KAYNAK SAVAŞLARI: KÜRESEL ÇATIŞMANIN YENİ ALANLARI

upa-admin 05 Haziran 2015 3.111 Okunma 0
KAYNAK SAVAŞLARI: KÜRESEL ÇATIŞMANIN YENİ ALANLARI

Kitabın Adı: Kaynak Savaşları: Küresel Çatışmanın Yeni Alanları

Kitabın Yazarı: Michael T. Klare

Yayıncı Kuruluş: Devin Yayınları

Sayfa Sayısı: 336 sayfa

ISBN: 978-975-647-209-5

Kaynaklar azalırken ve birçok maddenin fiyatı yükselirken, yoksullar kendilerini gittikçe artan umutsuz bir durum içinde bulmaktadır. Bu yüzden, daha fazlası isyan ya da etnik bölünme yoluyla acılardan kurtarma sözü veren demagogların, fundamentalistlerin, radikallerin vaatlerini dinleme eğilimi göstermektedir.” – Michael T. Klare

Değerli kaynaklar ve ihsan ettikleri güç ve zenginlik üzerine çatışmalar giderek artmaya başladı. Çoğu kez etnik, dini ve kabilesel düşmanlıkla karışan bu çatışmalar, dünyanın birçok yerinde barış ve istikrara yönelik ciddi tehditler yaratmaktadır. Yüzyıllardır yerel kabileler ve krallıklar, büyük Körfez bölgesinin nehirleri, limanları ve vahaları için savaşmışlardır. Bu çatışmalar, tipik olarak dini düşmanlıkları temel alsa da, zaman içerisinde daha dünyevi meselelerle birleşmiştir. Bilhassa 19. yüzyılın sonlarında Ortadoğu’da petrolün bulunuşu, bu şiddetli panoramaya yeni bir boyut katmıştır; çünkü başlıca dış güçler, bölgede kendi çıkarlarını elde etmeye çalışmışlar ve bu yeni çıkarları korumak için belirli aralıklarla askeri güç kullanmaktan geri durmamışlardır. Çatışmaya ilk giren Büyük Britanya ve Çarlık Rusya’sını, ilerleyen zamanlarda Fransa, Almanya ve ABD takip etmiştir. 20. yüzyılın sonlarında ise, Basra Körfezi’nden akan petrolü korumak, ABD askeri kurumunun en önemli görevlerinden biri haline gelmiştir.

Amerikalı Barış ve Dünya Güvenliği Profesörü Michael T. Klare, 2002 yılında kaleme aldığı “Kaynak Savaşları: Küresel Çatışmanın Yeni Alanları” başlıklı kitabında, yerel ve uluslararası ilişkilerde doğal kaynakların önemini konu almıştır. Yazarın kitaptaki hipotezi; “tarihsel süreç içerisinde doğal kaynaklar sebebiyle dünyanın farklı bölgelerinde farklı kaynak savaşları çıktığı” ve “bu savaşlar çıkarken bölgesel aktörler kadar bölge dışı aktörlerin de önemli rollerinin olduğu” şeklindedir. Anahtar kelime olarak “kaynak” terimini ele alan yazar, kitap içerisindeki argümanları ve örnekleri dâhilinde, nihayetinde hipotezini doğrulamayı başarmıştır. Kitap, ana ekseriyette dokuz bölüme ayrılmıştır. Hemen her bölümde farklı bir bölge ele alınmış ve bu bölgedeki kaynak savaşları farklı boyutlardan incelenmiştir.

Kitabın “Zenginlik, Kaynaklar ve Güç: Küresel Güvenliğin Değişen Parametreleri” başlıklı bölümünde yazar, kitabın ileriki bölümlerine dair bir girizgâh yapmıştır. Yazara göre; dünya genelinde doğal kaynaklara olan talebin sürekli büyümesine rağmen belirli kaynakların kıtlığı ve bu kaynaklara sahip olma rekabetinin yayılması, uluslararası sistemi yeni gerilimler içine sokmaktadır. İlk ikisi (dünya genelinde doğal kaynaklara olan talebin sürekli büyümesi ve belirli kaynakların kıtlığı), yaşamsal kaynaklardan faydalanma hakkını kazanmak için devletler arasındaki rekabeti şiddetlendirmektedir. Üçüncüsü (belirli kaynaklara sahip olma rekabeti) ise, yeni anlaşmazlık ve çatışma kaynakları yaratmaktadır. Üstelik her biri, diğerlerinin istikrarsız eğilimini de desteklemektedir. Bunun yanı sıra, kaynak tüketimi büyüdükçe, kıtlıklar daha hızlı yükselmekte ve bu minvalde devletler ne pahasına olursa olsun bu sorunu çözmek için giderek artan bir baskı altına girmektedirler. Bu durum, sonuç olarak devletlerin rekabet edilen kaynaklar üzerinde maksimum kontrol elde etme eğilimlerini arttırmaktadır. Böylece, belirli bir kaynağı paylaşan ya da ortaklaşa talep eden ülkeler arasındaki çatışma riski de, giderek arttırmaktadır.

