Kitap Adı: Şiddet Üzerine: Seçme Eserler
Yazar: Hannah Arendt
Kitabın Künyesi: İstanbul İletişim Yayınevi, 2012, 102 sayfa, ISBN-13: 978-975-470-629-1
Şiddet, günümüzde hala tanımı yapılırken zorlanılan kavramlardan birisidir. Hannah Arendt, küresel olarak şiddetin tanımını ve amaç-araç ilişkisi bakımından anlamını güncel olaylar ışığında incelerken, egemenlik ve şiddet kavramlarını kullanıyor ve bu kavramlar arasındaki bağlantıyı aydınlatıyor. Bu çalışmada, Arendt’in egemen (iktidar)-şiddet ilişkisi ile şiddetteki amaç-araç bağlantısı incelenecektir.
Birinci bölümde, Arendt, 20. yüzyıl örnekleri ile şiddet kavramını açıklayacağından bahsederek başlar. Lenin’e atıf yaparak, 20. yüzyılın savaş, devrim ve dolayısıyla şiddetin yüzyılı olduğundan söz eder. Fakat şiddet araçlarında teknolojinin yardımıyla sağlanan gelişimde, yaratılan araçlar insanoğlunun siyasi tahayyüllerinin çok ötesine geçmiştir. Oysa hiçbir gerekçe, bu araçların kullanılmasını meşru kılmamaktadır. Teknolojinin yardımıyla gelişen şiddet araçları, eski dönemlerdeki çözümsüzlüklerin nihai çözümü olan savaşın tüm ihtişamını elinden almıştır. Zira bu araçların yıkıcılığının dünyayı bir felakete sürükleyeceğinden bahsederek, iki tarafın da kaybı ile sonuçlanacağını ve haliyle kimsenin kazanamayacağını belirtir. Engels’e atıf yaparak, şiddetin güç ve kuvvetten ayrı olarak araçlara ihtiyacı olduğunu belirtir. Bizatihi şiddet, ‘araç ve amaç’a dayanan bir kavramdır. İnsan amaçları asla bir fabrika üretimindeki amaçlar gibi olamaz. Bu örneği verdikten sonra ‘fortuna’ yani kötü şans ya da kader kavramını kullanan Arendt, savaşların hiçbir şekilde öngörülemez olduğunu ve ‘game theory’ gibi simülasyon çalışmalarının bu sorunu çözmede yeterli olamayacağını söylemektedir. Savaşların hala var olmasının sebebini ise, uluslararası ilişkilerde savaşın yerine siyasi bir çözümün henüz bulunamaması olarak açıklamaktadır. Arendt, nükleer ve biyolojik teknolojiye sahip olmayan ülkelerin savaşı son çare olarak düşünmelerini tehlike olarak görür. Eski bir söz olan ‘ya zafer ya ölüm’ sloganını hatırlatarak, bugün dünyanın kitle imha silahları ile daha tehlikeli bir yer haline geldiğini ve sadece az gelişmiş ülkelerin savaşa yatkınlığı öngörülürken, gelişmiş devletlerde bunun öngörülmeyeceğinin düşünülmesinin yanıltıcı olduğunu belirtir. Proudhon’a atıf yaparak ise, ‘beklenmedik olanın yaratıcılığı, devlet adamının sağgörüsünü fazlasıyla aşar’ sözü ile geleceğin öngörülmesinin çok zor olduğunu ve gelişen şiddet araçlarının dünyayı barışa yaklaştırdığı kadar, aynı zamanda felakete de bir o kadar yaklaştırdığını anlatır.
