2011 yılında komşumuz Suriye’de başlayan olaylar derinleşti ve aslında sosyal ve ekonomik olarak birçok köprüye sahip olduğumuz bu ülkenin yaşadıkları bizlerin sahip olduğu herhangi bir gündemden bağımsız olmayan etkiler yaratmaya başladı. Hacettepe Göç ve Siyasi Araştırmalar Merkezi tarafından yapılan bir araştırmaya göre; ülkemize gelen Suriyelilerin % 75 ile % 80’i arasında bir kısmı kalıcı.[1] Ana muhalefet partisi durumundaki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), bu konu hakkında geçtiğimiz dönemde detaylı bir rapor yayınlamış olsa bile, raporda bazı gerçeklikleri atlamış ve partinin son seçim bildirgesinde de konuya son derece ilgisiz bir tutum sergilenmiş durumda. Sonuç olarak CHP, Suriyeliler meselesinde belirli politikaları meclis çatısı altında yaptığı çalışmalar, hazırladığı raporlar ile ele almaya çalışsa dahi, bu meseleye ilişkin sahip olduğu imaj aslında hak etmediği bir biçime sahip. Bugün genel kanı, CHP’nin Suriyelileri “geri göndermek” istediği şeklinde özetlenmektedir. Bu çalışma ile, sosyal demokrat bir parti için öncelikli bir konu olması gereken “Suriyeliler” meselesinde CHP’ye izlemesi gereken politikalar hakkında bazı öneriler getirilmek amaçlanmaktadır.
Giriş:
2011 yılında başlayan kriz sonrasında derinleşen iç savaş durumu ile bugün 4 milyon civarında Suriyeli ülkelerinin dışına göç etmek ve zorunlu ikamet etmek durumunda kalmıştır. 6 milyona yakın kişi ise iç göç gerçekleştirmiş ve kendi ülkeleri içinde evlerini terk etmek suretiyle daha güvenli bölgelere yerleşmiş haldedir. Ülke dışında bulunan Suriyelilerin yarısından fazlası kadınlar ve 18 yaşın altındaki çocukların oluşturduğu bir nüfusa karşılık gelmektedir. AFAD tarafından açıklanan resmi rakamlara göre; Türkiye’de 1 milyon 652 bin Suriyeli bulunmakta ve bunların 1 milyon 517 bin kadarı biyometrik kimlik verilerek kayıt altına alınmış durumdadır.[2][3] Yine AFAD’ın rakamlarına göre; 228 bin Suriyeli, Türkiye’nin 10 farklı ilinde kurulan 16 çadır kent, 1 geçici kabul merkezi ve 6 konteyner kentte, barınma merkezlerinde kalıyor. Bugüne kadar bu merkezlere 556.206 kişinin geldiği ve yaklaşık 340 bin kişinin ülkelerine döndüğü yine AFAD tarafından verilen bilgiler arasında.[4] Resmi olmayan rakamlara göre ise; Türkiye’de toplamda 2,2 milyon Suriyeli bulunmakta ve bunlardan yaklaşık olarak 2 milyon dolayında olan sığınmacı barınma merkezleri dışında yaşamakta. İç İşleri Bakanlığı’nın verdiği, yine tahmini rakamlara göre; İstanbul 330.000 kişi ile en çok barınma merkezi dışında yaşayan Suriyeli sığınmacı barındıran il olarak öne çıkmakta. Bunu 220.000 sığınmacı ile Gaziantep takip ederken, Hatay’da 190.000 sığınmacı kamplar dışında yaşamını devam ettirmekte. Yine sınır bölgesinde olmasının etkisi ile Şanlıurfa’da 170.000 kişi barınma merkezleri dışında yaşamaktadır.[5] Son olarak Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş tarafından yapılan açıklamaya göre; Türkiye, bugüne kadar 7,6 milyar dolar harcama yapmış durumda.[6] Söz konusu harcamalara ilişkin Sayıştay’ın raporu ise, bir skandalı ortaya çıkarmıştır. Sayıştay’ın 2012 denetim raporuna göre; AFAD tarafından yapılan harcamalara ilişkin, “İnsani yardım faaliyetlerinin ve harcamalarının herhangi bir esas ve usul takip edilmeksizin yürütüldüğü” tespit edilmiştir.[7]
Türkiye, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi’ne taraftır. Ancak söz konusu sözleşmeyi “coğrafi sınırlama” çekincesi ile kabul ettiğinden ötürü, Avrupa dışından gelip iltica talep edenlere “mülteci” statüsü tanımamaktadır. Avrupa dışından gelenlere “geçici sığınma” koruması sağlanmaktadır. Avrupa ülkeleri dışında Türkiye’ye iltica talebinde bulunan kişilerin durumu Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ile birlikte değerlendirilmekte ve uygun bulunmaları halinde üçüncü bir ülkeye geçişleri sağlanmaktadır. Bu sebeple, Suriye’den gelen sığınmacılar Türkiye’de mülteci olarak bulunmamaktadırlar ve bunlar için “misafir” ifadesi kullanılmaktadır. Bu uzun süreli misafirliğin ekonomik etkileri, ülkede uzunca bir süredir tartışma konusu olmuştur. Bu etkileri genel bir çerçevede ele alırsak; siyasal, sosyal ve ekonomik etkiler olarak sınıflandırabiliriz. Sosyal ve ekonomik etkiler içerisinde birbirini kesen konular bulunmakta ve etkileşimleri önemli sonuçlar yaratmaktadır. Karşı karşıya olduğumuz “misafirlik” durumunun ilk safhada göze çarpan etkileri; pahalılık & enflasyon, işgücü piyasasının dalgalanması, kayıt dışı ekonomi, yerel ekonomik aktörlerin pozisyonları, Suriyeli yatırımcılar, ucuz ve kaçak iş gücü ve bunların sosyal etkileri, haksız rekabet, dış ticaret hacmi, eğitim hizmetleri, sosyal hizmetler, belediyecilik hizmetleri, sağlık hizmetleri ve çarpık kentleşme, Suriye plakalı araçların yarattığı sorunlar olarak özetlenebilir.
Türkiye’de Mültecilik ve Suriyelilerin Hukuki Statüsü:
Halihazırda uygulanmakta olan “1994 İltica-Sığınma Yönetmeliği”, güncellikten ve mültecilerle ilgili sorunları çözmekten uzaktır. 2008 yılında çalışmalarına başlanan “Sığınma Yasası”, ancak 5 yıl gibi uzun bir sürede oluşturulmuştur. 4 Nisan 2013 tarihinde kabul edilen “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” ise, 2014 yılı Nisan ayında yürürlüğe girmiştir. Yasa, daha önce 4 farklı ayaktan oluşan bir şekilde düşünülmüştü. Yabancılar Yasası, Uluslararası Koruma, Teşkilat Yasası, Geçici Koruma Yasası (GKY). Yasayı yürütecek bir kurum olmadığı için, yürürlüğe giriş tarihinde geç kalındı. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün kuruluşu sonrası yürürlüğe giren kanunda, 91. madde ile düzenlenen Geçici Koruma Yönetmeliği ise kanunun çıkışından aylar sonra oluşturuldu. AB’deki örneklere nazaran yeterince detaylandırılmayan bir madde ile düzenlenen GKY de sorunlu bir halde. Kanunun 91. maddesinde geçicilik durumuna ilişkin herhangi bir süre sınırlaması yok. Sığınmacının, geçici koruma durumundan mülteciliğe geçişine ilişkin bir zaman sınırlaması yok. Mülteci statüsünün kazanılması ile kişinin elde edeceği haklar daha geniş ve kapsamlı ve öngörülebilir risklerin hesaplanması konusunda daha öngörülebilir bir çerçeve oluşturacaktır. Ekonomik açıdan baktığımızda; konuya ilişkin AB Direktifi çalışma hakkının sağlanması konusunda 9 ay gibi bir süre sınırını üye devletlerin önüne koymaktadır. Benzer şekilde, UNHCR kişinin ülkeye yerleştikten 6 ay sonra çalışma iznini alması gerektiğini belirtiyor.[8] GKY’de çalışma şartlarına ilişkin tek yetkili Bakanlar Kurulu olarak belirtilmiştir. Katılımcılıktan ve şeffaflıktan uzak bir yapının burada da mevcut olduğu söylenebilir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, GKY’de çalışma koşullarına ilişkin detayların sonraki bir Bakanlar Kurulu kararı ile düzenleneceği belirtilmiş ve konu kesinlik kazanmamıştır. Bu şartlar dikkate alındığında, Suriyeli mültecilere uygulanabilecek mevzuatın eksik ve yetersiz olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Ekonomik Etkiler:
Suriye krizinin Türkiye ekonomisine etkilerinin incelenmesinde farklı açılar geliştirmekte fayda vardır. Bu anlamda, krizin en temel etkilerinden birisi dış ticaret hacminin üzerinde oluşan durumdur. Diğer etki ise, Türkiye ekonomisinde bütçe kullanımlarının üzerindeki durumu ile başlayan ve yerelde çeşitli başlıklara ayrışan bir etkidir. Bu etkinin sosyal etkileri ekonomik sonuçları ile kesişmektedir.