Aynı bölümde yazar, Huntington’un medeniyetlerin küresel çatışması tezinden (devletlerin güvenlik politikalarını belirli bir dini ya da medeni bir topluluğa – Hıristiyan Batı, Ortodoks Slav bloğu, İslam dünyası vb. – duyulan bağlılık temelinde geliştirdiklerini varsaymaktadır) yola çıkarak, önemli bir argüman oluşturmaktadır. Yazara göre; Huntington, tezini “medeniyetler arasındaki çatışma, modern dünyadaki savaş evriminin en son aşaması olacaktır” sözleriyle açıklamaktadır. Ancak Bosna ve Kosova’daki savaşlar gibi yakın zamanlı olaylar, bu iddiayı doğrular görünse de, diğer birçok olay böyle görünmemektedir. Örneğin; Hazar bölgesinde, ABD iki Hıristiyan ülkeye – Ermenistan ve Rusya – karşı üç Müslüman ülkeyle ittifak kurmuştur: Azerbaycan, Türkiye ve Türkmenistan. Benzer örnekler, kaynak çıkarlarının etnik ve dini ilişkilerden daha ağır bastığı tezini ortaya çıkarmaktadır. Bu tez, kitabın konusu dâhilinde olmadığı için yazar çok fazla detaya inmemiştir.

Kitabın “Petrol, Coğrafya ve Savaş: Petrol Bolluğunu Elde Etme Rekabeti” başlıklı bölümünde yazar, kaynakların varlığına yönelik herhangi bir tehdidin yeni bir krize yol açabileceğini ve olağanüstü durumlarda da askeri güç kullanılmasına neden olabileceğini belirtmiştir. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı’nın birçok önemli muharebesi, düşman güçlerin kontrolü altındaki petrol kaynaklarının bulunduğu bölgeleri ele geçirmek için İtilaf Güçleri tarafından başlatılmıştır. Ayrıca daha büyük miktarlarda petrol geliri elde etme isteği, 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesine neden olmuş ve bu, karşılığında büyük çapta bir Amerikan askeri tepkisine ve müdahalesine yol açmıştır. Yazara göre; bu tip savaşların sıklığı ve karakteri esas olarak üç ana faktörün göreceli etkisine ve karşılıklı etkileşimine bağlıdır:

  1. Kaynak meseleleri üzerine kararların verildiği politik ve stratejik çevre,
  2. Talep ve miktar arasında gelecekteki ilişki,
  3. Petrol üretimi ve dağıtımın coğrafyası.

Aynı bölümde yazar, üç önemli faktörün (petrol güvenlik politikası, talep ve miktarın dinamikleri ve coğrafyanın tehditleri) petrol üzerine gerçekleşecek çatışmaların gerçekleşme olasılığını ve konumunu belirlemede önemli bir rol oynadığını ve bu faktörlerin her birinin kan dökme hayaletini uyandırmada kendince yeteri kadar haklı olduğunu vurgulamaktadır. Ancak yazara göre; asıl savaş riskini yaratan, hepsinin birleşimidir. Yazar bu minvalde, Basra, Hazar ve Güney Çin Denizi’ni stratejik bir üçgenin ayakları olarak görmüş ve bu bölgeleri yukarıda belirtilen üç faktör dâhilinde kitabın ileriki sayfalarında teker teker incelemiştir.