Engels ve Clausewitz’e de atıf yapan Arendt, savaştan söz ederken, bunun ya siyasal, ya da iktisadi bir sürekliliği sağladığından bahseder; fakat bu teze katılmaz. Arendt, ‘barışın ve savaşın başka araçlarla sürdürülmesi’ tezine daha yakındır. İkinci Dünya Savaşı sonrası yetişen kuşakla ilgili olarak, ‘bunlar atom bombası altında yetişen ilk kuşaktır’ demektedir; Anne ve babalarından toplama kampları ve İkinci Dünya Savaşı’nda olanları dinlediler. Bunun sonucunda ilk tepkileri şiddetin her türüne karşı çıkarak, şiddete dayalı olmayan bir siyaseti desteklediler. Dünya için artık militanlar ya kızıl faşist, anarşist ya da Nazi olarak adlandırılırken, buna karşılık olarak ‘polis devleti’, ‘geç kapitalizmin faşizmi’ ya da ‘tüketim toplumu’ nitelendirmeleri ile kendilerine karşı çıkanları suçlamaktadır. Amerika’da üniversitelerde gençlik hareketleri ve siyaset hareketinin ortaya çıkmasıyla birlikte üniversiteler için ayrılan fonlar tartışma konusu haline gelmiştir. Jerome Lettwin, ‘hükümet MIT için ayırdığı bütçeyi kesemez ve kesmeyi göze alamaz’ derken, hükümetlerin bu okullarda geliştirilen teknolojiye ihtiyacı olduğunun farkında olup, ödenekler konusunda asla bir kesintiye gidemeyeceğinden bahseder. Üniversitelere sosyal bilimler alanında verilen fonları kısarak ve bu fonları fen bilimlerine aktararak, hükümet hem üniversitelerde ortaya çıkan olayları engellemek, hem de teknolojik gelişimi sağlamayı hedeflemiştir. Üniversitelerde şiddet, siyah hareketi (black power) üniversitelere girince ortaya çıkmıştır. Batı ülkelerinde üniversite hareketleri halktan pek destek bulamaz. Hatta olayların abartılması durumunda buna tepki gösterebilecek iken, Amerika’da siyah hareketinin yarattığı şiddeti destekleyen geniş siyahi kitleler vardır. Bütün bu olaylara sebep olan psikolojik etkenler aranmıştır. Amerika’da hoşgörülü yetiştirme, Almanya ve Japonya’da aşırı otoriteye tepki, Doğu Avrupa’da özgürlükten yoksunluk, batıda fazla özgürlük ve Fransa’da sosyoloji öğrencilerinin işsiz kalmasının bütün bu olaylara yol açtığı savunulmuştur. Bütün bu bölgelerde ortak olanın cesaret, eylem istenci ve değişim konusunda olan özgüven olarak görüldü. Fakat bütün bunlar neden gibi görülmemeli… Teknolojik ilerleme, bütün bunları tetikleyen ana etken olarak felakete götürmektedir.
Siyah hareketi şiddete dayalı eylemlerinde geniş halk kitlelerinin desteğini sağlandığında başarılı olduklarını görmeleri sonucunda isteklerini şiddete yönelerek istemiş ve bunu meşru olarak görmüştür. Amerika şiddet raporunun vardığı sonuç, bu yöndedir. Siyah öğrenci hareketi ile işçi hareketi arasında ilk bağlantı kuran isim Staughton Lynd olmuştur. Üniversite yönetimi öğrencilerin bu şiddet yoluyla isteklerini gerçekleştirme arzularına karşılık olarak, üniversitelerde uyuşturucu kullanan ve bireysel şiddete yönelen öğrencilere daha merhametli davranmıştır.
İkinci bölümde, Sorel 60 yıl önce “şiddet sorunu hala hayli karanlıktır” demiştir ve bu geçerliliğini hala koruyan bir yargıdır. Şiddet, iktidarların en çok göze batan dışavurumudur. Mills, tüm siyaset iktidar mücadelesinden ibarettir ve iktidarın nihai biçimi şiddettir demektedir. Max Weber’e atıf yapılırken “insanın insan üzerinde meşru olduğu iddia edilen şiddet araçları yoluyla egemenlik kurması” tanımına atıf yapılmaktadır. İktidar bir yönetim aracıdır ve o da varlığını şiddet yoluyla korumaktadır. Jouvnel’e gelirsek, “kumanda etmek ve itaat etmek, işte iktidarın yegane amacı budur: Kumanda etmek”. Mill’e göre uygarlığın ilk dersi itaat dersidir. Mill, geleneklerin iki durumuna değinir. Birincisi öteki üzerinde iktidar kurma, diğeri üzerinde iktidar kurulmasında isteksizliktir. Ülkenin kurumlarına kudret veren halkın desteğidir. Bu Antik Yunan’dan, Roma yönetimi ve günümüze kadar böyle gelmiştir. Her dönemde sorulan sorulara cevap verecek birileri gerekmektedir bunun en tehlikelisi cevapları verecek birisinin olmadığı tiranlık yönetimidir zira burada sorulan sorulara asla cevap verecek birisi bulunamaz. Temsile dayalı yönetim biçimlerinde iktidarların halk desteğine ihtiyaçları vardır beslendikleri nokta burasıdır ve desteğin olmadığı durumlarda kurumlar çözülmeye ve yıkılmaya başlar.