Türkiye’nin Suriye krizi sürecinde genel bütçesinde çeşitli değişiklikler yaşanmıştır. Yetkili ağızlardan belirtildiği üzere, sadece Türkiye’ye gelen sığınmacılar için 7 milyar dolar üzerinde bir harcama yapılmıştır. Ayrıca bunun dışında, Suriye iç savaşının derinleştiği dönemlerde örtülü ödenek kullanımlarının miktarı önemli ölçüde artmıştır. Dönemin Başbakanı R. T. Erdoğan’ın örtülü ödenekten harcadığı miktarların son üç yılda rekor düzeyde artmış olması ise kayda değer bir durumdur. Niteliği itibariyle nereye harcandığı gizli olan örtülü ödeneklerde 2011’de ayrılan başlangıç miktarı 500 bin TL’dir. Ancak Erdoğan, toplam 391 milyon lira harcamıştır. Bu sayı, 2012 yılında toplamda 694 milyon lirayı bularak son 10 yılın en yüksek düzeyine çıkmıştır.[9] 2012 yılının sadece Temmuz ve Ağustos aylarında örtülü ödenekten 156 milyon TL harcanmıştır. Bu tarihler ise, Suriye’de savaşın en kitlesel hal aldığı dönemlere tekabül etmektedir. 2013 yılında ise 1 milyar 240 milyon TL’ye ulaşan örtülü ödenek harcamalarının, önceki yıllar harcamalarını katlayarak arttığı ve artacağı görülmektedir.
Suriye iç savaşı öncesinde Türkiye ve Suriye hükümetlerinin artan iş birlikleri sonucu iki ülke arasında yeni anlaşmalar ve protokoller oluşturulması yoluyla ticaret kanalları derinleştirilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda, çalışmaların sürdüğü bir dönemde Suriye’de gelişen olaylar sonucunda Türkiye hükümeti de bir pozisyon almış ve ikili ilişkiler bitme noktasına gelmiştir. İç savaşın da etkisiyle Türkiye’nin ihracatında bir dalgalanma gerçekleşse bile, TÜİK tarafından açıklanan resmi rakamlara göre sonrasında kriz öncesinde yakalanan ihracat oranı yeniden yakalanmış durumda. Buna göre TÜİK rakamlarına bakıldığında, Suriye ile gerçekleşen ihracat rakamları aşağıdaki şekilde gerçekleşmiştir.[10]
Yıl | İhracat Dolar |
2010 | 1.844.605.582 |
2011 | 1.609.861.216 |
2012 | 497.960.228 |
2013 | 1.024.473.298 |
2014 | 1.802.598.487 |
Görüldüğü üzere, Türkiye’nin Suriye’ye yaptığı ihracat 2012 yılında önemli bir düşüş yaşamış, sonrasında yeniden bir yükseliş rejimine girmiştir. Ancak ihraç edilen malların içeriğine ilişkin ciddi tartışmaların yaşandığını not olarak düşmemiz gerekmektedir. Hürriyet’ten Tolga Tanış’ın daha önce kaleme aldığı üzere, Suriye’ye yapılan ihracat kalemlerinde “silah ve mühimmat” kodlu ürünler bulunduğu tespit edilmiş bulunmakta.[11] Bu durumda, artan ihracatın içeriği de sorgulanması gereken bir nokta olarak önümüzde durmaktadır. Öte yandan, dış ticarette yaşanan bu değişikliklerin yanı sıra Suriyeli “misafirler” konusu sosyal ve ekonomik farklı etkiler de yaratmış bulunmakta. Bunlar pahalılık, iş piyasası, girişimcilik, hizmetler ve sosyal etkiler olarak özetlenebilir.
1. Pahalılık:
Gelen göç dalgaları, pahalılık ve yaşam koşulları üzerinde önemli etkiler oluşturmuştur. Bu anlamda oluşan önemli etkilerden bir tanesi konut fiyatlarında özellikle kiralarda oluşan yüksek fiyat artışları olarak öne çıkmakta. Bir diğer etki ise sınır şehirlerinde oluşan yüksek enflasyon durumudur.
– Konut piyasasında oluşan pahalılık: Suriyeli mültecilerin yoğun olarak göç ettikleri birçok il ve ilçede yaşanan en çok gözlenen zorluk kiraların artmasına neden olan konut arzındaki sorunlardır. Uluslararası Af Örgütü raporuna göre; Gaziantep’te, Suriyeli mülteciler ve Türkiye vatandaşları Kasım 2013’te kira bedeli aylık 500 TL (250 Dolar) olan bir dairenin kirasının Temmuz 2014’te iki katına çıktığını söylüyorlar. İstanbul’da yaşayan Suriyeli bir kadın da iki kadınla birlikte paylaştığı küçük bir oda için aylık 500 TL (250 Dolar) ödediğini anlatıyor. İstanbul’un Fatih ilçesindeki bir diğer Suriyeli kadın da, 2012 senesinde ilçedeki iki ya da üç odalı bir daire için istenen en yüksek aylık kiranın 600 TL (300 Dolar) olduğunu; ancak şimdi kiraların 1.500 TL’ye (750 Dolar) kadar yükseldiğini belirtiyor.[12] Burada, konut sahipleri bu durumu kendileri için avantaja çevirirken, evlerde uzun süredir kiracı olarak yaşamlarını devam ettiren vatandaşlar açısından handikaplar oluşturmaktadır. Bu manada ev sahiplerinin daha fazla kazanç amacıyla evlerini Suriyelilere kiralamak için halihazırdaki kiracılarını evlerinden çıkarmaları gibi örnekler yaşanmıştır. Orsam & Tesev raporunda yapılan görüşmelerde, evde kalan eski kiracıların çıkarılarak evlerin Suriyelilere daha yüksek fiyatla kiraya verildiği ifade edilmiştir.
– Enflasyon üzerindeki etki: Suriyelilerin gelişi ile ortaya çıkan bir diğer sorun, özellikle sınır illerinde oluşan enflasyon problemidir. Artan nüfus ile beraber oluşan talep artışı sonrasında gerçekleşen farklı enflasyon rakamları; hem reel değerlere yansımış, hem de sokakta oluşan algıyı etkilemiştir. Suriye’ye girmek için bekleyen Mardinli bir tır şoförünün ifade ettiği şekliyle, “Bir kilogram domatesin fiyatı 1 TL’den 3 TL’ye çıktı”. Bu, enflasyon oranının yüzde 10’un biraz altında olduğu bir ülkede, yüzde 200’lük bir artışa karşılık geliyor.[13] Buna karşılık olarak, sınır bölgesinde böyle bir artışın marjinal etkisinin sınır illerinde yaşayan halkın alım gücünde yıkıcı bir etkisinin olduğu tahmin edilebilir. Orsam & Tesev raporunda bahsedildiği üzere, 2013 yılında enflasyonun Türkiye ortalaması % 7,4 iken, Gaziantep, Adıyaman ve Kilis bölgesi % 8,51 ile en yüksek enflasyon oranının yaşandığı bölge olmuştur.
