Yaklaşık olarak iki haftadır Ağrı’dayım. Ailemin burada yaşaması nedeniyle uzun zamandır yaşanan gelişmeler hakkında sağlıklı bilgiler ediniyorum. Barış Süreci hakkında sağlıklı bilgi bulunmamasının en büyük nedeni sansür, istihbarat birimlerinin pasifliği ve insanlar üzerinde yaratılan baskıdır. Bu süreçte toplumun dinamiklerini oluşturan aydın kesim ise, genelde hiç görmedikleri bu coğrafya hakkında İstanbul veya Ankara’dan yorumlar yapmaktalar. Lakin bölgedeki resim hiç anlatıldığı gibi değildir. Örnek olarak, Can Dündar “Diyarbakır’daki Nevruz’da Barış Rüzgârları Esti” başlıklı yazısında “Diyarbakır’daki Nevruz kutlamalarında barış havası esiyor” cümlesini kullanmıştır.[1]
Bazı örneklerle esen rüzgârın hangi öğeleri barındırdığını maddelendirerek analiz etmeye çalışalım.
- İlk olarak bölge ile ilgili bilinmesi gerekilen en temel bilgi, devletin yeterince kendisini gösteremediğidir. Yani bölgede bir otorite boşluğu bulunmaktadır. Yaşanan bir olayda Emniyet güçleri pasif kalmakta veya olaylara müdahale etmesine il yöneticileri tarafından izin verilmemektedir. Örnek olarak, Ağrı’daki iki Özel Harekât polisinin kullandığı ifade şu şekildedir; “Bize gerekli izinler verilsin, olay çıkaran herkese ikimiz yeteriz”. Bu ifadeler, Emniyet güçlerinin nasıl bir baskı altında olduğunu göstermektedir.
- Devletin bölgede varlığını hissettirememesi, insanların sinmesine ve ortaya çıkan başka güçlerin egemenliğini kabul etmesine neden olmaktadır.
- Devletin eksikliği ile bölgede bir başka devletin de facto olarak temelleri atılmaktadır. Bunun en önemli kanıtı, Ağrı’da PKK tarafından kurulan mahkemedir.[2] PKK, bu mahkeme ile kendi kanunlarını bölgede uygulamakta, bölge insanları için karar alıcı haline gelmekte ve bölgedeki gelişmeleri şekillendirme yeteneği kazanmaktadır.
- Bölgede oluşan güç boşluğu ile halk üzerinde kurduğu baskıyı arttıran PKK, adam kaçırma, aşiretlere baskı yapma, yol kesme, haraç alma, gasp gibi birçok suça karışmaktadır. Bunları yapmasının temel nedeni ise, otoritesini halka kabul ettirmektir.
- PKK’nın bölgedeki bir diğer faaliyeti ise, dağa militan götürmek ya da şehir içinde eylemlere katılacak milisler kazanmaktır. PKK sempatizanı ailelerin önemli bir kısmı çocuklarını isteyerek dağa gönderirken, bir kısım ise korkudan sessiz kalmaktadır. PKK, çocuklarını kendisine vermeyen insanlara “Sizin haklarınız için savaşıyoruz, çocuğunuz gelmezse hepinizi öldürürüz” diye tehditler savurmaktadır.
- Bölgede ya da daha özele indirirsek Ağrı’da, PKK’ya karşı olan ailelerin ve aşiretlerin sayısı oldukça azalmıştır. Bunun nedeni; aşiretteki ailelerin artık PKK korkusu nedeniyle birbirlerine sahip çıkmaması ya da fikir ayrılıklarıdır.
- PKK, bölgede kendisine karşı bir güç göremeyince önemli ailelerin fertlerini kaçırarak, ailelerden para talep etmektedir.
- Ağrı ilinde Kürtlerin yanı sıra Türkler de bazı bölgelerde yaşamaktadır. En son yapılan yerel seçimlerde AKP ve MHP’yi destekleyen Türk aileler tehdit edilerek, bu ailelerin oy kullanmasına izin verilmemiştir. Bu olay, özellikle herkesin birbirini tanıdığı küçük ilçelerde daha yoğun şekilde yaşanmaktadır. Tehdit, köylerde PKK tarafından yapılırken, şehirlerde ise BDP/HDP’li bazı üyeler tarafından yapılmıştır.