Krallık ve monarşilerde halk desteği temsili yönetimlere göre daha önemlidir. Çünkü tiran bile yönetimde kısıtlı olsa da şiddet için yardımcılara ihtiyaç duyar. İktidarın aşırı uçtaki biçimi “bire karşı herkes”tir. Şiddetin aşırı biçimiyse, “herkese karşı bir”dir ve bu şiddetin araçlar kullanmadan oluşması mümkün değildir. İktidar (power); iktidar bir gruba aittir ve grup bir arada olduğu sürece varlığını sağlayabilir ve koruyabilir. Bu grup ortadan kalktığında kişinin iktidarı ortadan kalkar. Çünkü bir kişinin iktidarından bahsettiğimizde aynı zamanda bir gruptan bahsetmiş oluruz.
Kuvvet (strength); iktidarın aksine kuvvet bireysel olanı niteler karakterde bulunan bir özelliktir. En güçlü olan kişinin bile kuvveti bir başkası tarafından alt edilebilir. Fakat onlardan bağımsız olarak varlığını sürdürebilir.
Güç (force); güç günlük dilde kaba kuvvet olarak tanımlanır, özellikle şiddet bir baskı aracı olarak kullanılıyorsa.
Otorite (authority); terimler içerisinde tanımlaması en değişken olandır ve en sık kötüye kullanılandır. Baba-çocuk, öğrenci-öğretmen arasında bu terim kullanılabilirken Roma Senatosu’nda ve hatta kilisede bile kullanılabilir. Bu terimin en büyük düşmanı ve zayıflatma yolu kahkahadır.
Şiddet (violence); kavram, araçlara ihtiyaç duyar ve kuvvete yakındır. Şiddet ve iktidar iç içe geçen kavramlardır ve sıklıkla birbirlerini tanımlamakta kullanılır. Fakat bu ikisinin tamamen birbiri ile aynı olduğu söylenemez. Şiddet iktidarların iç ve dış işlerinde sorunların çözümü olarak kullandıkları son çare olarak karşımıza çıkmaktadır ve bu tanımlamayı kullanmak çekici bir hale gelmiştir. İktidarların zayıfladığı yerde emir-itaat zinciri ortadan kalkar. Sınıfsız toplumda ise dürüstçe denendiğinde karşımıza tiranlıktan başka bir şey çıkmayacaktır. İktidarın yerine şiddet koymak çok büyük hasara neden olacaktır. Zira kazananda bu zaferde kaybeden taraf olacaktır. Şiddete rağmen kimse iktidar (egemen) kalamaz. Her şiddet eğilimi ile gelinen iktidar sonunda mevcut iktidarın yıkılmasıyla sonuçlanır. Stalin Rusya’sı buna önemli örnektir ve Stalin sonrası dönemde onun yarattığı şiddetin izlerini silmek için gelen iktidarlar çok çalışmışlardır.
İktidar ve şiddet birbiri içerisine geçen tanımlar değildir. Birisinin ortaya çıktığı yerde diğeri barınamaz. Şiddet, iktidarın tehlikeye girdiği yerde ortaya çıkar. Şiddetin karşıtını ise şiddetsizlik olarak görmek yanlıştır. Şiddet iktidar kurar tezi ise tamamen yanlıştır bilakis şiddet iktidarın yıkılmasını sağlar. Her şer içinde bir hayır vardır düşüncesine Marx ve Hegel güvenmektedir. Çünkü kötülüğün içinde iyilik vardır.