2. İş Piyasası ve Emek Tarafı:
İş piyasasında oluşan etkilerden bir tanesi de, ucuz iş gücü olarak kullanılan Suriyeliler ve uğradıkları haksız uygulamalar ve ayrıca yaratılan haksız rekabettir. Diğer bir etki ise, Türkiyelilerin oluşturduğu iş piyasasına ve emek gücüne Suriyelilerin girişinden sonra oluşan sosyal tepkilerdir. Türkiye’de uygulanan mevzuata göre; Suriyelilerin hâlihazırda yasal olarak çalışma hakları bulunmuyor. Öncelikle oturma izni almaları gerekiyor, ancak bu süreç ve Suriyeliler için uygulanan prosedürler tam bir yılan hikayesine dönüşebiliyor.[14] Öte yandan, toplumda “Suriyeliler için Çalışma Yasası” olarak adlandırılan “Yabancı İstihdamı Kanunu Tasarısı” aylardır meclis gündeminde, ancak geçtiğimiz yasama döneminde ele alınmadı ve bugün Türkiye erken seçime giderken bu kanun tasarısı kimsenin gündeminde değil. Suriyelilerin önce oturma izni alıp, sonrasında çalışma izni alması çokça rastlanan bir durum değil. Bunu aşıp önce çalışma iznini almasını sağlayacak olan şey, az önce bahsettiğimiz kanun tasarısıdır. Yani kısacası pratikte çalışma izni Suriyeliler için Kaf Dağı’nın ardında. Önemli ve olumlu bir adım olarak, Ekim 2014 tarihli Geçici Koruma Yönetmeliği, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne yeni kayıt olan ve bu kurumun verdiği kimlik kartlarına sahip olan Suriyeli mültecilerin, önceden ikamet izni almış olma şartı olmaksızın, ayrı bir hukuki rejim çerçevesinde ve Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek sektör ve yerlerde çalışma izni alabilmek için doğrudan başvuruda bulunmalarına olanak veriyor. Ancak beklenen Bakanlar Kurulu kararı hala çıkarılmadı.
Uluslararası Af Örgütü, raporu için yapılan araştırma boyunca, çalışma izni alabilmiş bir Suriyeli mülteci ile karşılaşılmamış. Af Örgütü raporu, Suriyelilerin kayıt dışı piyasada yer aldığını ve yetkililerin bu duruma göz yumduğunu belirtiyor. Aynı raporda, Suriyelilerin özellikle bedensel güç gerektiren işlerde ücret ayrımcılığına uğradığı bilgisi yer alıyor. Birebir görüşme yöntemi ile yapılan çalışmada, konuya ilişkin bazı rakamlara ulaşılıyor. Uluslararası Af Örgütü’ne verilen bilgiye göre; Suriyeli mültecilerin aldığı ücret Akçakale’de Türkiyeli bir kişinin aldığı ücretin yüzde 80’i, Şanlıurfa’da yarısı ile yüzde 80’i arası, Hatay ve Kilis’te yarısı ve İstanbul’da ise neredeyse üçte biri kadar. Aynı zamanda Suriyeli işçilerin ücretlerinin haksız biçimde azaltıldığı, hastalık izni almalarından ötürü işten çıkarmalarla karşılaştığı belirtiliyor.[15] 2013 yılında yapılan AFAD çalışmasına göre; kamp dışında yaşayan Suriyeli mültecilerin yarısından fazlası, bir önceki ayda 250 Dolar’dan daha az kazanıyor. Bu rakam da, asgari ücretin yüzde 56’sına karşılık geliyor.[16] Uluslararası Af Örgütü’nün yaptığı araştırma da, düşük ücretler konusundaki bu bulguları destekliyor. İstanbul’da iki çocuk babası bir Suriyeli, Uluslararası Af Örgütü’ne ayda 400 TL (200 Dolar) aldığını belirtmiş. Bir başka Suriyeli baba, ayda 400 Dolar ile kendisine, eşine ve beş kızına baktığını ifade etmiş. Uluslararası Af Örgütü’nün güney illerinde görüştüğü Suriyeliler, vasıfsız işleri yaparak günde 5 TL (2,5 Dolar) ile 30 TL (15 Dolar) arası bir gelir elde ettiklerini bu raporu yapan uzmanlara belirtmişler. Emek yönünden bakıldığı zaman bir başka önemli konu çocuk işçilerin emeği ve sömürüsü. Ücretlerin barınma gibi temel ihtiyaçları karşılamaya yetmeyecek kadar düşük olması nedeniyle birçok aile çocuklarını çalışmaya göndermek zorunda kalıyor. Örneğin, Uluslararası Af Örgütü’nün Kilis’te görüştüğü bir ailenin 10 yaşındaki kız çocuğu ve 12, 15 ve 17 yaşlarında olan erkek çocuklarının tümü çalışıyor. Önceleri Şam’da uzman tıp doktoru olarak çalışan babaları, “Bu çocuklar çalışmazlarsa açlıktan ölecekler” diyor. [17]
CHP’nin 2013 yılında hazırladığı Meclis Grubu Raporuna göre göre Şirinevler’de faaliyet gösteren ismini vermek istemeyen bir tekstil atölyesi sahibi, onlarca Suriyelinin atölyelerde çalıştığını ifade ediyor. Bazılarına günlük ücret bazılarına da aylık veriliyor. Yaşları küçük olan çalışanlara günlük 25 lira ücret ödendiğini söyleyen işletmeci, “Ben küçük bir işletmeyim. Kaçak işçi çalıştırmanın büyük cezası da var. O yüzden Suriyeli çalıştırmıyorum. Ancak birçok işletmede Suriyeliler var. Küçük yaşta çocuklar da çalıştırılıyor. Az ücret verildiği için işletme sahipleri bu yola başvuruyor. Suriyeliler de iş bulamadıkları için ağır şartlarda çalıştırılmayı kabul ediyor” diyor. Çadırların kurulduğu bölgede hizmet veren bir bakkal ise, çadırlarda kalanların Suriyeli olmadığını iddia ediyor. Çadırlarda kalanların, birçok vatandaşı kandırdığını anlatan bakkal, “Bölgenin vatandaşını rahatsız ediyorlar. Duyarlı vatandaşlarımız da bu insanlara yardımlarda bulunuyor. Yemek, kıyafet ve battaniye gibi ürünler getiriyorlar. Ancak bu insanlar Gaziantep ve Hatay’dan geliyor.” ifadelerini kullanıyor. Bakkal, yapılan yardımları beğenmeyip çöpe atanları gördüğünü de iddia ediyor.
Orsam & Tesev tarafından hazırlanan “Suriyeli Sığınmacıların Etkileri” isimli rapora göre; Suriyelilerin iş piyasasına ve emek gücüne girişi, iyi düzenlendiği takdirde yapıcı etkilere sahip olabilir. Özellikle oluşan olumsuz kamuoyunun azaltılabileceği yargısına raporda yer verilmiş durumda. Rapora göre; emek gücüne ilişkin sorunların başında Suriyelilerin sanayide, tarımda ve küçük çaplı işletmelerde kaçak yollarla ucuz işgücü olarak çalıştırılması gelmekte. Orsam’ın anket çalışmasına dayalı olarak, Suriyelilerin Türkiye’ye ekonomik etkisini inceleyen raporundaki bulgulara göre; sınır illerinde işini kaybedenlerin % 40 ile % 100’ü arasında değişen oranlardaki bölümü, “Suriyeliler nedeni ile işini kaybettiğine” inanmaktadır. Bu durum, yerel halk arasında iş fırsatlarının ellerinden alındığı şeklinde bir tepkiye neden olmaktadır. Aynı rapor kapsamında yapılan saha araştırmasında, sınır illerinde ticari faaliyet gösteren firmalar Suriyelilerin emek gücüne girmesini desteklemektedir. Ancak bu desteğin önemli bir koşulu bulunmakta. Yasal çerçevenin uygulanarak hem iş kazaları gibi durumlarda oluşan sorunları engellenmesini sağlamak, hem de yerel halk arasında oluşan işlerinin elinden alındığına ilişkin düşünceyi bertaraf edebileceğini düşünmekteler. Bunun yanında, kayıtdışı işçi çalıştıran ve çalıştırmayan firmalar arasında haksız rekabet yaşanması ve iş piyasasının uzun vadede bozulması riskinin ortaya çıkması da kaygıya neden olmaktadır. Yerel halkın önemli kaygılarından birisi, düşük ücretlere çalıştırılmaları ve sosyal koruma masrafları olmaması sebebiyle Suriyelilerin kendileri yerine iş kollarında tercih edilmeleri. Bu anlamda, Suriyelilerin çalışma koşullarına dair yapılacak yasal düzenleme, işverenlerin istihdam tercihlerinde yapacakları tercihleri eşitlemesi sonucunda konuya ilişkin önemli bir rahatlama yaratacaktır.
