TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNDE YENİ DÖNEM: GÜÇLÜ TÜRKİYE, GÜÇLÜ AVRUPA BİRLİĞİ

upa-admin 22 Eylül 2014 2.916 Okunma 0
TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNDE YENİ DÖNEM: GÜÇLÜ TÜRKİYE, GÜÇLÜ AVRUPA BİRLİĞİ

Giriş

2013’ün Ekim ayında açıklanan Nihai İlerleme Raporu sonrasında uzun bir süre durgunlaşan Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri, yakın zamanda AB Bakanlığı ve Başmüzakerecilik görevini devralan Volkan Bozkır ile tekrar hareketlenmeye başladı. İlk resmi temasını 11-12 Eylül’de Portekiz’e yapan Bakan Bozkır, Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinin hareketlenmesi adına yakın zamanda Brüksel ve Strazburg’da da temaslarda bulundu.

Volkan-Bozkır-2

Volkan Bozkır

Bu çalışma kapsamında;

  • 22-25 Mayıs’ta AB Parlamentosu’nda gerçekleşen seçim sonuçlarının Türkiye’ye etkisi,
  • Seçim sonrasında AB’de gerçekleşen görev değişiklikleri,
  • AB Bakanlığı tarafından yakın zamanda açıklanan Türkiye’nin Yeni AB Stratejisi başlıklı rapor,
  • 8 Ekim’de açıklanması planlanan Nihai İlerleme Raporu,
  • Vize Muafiyeti ve Geri Kabul Antlaşması,
  • İtalya’nın Dönem Başkanlığı süresince ikili ilişkilerin muhtemel seyri ve
  • Son olarak IŞİD terör örgütünün ikili ilişkilerde yaratacağı muhtemel etkiler incelenmektedir.

Avrupa Birliği’ndeki seçim sonuçlarının Türkiye’ye etkisi

22-25 Mayıs’taki AB Parlamentosu seçim sonuçlarına göre aşırı sağcı ve solcu partilerin Parlamento’daki koltuklarının arttığını görmekteyiz. % 42,54 ile katılım oranının düşük kaldığı ve Martin Schulz’un Başkanlık sıfatını koruduğu AB Parlamentosu seçim sonuçlarına göre siyasi grupların sandalye sayıları şu şekildedir:

  • EPP (Avrupa Halk Partisi): 221
  • S & D (Sosyalistler ve Demokratlar İlerici İttifak): 191
  • ECR (Avrupa Muhafazakâr ve Reformcular Partisi): 70
  • ALDE (Avrupa Liberaller ve Demokratlar İttifakı): 67
  • EUL-NGL (Avrupa Birleşik Sol – İskandinav Yeşil Sol): 52
  • Greens EFA (Avrupalı Yeşiller Avrupa Serbest İttifakı): 50
  • EFD (Avrupa Özgürlük ve Demokrasi Partisi): 48
  • Independents (Bağımsızlar): 52

Bu tabloya göre EPP çoğunluğu korusa da, önceki koltuk sayılarına göre aşırı uçların güç kazanmasından ötürü seçimin en önemli sonucunun AB’de yükselen milliyetçilik ve AB karşıtlığı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Arel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Uğur Özgöker’e göre; “Bu sonuçların AB’nin Judeo-Christian (Yahudi-Hıristiyan) kültürü üzerine inşa edildiğini iddia eden yabancı düşmanı aşırı sağcıların ve AB bir Hıristiyan Kulübü’dür diyen muhafazakâr Hıristiyan Demokratların AP’de çoğunluğu oluşturmaları, Müslüman ve Avrupalı olmayan bir ülke olarak gördükleri Türkiye’nin tam üyelik hedefine büyük bir engel oluşturacaktır.”

Bu akademik ifadelerin siyasi versiyonu ise; Juncker’in AB Komisyonu Başkanlığına seçildikten sonra yapmış olduğu “Önümüzdeki 5 yılda yeni AB üyesi olmayacak” açıklamasından görülebilir.