Kitabın “Basra Körfezi’nde Petrol Savaşı” başlık bölümünde yazar, bir önceki bölümde açıkladığı stratejik üçgenin ilk ayağı olan Basra Körfezi’ndeki kaynak temelli mücadeleyi ele almaktadır. Küresel petrol miktarının neredeyse üçte ikisine sahip olan Basra Körfezi’nin, önümüzdeki yıllarda dünya çapındaki şiddetli rekabetin odağı olarak kalacağını belirten yazara göre, bunun sebebi küresel enerji talebinin giderek artmasıdır. Körfez’in önemine binaen dış güçlerin bölgesel politikalarda önemli rol oynadığını belirten yazar, Körfez’deki herhangi bir karışıklık, küresel petrol miktarını tehlikeye sokacağı için, dış güçlerin – özellikle de ABD – müdahalesine her daim açık bir kapı bırakmaktadır. Zira Ocak 1980’de ABD Başkan Jimmy Carter’ın, Körfez’i ABD’nin “hayati çıkarı” olarak tanımlayan ve bu bölgeye yönelik bir saldırının, “askeri güç de dâhil gerekli her yolla püskürtüleceği” uyarısında bulunduğu ünlü sözü, bu durumla alakalı olarak söylenmiştir.

Kitabın “Hazar Denizi Havzası’ndaki Enerji Savaşı” başlıklı bölümünde yazar, stratejik üçgenin ikinci ayağı olan Hazar Denizi’ndeki kaynak temelli mücadeleyi ele almaktadır. Yazara göre; hem ABD, hem de Rusya, Hazar Denizi’ndeki mevcut enerjinin elde edilmesinde rekabet halindedir. Her ikisinin de ortak amacının mevcut enerjinin dış dünyaya ulaşacağı rotayı belirme çabası olarak gören yazar, Moskova’nın bu rekabetteki esas amacını, “Hazar enerji çıktısının önemli bir bölümünün mevcut Rus boru hattı sistemiyle Karadeniz’e ve Avrupa’ya ulaşmasını garantilemek” olarak görmektedir. Rusya’nın bu amacı, tükenmiş Rus hazinesini yeniden canlandıracak ve Moskova’nın Hazar enerji kaynaklarının dağılımı üzerinde bir dereceye kadar kontrol sağlamasına olanak verecektir. Yazar, bu bölümde önemli bir hususun daha altını çizmektedir: Hazar Havzası üzerindeki boru hatları hangi rotayı izlerse izlesin – kuzey, güney ya da batı –, bir ya da daha fazla istikrarsız bölgeden geçmek zorundadır. Bu bölgeler; Azerbaycan, Irak, İran ve Türkiye gibi tarihi öneme sahip ülkeleri kapsamaktadır.

Kitabın “Güney Çin Denizi’nde Petrol Savaşları” başlıklı bölümünde yazar, stratejik üçgenin üçüncü ayağı olan ve Basra Körfezi ve Hazar Denizi’nden çok daha büyük bir alanı kapsayan Güney Çin Denizi’ndeki kaynak temelli mücadeleleri ele almaktadır. Yazar, Güney Çin Denizi’ndeki kaynak savaşları ile Basra Körfezi ve Hazar Denizi’ndeki kaynak savaşları arasında iki ortak nokta görmektedir: her iki bölgenin de deniz altı rezervlere sahip olması ve bu bölgelerde yer alan devletlerin çıkarlarını koruma adına her daim askeri güç kullanmaya hazır olmalarıdır. Bunun yanı sıra, yazara göre; Asya’nın gelişim süreciyle paralel olarak enerjiye (bilhassa petrol ve doğalgaz) yönelik ciddi bir artış görülmektedir; ancak enerjiye olan talep yükselirken, ülke içi rezervler tükenmekte ve ithal miktarlar için rekabet şiddetlenmektedir. Bu bölümde yazar, bölgedeki çatışmalara dair bir tablo da hazırlamıştır (sayfa: 161-162). Tablo dikkatle incelendiğinde, çatışmaların bölgedeki yedi devlet (Brunei, Çin, Endonezya, Malezya, Filipinler, Tayvan ve Vietnam) ve özellikle de üç ülke (Çin, Vietnam ve Filipinler) arasında şekillendiği rahatlıkla görülebilmektedir.