3. Ticaret ve Girişimcilik:
Krizin başlangıcından beri en önemli tartışma noktalarından birisi, olayların ticarete olan yansımaları oldu. Geçtiğimiz günlerde TİM tarafından yapılan ihracat rakamlarına göre; Türkiye, 2014 yılında Suriye’ye yaptığı ihracatta önemli bir mesafe kaydetti. 2014 yılında en fazla ihracat yapılan 30 ülke arasında, en yüksek ihracat artışı yüzde 60,8 ile Suriye’ye oldu.[18] Bunun yanı sıra, özellikle sınır bölgesinde yer alan şehirlerde ticari anlamda hem olumlu, hem de olumsuz etkiler gözlemlenmektedir. Bunlardan ilki, Suriyeliler için yapılan yardımlara ilişkin malzeme tedariklerinin genelde sınırda bulunan Türk firmaları tarafından gerçekleştirilmesi ve bölgede gerileyen dış ticaretin olumsuz etkisinin düzeltilmesi olmuştur. Orsam & Tesev raporu için yapılan araştırmada, alanda buna ilişkin bir gözlemde bulunulmuştur. “Türkiye’nin kamplarda yaşayan Suriyelilere ve Suriye içine yaptığı insani yardımların büyük çoğunluğu yerel firmalar üzerinden sağlanmaktadır. Tüm dünyadan Suriye’ye giden yardım malzemeleri de sınır illerindeki firmalar tarafından karşılanmaktadır. Bu durum, özellikle tekstil, gıda alanlarında faaliyet gösteren firmalar açısından fırsat yaratmıştır. Bunun dışında, tüm dünyadan Suriye’ye giden yardım malzemeleri sınır illerindeki firmalar tarafından karşılanmaktadır. Bu da, hem üretimin artmasını, hem de iç savaşla birlikte sıkıntı yaşayan ihracatın toparlanmasını sağlamaktadır.”[19]
Bir diğer önemli sonuç, Suriyelilerin ticaret hayatına atılmaları olmuştur. Ülkelerindeki krizin derinleşmesi ile beraber, Suriyeliler artan bir oranda Türkiye’de yatırım yaparak ticari hayata giriş yapmaya başlamıştır. Milliyet Gazetesi’nden Fehim Genç’in 2013 yılında odalardan topladığı verilere dayalı olarak hazırladığı habere göre; Suriyeliler, özellikle 2012 yılı itibariyle önemli derecede ticari faaliyetlerini ülkemize kaydırmaya başladı. “2011’de sadece 82 şirket kuran Suriyeliler, 2012’de şirket sayısını 166’ya ve 2013’te de 489’a çıkardılar”. Yaklaşık 100 farklı iş kolunda faaliyet gösteren Suriyeliler, 2013 yılında 20 tane anonim şirket kurup, bu şirketlere 4.4 milyon lira sermaye aktarımı yaparken, 2013 yılında kurulan 489 limited şirket için 70.3 milyon lira sermaye koydu.[20] TOBB’un rakamlarına göre; 2014 yılına gelindiğinde ise bu rakamlarda önemli artışlar gerçekleşti. 2014 yılında açılan 35 anonim şirketin ortak olunan şirketlerdeki sermaye toplamı 21 milyon lirayı buldu. Aynı zamanda 2014 yılında Suriyeliler en çok limited şirket kuran yabancı grup oldu ve toplamda kurulan 1222 limited şirket için 203 milyon lira sermaye konuldu. Burada önemli miktarda kayıtlı iş yeri ve sermayeden bahsedilse de, özellikle sınır illerinde var olan kaçak işletmeler yerel esnafın haksız rekabet dolayısı ile yer yer Suriyeliler ile huzursuzluk yaşamasına sebebiyet vermektedir. Bu konuda önemli sorunlar, hem Orsam & Tesev raporunda, hem de USAK & Brookings tarafından hazırlanan raporda tespit edilmiştir. Suriyelilere ait olan bu kaçak işletmeler, özellikle vergi ve denetimler konusunda diğer işletmelere göre aşırı avantajlara sahip olarak yerel esnafa zarar vermektedir. Suriyeli tüccarların, Ortadoğu pazarlarına açılma konusunda faydalı bir birikime sahip olduğu yadsınamaz. Bu çerçevede, Suriyelilerin ticari faaliyetleri büyük oranda kayıt altına alındığı takdirde, önemli faydalar sağlayacaktır.
4. Barınma ve Sosyal Etkiler:
Suriye krizi ile oluşan önemli etkilerden bir tanesi de, sosyal etkiler ve buna ilintili olarak barınma konusunda oluşan sorunlardır. Ekonomik ve sosyal olarak kendilerini güvende hissetmeyen Suriyeli sığınmacılar, şehirlerin daha az güvenli bölgelerinde yaşamaktadırlar. Bu bölgelerde, denetim mekanizmalarından kopukluk mevcuttur. Bu durumun sonucu olarak, artan bir şekilde olumsuz sosyal etkiler gözlemlenmektedir. AFAD’a göre; kamp dışındaki Suriyeli mültecilerin yüzde 25’i “harabelerde ya da derme çatma düzenlerde” yaşıyor. Nispeten daha iyi koşullarda bulunanlar ise, ev sahiplerinin ayrımcı uygulamalarına karşı savunmasız halde ve herhangi bir süreklilik güvencesi olmadan aşırı kalabalık ve maddi güçlerinin yetmediği konutlarda yaşamak durumundalar.[21] Kentlerin çeperlerine yerleşmek durumunda kalan Suriyelilerin suça bulaşma ve istismara uğramaları ihtimali, normale göre daha yüksek hale geliyor. Mazlumder’in “Türkiye’de Suriyeli Mülteciler – İstanbul Örneği” raporuna göre; her ailede, çoğunun yaşları küçük olmak üzere en az altı-yedi çocuk bulunmaktadır. Çocuklar, bütün günü evlerinin bulunduğu sokaklarda geçirmekte, bir kısmı yakın yerlerde dilencilik yapmaktadır. Görüşülen mültecilerin bir kısmı, kalabalık bir aileye sahip olmaları nedeniyle iki ayrı oda kiralamak zorunda kaldıklarını ifade etmişlerdir. Dil (Türkçe) bilmemek, çok ciddi bir sorun olarak görülmekte ve Türkçe bilmeyince çalışmak ve toplumla iletişim kurmak da güçleşmektedir. Çalışma izni almak külfetli olduğundan (uzun zaman, emek ve para gerektirdiğinden), mülteciler başvuru yapmakta isteksiz davranmaktadır.[22] USAK araştırma ekibi, sahada Suriyeli mültecilerin Türk toplumunun değerleri ve aile yapısı üzerindeki etkileri konusunda da birtakım endişeler bulunduğunu gözlemliyor. Kilisli gönüllülerden müteşekkil yerel bir girişim olan Ortak Akıl Platformu tarafından hazırlanan rapor, Suriyeli mültecilerin Kilis sosyal yaşantısı üzerindeki etkileri hakkında zengin bir analiz sunuyor. Örneğin, Türk Medeni Kanunu’na göre bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi ve erken yaşta evlilik yasak, ancak Suriye’de böyle bir kısıtlama olmadığı için Suriyeliler arasında bu durum oldukça yaygın. Son dönemlerde Türk erkekleri de Suriyeli genç kadınlarla evleniyor ve bazen onları resmi nikahlı eşlerinin yanına “ikinci eş” olarak alıyorlar.