Diğer yandan, AB’deki milliyetçilik akımının artmasından ötürü AB’nin genişleme politikası ekseninde kendi geleceğini sorgulaması gerekecektir; çünkü yükselen milliyetçilik akımı yeni üyelikler karşısında sert bir fren mekanizması oluşturacaktır. Bunun tabii sonucu olarak da, ulusal merkezlerin ulus üstü (supranational) merkez konumunda olan Brüksel’e yetki devri ileride çeşitli sorunlarla karşılaşacaktır.

Avrupa Birliği’ndeki görev değişiklikleri

Avrupa Birliği Parlamentosu’ndaki koltuk değişikliklerinden sonra, Komisyon ve Konsey başta olmak üzere AB’nin merkezi karar organları neredeyse sıfırdan oluşturuldu.

Yeni dönemde AB Konseyi Başkanlık görevini Polonya eski Başbakanı Donald Tusk, AB Komisyonu Başkanlığı görevini ise Lüksemburg eski Başbakanı Jean-Claude Juncker yürütecek. Ancak, 2014-2019 dönemi için güvenoyu almayı bekleyen Juncker ve ekibine EPP’ye mensup Sloven vekillerin şimdiden “Hayır” cevabı vermesi, AB içerisindeki karar alma mekanizmalarını telaşlandırmış durumda.

Ayrıca, AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin İtalyan olması ve Genişlemeden Sorumlu Komiser Johannes Hahn’ın Türkiye’yi iyi tanıması ikili ilişkilerdeki buzların kırılmasında önemli bir rol oynayacaktır.

Türkiye’nin Yeni AB Stratejisi

Siyasi Reform Sürecinde Kararlılık, Sosyo-Ekonomik Dönüşümde Süreklilik, İletişimde Etkinlik” temasıyla hazırlanan ve Eylül 2014’te ilan edilen “Türkiye’nin Yeni AB Stratejisi” isimli 14 sayfalık rapor ile Türkiye, AB üyelik sürecindeki kararlı iradesini bir kez daha göstermiş oldu. AB’yi bir çağdaşlaşma projesi olarak gören Türkiye, 1970’lerden itibaren konuyla ilgili olarak çeşitli isimler altında belgeler yayınladıysa da, AK Parti döneminde ivme kazanan ilişkiler neticesinde hazırlanan bu raporların görünürlüğü de artmış durumda. Her ne kadar 2010’daki Strateji Belgesi ile arasında önemli farklılıklar olmasa da, yeni rapor ile ikili ilişkilerde statükonun ötesine geçilmesi hedeflenmektedir.

AB sürecine ve bu süreçte yaşanan değişime ve dönüşüme inanan 62. Hükümetin tam üyelik yolunda kararlı ve istikrarlı politikasını sürdüreceği ve bunun için somut adımlar atılması adına bir strateji belgesi hazırlanmasının gerekli olduğunun ifade edildiği bu metnin girizgâh kısmındaki satır başları şu şekildedir:

  • 2004’teki büyük genişleme dalgası sonrası AB’nin vites düşürmesi ve 2008’deki küresel ekonomik krizden en çok Avro bölgesinin etkilenmesinin Türkiye’nin üyelik ihtimalini zayıflatmış olması,
  • Küresel ve bölgesel dalgalanmaların Türkiye’nin AB nezdindeki stratejik önemini artırması,
  • AB üyelerinin içinde bulundukları ekonomik ve siyasi buhrana rağmen Türkiye’nin ivme kazanan sosyo-ekonomik ve siyasal restorasyon süreçleri ile değişen çehresi,
  • AB müktesebatı çerçevesinde yapılan değişiklikler ile Türkiye’nin küresel ve bölgesel anlamda daha aktif bir rol oynaması,
  • AB ile yürütülen ikili ilişkilerin Türkiye’nin bulunduğu bölge itibariyle özgünlük arz etmesi,
  • Üyelik müzakerelerinin getirmiş olduğu ivme ile demokrasi, insan hakları ve özgürlükler kapsamında gerçekleşen değişimler,
  • İkili ilişkilerin realist “Kazan-Kaybet” mantığından ziyade daha liberal çerçevede “Kazan-Kazan” anlayışına dayanması ve bunun pratikte her iki tarafı da birbirine bağımlı kılması ile “ortak gelecek” anlayışına yapılan vurgu ve
  • Bazı AB üye ülkelerin Türkiye’ye karşı uyguladıkları çifte standartlara rağmen Türkiye’nin azim ve kararlılıkla bu değişim projesine devam ettiğidir.

