ŞAH FIRAT OPERASYONU: NE ZAFER, NE HEZİMET

upa-admin 23 Şubat 2015 2.094 Okunma 0
ŞAH FIRAT OPERASYONU: NE ZAFER, NE HEZİMET

Süleyman Şah Türbesi, Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey’in dedesi Süleyman Şah’ın Halep yakınlarındaki Caber Kalesi civarında Fırat’ı geçmeye çalışırken boğulması ve daha sonra buraya gömülmesi nedeniyle Türk tarihinde sembolik bir öneme sahiptir. Aynı Süleyman Şah’ın, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’ın babası Kutalmışoğlu Süleyman olduğuna dair görüşler de mevcuttur. Bu belirsizliğe karşın, her iki isim de Türklerin Anadolu’yu bir yurt olarak edinmeleri sürecinde çok önemli bir rol oynamışlardır ve Caber Kalesi yakınlarında boğularak hayatını kaybeden ve buraraya defnedilen hangisi olursa olsun, Türk siyasal tarihindeki rolleri inkar edilemez. Bu bağlamda, Suriye topraklarındaki Süleyman Şah Türbesi, Türkiye’nin prestiji için çok önemli bir noktada durmaktadır.

Bu türbe ve çevresindeki küçük toprak parçası, 20 Ekim 1921 tarihinde Fransızlarla yapılan Ankara Antlaşması ve 24 Temmuz 1923 yılından imzalanan Lozan Antlaşması’na göre Türkiye’nin egemenliğine bırakılmıştır. Ne var ki, 22 Şubat 2015’te düzenlenen Şah Fırat Operasyonu’ndan önce de türbenin yeri tartışmalara konu olmuş ve hatta Türkiye’nin egemenliği altında bulunan bu türbe bir kez de yer değiştirmiştir. Bu değişiklik, 1973 yılında gerçekleşmiş ve Rakka yakınlarında Fırat Nehri kıyısındaki Caber Kalesi’nde gömülü bulunan Süleyman Şah’ın naaşı, Suriye’nin inşa ettiği Tabka Barajı’nın suları altında kalacağı için, türbe ve Türk askerlerinin konumlandığı karakol, Halep-Haseki yolu üzerinde bulunan Karakozak köyüne nakledilmiştir. Bu köy, Halep’e 123, Şanlıurfa’ya ise 93 km uzaklıkta bulunmaktaydı. Türbenin 1973’te nakledildiği yerin Türkiye sınırına olan uzaklığı ise 40 km civarındadır.  Hatta Karakozak’taki türbenin varlığı dahi birçok kez soruna yol açmıştır. Öyle ki, 1990’lı yıllarda Suriye, Fırat üzerine inşa ettiği Teşrin Barajı nedeniyle türbenin olumsuz etkilenebileceğini ve bu nedenle Süleyman Şah’ın naaşının Türkiye’ye taşınmasının en doğru karar olacağını Türkiye’ye bildirmiştir. Yapılan görüşmeler sonucunda ise, Türkiye, türbenin kendi topraklarına taşınmasını kabul etmemiş ve yurtdışında egemenlik yetkisi bulunan bu toprak parçasını 2001 yılı itibarıyla yeniden tahkim ederek baraj gölünün yaratacağı olumsuz etkilere karşı korumaya çalışmıştır. Bu aynı zamanda Suriye’deki Esad Rejimi’ne verilen bir mesaj olmuştur. Bu mesajın içeriği çok açıktır. Türkiye, Suriye’ye demiştir ki: “Benim uluslararası antlaşmalardan doğan egemenlik yetkime karışamaz, bu yetkiyi manipülatif girişimler ile ortadan kaldıramazsın”.

