KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ VE TÜRKİYE’DE POPÜLER KÜLTÜR

upa-admin 05 Haziran 2016 11.118 Okunma 0
KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ VE TÜRKİYE’DE POPÜLER KÜLTÜR

Sanat yapıtları çileci ve utanmazdır. Kültür endüstrisi ise pornografik ve iffetlidir.” – Adorno ve Horkheimer

Giriş

Sanayi devriminin ortaya çıkması ve gelişmesiyle birlikte, üretilen ürünlerin pazarlanması ihtiyacı ortaya çıktı. Kültür endüstrisi kavramı, Frankfurt Okulu’nun önemli temsilcileri olan Theodor Adorno ve Max Horkheimer tarafından ortaya atıldı. Bu kavram, kültürün ve sanatsal alanın endüstrileşmesini anlatmaktaydı. Bu çalışmamda, “kültür endüstrisi” kavramı ışığında, Türkiye’deki televizyon programlarının izlenme oranlarına göre sıralanmasını belirleyen reyting oranlarını ve müzik piyasasında en çok satan isimlerin şarkılarını irdeleyeceğim.

Kültür Endüstrisi

Kültür Endüstrisi kavramı, Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer’ın birlikte yazdıkları ‘Aydınlanmanın Diyalektiği’ adlı eserlerinin içinde yer alan bir bölümdür. Adorno ve Horkheimer, uzun süredir popüler kültür ya da kitle kültürü adını verdikleri kavramların yetersiz olduklarını düşünmekteydiler. Bunun için, üzerinde çalıştıkları konunun kitle, kültür ve endüstri ile ilişkili olması nedeniyle, kültür endüstrisi kavramının düşüncelerini daha açık şekilde anlattığını düşündüler.[1]

Bungalow tipi ev modeli gibi, insanlar şehrin dışarısında kristalleşmiş bir yapıya bürünen sistemin içerisinde yaşarlar. Sistem, onları düzenli ve temiz bir ortamda yaşadıklarına inandırır. İnsanlar, iş ve eğlence için şehre gelirler, böylece sermayenin boyunduruğu altında kalırlar. Bundan şikayet etmezler, bu sistemin kristalleşmesine neden olur.[2] Telefondan radyoya geçiş ise rolleri değiştirmiştir. Telefon insanların liberal özne rolünü oynamasına izin verirken, radyo herkesi aynı standartlar altında toplayarak herkesin aynı şeyleri dinlemesini veya istemesini zorunlu kılar.[3] Tek kanallı TRT veya radyo istasyonları buna güzel örnek olacaktır. TRT, ilk kurulduğunda tek kanal ile yayın yapıyordu ve insanlar tek kanaldan gelen haberlerin doğruluğuna inanıyorlardı. Türkiye’de gerçekleşen darbelerde önce Ankara Radyo Binası’nın ele geçirilmesi bununla ilişkilidir. Zira halkın haber alma şansı vardır, ancak bunu sorgulama şansı yoktur. Bu yüzden, radyo, topluma liberal özne olma rolünü vermez.

Endüstri, zaten kendi kolları içinde kültür endüstrisi aygıtları ile içiçe geçmiş bir ilişki içerisindedir. Çelik, petrol ve bankacılık gibi iş kollarının film, radyo ve televizyon gibi aygıtlardan ayrı oluşumlar olduğunu söyleyemeyiz.[4] Günümüzde sanat olarak görülen film ve radyo gibi aygıtlar, kendilerinden çok uzak sanat dalları ile bir ilişki halinde ürünler ortaya koyarlarsa? Yani radyoda pembe dizi veya Tolstoy’un bir romanı aynı kurallar içinde bir filme uyarlanıyorsa, tüketiciler için isteyecek bir durumda oluşmaz. Endüstri, zaten tüketiciye isteyebileceği her şeyi önceden sunmuştur. Kültür endüstrisi, her alanda a veya b filmi, dergisi veya şarkısı yaptığında herkese uygun bir ürün yerine herkesin isteyeceği bir ürün üretir. Yani tüketiciyi sınıflandırır. Tüketiciler, kültür endüstrisinin kendileri için ürettiği ürünleri seviyelerine ve düzeylerine göre alırlar. Bu sınıflandırma, daha öncesinde kültür endüstrisi tarafından ona biçilen roldür.[5] Türkiye’de yayın evlerinde bunu sıklıkla görmekteyiz. Kitap fuarlarında Metis ya da Ayrıntı gibi yayınevlerinin stantlarında daha çok sol düşünceyi benimsemiş insanları görürken, Dergah ve Kripto yayınevlerinin stantlarında daha muhafazakar veya milliyetçi okurları görüyoruz. Endüstri, herkese önceden ait olmaları gereken sınıfları belirlemiş ve herkes kendisine hitap eden ürüne yönelmektedir. Bunun herkes için geçerli olduğunu söyleyemeyiz ama bütün bunların toplum içinde gerçekleşmediği anlamına gelmez.

