vardır”. Buradan anlaşılıyor ki, neden Amerikalılar “G2” yi Avrupalılarla değil, Çin’le beraber kurmak arzusundadırlar.
Aynı zamanda, böyle bir yakınlaşmaya başka açı altında bakıldığında, dünya siyasetinin aslında çıkmaza girdiği izlenimi doğar. Çünkü Çin ABD’nin onun için öngördüğü rolü oynamak istemiyor. Pekin’in bazı komşuları ile ilişkilerinde de sorunlar mevcuttur. Amerikalı politikacılar daima işte bu hususu hatırlatıyorlar. Z. Brzezinski Çin’in çevre ülkelerle ilişkisinde diktatörlük elementinin varlığına işaret ediyor. Bu faktörün Pekin’in jeopolitik rolünü hep olumsuz etkilediğini vurguluyor. İlginçtir ki, bu özelliği ünlü analist Çin’in dış politikasının en zayıf unsuru adlandırıyor. Somut dersek, bu ülke teröre çok hassas mekana dönüşüyor. Dini radikalizm bu anlamda “Çin Seddi’ni” dağıtabilir.
Bu görüşlerde satır arası Çin’in dış politikasının ikilem karşısında kaldığı belirtiliyor. Öyle ki, bu devletin bölgedeki bazı ülkelerle artık çatışma durumuna düştüğüne işaret ediliyor. Bunun ardından, Pekin’in onlarla ihtilaflara girebileceği tezi ileri sürülüyor. Başka bağlamda tüm bunların ABD’nin Çin’e uyarıları olduğunu söylemek mümkündür. Dolaylı olarak Pekin’i Washington’un yazdığı senaryo üzere davranmaya kışkırtmaya gayret ediliyor.
Ancak tüm bunlar ABD’nin dış politikasının sadece bir tarafını gösteriyor. Ortadoğu bölgesi ülkeleri yönünde atılan siyasi-diplomatik adımlar belli vesilelerle Çin politikası ile uzlaştırılmaya çalışılıyor. Örneğin, Z. Brzezinski`nin sınıflandırmasına esasen, Ortadoğu’da kendini doğrultmuş ve “belirli tarihsel deneyimi olan” 4 devlet vardır – Türkiye, İran, İsrail ve Mısır! Washington ilk olarak bu ülkelerle çalışmalıdır. Bu, bölgede meydana gelen tehlikeli süreçleri gidermeye yardımcı olabilir.
Bu bağlamda Rusya’ya biraz farklı yaklaşım mevcuttur. Rusya Avrupa’ya “sığınmalıdır”. Çünkü “Çin’in gölgesi daima onun başı üzerindedir”. Bunlardan Z. Brzezinski böyle bir sonuç çıkarıyor: “…Ruslar Kırım’ı istila etmekle kendilerine çok zarar verdiler … Ayrıca, onlar da, biz de itiraf etmeliyiz ki, çok zayıftırlar. Aslında, biz ve Çinliler vardır. Çinliler daha zekilerdir , fakat bazen kendilerinin zayıf ve küçük komşularının ilgi ve isteklerine duyarsız kalıyorlar”.
Z. Brzezinski`nin analiz mantığı gösteriyor ki, ABD dünya ağalığının yeni modelinin arayışındadır. Çin’e küresel jeopolitik oyuncu olarak önem verilmesinde de nihai amaç modern taleplere uygun “Amerikan liderliği”ni temin etmektir. Washington farklı bağlamlarda bunu açık ifade ediyor. Pekin ise şu anda mevcut olan jeopolitik sorunları ABD’nin kendisinin yarattığına işaret ediyor ve Washington’un önerilerini yakın bırakmıyor.
Gerçekte dünyanın iki büyük devleti arasında belirsiz ilişkiler sistemi oluşur. Dolayısıyla çeşitli bölgelerde yaşanan ihtilafların derinleşebileceğini tahmin edebilirsiniz. Belli bir süre sonra Çin’in kendisi bölge devletleri ile çatışmaya sürüklenebilir. Büyük devletlerin dünya liderliği uğrundaki mücadelesinde güç uygulamasına öncelik verilmesi devam ediyor. Sözde kültürden, dinlerarası diyalogdan bahsediliyor, “yumuşak güç” kavramın kullanılır. Gerçeklikde ise daha başka faktörler kendini gösteriyor. Bu bağlamda Z. Brzezinski`nin “düşünmüyorum ki, biz dünya savaşına doğru gidiyoruz” fikri çok düşündürücü görünüyor. Çünkü ünlü siyaset bilimcinin kanaatine göre, dünya “büyük kaos aşamasına giriyor”. Peki bu durumu yaratmakta amaç nedir?
Anlaşılan, Z. Brzezinski Batı’da bugün çok tebliğ edilen yönetilen kaos “teorisini” hatırlatmak istiyor. Bu, onun mantığından hissediliyor. Çünkü analistin fikirlerinin temelinde Amerika’nın liderliğini bulundurması ilkesi kesin olarak yer aldı. Dolayısıyla “büyük kaos aşaması” ABD’nin dünyada ağalığının teminine hizmet etmelidir. Ancak tarihi tecrübe gösteriyor ki, idare edilen kaos durumu hep belirsizlik ve riskle karakterizedir. İnsanlığı oraya götürebilecek jeopolitik hattın verimli olduğuna büyük şüpheler oluşuyor.
Leyla MAMMADALIYEVA