Bilindiği gibi, “Arap Baharı”nın başladığı dönemden itibaren istikrarın bozulduğu ülkelerden biri olan Yemen’de, Husilerin ayaklanıp, başkente kontrolü ele geçirmesinden sonra büyük ölçekli silahlı çatışmanın başlamasının ardından durum daha da gerginleşti. Başkan Abd Rabbuh Mansur Hadi’nin başvurusu üzerine, Suudi Arabistan isyancıların başkent San’a’dan çıkarılması için 26 Mart’ta havadan askeri operasyonlara başladı. ABD başta olmak üzere Batılı devletler bu operasyonları meşru bulur. San’a’nın isyancıların eline geçmesi nedeniyle başkent geçici olarak Aden kentine taşındı, fakat Husilerin kontrolüne geçen bu şehirde de çatışmalar devam ediyor. Aslında, 2014 yılından itibaren daha yoğun hale gelen Husi isyanları sonucunda, Hadi ikinci kez hâkimiyetini kaybetmiştir.
Hatırlatalım ki, Yemen’de darbe sonucu Ali Abdullah Salih’in görevinden uzaklaştırılmasından sonra 2012’de tek adaylı seçimlerde Abd Rabbuh Mansur Hadi Başkan seçildi. Seçimin ardından oluşturulan Milli Diyalog Konseyi, yeni Anayasa taslağını hazırlayacaktı, fakat ülkedeki siyasi karışıklıklar dolayısıyla bu şimdiye kadar mümkün olmadı. Devrilen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in taraftarlarının Husilerle birleşmesi, onların gücünü daha da artırdı.
Ali Salih’in 33 yıllık yönetiminin başarısı, esasen, onun çeşitli aşiretlerin çıkarları arasında manevra yeteneği ve kararlı adımlarıyla açıklanmaktadır. Fakat Mansur Hadi, zayıf bir lider olarak kabul edilir ve onun iktidarı döneminde ülkedeki çeşitli siyasi ve silahlı grupların daha da güçlendiği düşünülmektedir.
Belirtelim ki, Husiler, Şiiliğin Zeydilik mezhebine mensupturlar. Bu nedenle onların isyanı Suudi Arabistan ile İran’ın jeopolitik rekabetinin keskinleşmesi zemininde, Sünni-Şii çatışması olarak da değerlendirilir. Fakat farklı düşünen uzmanlar da var. Bazılarına göre, esasen, Zeydilerin yaşadığı Yemen’in kuzeyi her zaman Şiilere ait olmuş ve Ali Abdullah Salih’in döneminde de bu böyle kalmıştır. O sebeple, ülkenin kuzey bölümünde Husilerin kontrolü ele geçirmesi ülkenin mezhep haritasını değiştirmedi (Bkz: Йемен – по следам Афганистана? / “Russian Council”, 3 Nisan 2015).
Yemen’in İran’ın etkisi altına düşme tehlikesi konusundaki iddialar, diğer Arap ülkelerini de bu konuda Suudi Arabistan’ı desteklemeye zorlar. Bu yaklaşım, İran’a ihtiyatla yaklaşan uluslararası kamuoyunun konumunu da etkiliyor.
Yemen’deki süreçler, karmaşıklığı bakımından öne çıkıyor. Ülkede olup bitenleri anlamak için, ülkenin jeopolitik konumu ve “Arap Baharı” dalgasından sonra yaşananlarla birlikte, biraz tarihi geçmişe de bakmak gerekir.
Kabul edilir ki, Suudi Arabistan Güneylilere yardım ederek, Yemen’in kuzeyini zayıflatmayı amaçlıyor; çünkü birincisi, Yemen’in güneyi Suudi Arabistan için kuzey kadar tehlikeli değildir. İkincisi, güneydeki siyasi çevreler dağınıktır, bu ise iç çalkantılardan yararlanma olanağı sağlar. Kuzeyde ise iki temel kuvvet olarak “Ensar Allah” şeklinde adlandıran Husiler ve Milli Konsey mevcuttur. Onlarla diyalog kurmak, Riyad için o kadar da kolay değildir. Nihayet, kuzeyde aşiret yapısı devlet kurumlarından daha gelişmişken, güneyde bu tersinedir (Bkz: önceki kaynak).
Görünüyor ki bu, Yemen’in güneyinin 1967-1990 yıllarında sosyalist Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin bünyesinde olduğunda, burada modern siyasi kurumların oluşturulmasına daha fazla dikkat verilmiştir. Ancak son yıllarda “El Kaide” bölgeyi mesken tutmuştur. Ülkenin kuzeyi ise Zeydilik tarikatının etkisi altındadır. XIX. yüzyılın ikinci yarısı ve XX yüzyılın başlarında, bu tarikat mensupları Osmanlı idaresine karşı mücadele yürüttükleri için imparatorluğun rakiplerinden destek görmüşlerdir. 1918-1962 yıllarında ülkeyi Zeydilik tarikatına mensup olan Mütevekkiliye Krallığı yönetmiştir. 1990 yılında kuzeyle güneyin birleşmesine kadar, Zeydiler, Yemen Arap Cumhuriyeti’nde itici güç olmuştur.
Husilerin şiddetli isyanının sebebi olarak, “Arap Baharı” sırasında Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in devrilmesinde onların aktif katılımı olmasına rağmen, müdahaleden sonra oluşturulan iktidarda yer almamaları da gösterilir. Bu nedenle, kendilerini kandırılmış hisseden Husiler, mücadeleyi sürdürüyor.