Bunu başka bir örnekle anlatmak da mümkün; Yavuz Turgul’un yönettiği ve Şener Şen’in başrolünü oynadığı ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’[6] adlı filmin son sahnelerinde, yönetmen Haşmet Asilkan ile filmin başrol oyuncusu Jeyan arasındaki sahne, endüstrinin bizleri nasıl sınıflara ayırdığının önemli bir örneğidir.[7] Haşmet Asilkan, toplumcu bir film çekmek ister, fakat kimse yanında yer almaz. En çok 1980 darbesi sonrası solcuların desteğini isterken alamamıştır. Nedeni, yönetmenin hapse girip işkence görmemiş olmasıydı. Adorno ve Horkheimer haklıydı; endüstri, herkese ait oldukları sınıfları belirliyordu. Haşmet Asilkan bir aşk yönetmeniydi ve asla içeride yani solcuların yanında olamazdı, o dışarı kalandı ve hep dışarıda kalacaktı. Film sektöründe ise büyük bütçeli filmlerin iyi olacağı algısı mevcuttur. Endüstri, çok miktarda para yatırdığı tüm işlerin iyi olacağı yönünde bir algıyı tüketiciye benimsetir. “Avatar” filmi buna önemli bir örnektir, film çok yüksek bütçeli bir filmdir, fakat konu bakımından oldukça sığ bir filmdir. Imdb.com dünyanın gelmiş geçmiş en iyi filmlerinin yer aldığı sıralamadır.[8] Avatar, tüm dünyada sahip olduğu bütçe ve gelir ile dünyada birinci sırada olmasına rağmen, Imdb.com’da en iyi 250 film arasında değildir.[9] Kültür endüstrisi, kendisini klişeler olarak nitelendirdiğimiz döngüler üzerine konumlandırır. Filmde ve dizide aynı olay örgüleri mevcutsa ve biz bunu halen daha izliyorsak, işte endüstri döngüyü başarılı kılmış demektir. Kemal Sunal filmleri Türkiye’de “Hababam Sınıfı” serileri ile başlar ve “Umudumuz Şaban” ya da “100 Numaralı Adam” gibi filmlerle devam eder. Kemal Sunal, hep saf, dürüst ve cesur olandır, klişedir, ve insanlar daha önce belki on kere izledikleri sahneye tekrar izlediklerinde gülebiliyorsa, Adorno ve Horkheimer haklı çıkıyor ve kültür endüstrisi kendisini iyi pazarlıyordur.[10]

Endüstri akan bir nehir gibi, durmaz ve kurumaz bir nehirdir. Endüstri ürünleri sürekli kendisini yeniler ama bu yenileme sadece ambalaj yenilemesidir. Yani Adorno ve Horkheimer’a göre, endüstri hit şarkılar, romanlar ve bence günümüzün modası, aynı şeylerin ambalajının değişmiş ve sürekli hale getirilmesidir.[11] Dünya müzik piyasasında kış ve yaz hitleri ya da moda firmalarının yaz veya kış kreasyonları güzel örnek olacaktır. Her yıl aynı ürünlerin ya da aynı ritimlerin ambalajlarının değiştirilip önümüze servis edildiklerini görürüz. Türkiye’de Serdar Ortaç şarkılarının benzerlikleri hep eleştirilir, aslında Adono ve Horkheimer bahsettiği tam da budur.