Bunun yanı sıra, temel amacının reform sürecine hız katmak olarak açıklandığı bu metnin Kasım ayında açıklanacak olan “AB’ye Katılım İçin Ulusal Eylem Planı” (2014-2015 ve 2015-2019 arası olmak üzere iki adım) ve “Avrupa Birliği İletişim Stratejisi” belgeleri ile bütünlük arz edeceği belirtilmiştir.

Kısa ve uzun vadede atılması muhtemel adımlar dâhilinde bu strateji belgesi 3 ana başlık altında toplanarak başlıklar dâhilinde hedefler belirtilmiştir.

“Siyasi Reform Süreci” başlığı altında

  • Son 12 yılda AB müktesebatı kapsamında yapılan anayasal düzenlemelerin ve yargı reformlarının devam edeceği,
  • Düşünce ve ifade özgürlüğüne daha fazla önem verileceği,
  • Kadın-erkek eşitliği konusunda daha kapsamlı çalışmalar yapılacağı,
  • Siyasi blokajlar göz ardı edilerek birçok fasılda çalışmalara hız verileceği,
  • Çoğulcu, özgürlükçü ve katılımcı demokrasi ile temel hak ve özgürlüklerin korunacağı,
  • Yeni Türkiye’nin inşasında anayasa gibi yapısalcı sorunların giderileceği,
  • Siyasi alanda yapılacak olan reformlarda AİHM içtihadının gözetileceği ve
  • Özgürlüklerin güvenlik uğruna feda edilmeden genişletileceği vurgulanmıştır.

“Katılım Sürecinde Sosyo-Ekonomik Dönüşüm” başlığı altında

  • Üyelik sürecinin yaratmış olduğu etki ile çağdaş standartlara ulaşma konusunda atılan adımlara kararlılıkla devam edileceği,
  • Şeffaflık, hesap verilebilirlik ve katılımcılık gibi değerlerin gündelik hayatın parçası olacağı ve
  • Reform çalışmalarının teorik olduğu kadar pratik anlamda da yoğunlaşacağı belirtilmiştir.

“AB İletişim Stratejisi” başlığı ise muhtemel üyeliğin Türkiye’ye kazandıracağı artı değerlerin ulusal medyada ön plana çıkarılacağı “yurtiçi boyutu” ile AB müktesebatı kapsamında yapılan reformların uluslararası camiadaki görünürlüğünün arttırılmasına yönelik çalışmaların olduğu “yurtdışı boyutu” olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bu kapsamda ulusal ve uluslararası medya kuruluşları ile sürekli dirsek temasında olup, gelişmelerin yankı bulması hedeflenmektedir.

2013-2014 dönemini kapsayan “Nihai İlerleme Raporu”

8 Ekim’de açıklanması beklenen ve 2013-2014 arasındaki ekonomik, siyasi ve sosyolojik olayları kapsayacak olan Nihai İlerleme Raporu, Türkiye-AB İlişkilerinde her daim önem arz etmiştir. Geçen sene Kurban Bayramı’nda açıklanan Nihai Rapordaki eleştiriler ve değerlendirmeler beklenenden hafif olsa da, 2013’den bugüne Türk siyasetindeki değişim ve dönüşüm süreçleri dikkate alınırsa yeni raporun geçen seneye oranla biraz daha sert ifadeler içermesi kaçınılmaz gibi durmaktadır.

