15 KASIM’A DOĞRU KIBRIS SORUNU

upa-admin 14 Kasım 2015 1.693 Okunma 0
15 KASIM’A DOĞRU KIBRIS SORUNU

KKTC halkı bir yandan Cumhuriyet’in 32. kuruluş yıldönümünü kutlamaya hazırlanırken, diğer yandan da Kıbrıs Sorunu’na çözüm arayan görüşmeleri endişe ve merakla yakından takip etmektedir.

Her iki taraf da, demeçlerinden anlaşılacağı üzere, Rum tarafının Mayıs 2016’da yapacağı parlamento seçimlerine kadar, detaylı olmasa bile ana hatlarıyla, ortak deklarasyonun biraz daha ilerisinde bir çözüm planına ulaşmaya çalışıyor. Rum tarafının seçimlerinden sonra ise, taraflar kesin bir çözüme ulaşmayı amaçlıyor ve bunu umut ediyor.

Önceki görüşme süreçlerinde bir yere kadar gösterilen şeffaflık, bu kez yapılan görüşmeler için uygulanmıyor ve varılan mutabakatlar veya ayrılıklar -özellikle Türk tarafında- halk ile paylaşılmıyor. Zaman zaman Rum basınında çıkan veya Türk tarafında dedikodu niteliğinde yayılan haberler, Türk halkını büyük endişeye sürüklüyor. En çok konuşulan, yorum yapılan ve korkuların dile getirildiği  konular ise; mülkiyet, toprak ve garantiler meseleleridir.

Kıbrıs Türk halkının çoğunluğunun taviz vermeyeceği konu ve KKTC’nin kırmızı çizgisi, -kuşkusuz- Türkiye’nin etkin ve fiili garantisidir. Sözkonusu hususun tartışılması bile, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’in stratejik değeri açısından düşünülürse, Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları için kaygı vericidir. Garanti anlaşmaları caydırıcı (deterrence) niteliktedir ve kurulacak olan federasyonun kalıcılığını da bu özelliğiyle arttıracaktır. Karşı tarafın kötü niyeti yoksa, bundan korkmaması gerekir. Eğer Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin gerekli olmadığı, Türk tarafına yapılacak herhangi bir saldırıda Türkiye’nin anlaşmasız da müdahale edebileceği iddia ediliyorsa, bu, kesinlikle yanlıştır. Böyle düşünenlere 1964 yılındaki Johnson mektubunu ve 1974 yılında ABD’den Barış Harekatı konusunda alınan onayı hatırlatmak isterim. Birleşik Krallık Ada’dan ayrılırken, Orta Doğu’ya hakim olacağı iki askeri üs alıp bugüne kadar bunları bırakmazken, Türkiye, güvenliği ve stratejik konumu açısından çok önemli olan Kıbrıs üzerindeki söz hakkından asla vazgeçmemelidir. Ancak garanti anlaşmalarının vazgeçilmezliği hususunda Türkiye’den ve Türk tarafı görüşmecilerinden henüz güçlü sesler duyulmamaktadır.

Mülkiyet konusuna gelince, Türk halkını en çok meşgul eden husus, mal tazminatları konusudur. Türklerin 41 senedir kullandıkları tapulu mallarındaki mülkiyet haklarının ikinci derece geçerli sayılması, kabul edilebilir bir durum değildir. Önceliğin orjinal tapu sahibine verilmesi, tazminatlar hususunun bir emlak bankası gibi çalışacak olan Mal Tazmin Komisyonu’na bırakılması ve sorunların bireysel çözüm yollarıyla giderilmeye çalışılması, mülkiyet sorununun çok uzun yıllar çözüme ulaşamamasına, hatta daha da girift bir hal almasına yol açacaktır. Örneğin 1990’da Batı ve Doğu Almanya’yı birleştiren anlaşma; Sovyetler Birliği’nin kamulaştırdığı mülkleri, tazminat açısından ikiye ayırarak çözmeye çalışmış, ancak zamanla görülmüştür ki, mahkemelere intikal eden anlaşmazlıklar bugün bile hala daha devam etmektedir. Büyük ihtimalle mülkiyet konusunda çıkacak sorunlar, tarafların birbirine karşı güvenini de sarsacaktır. Ayrıca tazminat değerlendirmelerinde 22 tane kategori kullanmak ve yeni baştan değerlendirme yapmak, bugüne kadar bir devlet olan KKTC’nin varlığını ve meşruluğunu inkar etmek anlamına gelecektir. Bilindiği üzere, Doğu Almanya bölgesinde yaşayan Almanlar mal tazmini hususunda sosyal tepkiler göstermişler; intihar vakaları yaşanmış, ekonomik hayat etkilenmiş ve neticede malın iadesi yerine kaybedilen malın parasal değeri ile tazmin edilmesine karar verilmiştir. Mülkiyet konusunda Türk halkının tatmin olacağı yegane çözüm, global takas ve tazminat olarak görülmektedir.

Mülkiyet ve Garantörlük dışında, Kıbrıs Sorunu çözüm sürecinde Türk tarafının gündemini toprak konusu da meşgul etmektedir. Halk, bir kez daha göçmen olmak istememektedir. İki kesimlilik, Rumlara Türk topraklarında kantonlar verilerek bozulmamalıdır. Kantonlar verilmesi halinde, iki kesimliliğin “birincil hukuk” olması zorlaşabilecek ve ekonomik münhasır bölge içindeki kaynaklardan Türklerin yararlanma hakkı bölünecektir. Toprak konusu, 12 Şubat 1977 Doruk Anlaşması’nda olduğu gibi, ekonomik bakımdan üzerinde yaşanabilirliliği, verimliliği ve toprak mülkiyeti ışığında ele alınmalıdır. Rum tarafı göçmenlerine geri dönme hakkının tanınmasını ve  60.000 Rum’un Türklere bırakılacak olan % 24-25 oranındaki topraklara dönmesini şart olarak belirtmektedir. Kıbrıs Türklerinin çoğu, bu konuda huzursuzluk duymaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliği’nin, Kıbrıs Sorunu’na kalıcı bir çözüm bulunması hususunda her iki tarafa da pozitif etki yapmaya çalıştıkları gözlemlenmektedir. Ancak Türk tarafının dikkatli ve ihtiyatlı olarak, kırmızı çizgiler konusunda dirayetli davranması ve çözümün oldu bittiye getirilmemesi konusunda uyanık olması gerekmektedir. Ayrıca Rum tarafı da, iki tarafa eşit haklar veren bir çözüm istediği hususunda Türk tarafını ikna etmelidir.

Dileriz 1960 Anayasası’nın bizlere sağladığı haklardan daha iyi haklar veren bir çözüm anlaşmasını referanduma sunabilelim. Aksi takdirde, verilen şehitler ve çekilen cefalar boşa gider…

Hasibe ŞAHOĞLU

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.