Güldürü endüstri de en önemli metalardan birisidir. Bergson’a yapılan atıfla, kısacası komedi ya da güldürü dediğimiz şey, içimizdeki barbarlıklarının dışa vurumu demektir. Yani güldürmek için birileri ile dalga geçmeniz ya da onun acizliğini kullanmanız lazım.[12] Endüstri, bizim dışımızdaki insanların acizliği ile dalga geçerek bunlardan ürettiği metalar ile bizleri güldürüyor. Cem Yılmaz, Türkiye’nin en önemli komedyenidir. Cem Yılmaz, güldürü metalarını hayatın içinden alır; Yılmaz’ın güldüğümüz tüm esprileri, birilerinin bize göre yanlış veya komik ama ona göre doğru olan durumlarıdır. Yılmaz’ın kullandığı argümanlardaki karakterlerin doğru ya da yanlış oldukları veya bütün bunların komik olduğunu nasıl düşünüyoruz? Adorno ve Horkheimer, endüstrinin zaten önceden bizim için hazır olanı bize sunduğunu söylemekteydiler. Biz, o gösteriyi izlemeye gittiğimizde zaten gülmek için gidiyoruz, çünkü endüstrinin bize yapmamızı emrettiği şey gülmemizdir. Adorno’nun bir başka endüstri ürünü olarak gördüğü şey ise astrolojidir. Adorno, astrolojinin emir veren bir batıl inanç olduğunu düşünmektedir.[13] Astroloji, kişinin iradesi dışında olduğunu ve müdahale edemeyeceği bir kaderin varlığına inandırılır. Bu saatten sonra kişi kendisini ve hayatını astroloji yani yıldızların okunuşuna göre ayarlar. Astroloji, bireyciliği desteklerken, bir yandan da iş ahlakına uymayı tavsiye eder. Bir nevi çıkabilecek başkaldırının önüne geçilmesidir.

Adorno’nun eleştirilerinin temelinde Karl Marx’ın “meta fetişizmi” kavramı yatar.[14] Adorno, kültür endüstrisinin sanat yapıtlarının metalaşmasını değil, daha en başından kültür endüstrisinin pazar için üretilmiş metalar olduğunu söyler. Adorno, sanatın toplumun içinden çıkmaması gerektiğini söyler; nedeni ise Adorno’nun toplumların aydınlanmasının sanatla olabileceğine olan inancıdır. Adorno, toplumun içinde yaşanan sosyal olguların sanatın konusu olmadığını söyler; bunun için de sanatın toplumdan bağımsız eserler olması gerektiğini söyler. Böylece, toplum sosyal hayatın getirdiği baskılardan ve kırılamaz sistemin dışına çıkabilecektir. Yani eski Yeşilçam filmlerinde karşımıza çıkan, ünlü olmak için büyük şehre giden ya da Yılmaz Güney filmlerinde karşımıza çıkan toplumun fakirliği ve gelirden hak ettiği payı alamaması gibi konular sanatın konusu olmamalıdır. Adorno, muhalefetin de endüstri tarafından kurgulandığını söyler ve bu muhalefetin üreteceği ürünün endüstrinin kurgusu dahlinde olacağını ve aslında sistemin çözülümü için bir şey ifade etmediğini söyler.

Türkiye için bu analizi okuduğumuzda, aslında haklılık payı vardır. Türkiye’de muhalif film veya müzik sektörlerine baktığımızda, aslında onlara bırakılan alan kadar muhalefet şansları vardır. Selda Bağcan’ın yaptığı protest müzik ve konserler, ona endüstrinin açtığı alan ile yapabilmektedir. Plak, müzik videoları ve bunlarla kazanılan paralar, bütün bunlar endüstri sarmalı içerisinde iç içe yer almış olgulardır. Amerika’da 1969 yılında gerçekleştirilen Woodstock Festivali önemli örnektir, Amerikalı gençlerin Vietnam Savaşı’na karşı protesto haklarını kullandıkları ve ünlü birçok şarkıcının sahne aldığı konserlerdir. Jimmy Hendrix, Janis Joplin, Joan Baez ve Jefferson Airplane gibi şarkıcı ve gurupların sahne aldığı ve daha sonrasında bu işten milyon dolarlar kazanılan bir konserler bütünüdür. Festivalin bilet fiyatlarının günümüz değeri ile 120-150 dolar arası olduğunu düşünür ve konsere gelen 400.000 genç ile hasılatı hesaplamaya kalkarsak, evet, Woodstock Festivali gerçekten de çok karlı bir protesto olmuştur.[15] Kısacası, kültür endüstrisi Adornocu bakışla üretilen kültür ürününün pazarlanmasıdır. Nedir bu? Beethoven 9. Senfoni’yi bestelediğinde, tek kaygısı eserinin aristokratlar ve entelektüeller tarafından beğenilmesi olacaktı; zira bunun karşılığında belli bir ücret alacaktı. Elbette günümüz şarkıcıları ya da bestecileri gibi para kazanma kaygısı vardı, ancak Beethoven’ı günümüz popçularından ayrı kılan şey eserlerindeki özgünlüktür. Besim Dellaloğlu, katıldığım bir analizinde, “ışıklarda duran arabaların içerisinden çalan şarkılara dikkat edin, sadece al yapısındaki ritimleri duyabilirsiniz” der, bunun nedeni tüm popüler şarkılarının temellerinin aynı altyapı üzerine kurulmasıdır. İşte Beethoven ile günümüz pop müzik üreticilerinin arasındaki fark budur. Beethoven para kaygısı güder, fakat eserde mükemmeliyet arar, ancak Tarkan’ın tek derdi çıkaracağı plak ya da kasetin bir milyon satmasıdır.[16] Şimdi bu analizleri Türkiye’de güncel reyting listesindeki ilk beş programa uygulayalım.