Kitabın bundan sonraki bölümlerinde yazar, stratejik üçgenin dışında kalan, ancak önemli kaynak çatışmalarının yaşandığı farklı bölgelerdeki farklı çatışmaları incelemektedir. Kitabın bu aşamadan sonraki bölümlerindeki ana ekseriyet, önceki bölümlerdekilerle bir paralellik taşımaktadır: “mevcut kaynaklar ve güç mücadeleleri”…

Kitabın “Nil Havzası’nda Su Anlaşmazlığı” başlıklı bölümünde yazar, Nil Havzası’nın tarihi gerçeği olan “su savaşları”nı ele almaktadır. Her ne kadar bir kaynak çeşidi olarak su üzerine kapsamlı bir savaş olmasa da, ilk insandan bugüne kadar bu kaynak, irili ufaklı birçok çatışmalara yol açmıştır. Özellikle tarihsel süreç dikkatle incelendiğinde, Nil Nehri yatağındaki herhangi bir ülkenin kullandığı su miktarını arttırması durumunda, diğer ülkelerin buna cevap olarak irili ufaklı çatışmalara hazır oldukları görülmektedir. Bu noktada yazar, Nil Nehri’nin en büyük hissedarı olan Mısır’ın içinde bulunduğu stratejik öneme vurgu yapmaktadır.

Kitabın “Ürdün, Fırat-Dicle Nehri ve İndus Havzalarındaki Su Anlaşmazlıkları” başlıklı bölümünde yazar; Filistin, İsrail, Suriye ve Ürdün sınırları boyunca akan Ürdün Nehri Havzası, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den geçen Dicle-Fırat Nehri ile Afganistan, Çin, Hindistan, Pakistan ve Keşmir arasında paylaştırılmış olan İndus Nehri üzerindeki su anlaşmazlıklarını irdelemektedir. Yazara göre; Nil Nehri Havzası’nda olduğu gibi, Ürdün, Fırat-Dicle ve İndus Havzalarındaki ortak kullanılan su arzları için yapılan tartışmalar, periyodik olarak şiddetli çatışmalara yol açmaktadır. Nil ve diğer üç yatak arasındaki en önemli farkı askeri gücün dağılımında gören yazar, Nil bölgesinde, Mısır’ın önemli bir askeri güce sahip önemli bir devlet olduğunu ve bu avantajıyla bölgedeki diğer devletleri kendi hâkim pozisyonuna yönelttikleri tehditlerden caydırabildiğini belirtmektedir. Bununla birlikte, bu üç havzada bölgesel aktörlerin tehditleri veya bu aktörlerin kaynakların paylaşılmasına dair pazarlıklarda başarısız olduklarında askeri güç kullanmaya hazır oldukları görülmektedir.

Kitabın “Dünyanın Zenginlikleri İçin Savaş: Maden ve Kereste İçin İç Savaşlar” başlıklı bölümünde yazar; altın, elmas, değerli madenler ve yaşlı keresteler gibi dünyada yüksek talep alan kaynaklar için kopan iç savaşların bir kısmını incelemiştir. Kitabın bu kısmı, kaynakların nasıl iç savaşa yol açtığını anlama adına önemlidir. Örneğin, Angola’da MPLA (Movimento Popular de Libertaçao de Angola) ve UNITA (Uniao Nacional para a Independencia Total de Angola) arasında geçmişte başlayan çatışmalar, toplam bir milyon kişinin hayatına ve bu sayının kat ve kat fazlasının dâhili olarak yer değiştirmesine sebep olmuştur. Başlangıçta bu çatışmaların sebebi salt iktidarı ele geçirme mücadelesi olsa da, ilerleyen zamanlarda petrol ve elmas yataklarının kontrolünü ele geçirme çabasına dönüşmüştür. Aynı bölümde ele alınan bir diğer örnek, Sierra Leone’deki çatışma ortamıdır. Yoksullaşmış ve temsilcisiz kalmış kitleler için mücadele ettiğini iddia eden RUF’un (Revolutionary United Front) asıl amacı da, Sierra Leone’nin değerli elmas alanlarının kontrolünü elinde tutmaktır. Bu tip çatışmalarda kendi birliklerinin masraflarının karşılamak ve silah için para temin etmek isteyen isyancı komutanlar, doğal olarak değerli kaynakları içeren bölgelerin kontrolünü elde etmenin yollarını aramaktadırlar.