AB Bakanı Bozkır, yakın zaman konuyla ilgili olarak Anadolu Ajansı’na yapmış olduğu açıklamada “İlerleme Raporu ile ilgili tedbir alıyoruz. Ayrıca, İlerleme Raporu AB’nin kâğıdı değildir; bu bizim ortak kâğıdımız. ‘Kalem ben de ben yazarım, sen de okursun, ne yaparsan yaparsın’ gibi bir tarz olursa, bunun ne AB’ye ne de Türkiye’ye faydası olmaz. Mühim olan yapıcı eleştirilerle süreci istikrarlı bir şekilde devam ettirebilmektir” dedi.

Her ne kadar önceki raporda yer verilmiş olsa da, Gezi Parkı olayları ekseninde sosyolojik olaylar, Mart ayındaki yerel seçimler, Ağustos ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Hükümet değişikliği ekseninde siyasi olaylar başta olmak üzere her alanda değerlendirmelerin bulunacağı raporun yıkıcı bir üsluptan ziyade yapıcı olması ikili ilişkilerin seyrini belirleyecektir.

Vize Muafiyeti sorunu

Türkiye ile AB arasındaki güncel en önemli meselelerden biri de hiç kuşkusuz 2013’ün sonlarına doğru imzalanan “Vize Muafiyeti ve Geri Kabul Antlaşması”dır. Antlaşmanın imzalanmasından sonraki 3 yıl içerisinde karşılıklı olarak vizelerin tamamen kaldırılması hedeflenmişti. Ancak bu konunun daha önce AB tarafından Türkiye’ye uygulanan çifte standartlardan biri olmaması için, AB Bakanlığı konuyu sıklıkla takip etmekte ve Avrupa Birliği bürokratları (Eurocrat) ile sürekli bilgi alışverişi halinde bulunmaktadır.

Antlaşmanın bir parçası olan Geri Kabul ise, Avrupa’nın sadece illegal olarak göç etmiş kişileri Türkiye’ye iade etmesine imkân veren bir sistem değildir. Bu hususta, bilindiği gibi illegal göç sadece AB’nin sorunu değil. Son dönemde Türkiye’deki ekonomik ve politik iyileşmenin de etkisiyle, Türkiye’nin de artık göç alan ülkeler listesinde olmasından ötürü, Antlaşmanın belirtildiği gibi bir çifte standart kurbanı olmaması önem arz etmektedir.

Vize muafiyeti ile ilgili belirtilmesi gereken son husu; AB’nin beyin takımının düşündüğü gibi vizeler kalkınca AB üye ülkelerinin Türklerin akınına uğrayacağı ütopyasıdır. Belçika, Fransa, İspanya, Portekiz ve Yunanistan başta olmak üzere birçok üye ülkenin içinde bulunduğu ekonomik resesyonu göz önüne aldığımızda, Türklerin AB üyesi ülkelere çalışmaktan ziyade tatil için gideceklerini söylemek daha mantıklı durmaktadır ki bu sayede üye ülkeler içinde bulundukları ekonomik resesyonda bir nebze olsun rahat nefes alabileceklerdir.

İtalya’nın Dönem Başkanlığı

Ocak 2014’den beri Yunanistan’ın yürütmüş olduğu “Dönem Başkanlığı” görevini yakın zamanda devralacak olan İtalya, bilindiği gibi Berlusconi döneminden beri Türkiye’nin AB üyeliğine Portekiz dâhil olmak üzere en çok destek veren ülkelerden birisidir. AB içerisinde kararlar her ne kadar merkezi karar alma organları olan “Konsey – Parlamento – Komisyon” üçgeninde yürütülse de, dönem başkanlarının etkisini de unutmamak gerekli. Özellikle, Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinin ivme kazandığı 2005-2010 arasındaki dönemi göz önüne alırsak, dönem başkanı ülkelerin Türkiye’nin üyeliğine yönelik takınmış oldukları tutumun önemi oraya çıkacaktır.