Reyting Listesi ve Kültür Endüstrisi

Reyting listesinde genel olarak listenin ilk on sıralamasına giren yapımları aldım. Televizyon reytingleri Türkiye’de gündüz kuşağı ve “prime-time” olarak oluşmaktadır. Prime-time, akşam 20.00-23.00 saatleri arasında yayınlanan programlardır. Bu saat aralığı reklamların en yoğun yayınlandığı ve ücretlerinin en yüksek olduğun yayın zamanıdır. Bir firmanız var ve bunun reklamını vermek istiyorsanız, bunların çeşitleri var. Bant yayını 8 saniye süren bir reklamdır[17] bunun maliyeti 8.500 TL olarak karşımıza çıkmaktadır.[18] Spot reklamlar, bu reklam türü kanalların prime-time saatlerinde yayınladıkları program aralığında yayınlanan reklamlardır, reklam süresi 8 saniyedir. Spot reklam ücreti 25.800 tl olarak belirlenmiştir.[19] Spot reklamlar, büyük bütçeli şirketlerin kanallara verdikleri reklamdır. Gündüz kuşağı programlar Türkiye’de kadın programları olarak algılanmaktadır. Çünkü Türkiye’de ulusal yayın yapan kanallar, gündüz kuşaklarında kadın programları yayınlamaktadırlar. Kadın programlarının reklam bedeli, “Esra Erol’da Evlen Benimle” (ATV) ya da Star Tv’de yayınlanan “Evleneceksen Gel” gibi programlarda 13.600 tl olarak karşımıza çıkmaktadır. Kültür endüstrisi kavramında, Adorno ve Horkheimer bize çelik, banka ve diğer endüstri kuruluşlarının yayın organları ile olan bağlantısını ve ayrılamaz birlikteliklerini anlattılar. Burada karşımıza çıkan, bahsettikleri bağlantıdır. Kültür endüstrisi ürünü üretir ve ürenin satması için çalışır. Amerika’da Super Bowl finalinin 30 saniyelik reklamın bedelinin 4.5 (yaklaşık 13 milyon Türk lirası) milyon dolar olması, sektörün büyüklüğünü gözler önüne sermektedir.[20] Türkiye’de 2016 yılı itibari ile reyting sonuçlarının sıralamasını çıkardığımda, durum şöyledir;

Gündüz Kuşağı Programları                           Prime Time

Esra Erol’da Evlen Benimle                                        Survivor

Müge Anlı ile tatlı sert                                                 Diriliş (dizi)

Evleneceksen Gel

Zuhal Topalla İzdivaç                                               Arka Sokaklar (dizi)