- Bölgedeki Türk aileler, gördükleri baskılar nedeniyle bulundukları yerlerden göç etmektedir.
- AKP’nin başlattığı Barış Süreci ile ortaya çıkan güç boşluğunu dolduran PKK, artık bölgede AKP’li belediyelerin de iş yapmasına izin vermemektedir. Bunun yanında, AKP il ve ilçe temsilcilikleri de sürekli bir baskı altındadır. En son yaşanan Ayn El Arab/Kobani olayları sırasında, eylemcilerin ilk hedefi AKP il ve ilçe temsilcilikleri olmuştur. BDP/HDP üyelerinin işyerlerine zarar verilmezken, AKP’li ailelerin işyerleri yağmalanmıştır.
- Bölgede yaşanan bunca olaya rağmen, devletin yasal çerçevede herhangi bir adım atmaması, bölgedeki eylemcilerin ve milislerin özgüvenini arttırarak, bir sonraki eylemlerde protestoların şiddet dozunu yükseltmektedir. Örnek olarak, Lice’de 13 Haziran’da yaşanan bayrak indirme olayında devletin pasif kalması sonucunda, ülkenin çeşitli bölgelerinde de bayraklar indirilmiş ve Atatürk büstlerine saldırılmıştır.
- Bu analiz hazırlanırken, Hakkâri’de 11 Kasım tarihinde Emniyet güçleri Ayn El Arab/Kobani eylemleri nedeniyle bir kişiyi gözaltına almak istemiştir. Ancak insanlar, bu şahsı polise vermemek için olaylar çıkarmıştır. Bu yaşanan gelişme, artık bölgenin nasıl bir halde olduğunun ve devletin nasıl etkisiz hale getirilmeye çalışıldığının kanıtıdır.
Bölgede yaşanan olaylar hakkında yaptığım tespitlere bazı insanların karşı çıkacağını düşünmekteyim. Ama tespitleri eleştirmeden önce, 26 Ekim tarihinde Hakkâri Yüksekova’da 3 askerin şehir ortasında vurulmasını, olay sonrasında bir süre askerlerin naaşlarının yerde kalmasını, olay hakkında herhangi bir açıklama yapılmamasını ve haber ile ilgili yayın yasağı getirilmesini düşünmelerini tavsiye ederim. Ayrıca bölgeden gelen bazı bilgilere göre; PKK, devlet memurlarına suikast düzenlemek için ev adreslerini tespit etmeye çalışmaktadır. Bu konu hakkında bir bilgi medyaya da yansımıştır.[3] Bu gelişmeler, yukarıda yapılan tespitleri kanıtlar niteliktedir. Unutulmasın ki, kısa bir süre öncesine kadar PKK, şehir ortasında silahlı çatışmalara katılmıştır ve terör örgütüne mensup olan insanlar, artık halk arasında serbest bir şekilde dolaşmaktadırlar.
Yukarıda yapılan analiz doğrultusunda, devletin bölgede çekilerek yarattığı güç boşluğundan kasıt, salt asker veya polis eksenli değildir. Ya da bu boşluğun doldurulması sürecinde asker ve polisin, halkın üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılması gerektiğine dair bir düşünce bulunmamaktadır. Devletin bölgedeki vatandaşlarla barışma sürecinde, terör örgütüne rahat hareket alanı sağlamaması ve bununla beraber PKK’nın halk üzerinde oluşturduğu baskıya karşı önlemler alınması tavsiye edilmektedir.
Peki, bölgede alınması gereken önlemler nelerdir?
- Öncelikli olarak, terör meselesi ulusal bir mevzu olduğu için, teröre prim vermek istemeyen partilerin bir araya gelerek, belirli bir yol haritası hazırlaması gerekmektedir. Siyasi iktidar üzerinde, oluşturulan kamuoyu ile baskı yaratılmalıdır.
- Lakin bu süreçte hazırlanacak yol haritasında, devletin vatandaşlar üzerinde bir baskı unsuru olmaması gerekmektedir.
- Bölgedeki bütün adımlar hukuki çerçeveye oturtulmalı ve temel otorite sahibinin devlet olduğu mesajı verilmelidir.