Peki, ne oldu da Türkiye bir operasyon ile Karakozak’taki türbenin yerini bir kez daha değiştirmek ve Türkiye sınırının hemen yanı başında yer alan Eşme’ye taşımak zorunda kaldı? Her şeyden önce IŞİD tehdidini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Nitekim Rakka’yı merkez olarak alan bu örgüt, kendi egemenlik alanı içerisinde gördüğü Karakozak’taki Türk varlığını da hedefine almış ve bölgede mevzilenerek Türk askerleri ile türbeyi çevreleyerek tehditlerini sıralamaya başlamıştır. Türkiye’nin özellikle son dönemde IŞİD karşıtı bir söylem geliştirmiş olması ve Ayn-El Arab (Kobani)’de PYD (YPG) ile savaşan IŞİD’e destek vermeyerek Kuzey Irak’tan gelen Peşmergelerin IŞİD ile savaşmak üzere bölgeye geçmelerine izin vermesi, Türkiye’nin ve tabi ki bir Türk toprağı olan Süleyman Şah Türbesi’nin IŞİD’in muhtemel bir saldırısına açık hale gelmesine neden olmuştur. Türbeyi sınıra yakın bir bölgeye çekmek ve Suriye’de işler düzelene kadar türbedeki 40’a yakın askerin can güvenliklerini sağlamak Türkiye’nin önceliği olmuştur.

Bir başka neden ise, Türkiye sınırının hemen öte yanında gittikçe güçlenen PYD varlığını daha yakından izleyebilme ve şimdi bu bölgeye taşınan türbe ve karakol nedeniyle de sınırötesine çok daha rahat ulaşabilme yönünde bir sebep/meşruiyet yaratılmak istenmiş olabilir. Türk Ordusu’nun Şah Fırat Operasyonu ile ilgili ilk haberlerin PYD’ye bağlı YPG eliyle dünyaya duyurulması ve Türkiye’nin operasyon için PYD’nin yönettiği Kobani Kantonu’ndan izin aldığına yönelik haberler yayınlanması, Türkiye’nin bölgeyle yakından ilgilenmesi gerektiğini yeniden ortaya koymuştur. Ancak, bunun için bölgeye girip çıkmasını ve PYD (YPG) üzerinde baskı oluşturmasını sağlayacak ve kendi görünürlüğünü arttıracak bir sebep gerekliydi. Bu sebep ise Ayn-el Arab yakınlarındaki Eşme’ye taşınan Süleyman Şah Türbesi olabilir. Uzun bir süredir konuşulan Irak’ın kuzeyinden, Suriye’nin kuzeyine ve oradan da Akdeniz’e çıkışı olacak bir Kürt kuşağı oluşturma projesine, ABD’nin de IŞİD’e düzenlenen hava operasyonları ve PYD-YPG unsurlarını “terör örgütü” olarak görmediklerini açıklayarak “perde gerisinden” destek verdiği de göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye, bölgeye doğrudan müdahale etme fırsatına kavuşmak ve sınırötesi operasyon düzenleyebileceğini, başta ABD ve PYD olmak üzere tüm dünyaya gösterebilmek amacıyla Şah Fırat Operasyonu’nu düzenlemiş olabilir. IŞİD’in, ABD tarafından, Kuzey Suriye ve Irak’ın kuzeybatı topraklarını “no-men’s land (sahipsiz topraklar)” haline getirmek için bölgeye konuşlandırıldığı, canice eylemler ve insanlık dışı görüntüler ile bütün dünyanın gözünde derhal yok edilmesi gereken bir grup olarak gösterilecek olan bu örgüte karşı ABD ve müttefiklerinin düzenleyeceği hava operasyonları ve karadan da PYD-YPG ve Peşmerge yardımıyla güçsüzleştirilecek (temizlenecek) olan bu örgütün yerine, bu toprakların, geniş çaplı bir Kürt siyasal varlığına (Kürt koridoru) ev sahipliği yapmak üzere projelendirildiğine yönelik bir iddia da mevcuttur. İşte, Türkiye, bu işleyişe müdahil olabilmek ve kendi aleyhine olabilecek bir oldu-bittiye karşı çıkmak için, bu operasyonla bölgedeki etkinliğini göstermek istemiş olabilir. Türkiye, kendisi için esas meselenin, ya da uzun vadede karşı karşıya kalacağı en önemli tehdidin Suriye’nin kuzeyinde “de facto” olarak oluşan ve PYD’nin liderliğini yaptığı siyasal örgütlenme olduğunu bilmektedir. Yani IŞİD tehdidini kendisi için ikincil bir risk olarak görmektedir. Bu bağlamda, bazı analizlere de bir iddia olarak konu olan emekli Türk özel kuvvetler mensuplarının IŞİD’in içerisine sızarak PYD hakkında bilgi topladığına ya da mücadele ettiğine dair haberler oldukça abartılı gibi görünse de, Kürt koridoru stratejisi ve PYD’nin Kuzey Suriye’deki varlığının IŞİD ile mücadele üzerinden meşrulaştırılması gibi girişimler dikkate alındığında taşlar yerli yerine oturmaktadır. Süleyman Şah Türbesi üzerinden verilen mesaj ise, Türkiye’nin gerektiği anda ve yerde inisiyatif alabileceğini gösterebilmeye yönelik bir girişim olarak okunabilir.