Kitabın “Çatışmaların Yeni Coğrafyası” başlıklı bölümünde yazar, geleceğe dair önemli paradigmalara ve muhtemel senaryolara değinmektedir. Yazara göre; uluslararası çatışma, şimdiye kadar ağırlıklı olarak siyasi ve ideolojik kaygılar tarafından yönlendiriliyordu; ancak geleceğin savaşları, hayati ekonomik malların – özellikle modern sanayi toplumların işlemesi için gerekli olan kaynakların – mülkiyeti ve kontrolü için gerçekleşecektir. Yazara göre; Hazar Havzası ve Güney Çin Denizi gibi uluslararası toplum tarafından uzun süredir ihmal edilen alanlar büyüyen bir önem kazanacak, Avrupa’daki doğu-batı ayrımı gibi daha önce merkezi bir sahne teşkil eden bölgeler ise tüm stratejik önemini kaybedecektir. En fazla dikkat çekecek yerler, bu yerleri dünyadaki büyük piyasalara bağlayan güzergâhların geçtiği alanların yanında, özellikle petrol, elmas, maden, su, yaşlı kereste gibi hayati madenlerin ve minarellerin zengin arzını içeren yerler olacaktır.

Aynı bölümde yazar, bahsi geçen madenlerin ve minarellerin büyük yataklarının değişik renklerle temsil edildiği soyut bir dünya haritası tasavvur etmektedir (sf. 277-280). Petrol ve kömür için siyah renk, su için mavi renk, elmas ve cevherler için beyaz renk, kereste için yeşil renk ve bakır, demir ve diğer önemli mineraller için kırmızı renk. Bu bağlamda, Amazon bölgesi ve Güneydoğu Asya yeşil renge, Basra Körfezi siyah renge, Sahra-altı Afrika’sı beyaz ve kırmızı renge bürünmektedir. Yazar tarafından çizilmemiş ama tasavvur edilmiş bu haritaya göre; ana renklerin Sahra-altı Afrika’sında yoğunlaştığı görülmektedir: Kongo’da kırmızı, beyaz, mavi ve yeşil renkler, Gine ve Zambiya’da kırmızı renk ve diğer ülkelerde çeşitli kombinasyonlar… Afrika’daki renk cümbüşü, bölgenin stratejik öneminin bir göstergesidir. Bu dâhilde, Afrika’nın özellikle Sahra-altı Afrika’sının önümüzdeki yıllarda stratejik öneminin giderek artacağı açığa çıkmaktadır; çünkü kıta yerel ve uluslararası çıkar odaklarının giderek artan dikkatini çeken el değmemiş geniş kaynak rezervlerine ev sahipliği yapmaktadır. Petrol, maden, mücevher ve kereste gibi geçmişte savaşılmış olmasına rağmen – ki gerçekte Afrika’nın kolonileştirilmesi bu değerli malların aranmasıyla şekillenmiştir – kaynakların dünya çağındaki talebi giderek arttığından, bu kaynaklar yoğunlaşmış bir rekabetin hedefi haline gelecektir.

Yazarın hemen her bölümde niceliksel ve niteliksel verileri anlaşılır şekilde kullanması, temel argümanların doğrulamasında önemli rol oynamıştır. Bu tip veriler kadar akademik kurgulamalar ve tablo ve grafiklerle zenginleştirilen kitap, görsel zekaya sahip okuyuculara önemli kolaylık sağlamaktadır. Bunun yanı sıra, yazar kitapta okuyucuya sunduğu temel argümanlar için tarihsel ve güncel olaylardan bolca örnek de vermiştir. Zira kitabın sonundaki zengin kaynakça, büyük oranda bu örnekleri kapsamaktadır. Ancak kitaba dair bazı olumsuz eleştiriler de bulunmaktadır. Örneğin; yazar kaynak savaşlarında devlet-dışı aktörlerden çok az bahsetmiştir. Doğal kaynaklar üzerindeki politikalarda devlet-dışı aktörlerin önemi göz önüne getirildiğinde, bu hususun önemli bir eksiklik olduğu görülmektedir. Diğer yandan, kitabın İngilizce aslından yapılan Türkçe çeviri kitabında çevirmen birçok önemli hususun tercümesinde hata yapmıştır. Özellikle anahtar kelimelerin konu için önemi göz önüne alındığında, çevirideki eksiklikler rahatlıkla görülebilmektedir.

Özet olarak, 2002 yılında yazılmasına rağmen güncelliğini koruyan ve tipik bir Amerikan bakış açısıyla yazılmış olan bu kitap, insanoğlunun tarihi bir alışkanlığı olan savaşları “kaynak” boyutundan ele alarak, farklı bölgelerdeki farklı kaynak savaşlarını incelemektedir. Kitap, bilhassa lisansüstü düzeyindeki öğrencilerin ve kaynakların uluslararası ilişkilerde oynadığı rolü kavramak isteyenler için referans düzeyinde bir kitaptır.

Hacı Mehmet BOYRAZ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.