[23] Kriz öncesinde de Türk-Suriyeli evlilikleri gerçekleşmesine rağmen, Suriyeli mültecilerin gelişinden bu yana binlerce ikinci eş uygulamasına şahit olunduğu çeşitli raporlarda bildirilmiş durumda. Ancak Suriyeli kadınların genellikle pasaportu olmadığından, evlilik için gerekli evraklar tamamlanamıyor ve bu evlilikler Türkiye’de resmî nikâh kaydına geçmiyor. Üstelik bu evlilikler sonucu doğan çocukların uyrukları da sorunlu hale geliyor. Türk vatandaşlığı için gerekli süreçler başlatılamıyor. Mültecilerin kaynak sıkıntısı çektiği de göz önüne alındığında, bu evliliklerin -en azından bazı Suriyeli aileler için- hayatta kalma stratejisi olarak görüldüğü söylenebilir. Dilencilik ve adi suçlarda görülen artış, bölgede öne çıkan diğer sosyal sorunlar. Öte yandan, Suriye plakalı sigortasız araçların sebep olduğu trafik kazaları nedeniyle oluşan hasarları Türk sürücülerin karşılamak zorunda kalması gibi başka sorunlar da mevcut. Bu konuda, polisler Suriyeli sürücülere yaptırım uygulayamamaktan, Arapça yazılı plakaları okuyamamaktan ve Suriye plakalı araçları izleyememekten şikâyetçi durumda. Ancak 22 Kasım 2014 tarihli Resmi Gazete ile yayımlanan bir düzenleme ile, yürürlükteki Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 51. maddesine, “Olağanüstü haller nedeniyle ülkemize giriş yapan yabancılara ait araçlara geçici trafik belgesi ve tescil plakası verilmesi” hükmü eklendi.[24]
5. Hizmetlere Erişim:
Krizin oluşturduğu bir başka etken ise, sosyal ve yerel hizmetlere erişimde karşılaşılan yeni durumlar. Bunlar arasında öne çıkan başlıklar; eğitim, sağlık ve belediyecilik-yerel hizmetler olarak sıralanabilir. Bu başlıkta özetlenen sorunların ortak noktası hizmetler kısmında Suriyelilerin yarattığı etkinin gündelik hayatı etkilemesini engellemek adına öncelikli olarak detaylı bir planlama çerçevesinde kapasite gelişiminin önerilmesi olacaktır.
A. Eğitim
Ekim 2014 tarihli Geçici Koruma Yönetmeliği ile, eğitime erişimin iyileştirilmesi mümkündür. Yönetmelik, Suriyeli mülteci çocukların Türkiye’deki devlet okullarına erişebilmeleri için ailelere şart koşulan ikamet izni alma şeklindeki bürokratik engeli kaldırıyor. Yönetmeliğe göre; bundan böyle yeni kimlik kartı verilen Suriyeli mülteci çocukların devlet okullarına erişimleri için, ek olarak ikamet izni şartı aranmayacak. Ancak Yönetmelik’te Suriyeli mültecilere yönelik Arapça eğitim veren özel okulların açılmasını kolaylaştıracak herhangi bir hüküm bulunmuyor. Bu tür okulların açılabilmesi için gereken hukuki usullerin belirsizliği, hem bu okulların açılmalarına mani oluyor, hem de uluslararası mali yardımın sağlanmasını engelliyor. Yönetmelik, bu konunun yakın bir zamanda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ele alınacağının sinyalini veriyor. Benzer bir şekilde, Suriyeli mültecilerin yükseköğretime erişimleri konusunu da Yüksek Öğretim Kurumu’na havale ediyor. Ancak dil sorunları ya da ebeveynlerin maddi kısıtları gibi eğitime erişimle ilgili diğer zorlukları ele almıyor. Ekim 2014 tarihli Geçici Koruma Yönetmeliği öncesinde, ikamet izni olan Suriyeli mültecilerin (ikamet izni için pasaport, resmi sınır kapılarından geçiş mührü ve ücret gerekiyor) çocuklarını devlet okullarına kaydettirebilmeleri, çocuklarının da bu izne sahip olması şartıyla, teknik olarak mümkündü. Ancak bu yolla kayıt olmayı başarabilen kişi sayısı çok az. Bu duruma yol açan nedenler arasında dil engeli ve daha az düzeyde de olsa, okulların bu çocukları kaydetmedeki gönülsüzlükleri bulunuyor. Uluslararası Af Örgütü raporunda araştırmacılara verilen cevaplara göre; Hatay’da Suriyeli Türkmen mülteci bir kadın, Türkçe konuşabilen ve şart tutulan ikamet izni bulunan kızının ildeki devlet okulları tarafından herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin kabul edilmediğini söylüyor. Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı’na göre ise; Mart 2014 tarihi itibariyle Türkiye okullarında kayıtlı Suriyeli çocuk sayısı yalnızca 6.000.[25] Aşağıda belirtildiği üzere, okula gidebilen Suriyeli mültecilerin büyük bir kısmı Suriyeli mültecilerin kurduğu özel kurumlara gidiyor. UNICEF, kamp dışında yaşan ve okul çağında bulunan Suriyeli çocukların yalnızca yüzde 26’sının okula erişimi olduğunu belirtiyor. Ancak STK çalışanları ve Suriyeli aktivistler, sıklıkla, Türkiye’deki Suriyeli mültecilere yönelik en gelişmiş altyapının bulunduğu Gaziantep ili de dâhil olmak üzere kamp dışında yaşayan ve düzenli olarak okula giden okul çağındaki Suriyeli mülteci çocuklarının oranının yüzde 10 veya daha az olduğunu ifade ediyorlar.[26]
Eğitime erişimleri bulunan Suriyeli çocuklar ise genellikle Suriyeliler tarafından işletilen ve Arapça dilinde eğitim veren özel okullara gidiyorlar. Türkiye’de bu tür kurumlara sıkça rastlamak mümkün. Bu kurumlar büyük ölçüde kontrol edilmedikleri için sayılarını tam olarak belirlemek oldukça zor; ancak uluslararası bir uzman, bu sayının 150-200 arasında olduğunu belirtirken, Suriyeli ve Filistinli iki aktivist ise bu rakamı 55 olarak veriyor.[27] Bu kurumlara kayıtlı öğrenci sayısı hakkında ise herhangi bir veri mevcut değil. Uluslararası Af Örgütü’nün görüştüğü çok sayıda mülteci, bu okullarda eğitim dilinin Arapça olmasından ötürü çocuklarını bu okullara göndermeyi tercih edeceklerini ifade ediyor. Söz konusu kurumlarda, genelde eğitim ücreti alınıyor ve talep edilen ücretler ise her okulda farklılık gösteriyor. İstenen ücretin çok az olduğu durumlarda bile, birçok Suriyeli aile çocuğunu okula gönderemiyor. Teknik olarak, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından onaylanmayan tüm okul ve eğitim kurumları kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya olsalar da, İstanbul’un Başakşehir semtindeki bir Suriye okulunun müdürü, Uluslararası Af Örgütü’ne, Türkiye yetkililerinden herhangi bir destek almadıklarını ancak okulunun da kapatılmadığını söylüyor.