Operasyonun zamanlamasının iç politik gelişmeler ile de bağlantısı olabilir. Nitekim Şah Fırat Operasyonu’nun gerçekleştirildiği saatlerde, Türk toplumundaki kutuplaşmayı ciddia anlamda tahkim eden ve büyük tartışmalara yol açan “iç güvenlik yasa tasarısı” TBMM’de büyük tartışmalar içerisinde ele alınmaktaydı. Yani toplumun ilgisi ve algısı farklı bir yöne, özellikle de ulusal güvenlik meselesi olarak görülen “birleştirici” bir hususa eklemlenmek istenmiş olabilir. Bunun yanı sıra, Türk Hükümeti, genel seçimlere 4 aydan az bir süre kala Süleyman Şah Türbesi’ne IŞİD ya da başka bir terörist grup tarafından düzenlenebilecek ve oradaki Türk askerlerinin hayatına mal olabilecek bir sorumluluğu almaktan çekinmiş olabilir. Türbeyi ve oradaki 40’a yakın askeri güvenli bir bölgeye çekerek Musul’daki konsolosluk baskını gibi bir gelişmeyi engellemek istemiş olabilir.

Şah Fırat Operasyonu’nun uluslararası hukuk boyutu oldukça tartışmalıdır. Zira Türkiye, “tek taraflı” bir hamle ile Suriye topraklarının belli bir bölgesini kontrolü altına almış ve oraya askerlerini yerleştirmiştir. Karakozak’taki türbeye ilişkin Suriye ile yapılmış bir anlaşma mevcuttur. Ancak bu anlaşma, türbe ve karakolun, güvenlik riski gerekçesiyle de olsa, Eşme’ye ya da Suriye topraklarının herhangi bir bölgesine Türkiye eliyle tek taraflı olarak konumlandırılmasına ilişkin bir madde içermemektedir. Ne var ki, Esad Rejimi’nin durumu ve Suriye’nin özellikle kuzeyindeki (Halep ve kuzeyi) durum ortadadır. Bu bağlamda, Türkiye, kendi askerlerinin güvenliğini sağlayabilmek ve Süleyman Şah Türbesi üzerinden tarihine bir saldırı yapılmasını engellemek için bir hamlede bulunmuştur. Bu hamle ile ilgili olarak da Suriye’nin İstanbul’daki başkonsolosu, Suriye muhalefeti, ABD liderliğindeki koalisyon güçleri ve BM bilgilendirilmiştir.

Şah Fırat Operasyonu, belki operasyonel/askeri anlamda önemli bir manevra olabilir. Bu harekat, PYD’ye ve Kürt koridoru yanlısı bir tutum sergileyen aktörlere (özellikle ABD) verilmiş bir mesaj olarak da algılanabilir. Ancak Musul’daki başkonsolosluk baskını, Şam, San’a, Trablus ve Tel Aviv’de büyükelçilik olmaması ve daha öncesinde de Suriye tarafından düşürülen Türk jetiyle birlikte değerlendirildiğinde, Türk Dış Politikası’nın adeta bir cenderenin içerisine sıkışıp kaldığını ve olumsuz görünümün bölgesel gelişmeler eliyle sürekli olarak konsolide olmaya başladığını söyleyebiliriz.

Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.