PUTİN’İN TÜRKİYE ZİYARETİNİN ARKA PLANI

upa-admin 30 Kasım 2014 2.819 Okunma 0
PUTİN’İN TÜRKİYE ZİYARETİNİN ARKA PLANI

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 5. Türk-Rus Üst Düzey İşbirliği Konseyi’ne katılmak üzere bir kez daha Türkiye’ye gelmesi, iki ülke ilişkilerinin seyrine ilişkin olumlu bir adım olarak görülebilir. Başta Suriye meselesi olmak üzere, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere bakış açısı, Ukrayna ve Gürcistan’da yaşanan siyasal sorunlara yaklaşım tarzı ve Türkiye’nin NATO üyesi olmasından kaynaklanan birtakım anlaşmazlık noktaları ve çekinceler bulunmakla beraber, Türkiye-Rusya İlişkileri’nin ekonomi ve enerji odaklı ciddi bir gelişim seyri içerisinde olduğu söylenebilir. Putin’in danışmanlarından Yuri Ushakov tarafından üst düzey bir diplomatik temsil olduğunu anlatabilmek için “devlet ziyareti” kapsamında gerçekleştirildiği açıklanan Rus Devlet Başkanı’nın Ankara ziyareti ise, gerek konuşulacak olan hususlar, gerekse de gerçekleştirildiği konjonktür bağlamında ele alınarak çözümlemesi yapılması gereken bir husustur.

Rusya’nın, Ukrayna’da etnik/bölgesel farklılıklara yapılan atıf üzerinden belirmiş olan ve aynı zamanda siyasal bir çatışmayı da yansıtan iç savaşa olan yaklaşımı ve bu mücadele ekseninde Donetsk ve Luhansk’taki ayrılıkçılara verdiği desteğin yanı sıra, Kırım’ı ilhak etmiş olması, başta ABD olmak üzere Batı Dünyası’nda ciddi bir tepkiyle karşılanmaktadır. AB’nin lider ülkeleri, Japonya ve Avustralya gibi ülkeler de bu tepkinin bir parçası olmuştur. Bu tepki çerçevesinde Rusya’ya saldırgan devlet muamelesi yapılıp, ona karşı ciddi ekonomik ve hukuki kısıtlamalar uygulanırken, Rusya’nın “arka bahçesi”nde, yani Avrasya’da yer alan ülkelere de Rusya’nın ne denli saldırgan bir ülke olduğunun propagandası yapılmaktadır. Rusya’daki otoriter siyasal/yönetimsel anlayışın da sıklıkla eleştirildiği bu konjonktürde, bu ülkeye komşu olan ülkelerin izleyeceği dış politika da ciddi bir önem kazanmış durumdadır.

Rusya, diplomatik ve ekonomik kısıtlamalar eliyle kendisinin köşeye sıkıştırılmak ve böylece uluslararası sistem bazında kurgulamak istediği “çok kutupluluk” anlayışının bastırılmak istendiğini gördüğü için, hem komşu ülkelerle diplomatik temas alanını arttırmak, hem de mevcut uluslararası sistemi sorgulayan ya da bu sistemden rahatsız olan ülkelerle işbirliği bağlamında ilişkiler sürdürmek istemektedir. Bu çerçevede Rusya’nın attığı ilk adım, Çin ile olan ilişkilerine verdiği önemi gösterebilmek amacıyla bu ülkeyle askeri bir antlaşma imzalamak olmuştur. Öyle ki, Rusya ile Çin, geçtiğimiz günlerde Rusya yapımı yeni nesil savunma sistemi olarak bilinen S-400 füzelerinin 3 milyar doları aşan bir fiyatla Çin’e satılması konusunda anlaşmışlardır. 2016 yılında bitmesi beklenen müzakerelerin erken bir tarihte sonuçlandırılması ve Çin’in kendi güney sahillerine (yani sorunlu Güney Çin Denizi ve Tayvan’a yönelik olarak) konuşlandırmayı planladığı bu stratejik silahın Rusya tarafından bu ülkeye veriliyor oluşu, Putin Yönetimi’nin Batı Dünyası’nın kendisine karşı uyguladığı ekonomik ve diplomatik kısıtlamalara Asya üzerinden verdiği bir cevap olarak görülmelidir.