- Terör örgütünün halkı tehdit etmesinin ve adam kazanmasının önüne geçilmelidir. Bu süreçte devlet, ekonomik, kültürel, sanatsal faaliyetler ile bölgedeki vatandaşlarıyla arasındaki bağı kuvvetlendirmelidir.
- Geçmişte terörle mücadele sırasında atılan yanlış adımlardan ders çıkarılarak, bu hataların tekrarlanmasının önüne geçilmeli ve bölgeye sürgün yeriymiş gibi bakmaktan vazgeçilmelidir.
- Devletin bölgedeki temsilcisi olan memurların atanma sürecinde sicili temiz olan memurlar görevlendirilmelidir.
- Bölgedeki ekonomik yapı güçlendirilmelidir. Özel sermayenin bölgede fabrikalar kurması beklenmemeli veya sadece desteklenmemelidir. Devlet bölgede ana yatırımcı olmalıdır. İleriki süreçte ise, yapılan yatırımlar halka devredilmelidir.
- Bölge halkının bir kısmı, terörün baskısını açıkça görmekte ve yaşamaktadır. Devlet, vatandaşlarının güvenliğini sağlamakla yükümlüdür ve bu çerçevede yapılması gerekenleri yapmalıdır.
Bu süreçte atılması gereken adımların yanı sıra, bölge halkı da devlete güven vermeli ve terör konusunda samimi davranmak zorundadır. Aksi takdirde, yaşanacak gelişmelerden yine zarar görecek olan kesim bölge halkıdır. Doğu ve Güneydoğu’da yaşanan gelişmeleri, bölge halkı sessiz bir şekilde takip etmektedir. Bu süreçte yaşananlar hakkında devlet kurumlarının ve siyasi karar alıcılarının haberleri olduğu kesindir. Örnek olarak, kendi Twitter hesabımdan 19 Ağustos’ta Ağrı’da PKK tarafından kurulan mahkeme hakkında paylaşımda bulunurken, Genelkurmay bu konu ile ilgili bilgi paylaşımını 20 Eylül’de yapmıştır. Bu durum bazı konularda ne kadar pasif kalındığının göstergesidir.
Ağrı’da kurulan bu mahkeme, her ilçeye birer temsilci atamıştır. Bu temsilciler bulundukları ilçedeki her gelişmeden ve eylemlerden sorumludur. Örnek olarak, Ağrı ilinin Taşlıçay ilçesinin sorumlusu C. isimli bir şahıstır. İlçede yaşanan birkaç gelişme sonrası, bu şahıs Hakkari’ye sürgün edilmiş ve yerine W. isimli bir getirilmiştir. Bölgede devlet yanlısı kişiler, devletin bunları bildiğini ancak nedensiz bir şekilde sessiz kaldığını dile getirmektedir. Yaşanan gelişmeler sonrası akılları bir soru kurcalamaktadır: “Devlet veya siyasi karar alıcılar neden sessiz kalmaktadır?”
Uğur Mumcu, kendisine karşı düzenlenen bombalı suikast ile öldürüldükten sonra, öldürülme nedeni ile ilgili bazı söylentiler dolaşmaya başlamıştır. Bu iddialardan biri de, Mumcu’nun MİT-Apo-PKK arasındaki bağlantıyı deşifre ettiği ve bu nedenle öldürüldüğüne dairdir. Bugün Doğu ve Güneydoğu’da yaşanan gelişmelerin, bölgedeki halk tarafından bilinmesine rağmen, Emniyet ve istihbarat teşkilatlarının bu olaylar hakkında sessiz kalması, Mumcu’ya suikast düzenleyenlerin hala devletin kilit kadrolarında aktif görevde olup olmadığına dair soruları akıllara getirmektedir.
Emrah KAYA
[1] “Diyarbakır’daki Nevruz’da Barış Rüzgarları Esti”, http://www.candundar.com.tr/_v3/index.php#!#Did=21514.
[2] “PKK Ağrı’da Mahkeme Kurdu”, http://odatv.com/n.php?n=pkk-agrida-mahkeme-kurdu-2009141200.
[3] “PKK’nın Suikast Listesinde Hâkim ve Polisler!”, http://www.aktifhaber.com/pkknin-suikast-listesinde-hakim-ve-polisler-1069112h.htm.