Üçüncü bölümde birçok doğa bilimi (biyolog, etnolog ve zoologlar) insan davranışındaki saldırganlığı araştırmak için bir araya gelmişlerdir. Hatta polemoloji (çatışmabilim) adında yeni bir bilim dalı bile denenmiştir. İnsan topluluklarının anayurtları için savaşmalarını anlama, balık ve maymunlarda grup yurtsallığı güdülerini keşfetmek için bu bilimlere ihtiyaç duyulmadığı Arendt tarafından söylenmektedir. Bunun anlaşılabilmesi için herhangi bir kentin gecekondu mahallesinde geçirilecek tek bir gün yeterli olacaktır. Tahrik yokluğu güdülerin engellenmesine ve bastırılmış saldırganlığa yol açıyor. Nedeni ise doğada beslenme ve cinsellik güdülerinin insan saldırganlığını ortaya çıkarmasıdır. Psikologlara göre biriken enerjinin bir anda patladığında açığa çıkan enerji çok daha tehlikeli bir ortam yaratmayı elverişli hale getirir. Bütün bu yorumlar incelendiğinde tahrik olmadan ortaya çıkan şiddet doğal bir hal taşımaktadır. Eğer öz koruma açısından mevcudiyetini ve işlevini kaybetmişse akıl dışıdır ve insanın canavarlaşması bu sayede olur.
Eski Yunan’da insan, akıl sahibi olan hayvandır tanımı yapılmaktadır. Bu tanıma göre insan hayvanlardan salt akıl ile ayrılmaktadır. Fakat insanı hayvanlardan ayrı kılan akıl insanı hayvanlardan daha tehlikeli bir canavar yapar. Arendt’e göre insanı hayvanlardan ayıran kavram akıl değil bilimdir. İnsan bilim ile ürettiği alet ve araçlarla şiddeti ortaya çıkarır ve tekonolojnin gelişmesiyle tehlikeli bir canavar haline dönüşür. Birçok düşünür şiddetin hiddetten kaynaklandığını belirtir. Fakat toplama kampları ve işkence düşünüldüğünde hiddet şiddeti yaratmamaktadır. Çünkü hiddet sadece sonucunda başarı olabilecek durumlarda şiddet yaratır. Hiçbir insan tedavisi olmayan hastalığa ya da depreme hiddetlenerek şiddet doğuramaz. Koşulları değiştiremeyecek durumdaki hiddet tepkiye neden olmaz. Tüm devrim tarihi bunu göstermektedir. Hiddet sadece durumu değiştirebilme ihtimali ortaya çıktında şiddeti çıkarır.
Toplu olarak suçlama çok tehlikeli bir anlayıştır. Siyah hareketi incelendiğinde tüm beyazlar suçludur algısı ortaya çıktığında bunun sonucunda ortaya ırkçılık çıkmaktadır ve tehlikeli bir saçmalıktan ibarettir. Şiddet cemaati içerisine girilmesi çok tehlikeli bir durumdur zira bu cemaate girilmesi durumunda geri dönülemez bir yola girilmiş olunur. Şiddet gruplarının istediği tam olarak budur. Eğer birey şiddet cemaatine bir kez girerse bunun sarhoş ediciliğiyle karşılaşacaktır. Doğası gereği araçsal olan şiddet kendisini meşru amaca ulaştırdığı kadar rasyoneldir. İrlandalı ajinatör O’Brien’ın dediği gibi bazen şiddet ılımlılığın sesini duyurabilmek için tek yoldur. İktidardaki her gerileme şiddeti ortaya çıkaran en önemli unsurdur. Ne olursa olsun iktidar gücünü kaybetmeye başladığında şiddetin cazibesine kayıtsız kalamaz ve şiddet araçları ile müdahalede bulunur.
Hannah Arendt, Şiddet Üzerine adlı eserinde genel olarak 20. yüzyıldaki büyük şiddet olaylarını incelemektedir. Bu incelemelerinde, Avrupa ve Amerika başta olmak üzere küresel üniversite öğrenci hareketini incelemiştir. Daha sonrasında şiddet doğası ve şiddetin yan araçları olan iktidar, güç ve otoriteyi güncel olaylar ve düşünürlerin teorileri üzerinden açıklamaktadır. Kitabında son olarak iktidar ve iktidarın sahiplendiği şiddet tekelini incelemiş, şiddetin doğa durumunu açıklamaya çalışmıştır. Eser, şiddet ve şiddetin araç-amaç ilişkisi başta olmak üzere insanları ve iktidarı şiddete iten faktörleri anlayabilmemiz açısından önemli bir çalışmadır.
Mehmet GÜLDAL