Bu manevranın hemen ardından, Putin, Ankara’ya gelmektedir. Türkiye’nin, Rusya’ya komşu bir ülke olduğu ve tıpkı Rusya gibi Avrasya bölgesinde etkin bir bölgesel aktör olabilmeyi hedeflediği dikkate alındığında, bu, önemli bir mesajdır. Nitekim Türkiye, NATO üyesidir ve başta Ukrayna ve Gürcistan olmak üzere Rusya’ya komşu ülkelere yönelik izlenecek politika doğrultusunda Kremlin’den farklı düşüncelere sahiptir. Ne var ki, Türkiye, aynı zamanda son dönemde başta ABD olmak üzere Batı Dünyası ile de sorunlar yaşamaktadır. Gittikçe otoriterleşen yönetim tarzına, siyasal çoğulculuk ve hukuk devleti gibi hususlarda beliren arızalara ve İslami kimlik ve kültür üzerinden Batı’ya yönlendirilen eleştirilere dikkatle baktığımızda ve özellikle Suriye ve Irak konularında ABD’den farklı bir duruş sergiliyor olmasına referansla değerlendirdiğimizde, Türkiye’nin bir parçası olduğu Batı Dünyası’ndan uzaklaşmakta olduğunu ya da Batı başlığı altında olmasına karşın, çok daha “özerk” bir tutum sergilemeye başladığını söyleyebiliriz. Hiç kuşkusuz, Putin ve ekibi de bu durumun farkındadır. İki ülke arasında bölgesel meseleler bağlamında var olduğu ortada olan sorunlara karşın, Rusya, Avrasya coğrafyasında içerisine düştüğü yalnızlığı azaltabilmek ve ekonomik kısıtlamalardan dolayı içerisine sürüklendiği krizi biraz olsun aşabilmek için Türkiye ile iyi ilişkiler kurmasının gerekli olduğu kanısına varmıştır. Nitekim Putin, Türkiye’ye gelmeden önce yaptığı açıklamalarında, Türkiye’nin Batı Dünyası’na yönelik eleştirilerine hak veren ve Rusya ile Türkiye’nin karşılaştığı sorunların benzer olduğuna vurgu yapan bir tutum sergilemiş ve Türkiye’nin Batı Dünyası içerisinde “özerk” bir yer elde etmeye yönelik söylem ve eylemlerini “bağımsız dış politika” vurgusu ile yüceltmiştir. Bu bağlamda hem kendi ülkesini, hem de Türkiye’yi, bağımsız bir dış politika izlemek isteyen ve çatışmaların bir parçası olmayı reddeden ülkeler olarak yansıtmayı tercih etmiştir. Bu tavır, Rusya’nın, Asya’da Çin ile başlattığı yakınlaşma ve kendisine karşı yönlendirilen diplomatik yalnızlaştırma manevrasını aşabilme yönünde Türkiye ile Batı Dünyası arasında yaşanan soğukluğu kullanmak istediğini göstermektedir.

Yukarıda açıklanan yönüyle oldukça stratejik bir manevra olarak okunması gereken Putin’in Ankara Ziyareti’nde, Suriye, IŞİD krizi, Ukrayna’nın geleceği, Kırım, Akkuyu’daki nükleer santralin inşasına ilişkin teknik hususlar ile doğalgaz arzı ve fiyatına ilişkin sorunların konuşulması beklenmektedir. Putin’in çok sayıda Rus işadamı ile Türkiye’ye geliyor olduğu dikkate alındığında, 2013 yılında 32,7 milyar dolar olan karşılıklı ticaret hacminin arttırılması ve karşılıklı doğrudan/dolaylı yatırımlar konularının (Rus şirketlerinin Türkiye’deki doğrudan yatırımları 1.7 milyar dolar iken, Türk şirketlerinin Rusya’da 1 milyar dolar doğrudan yatırımları vardır ve bu rakamın arttırılması gerekmektedir) da ele alınacağı ortadadır. Zira iki ülkenin orta vadede karşılıklı ticaret hacmini 100 milyar dolar seviyesine yükseltmek istediği bilinmektedir. Fakat Türkiye’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığı dikkate alındığında, ticaret hacminin Rusya’nın lehine olacak şekilde işleyeceği de görülebilmektedir. Rusya’dan gelen turistlerden elde edilecek gelir, sebze-meyve ve tarım ürünleri ihracatı ve doğrudan yatırım aracılığıyla bu bağımlılığın ancak azaltılabileceği, ancak aşılamayacağı ortadadır. Üstelik Rusya, 20 milyar dolara mal olacak olan Türkiye’nin ilk nükleer santralini de inşa etmektedir ve bu alanda Türkiye’ye teknoloji transferi yapması ve Türk mühendislerini eğitmesi de beklenmektedir. Tüm bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye, Batı Dünyası içerisinde özerk bir tutum elde etmeye yönelik De Gaulle benzeri bir politika izleyecekse, Rusya ile işbirliğine dayalı bir ilişki türü geliştirmesi, ancak, bu ülkeye olan asimetrik bağımlılık ilişkisini de büyük çaplı bir sorun olmaktan çıkarması gerekmektedir.

Putin’in Türkiye ziyareti, iki ülke ilişkilerindeki işbirliği fırsatlarını ve sorun yaratan hususları yeniden değerlendirmek için önemli bir fırsat olarak görülebilecekse de, esas itibarıyla ekonomik ve diplomatik kısıtlamalar eliyle Rusya’nın içerisine sürüklenmek istediği yalnızlığı aşma girişiminin bir parçası olarak okunmalıdır. Putin ile Erdoğan’ın, Ankara’da yan yana yapacağı açıklamalar, son dönemde Batı ile ilişkiler anlamında sorunlar yaşayan iki ülkenin/liderin dayanışma görüntüsü verme girişiminin bir parçası olarak değerlendirilmelidir.

Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.