Türkiye’nin 8 Ekim’de açıklanması beklenen Nihai İlerleme Raporu sonrasında İtalya gibi Türkiye’nin üyeliğine sıcak bakan bir ülkenin dönem başkanlığı sürecini iyi kullanıp, resmi düzeyde birçok faslın açılması gerekmektedir. Bunun da ötesinde, bu süre iyi kullanılırsa açılması muhtemel bu fasıllar kapatılabilir de. Konuyla ilgili olarak Bakanlık kaynaklarına göre Bakan Bozkır’ın yakın zamanda İtalya’ya da resmi bir ziyaret yapması beklenmektedir.

İtalya’nın dönem başkanlığı kadar AB’nin Türkiye Büyükelçisi Manservisi’nin de İtalyan olması da, 8 Eylül’de açıklanacak olan Nihai İlerleme Raporu’nun üslubunun kırıcı olmayacağına dair ümit vermektedir. Özellikle, ikili ilişkilerin ivme kazandığı dönem olan 2005-2010 arasında AB’nin Türkiye Büyükelçiliği görevini yürüten Marc Pieri’nin İtalyan olması; ancak Büyükelçi Pieri’nin ardından göreve atanan Fransız Büyükelçi Jean-Maurice Ripert dönemindeki gerginlikler de göz önüne alınırsa, dönem başkanı ülkenin rolü ile AB’nin Ankara’daki Büyükelçilerinin ulusal kimliklerinin ikili ilişkilerdeki önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bir başka ifadeyle, İtalya’nın dönem başkanlığı ve AB’nin Türkiye Büyükelçisinin İtalyan olması Türkiye için umut verici bir durumudur.

Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD)

Çalışmanın bu son kısmında ise güncel bir mesele olan ve Türkiye-AB İlişkilerinde kısa vadede önemli bir unsur olacak gibi gözüken IŞİD’den de bahsetmek de yarar var. Özellikle AB’nin komşuluk ve güvenlik politikalarında önemli bir konumda bulunan Türkiye’nin AB’nin küresel düzeyde terörle mücadele etmesinde aktif rol oynaması, Türkiye’yi AB’nin güvenlik politikasında farklı bir konuma getirmektedir. Bölgesinde dengeleyici bir unsur olan Türkiye’nin bu kilit pozisyonundan ötürü yakın zamanda açılması muhtemel fasıllarda güvenlik konusuna özel önem verileceği aşikârdır.

Güvenlikle ilgili fasıllar kadar, IŞİD’in bölgede yarattığı olumsuz hava ve Suriyeli ve Yezidi mülteciler konusu da AB’yi vize muafiyeti konusunda endişelendirmektedir. Bu hususta karşılıklı olarak sınır güvenliğine verilecek özen ile bu sorununun çözülmesi muhtemel olsa da, güvenlik politikasında pragmatik hareket eden AB’yi ikna etmek kolay olmayacaktır. Ancak IŞİD konusunda Türkiye’nin göstereceği güç potansiyelinin AB’nin sınır güvenliğini de etkileyecek olmasından ötürü Türkiye’nin jeopolitiğinin AB için önemi bir kez daha ortaya çıkacaktır. Yani “Güçlü Türkiye, Güçlü Avrupa Birliği” temasının pratiğe yansıması ortaya çıkacaktır.

Sonuç

Sonuç olarak; önce AB’nin merkezi karar alma organlarındaki değişiklikler, ardından Türkiye’de devam eden politik değişim süreçleri ikili ilişkilerde yeni bir sayfanın açılması adına umut vermektedir. Ancak, Ekim başında açıklanması beklenen Nihai İlerleme Raporundaki muhtemel satır başları, Vize Muafiyeti bulmacası, IŞİD ve mülteci sorunu ile AB üye ülkelerinde tırmanan aşırı milliyetçi akımlar bu beyaz sayfadaki siyah noktaları oluşturacak gibi durmaktadır.

 

Hacı Mehmet BOYRAZ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.