Gündüz kuşağı programları, genel olarak evlilik programlarından oluşmaktadır. Programların ana teması evlenmek isteyen insanları birbirleriyle televizyon ekranlarında tanıştırmak, birbirlerini tanımalarını sağlamak ve sonunda evlendirmektir. Evlilik, Kant yorumuyla “Karşı cinsten iki şahıs arasında cinsel organlarını karşılıklı olarak kullanma konusunda yapılan bir sözleşmedir”.[21] Evlilik, Türk toplumunda kutsal olarak görülen ve toplumun temel taşı olarak nitelendirilen bir anlaşmalı kurumdur. Bu programlar ile toplumun temel kurumu zedeleniyor mu? Bu, bir sosyoloji tartışması; fakat benim üzerinde duracağım konu, kültür endüstrisinin bunu nasıl pazarlandığı. Endüstri, Adorno ve Horkheimer açısından hayatın içerisinden oluşan olguları alır ve bunu ürün olarak satışa çıkarır, tüketici bu ürünü tüketir, aslında tüketmeye zorlanır. Evlilik programları, ürettiği ürünleri toplumun tüketmesi için ekrana koymakta ve izleyicilerin (tüketicilerin) tüketmesini beklemektedir. Aslında programın ürünü insanın kendisidir. İnsanın şeyleşmesi, tanım anlamıyla kültür endüstrileşmesi ile toplum içerisinde yer alan insanın bir meta haline gelmesidir.[22] Bu türden programlarda insanlar bir metadır ve üretilen şey evliliktir. Evlilik veya evlenebilme, artık bir üründür ve izleyici bu ürünü tüketecektir. Toplumda evlilik programlarına olan eleştirel kuramlar fazlasıyla irdelenmektedir. Ancak reyting oranları bizlere gösteriyor ki, bu eleştiriler Adorno ve Horkheimer’ın dediği şekilde endüstri kurgusu içinde ürünün daha popüler hale gelmesine yarıyor. Türkiye’de Okan Bayülgen’in sunucusu olduğu Dada Dandinista adlı yapımda, bu programlardaki dalga geçilebilecek veya aciz görülebilecek kısımlar gösterilerek insanların gülmesi sağlanmaktadır. Adorno ve Horkheimer’ın Bergson’a yaptıkları atıfta olduğu gibi, adeta içimizdeki barbarlığı dışa vuruyoruz. Programlara muhalefet edip eleştirirken, aslında endüstrinin başka bir alanını geliştiriyoruz. Bu alan, talk-show programlarının gelişmesini ve endüstrinin gelişim hızını arttırıyor.

Survivor programı, yerleşimden uzak bir yerde soyutlanarak para ve ödül karşılığında oluşturulan yarışmalar ile insanların yarışmasını sağlayan ve hayatta kalan (yarışmayı kazanan) kişiyi belirlemeye çalışan bir televizyon programıdır.[23] Türkiye’de Acun Ilıcalı tarafından televizyon ekranlarında yayınlanan program, 2016 yılı reyting listelerinde açık ara birinci gelen programdır. Yarışma, Makyavel veya Hobbes teorisi olan ‘insan doğası kötüdür’ analizinin doğruluğunu bizlere gösterir. Yarışmacılar, ödül ve para için birbirleriyle kıyasıya yarışırlar. Kavga ederler, politik oyunlarla birbirlerini eler ve kazanmaya çalışırlar. Sosyal Darwinizm’i akla getiren bir yarışmadır. Güçlü olanın zayıf olanı elemesidir. Program, uzun yıllardır Türk televizyon ekranlarında yayınlanmaktadır. Program birçok ismi toplum hafızasına eklemiştir. Taner Tolga Tarlacı, Hakan Hatipoğlu ve Yılmaz Morgül gibi… Taner Tolga Tarlacı Girne Amerikan Üniversitesi öğrencisiyken yarışmaya başvurmuş ve katılmıştır. Daha sonrasında Taner yarışmada yaptığı hareketler ile 3T markası haline gelmiştir. Kültür endüstrisi, bize Taner’in hareketlerini eğlence olarak sunar. Taner güldüren kişidir ve endüstri için bir metadır. Yaptığı hareketler, televizyon ekranlarında milyonlara pazarlanır ve bundan para kazanılır. Üst kısımda reklam ücretlerini vermiştik. TV8, Survivor yarışması için kayda değer bir reklam ücreti almaktadır. Asgari ücretin 1.300 TL olduğu bir ülkede, bir yarışma programının reklam arasında, TV8 saniye için yaklaşık 25.000 lira kazanmaktadır. Bir işçinin günde en az 8 saat çalıştığını düşünürsek, bu kıyaslama bize kültür endüstrisinin vahşiliğini göstermektedir.

