Neocon olarak tabir edilen ve Türkçe’de “Yeni Muhafazakarlar” olarak adlandırılan Cumhuriyetçiler döneminde ABD, genel olarak “tek taraflı” bir dış politika çizgisi takip etmiştir. Yani politikasını başka hiçbir ülkenin dış politika stratejisi ile sağlamasını yapmaksızın, kendi bildiğini okuyan bir dış politika anlayışıdır bu. 2009’da adının içinde Hüseyin bulunan, babası Kenyalı bir Müslüman olan Barack Obama’nın, oğul Bush sonrası başkanlık koltuğuna oturması, ABD’nin “saldırgan realist” anlayıştan vazgeçtiği ve onun yerine bilhassa İslam dünyası ile yapıcı dış politika anlayışı benimseyeceği anlayışının belirmesine neden oldu. Fakat “topal ördek” Obama’nın görev süresi dolarken, iki dönem boyunca bu hususta başarılı olduğunu söylemek oldukça güç.
Öyle ki, Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) adıyla bölgeye demokrasinin ve insan haklarının sağlaması vaadinin pratikteki başarısından bahsetmemiz imkansız hale geldi. 2003 Irak Savaşı ile etnik ve mezhepsel bölünmüşlük coğrafyayı iyiden iyiye yangın yeri haline getirdi. Irak’ın kuzeyinde oluşan otonom Kürt bölgesi ve Kürt yönetiminin, özellikle Türkiye merkezli terör eylemlerindeki yeri konusunda büyük tartışmalar yaşandı. Neticede Türkiye, Kürtler ile terör kelimesinin yanyana kullanılmaması için büyük çaba sarfetti.
Ardından Arap Baharı ismiyle Orta Doğu’daki dikta rejimlerinin bir bir yıkıldığını ve Suriye’de Esad karşıtı gösterilerin başladığı güne kadar şahit olduk. Belki de “Bahar” sürecinin getirilmesi istenildiği nokta, Suriye’nin “Afganistanlaştırılması” idi. Nitekim bugün Suriye’de, öncelikle Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) olarak ortaya çıkan grupların, daha sonra yapısındaki muhalif grupların ayrılmasıyla terör odaklarına dönüştüklerini görüyoruz. Artık Suriye’den Irak’a uzanan geniş bir coğrafyada, kimin ne olduğu bilinmeyen terör gruplarının büyük devletlerle diyalog halinde oldukları farkediliyor.
Rusya Federasyonu ise, Vladimir Putin liderliğinde Avrasya politikasını enerji ve ekonomik bazlı geliştirmeye devam ediyor. Diğer yandan Çin, çok yönlü işbirliği stratejisiyle uluslararası düzendeki konumunu sağlamlaştırıyor. Bunlara karşılık Amerikan politik karar vericileri ise, “Obama Doktrini” politikalarının artık işlevini kaybettiğinin farkında.
Gazze konusunda Washington yönetiminin İsrail hükümetinin hukuksuz politikalarını eleştirme ve yeniden yapılandırma gibi bir girişimde bulunması beklenmemeli. Zira İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun, Başkan Obama’nın söylemlerine ters düşen eylemlerine karşılık hiçbir çekincede bulunmaması, aslında İsrail lobisinin yeni Amerikan siyasal hayatında Cumhuriyetçilerin döneminin başlayacağının emarelerinden biri. Kuşkusuz bunun somut kanıtı olarak Kongre’de ve Senato’da çoğunluğun Cumhuriyetçilerin elinde olması gösterilebilir.
Kısaca özetlemeye çalıştığım bu gelişmeler, önümüzdeki dönemde uluslararası politikada rüzgarların artık eskisinden daha sık yön değiştireceğini gösteriyor. Peki Obama neden mutsuz?
Furkan KAYA