B. Sağlık Hizmetleri
Türkiye, 9 Eylül 2013 tarihinde, daha önce sadece sınır illerinde bulunan Suriyeli mültecilere tanınan sağlık hizmetlerine ücretsiz erişim hakkını genişleterek, bu hakkı Suriye’den gelen tüm mültecilere tanıdı. Ekim 2014 tarihli Geçici Koruma Yönetmeliği de kayıtlı Suriyeli mültecilere sağlanan bu hakkı devam ettiriyor. Suriyeli mültecilerin, ülke çapındaki kamu hastanelerinde ücretsiz muayene ve ücretsiz tedavi hakları var; ancak kronik hastalıklar ya da sürekli tedaviyi gerektiren hastalıklar bu kapsamda değil. Türkiye hükümeti tarafından yapılan bir araştırma, kamp dışındaki Suriyeli mültecilerin yaklaşık olarak yüzde 60’ının Türkiye’deki sağlık hizmetlerinden yararlandıklarını ve kamp dışındaki doğumların da yüzde 97’sinin bir hastanede ya da sağlık ocağında gerçekleştiğini ifade ediyor.[28] Ekim 2014 tarihli Geçici Koruma Yönetmeliği, psiko-sosyal destek ihtiyacı bulunanların bu desteği alabileceklerini öngörüyor; ancak bu denli büyük bir ihtiyacın uygulamada nasıl karşılanacağı ise belirsizliğini koruyor. Orsam & Tesev raporuna göre; sınır illerindeki devlet hastaneleri kapasitelerinin % 40’ına kadarını Suriyelilere hizmet vermek için kullanmakta. Ayrıca Suriye’de yaşanan çatışmalar sonrasında Türkiye’ye gelen kişilerin de tedavileri bu hastanelerde gerçekleştirilmekte. Hastanelerin fiziki şartlar ve sağlık çalışanlarının yeterliliği anlamında ciddi şekilde kapasite sorunu yaşadığı aşikâr olmakla beraber, bunun üzerinden yerel halk eskiye göre daha kötü sağlık hizmeti aldığını belirterek tepki geliştirmektedir. Genel halk sağlığı üzerinde de olumsuz bir etki yaratmaktadır bu durum. Sınır illerinde yer yer çocuk felci, şark çıbanı ve kızamık gibi hastalıklar görülmeye başlanmıştır.
C. Yerel Hizmetler
Suriyelilerin kitlesel olarak Türkiye’ye gelişi yerelde verilen hizmetler ve şehir düzeni noktalarında da sorunlara gebe olmuştur. İç İşleri Bakanlığı kararı ile belirli illerde ikametine izin verilen Suriyelilerin ikametinin yoğunlaştığı illerde belediye hizmetlerinde aksamalar ortaya çıkmış ve kentsel yapılaşmada da bozukluklar baş göstermiştir. Orsam & Tesev raporunda yapılan alan araştırmasında, Suriyelilerin gelişi sonrasında çöp toplama, toplu taşıma, trafik, su temini ve dağıtımı, şehir temizliği, zabıta hizmetleri, inşaatların kontrolü, kültürel faaliyetlerde aksamaların oluştuğu gözlemlenmiştir. Buna sebep olarak, belediyelerin il ve ilçelerde belirlenen sınırlar içerisinde olan nüfusa göre bütçeden pay aldığı ve buna göre planlama yaptığı ancak Suriyelilerin gelişi ile beraber burada oluşan asimetri örnek olarak verilmiştir. Ayrıca halihazırda var olan altyapının artan nüfus sonrasında yetersiz kaldığının altı çizilmektedir. Örnek olarak, Kilis şehrinin toplam nüfusu kadar Suriyelinin bulunduğu ve bu durumun şehrin alt yapısını iflas noktasına getirdiği belirtiliyor.
CHP nasıl bir pozisyon almalı?
Çalışmada yararlanılan raporların hemen hepsi Suriye krizinin bitişine dair bir şey söyleyebilmenin mümkün olmadığını söylerken, ülkemize gelen Suriyelilerin gidişinin kısa vadede mümkün olmadığını belirtiyor. Genel olarak göçmen/sığınmacı çözümüne genel 3 yaklaşım şu şekildedir;
- Kriz yaşanan ülkede koşulların düzelmesi ve gönüllü geri dönüşlerin olması,
- Üçüncü bir ülkeye sığınma için transferlerin sağlanması,
- Sığınılan ülkeye entegrasyon sürecinin başlaması.
Yukarıda sıralanan önerilerden bir başkası olan sığınmacıların üçüncü bir ülkeye transferine ilişkin tartışmalara dönüp baktığımız zaman, komşu ülkeler arasında zaten belirli oranlarda Suriyelinin ikamet ettiği ve bu ülkelerin zaman içinde kapasitelerini doldurdukları belirtilmektedir. Avrupa’da patlak veren ve önemli bir kısmı Türkiye üzerinden kaçak yollarla geçiş yapmaya çalışılması sonucu oluşan “Mülteci Krizi” de bu konunun bir başka parçası olarak önümüzde durmaktadır. CHP’nin de üyesi olduğu AP parti grupları şemsiye örgütü Party of European Socialist’in getirdiği öneriler üzerinden ortaklaşa bir politika oluşturulması gerekmekte. Özellikle insan kaçakçılığına karşı özellikle AB ile oluşturulacak bir işbirliği çalışması, bu alanda olumlu sonuçlar verecektir. Türkiye üzerinden gerçekleşen geçişlerin illegal ve son derece tehlikeli yollarla gerçekleştirilmesini önlemek adına “Güvenli Geçiş Koridorları” oluşturulması, üzerine bir ortak politika üretimini yine Avrupa devletleri ile gerçekleştirmek bu noktada azami önem taşımakta. Bunun yanında, böylesine büyük bir topluluğa sahip Suriyelilerin hukuki statülerinin “misafirlik” gibi tanımlanması ve uygulamaların çerçevesini etkisiz bir hale getiren tanımlamanın değiştirilmesi gerekmektedir. Bunun ötesinde, entegrasyon, USAK ve Amnesty raporlarında altı çizilen bir seçenek olarak önümüzde. Council of Europe‘un 13462 nolu belgesinde, üye ülkelerin uluslararası hukuka uygun olarak çalışma izni ve belirli bir yaşama süresini sığınmacılara tanıdığı ibaresi bulunmakta. Türkiye’nin de tarafı olduğu Avrupa Sosyal Şartı konuya ilişkin çalışma izni için detaylı düzenlemeler öneriyor. Öte yandan, bakıldığında başarılı ve kayıt altında göçmen istihdamının sosyal ve ekonomik yararlarına ilişkin de bazı bölümler CoE no:13462 nolu belgede yer almakta. Sığınmacıların bulundukları ülkenin sosyal yardımlarına bağımlı olmasındansa, ekonomik değer yaratmalarının destekleyici ülke için maliyetleri düşüreceğini ve sosyal düzenin bozulmaması açısından önemli olacağı belirtiliyor. Yine aynı belgede, illegal koşulların oluştuğu iş piyasalarına itilecek sığınmacıların ülke ekonomisine yapacağı yıkıcı etki için seks işçiliği, organize suçlar gibi örnekler veriliyor. Bu anlamda, söz konusu ülkelerin elini ne kadar hızlı tutarsa o kadar avantajlı konuma geçeceğine değiniliyor.