Suudi Arabistan’ın Yemen’de Husilere karşı gerçekleştirdiği hava saldırıları, Avrupa Birliği tarafından biraz endişeyle karşılanıyor. AB, Libya ve Suriye’den farklı olarak, Yemen’de düzenlenen askeri operasyonlara karşı daha hassas davranır, meseleyi müzakere yoluyla çözmeye çalışır. Bu tür bir yaklaşımın olası sebebi olarak, birkaç faktör gösterilir. Bunlardan biri, Libya, Suriye, Irak ve diğer örneklerde de görüldüğü gibi, savaş ve kargaşanın terörizme elverişli ortam yaratmasıdır. İkincisi, AB’nin resmi istatistiklerine göre, İttifak ülkelerinin gaza olan ihtiyacının yüzde 7’si, petrole olan ihtiyacının ise yüzde 12’si Basra Körfezi ülkeleri olan Katar, Suudi Arabistan, Irak ve Kuveyt’ten ithal edilir. Bölgeden geçen enerji hatlarında oluşan engellemeler Avrupa’nın enerji güvenliğini olumsuz etkileyebilir (Bkz: Почему ЕС не торопится в Йемен? / “Regnum”, 11 Nisan 2015).
Diğer yandan, Suudi Arabistan’ın geniş kapsamlı ve uzun süreli bir savaşa katılımı dünya piyasalarında petrol fiyatlarının yükselmesine yol açabilir. Zira bilindiği gibi, şu anda petrol fiyatlarının alt seviyede tutulmasında önemli rol oynayan ülkelerden biri Suudi Arabistan’dır. Bazı uzmanlar bunu ABD’yle uzlaşı temelinde Rusya’ya baskı aracı, diğerleri ise Suudi Arabistan’ın önemli bölgesel rakibi kabul edilen İran’a karşı adımı olarak değerlendiriyor. Fakat her halükarda, askeri harcamalarının artması Suudi Arabistan’ın petrol fiyatını aşağıda tutmasını zorlaştıracak.
Şimdi Rusya tarafı bu çatışmaya daha ziyade insani konularda katılarak, Yemen’deki Rus ve diğer ülke vatandaşlarını uçaklarla ülkeden çıkarıyor. Fakat bu uçuşlardan biri, Suudi Arabistan’ın, uçağın hava sahasını geçmesine izin vermemesi nedeniyle, gerçekleşemedi. Suudi Arabistan tarafı bu adımı resmi olarak güvenlik önlemleri ile ilişkilendirse de, bu durum iki ülke arasındaki siyasi ilişkilerin durumundan haber verir.
Hadi taraftarları ve Husilerle birlikte, Yemen’de IŞİD’e destek verdiğini ilan eden “El Kaide” üyeleri, güneyin bağımsızlığı için çalışan ayrılıkçılar, “El Islah” partisine mensup silahlı birlikler ve çeşitli aşiretlerin askeri kuvvetleri birbirine karşı savaşır. Öte yandan, Suudi Arabistan’ın müdahalesi ile birlikte, diğer bölge ülkelerinin de sürece katılma ihtimali var.
Yemen’deki gelişmelere duyulan ilgi, ülkenin önemli jeo-politik ve jeo-ekonomik özellikleriyle de ilgilidir. Yemen kıyılarından Kızıldeniz’e çıkışın önemli bölümüne kontrol etmek mümkündür. Aden Körfezi’ni kontrol etmek, önemli petrol yollarını kontrol etmek demektir. Üstelik bölge Somalili deniz korsanlarının aktif olduğu yer olarak kabul edilir. Burada kontrolün zayıflaması halinde, haydutlar bölge sularındaki ticaret yollarına büyük darbe vurabilir (Bkz: Все против всех: как Йемен пришел к катастрофе / “Forbes”, 8 Nisan 2015).
Burada dikkati çeken başka bir husus, Yemen’deki olaylarla İran ile “altı ülke” arasındaki nükleer görüşmelerinin gidişi arasındaki paralelliktir. Öyle ki, İran’ın nükleer programı üzerinde çerçeve anlaşmasının sağlanması sırasında Yemen’de doruk noktasına yaklaşan süreçler, uluslararası medyanın dikkat merkezi haline geldi. Mansur Hadi hükümetine yardım etmeye çalışan Suudi Arabistan ile Husileri destekleyen İran’ın karşı karşıya gelmesine ve Washington’un Riyad’ın adımlarını savunmasına rağmen, nükleer program hakkındaki ABD-İran anlaşması olumlu yönde ilerliyordu. Fakat İran tarafının anlaşma çerçevesinde tüm yaptırımların kaldırılmasını talep etmesi, görüşmelerin devamının hiç de kolay olmayacağını söylemeye esas verir. Şöyle bir varsayım getirilebilir: Yemen olaylarında İran’ın bundan sonra göstereceği tutum, onun ABD ile ilişkilerine ve nükleer görüşmelerine de etkisiz kalmayacaktır. Öte yandan, Suudi Arabistan’ın Yemen’deki süreçlere aktif müdahalesi, bölgede kimin söz sahibi olduğunu İran’a gösterme niyeti de taşıyabilir.
Böylece, Yemen içindeki çeşitli siyasi güçlerin iktidar savaşı, belli çıkarları olan dış çevrelerin de müdahalesi ile daha karmaşık hale geliyor. Ülke genelinde milli birlik ve güçlü merkezi yönetim yaratacak siyasi gücün olmaması, Yemen’i çeşitli grupların yönettiği ve terörün kol gezdiği “ikinci bir Libya”ya dönüştürebilir.