Dünyanın bir ucundan diger ucuna seyahat ederken, yoğun iş temposu arasında yazılarımı yine aksattım. Ancak Çin geçtiğimiz hafta dünya sahnesine öyle bir çıktı ki, dünya basınındaki yansımalara hızlıca göz attıktan sonra hemen kaleme sarıldım.
Son 30 yılda attığı sessiz ve derinden adımlarla, özellikle 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren bilhassa ekonomik atılımları ve büyüme oranlarıyla dünyanın dilinden düşmeyen Çin, geçtiğimiz ay Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre satınalma gücü paritesi (PPP) yani en basit anlatımıyla aynı bazda satınalma gücüne göre ABD’yi geride bırakarak, dünyanın en büyük ekonomisi ünvanını kazandı.
Geçtiğimiz hafta Başkan Şi Cinping liderliğindeki Çin, dünyanın -henüz PPP bazlı da olsa- ekonomik patronu tahtına oturmanın verdiği özgüvenle olsa gerek, alışılmışın ve beklenilenin dışında Pekin’de dünya liderlerini ağırladığı APEC zirvesinde çok konuşulan çıkışlar yaptı. Öyle ki, uzun zamandır sessizliğini koruduğu ve pasif politika yürüttüğü birçok konuda sazı eline almakla kalmadı, üstüste attığı adımlarla artık “sessiz güç”ten sesli düşünen bir ülke olarak dünya politikasında yerini alacağına dair çokça işaret verdi. Kısaca izleyenlere de, dinleyenlere de “aslında Çin’in de sesi güzelmiş” dedirtti.
Bundan önceki birçok APEC zirvesinin aksine, birçok somut adımın atıldığı Pekin buluşmasında, adeta Başkan Şi Cinping şov vardı. Cinping, uzun zamandır aralarında Diaoyu Adaları (Japonya’nın verdiği isim ile Senkaku Adaları) konusu nedeniyle soğuk rüzgarlar esen Japonya Başbakanı Shinzo Abe ile Başkan olduğundan beri ilk kez buluştu, dört başlıklı bir iyi niyet anlaşması imzaladı. Güvenlikle ilgili bu görüşmeyle de sınırlı kalmadı ve Güney Çin Denizi’nde yine aralarında anlaşmazlıklar bulunan Filipinler Devlet Başkanı Benigno Aquino ile de bir görüşme gerçekleştirdi.
En büyük adımlar ise ekonomik alanda geldi. Amerika’nın son dönemde üzerinde yoğun olarak çalıştığı ve Türkiye’nin de yer almak için en üst düzeyde uğraş verdiği, dünyada yeni bir ekonomik blok oluşturacak olan ve şimdilik 12 devleti kapsayan Transpasifik Ortaklık Anlaşması’na meydan okurcasına, APEC üyesi devletlere 21 ülkeyi kapsayacak bir Asya-Pasifik Serbest Ticaret Anlaşması önerdi ve görüşmelerin tamamlanması için iki yıllık bir süre hedefi koydu. ABD’nin önemli müttefikleri arasında bulunan Güney Kore ve Avustralya ile serbest ticaret anlaşmalarını müjdeledi ve ABD’den yapılan bilgi teknolojileri ürünleri ithalatındaki vergileri kaldıracaklarını duyurdu.
Geçtiğimiz aylarda büyük enerji anlaşmalarına imza attığı en yakın müttefiklerinin başında gelen Rusya’nın ve Orta Asya ülkelerinin de gönlünü yapmayı unutmadı ve 40 milyar USD yatırım ile Orta Asya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya ve Güneydoğu Asya üzerinden Afrika ve Ortadoğu’ya ulaşacak “Yeni İpek Yolu” projesini anlattı.
Cinping bunlarla da yetinmedi ve “dünyayı ancak birlikte kurtarabiliriz” diyerek, gezegeni en çok kirleten iki ülkeden diğeri olan Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama ile basının karşısına çıktı. Başkan Obama, ABD’nin emisyonları 2025’e kadar 2005 seviyesine göre % 25’den fazla bir oranla azaltacağını taahhüt ederken, Çin de ilk kez net bir taahhütte bulunup, 2030’dan sonra emisyon oranlarında azalma olacağını belirtti.
Bu yazımda ne Çin ekonomisindeki son duruma, ne Hong Kong’daki isyana, ne Çin ile Hong Kong borsalarının birbirine bağlanmasına (ki global sermayenin Çin’e sıcak para olarak ulaşımı açısından çok önemli bir adımdır), ne de Çin-Türkiye ilişkilerindeki son gelişmelere değineceğim.
APEC toplantısı, yukarıda bahsettiğim her bir başlığın altında farklı perspektiflerde onlarca makale yazılabilecek durumdadır. Ancak bu adımlara bu yazıda daha detaylı değinmeyeceğim. Bu yazımdaki ana amaç; beni ve sanırım Çin’i yakından takip eden dünyadaki birçok kişiyi heyecanlandıran şekilde Çin’in ev sahipliğinde ilk kez bir organizasyonda bu kadar somut adımın atılmış olmasıdır.
Çin’in Asya Pasifik’deki sert tutumundan, Amerika Birleşik Devletleri’nin yakın müttefikleri olan iki teknoloji devi Japonya ve Kore’yi de içeren tüm Asya Pasifik ülkelerine -ki Asya’nın dünya silah ithalatında 2008’de % 40 olan payının 2013’de % 47’e çıktığını düşünürsek, bu ülkelerin tehdit algısının yüksek olduğu bu ortamda- zeytin dalı uzatarak ve Asya’nın lideri olarak “dargınlıkları unutalım, aramıza yabancıları sokmayalım, sizi, ekonominizi, güvenliğinizi/güvenliğimizi, kısaca güçlü Asya’nın dünyadaki yerini herkesten çok önemsiyorum” çıkışı yapması, bence Çin’in son on yılındaki en önemli küresel politik adımlarının başında gelir.
Başkan Şi, Asya ile de sınırlı kalmayıp, dünyadaki diğer sosyo-ekonomik ve politik sorunlara ne zaman el atacak bilmiyoruz. Ancak sanıyorum bu zirve sonrasında herkes Şi Cinping’i ve küresel bazlı sorunlar karşısında takınacağı tutumu ve yorumlarını daha yakından izleyecek.
Saygı ve selamlarımla.
Köken GÜNEŞ