Televizyon liberal özne rolünü vermez, ona itiraz edemezsiniz. Ekranda size sunulanı izlemek tek seçeneğinizdir. “Diriliş Ertuğrul” dizisi, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş hikayesinin dizi film formatında ekrana taşınan yapıtıdır. Dizi, siyasetin de uyguladığı neo-Osmanlıcılık’la özdeşleşerek topluma sunulmaktadır. Toplum, ülkede oluşturulan Osmanlı İmparatorluğu kalıbıyla diziye ilgi duyar. Çünkü siyaset toplumu sürekli Osmanlı döneminin güzelliklerini sunmaktadır, toplumda bu güzelliklere televizyon ekranlarından ulaşmaya çalışmaktadır. Tarihin bir ürün olarak sunulması ve siyasetin bunu kullanması ile, endüstri, Osmanlı İmparatorluğu’nu bir ürün olarak tüketiciye sunar. “Arka Sokaklar” dizisi, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün asayiş şube müdürlüğünde oluşturulan özel bir ekibin başından geçen günlük olayları anlatmaktadır. Dizi, ekrana verilen karelerin sürekli değişmesi ile aksiyonu bol bir görüntüyü seyirciye sunar. Sürekli farklı bir aksiyon sunar, bu birini bitiremeden yani sindiremeden bir diğerinin gelmesidir. Yani tüketici aksiyonu istemeden, aksiyon gelir ve tüketiciye tükettirilir. Dizinin başka bir özelliği ise, tüm toplumdaki memur sorunlarını işlemesidir. Hüsnü başkomiserin vurulması, toplumda bir etki yaratmıştır. İnsanlar, bu ölümü kendileri ile özdeşleştirmiştir. Bu da, Türk toplumunun dizide kendisini görmesi olarak görülebilir. Adorno’nun dediği şekliyle, sanatın toplumsal olayların içerisinden alınmasıdır. Ancak Adorno, özgür sanatın toplumsal olayların olguların içerisinden çıkmaması gerektiğini, zira bunun endüstrinin bir kurgusu olduğunu ve oluşabilecek direnişin önceden engellenmesi olduğunu düşünür. Kültür endüstrisi kavramını Türkiye’deki programlar üzerinden inceledikten sonra, Theodor Adorno’nun müzik kuramı ile Türkiye’deki müzik kültürünü inceleyeceğiz.

Adorno Müzik Kuramı ve Türkiye’de Müzik Eleştirisi

Thedor W. Adorno, Viyana’da müzik eğitimi almıştır.[24] Müzikoloji eğitimi sayesinde, eleştirel kuramlarını müzik üzerine uygulayabilmiştir. Adorno, müziğin toplumu ileri sürüklemesi gerektiğini savunur. Müzik, günümüzde piyasa yönelimli müzik ve böyle olmayan müzik olarak sınıflandırılmaktadır. Müzik, artık toplumları ileri taşıyacak bir sanat olmaktan çıkıp, endüstrinin metası haline gelmiştir.[25] Adorno’ya göre, belirli bir formül tuttuğunda endüstri bunu tekrar tekrar piyasaya sürüyor ve müzik toplumsal bir maya olmaya mecbur bırakılıyordu. Adorno, müziğin diyalektik analizini şöyle yapar: üretim; yaratıcının özgünlüğü ile ortaya çıkarılan eser. Yeniden üretim; teknoloji müzik yapılışında etkin rol oynar. Algılama; müziğe verilen tepki azaldı ve akılcılığını yitirdi nedeni müziğin sürekli aynı argümanları kullanması ve kendisini tekrar etmesidir.[26]