Öncelikli olarak Suriyelilerin kayıt işlemlerinin derinleştirilmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir. Bugüne kadar tahmini Suriyeli rakamı üzerinden yapılan analizler ile AFAD verileri birbirini hiçbir zaman tutmamıştır. Bu çerçevede, yapılan kayıtların genişletilmesi için gezici kayıt araçları ile Arapça broşürlerle Suriyelilere kayıt altına girmeleri halinde edinecekleri faydaların anlatılması yararlı olabilir. Yapılacak kayıt çalışmalarında sığınmacıların beşeri sermaye olarak adlandırabileceğimiz detaylı bilgilerinin de bir bilgi bankasına aktarımı sonrasında uygulanacak sosyo-ekonomik politikalar için önem arz etmektedir. Bu şartlar altında, CHP’nin, kapsayıcı bir politika oluşturması ve emek sömürüsünü temelde insan hakları çerçevesinde kategorik olarak reddetmesi ve ayrıca ülkemize gelen sığınmacıların kayıt dışındayken iş bulabildikleri legal iş piyasaları için de alan yaratacak politikalar uygulaması gerekmektedir. Sağlık Bakanı tarafından yapılan açıklamaya göre; ülkemizde Irak ve Suriyeli sığınmacıların toplamda 40.000 çocuk dünyaya getirdiği bir ortam mevcuttur.[29] Bu çocukların, Almanya’da Türklerin kayıp jenerasyonları örneğinde olduğu gibi bir sorunla karşılaşmamaları adına sokaklardan okullara alınması gerekli. Burada en önemli ayaklardan birisi eğitim olarak karşımızda durmakta. Öncelikli olarak dil öğreniminin yaygınlaştırılması gerekmekte. Dilin sorunlara ve çatışmalara sebebiyet verebileceği düşünülürse, halihazırda TÖMER’in 4000 TL’ye verdiği dil kurslarına alternatifler bulunmalı. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın konuya ilişkin sağladığı burslar artırılmalı ve gerekirse emekli öğretmenler harekete geçirilerek bir dil öğrenme kampanyası başlatılmalı. Dil bilme oranının artışı ile kayıt dışı ekonomi ile de mücadele edilebileceği düşünülebilir. Şu anda kamplarda verilen kurslar, Suriyelilerin kendi okulları ve MEB’in kısıtlı örgün eğitim imkanları eğitim anlamında bir kaos durumuna işaret etmekte. Bütünleşik ve kapsamlı bir eğitim politikası dizayn edilememiş ve Suriyelilere dönük yamalı bir eğitim anlayışı uygulanmaktadır. Verilecek iyi eğitim programları ile eşit şartlarda oluşan bir iş piyasası yaratılabilir.
Eğitim ve sağlık anlamında uygulanacak politikalar için kapasite artırımı yine CHP’nin önermesi gereken politikalardan bir tanesidir. Burada eğitim politikalarında özellikle atanmayı bekleyen binlerce genç öğretmene istihdam kapısı açılabilir. Suriyelilerin eğitim üzerinden adaptasyonu için uygulanacak programlarda istihdam edilecek bu genç öğretmenler aynı zamanda atanmayı bekledikleri kamu iş piyasasına giriş yapabilir ve sonrasında edindikleri tecrübe ile ilerleyen yıllarda ülkenin başka bölgelerinde görev yapabilirler. Ek olarak, GKY ile altı çizilen ancak hala şartları belirlenmeyen çalışma şartları her geçen gün kayıt dışı ekonomiye katkı yapmaktadır. Acilen belirlenecek çalışma şartları ile adil bir iş piyasası oluşturulmalıdır. Aksi halde ucuz iş gücü vakaları ile Türkiye kökenli işçilerin iş piyasasında karşılaşacağı sorunlar artacak ve “Suriyeliler işlerimizi elimizden alıyor.” retoriği yeni sorunlara gebe olacaktır. Bu anlamda, maliyet hesabı gözetilmemelidir. Mecliste gündeme getirilen “Yabancı İstihdamı Kanunu Tasarısı” acil olarak ele alınmalı ve emek gücünün sömürüsü ve halkların birbirlerine karşı düşmanlığını derinleştirecek uygulamalar engellenmelidir. Öte yandan, Suriye’den gelen girişimcilerin kayıt altına alınması da yine önemli olan bir başka konudur. Kaçakçılığın arttığı ve vergi rekabeti ile oluşan bir piyasada haksız rekabet önlenmelidir. Gerekirse kayıt altına giren Suriyelilere ucuz kredi ile piyasada tutunabilmeleri için fırsat yaratılmalı ve piyasa içi rekabet bu yolla derinleştirilmelidir. Suriye’den gelen girişimcilerin başarılı örneklere imza attıklarını görebiliyoruz. İstanbul’da oluşan 22 ortaklı ve 300 çalışana sahip zincir lokantalar ve fırınlar bulunmakta.[30] Sanayi ve Ticaret odaları, bu “artık” yerleşik olmaya başlayan müesseseleri, kendi bünyesinde Orta Doğu’da yeni iş sahalarına girmek isteyen kişi ve kurumlar için bir fırsata dönüştürebilir ve taraflar yeni ortaklıkları farklı kapasite kullanımları üzerinden gerçekleştirebilir.
CHP, yine sınır illerinde bulunan işveren örgütlerinin önerilerini dikkate almalıdır. Orsam & Tesev raporunda altı çizilen bir öneri, sığınmacılara yönelik olmak üzere işyerlerinde “Yabancı İşçi Kotası” uygulaması uygulanabileceğidir. Zorunlu olmamakla beraber % 10’u aşmayacak şekilde belirli sınıflandırmalar yapılabilir ve sonrasında belirli iş yerlerinde yabancı işçi çalıştırılabilir. Bu yolla, kaçak çalıştırılma sonrasında oluşan “Suriyeliler haksız rekabet ile işimizi elimizden alıyor” algısı yıkılabilir. Sığınmacıların istihdamı ile oluşan vergi ödememe durumu ortadan kalkınca, Suriyeliler lehine herhangi bir durum oluşmaz. Ayrıca işverenlerin bahsettiği iş gücü ihtiyacı da karşılanmış olur. CHP, oluşturulacak uzun soluklu bir politikanın kamp dışındaki mültecileri/misafirleri de kapsamasını önermelidir. Kamp dışında kalan Suriyelilerin kapsanmadığı bir politika anlayışı, bu insanları kendi hallerine bırakmak demektir. Böylesine dışlayıcı bir anlayış, aynı zamanda iki toplum arasında oluşacak gerilimlerin önünü açacaktır. İktidarın, uzun zamandır konuya ilişkin işbirliklerinde sadece kendine yakın STK’lar ile işbirliği yaptığı gözlemlenmektedir. Bu durum, etkin yardım ve dayanışma politikaları geliştirilmesini engellemektedir. Saydam bir yardım politikası önerilmelidir.
Türkiye’nin uluslararası yardım için de harekete geçmesi gereklidir. USAK & Brookings ve Amnesty raporlarında da belirtildiği üzere, Türkiye’nin kısıtlı gerçekleşmelerle gelen uluslararası yardımı artırmak için tavır ve tarzını değiştirmesi elzemdir. 2012 yılına kadar başta BM olmak üzere uluslararası kamuoyu ile kısıtlı iş birliğine giden Türkiye, özellikle Van Depremi sonrasında kapasitesini sorgulama yoluna gitmiştir. Sığınmacı rakamlarının katlanması ile yardım çağrılarını artıran Türkiye, öncelikle kamplarda izlediği “kapalı kutu” tarzından vazgeçmelidir. Normal olarak gönderilen yardımların ne amaçla ve nerede kullanıldığını takip edecek olan ülke ve kuruluşlar bu anlamda Türkiye’ye güvenmemektedir. Kampların uluslararası işbirliğine açık hale getirilmesi ve buna göre yardımların tespiti yolu sağlanmalıdır. Kriz döneminde görülen bir başka durum ise, yerel otoritelerin daha fazla yetkiye ihtiyacı duyduğu durum ve noktaların günden güne çoğalmasıdır. Yerel otoriteler, Suriyeliler için sosyal alanlar yaratılması gibi kaynak ve otorite gereksinimi oluşturan konularda edinecekleri yeni yetkileri daha etkin olarak kullanabilir. AFAD’ın, kriz döneminde yetkili olması olumlu bir durum olsa da, uzun vadede hangi kurumun yetkili olacağını sorgulamamız gerekir. Bu kurumun kapasitesinin ölçümüne ilişkin hangi yöntemler izlenecektir? Göç İdaresi, İç İşleri Bakanlığı ve AFAD arasında oluşturulacak sağlıklı bir koordinasyonun, ilerleyen dönemlerde Türkiye’de ikamet edecek olan sığınmacılara ilişkin yapılacak planlamalar için önemli bir dayanak oluşturacaktır. Ekonomide yavaş ölümün yaşandığını söylediğimiz bir ortamda, gerçekçi bir perspektif ortaya koymamız gerekmektedir. 60 ayrı ülkeden sığınmacı ve mültecisi olan Türkiye, gelecek hesaplamalarını iyi yapmalıdır. Akraba ve dost toplulukları orta vadede kendi topraklarında misafir edecek Türkiye, kaynaklarını etkin kullanmak durumundadır. Bu anlamda, son yıllarda yaşanan Londra & Paris mülteci ayaklanmaları bir ders olarak önümüzdedir. Genç nüfusun ağırlıklı olduğu Suriyelilerde kayıp jenerasyonlar yaratılmamalı ve etkili bir entegrasyon politikası takip edilmelidir. Türkiye, bölgesel risklerin yüksek olduğu bir ortamda bundan bir kaç yıl sonra sokaklarında mülteci ayaklanmalarının yaşanacağı bir ortam yaratmamalıdır.
İyi Örnekler (Refugees and the right to work – Council of Europe Belgesinden Derlenmiştir) :
İsveç Sığınmacı & İltica Politikası: İsveç, iltica talebinde bulunanların öncelikle acilen çalışabilmelerini sağlıyor ve aynı zamanda giyim, tedavi ve boş zaman aktiviteleri için günlük olarak ödeme gerçekleştiriyor. Eğer iltica talepleri başarılı olursa, mülteciler için ücretsiz dil kursu, kültür ve iş piyasası entegrasyonu kursları veriliyor. Yapılan araştırmalara göre; bu tarzda politikalar İsveç’teki mülteciler arasında oluşan işsizlik oranını düşürüyor.
Wuppertal (Almanya): Almanya’nın Wuppertal kentinde uygulanan “Participation Network”, federal hükümet ve Avrupa Sosyal Fonu tarafından fonlanan ve sivil toplum örgütleri ile yerel otoriteleri bir araya getiren bir kooperatiftir. Bu kooperatif, genel olarak sığınmacı ve mültecilerin iş piyasasına ulaşımını amaçlar. Projenin sonuçlarına bakıldığında; yüksek oranda işçilerin bir işe yerleştirildiği gözlemlenmiştir. Bahsi geçen proje, daha sonraları Almanya’da iki ayrı şehirde daha tekrarlanarak uygulanmıştır. İş imkânına ulaştırılan bireylerin yanı sıra, Wuppertal şehrine de belirli oranlarda fayda sağlanmıştır. Şehirde oluşan ekonomi kazanç, 2009 sonu itibariye 577.000 Euro iken, 2013 Ağustosu ile bu rakam 3.346.560 Euro miktarına ulaşmıştır.
Employability Forum (Birleşik Krallık): Bağımsız bir organizasyon olan EF, Birleşik Krallık içerisinde mülteciler için istihdam çalışmaları yürütmektedir. Yürüttüğü bir çok program arasında iş tanımına uygun dil kursları, iş piyasasına nasıl ulaşılacağına dair bilgiler, gönüllülük hakları, hak edilen kazançlar ve yardımlar/destekler ve kariyer planlaması üzerine programlar uygulanmaktadır. Ayrıca ana vatanlarında vasıflı öğretmenlik özelliklerine sahip eğitmen ve öğretmenler için başarıyla uygulanmış olan işe yerleştirme uygulamaları gerçekleştirilmekte.
Anıl Kemal AKTAŞ
[1] “Suriyeliler Türkiye’de kalıcı”, Mynet, http://www.mynet.com/haber/dunya/suriyeliler-turkiyede-kalici-1974824-1.
[2] “AFAD: Şu an itibariyle Türkiye’de 1 milyon 652 bin Suriyeli var”, Cihan Haber,
[3] “1.5 milyon Suriyeli ‘biyometrik’ kimlikli”, Hürriyet, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27940878.asp.
[4] “Suriye’den Türkiye’ye Nüfus Hareketleri, Kardeş Topraklarındaki Misafirlik Raporu”, AFAD,
https://www.afad.gov.tr/TR/IcerikDetay1.aspx?ID=16&IcerikID=1636.
[5] “Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri Raporu”, Orsam & Tesev.
[6] “Suriyeliler için 7.6 milyar dolar harcadık”, Millet Gazetesi, http://ekonomi.millet.com.tr/suriyeliler-icin-7-6-milyar-dolar-harcadik-haberi/1274280.
[7] “AFAD Başkanlığı 2012 Yılı Denetim Raporu”, T.C. Sayıştay Başkanlığı, http://www.sayistay.gov.tr/rapor/kid/AFAD.pdf.
[8] “Refugees and the right to work”, Council of Europe, Doc. 13462 – 24 March 2014.
[9] “Erdoğan ‘örtülü ödenek’ rekoru kırdı: İki yılda 978 milyon TL harcadı!”, Sol Haber, http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/erdogan-ortulu-odenek-rekoru-kirdi-iki-yilda-978-milyon-tl-harcadi-haberi-60990.
[10] “Dış Ticaret Rakamları”, TÜİK, http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist.
[11] Tolga Tanış (2013), “Suriye’ye silahın belgesi”, Hürriyet, http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25361801.asp, 15 Aralık 2013.
[12] “Hayatta Kalma Mücadelesi Türkiye’deki Suriye’den Gelen Mülteciler”, Amnesty International.
[13] “Suriyeli Mülteciler Krizi ve Türkiye Sonu Gelmeyen Misafirlik Raporu”, USAK & Brookings, Kasım 2013.
[14] “Suriyeli çalıştırana ağır ceza”, Millet Gazetesi, http://www.millet.com.tr/suriyeli-calistirana-agir-ceza-yazisi-1267816.
[15] “Hayatta Kalma Mücadelesi Türkiye’deki Suriye’den Gelen Mülteciler”, Amnesty International.
[16] “Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar, 2013 Saha Araştırması Sonuçları”, AFAD.
[17] “Hayatta Kalma Mücadelesi Türkiye’deki Suriye’den Gelen Mülteciler”, Amnesty International.
[18] “İhracat rakamları açıklandı: En fazla artış Suriye’de”, Sol Haber,
http://haber.sol.org.tr/emek-sermaye/ihracat-rakamlari-aciklandi-en-fazla-artis-suriyede-104338, 01 Ocak 2015.
[19] “Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri Raporu”, Orsam & Tesev.
[20] “Şirket rekoru Suriyelilerde”, Milliyet, 13 Şubat 2013, http://www.milliyet.com.tr/sirket-rekoru-suriyelilerde/ekonomi/detay/1836464/default.htm.
[21] “Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar, 2013 Saha Araştırması Sonuçları”, AFAD.
[22] “Türkiye’de Suriyeli Mülteciler – İstanbul Örneği” Raporu, Mazlumder, 2013.
[23] “Kilis’teki Suriye: Sorunların Tespiti ve Çözümleri” Raporu, Kilis Ortak Akıl Topluluğu, Eylül 2013.
[24] Resmi Gazete Sayı : 29183, 22 Kasım 2014, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/11/20141122-8.htm.
[25] “Hayatta Kalma Mücadelesi Türkiye’deki Suriye’den Gelen Mülteciler”, Amnesty International.
[26] “Hayatta Kalma Mücadelesi Türkiye’deki Suriye’den Gelen Mülteciler”, Amnesty International.
[27] “Hayatta Kalma Mücadelesi Türkiye’deki Suriye’den Gelen Mülteciler”, Amnesty International.
[28] “Türkiye’de Suriyeli Mülteciler – İstanbul Örneği” Raporu, Mazlumder, 2013.
[29] “Müezzinoğlu: ‘Suriye’den Gelen Misafirlerimizden 40 Bini Türkiye’de Doğum Yaptı’”, Milliyet, 30 Kasım 2014,
http://www.milliyet.com.tr/muezzinoglu-suriye-den-gelen-misafirlerimizden-edirne-yerelhaber-499167/.
[30] “Suriye’deki iç savaştan kaçtı, İstanbul’da lokanta zinciri kurdu”, Hürriyet,