Adorno’nun bir başka ayrımı, öncü müzik ve popüler müziktir. Öncü müzik, ayrıntılı temalar içerir, bütün kendi içerisinde derin ayrıntılar barındırır ve bunlar bir düzen halindedir. Her ayrıntı bütünü etkiler ve bütün ayrıntılara göre şekillenir. Popüler müzik, kendisini sürekli tekrarlar, özgün değildir, ayrıntılar önemli değildir, ayrıntılar bütünü etkilemez ve doğaçlamalar sınırlıdır.[27] Eski dönemlerde müzik dinlemek için konser salonlarına gidilirdi. Teknolojinin gelişmesi ile müzik bir sektör haline geldi ve her yerde karşımıza çıkmaya başladı. Artık seçimlerde mitinglerinde, lokantalarda, alışveriş merkezlerinde ve arabalarda, kasetçalar yani müzik çalan aygıtlar artık arabalarda antifriz haline geldi.[28] Modern toplumda müzik protest bir hal almıştı. Caz, blues, rock ve rap tarzları protest müziğin tarzlarıydı. Adorno, caz müziğini Afro-Amerikalıların ülke içerisinde çektikleri çileleri anlattıkları bir müzik türü olduğu için lanetlemiştir. Adorno, özgür sanat ve öncü müzik ile sanatın toplumsal olgulardan sıyrılıp bağımsız bir yol izlemesi gerektiğini, kapitalizmin yarattığı açmazı ancak bu şekilde aşılabileceğini bizlere söylemektedir. Günümüzde, müzik, bir yönlendirme aracı olarak da kullanılmaktadır. Müzik kitleleri harekete geçirmek için kullanıldığı anda, zaten endüstrinin sınırlarına hapsolmuştur. Adorno, kültür endüstrisinin temelinde anlattığı tüm olgular endüstrinin birer kurgusudur. Müzik yoluyla ortaya çıkabilecek yönlendirmelerinde endüstrinin kendisi tarafından sindirilebileceğini Adorno bizlere anlatır.[29] Türkiye’de müzik piyasasının ya da Adornocu kavramıyla müzik endüstrisinin bizlere sunduğu ürünler, genel olarak birbirini tekrar eden ve aynı temeller üzerine oturan ürünlerdir. Serdar Ortaç, Hande Yener ve Demek Akalın ve Tarkan, Türk pop müziğinin en çok dinlenen sanatçılarının şarkılarını inceleyelim. Serdar Ortaç’ın “Poşet” şarkısının sözlerine ve armonisine göz attığımızda[30], karşımıza anlam bütünlüğü olmayan dizeler ve teknoloji aygıtları ile kurgulanmış bir armoni çıkmaktadır. Hande Yener’in “Romeo” adlı şarkısına baktığımızda[31], karşımıza yine pek anlamlı olmayan söz bütünleri ve Serdar Ortaç şarkılarına benzeyen altyapı ritmi karşımıza çıkmaktadır. Demet Akalın ve Tarkan’a baktığımızda da durum pek değişmemektedir. Temelde vurmalı çalgılar üzerine elektronik ortamda üretilmiş tonlar ve anlamsız söz bütünleri. Toplumun en çok dinlediği parçalar ve sanatçılar bunlardır. Peki bütünü ve müzikal kalitesi olmayan bu parçalar, nasıl olup da kitleleri peşinden sürükleyebiliyor? Kültür endüstrisi, ürünü pazarlamak için ürünü cazip hale getiriyor. Çünkü Serdar Ortaç ya da Tarkan’ın derdi, ürettiği bir milyon adet cd ya da kaseti satmaktır. Onlar, ürünü iyi veya kötü şekilde üretip satmayı hedeflerler, onlar için önemli olan ürünün niteliği ya da niceliği değil, ne kadar sattığıdır. Beethoven’da da aynı durum söz konusudur, o da ürününü sevdirmek zorundadır ve bundan para kazanmalıdır. Fakat Beethoven ürünlerini içerik anlamda mükemmel kurgular, 9. Senfoni’nin armonisi sürekli değişmektedir, birbirini tekrar etmez işte bu yüzden Beethoven öncü müzik, Serdar Ortaç piyasa müziği yapar. Adorno, öncü müziğin yönlendirici bir yapısı olmaması gerektiğini söylediği için, Adorno bakış açısından Cem Karaca, Selda Bağcan ve Ahmet Kaya gibi isimler de kültür endüstrisinin birer ürünüdür. Onların yaptıkları protest müzik, sadece endüstrinin gelişmesine hizmet eder ve asla öncü müzik türü olamazlar.

Değerlendirme

Kültür endüstrisi, kavram olarak kültürün endüstri kolları tarafından pazarlanmasını konu alır. Adorno ve Horkheimer, endüstrinin kitleleri nasıl uyuttuğundan veya aldattığından bahseder ve bunu hayatımızın içinde olan bizzat bizim yaşadığımız olgular üzerinden anlatır. Frankfurt Okulu’nun bu iki önemli düşünürü, yaşları itibari ile televizyon ve müzik sektörünün günümüzdeki küreselleşen halini göremediler, fakat bunu öngörebildiler. Bugün halen daha teorilerini ve eleştirel kuramlarını güncel olaylar üzerinden analiz edip okuyabiliyorsak, bu bize düşünürlerin kuramlarının günümüzde halen daha etkinliklerini koruduklarını gösterir. Ben bu çalışmamda, Adorno ve Horkheimer’ın kuramları üzerinden Türkiye’de yaşayan kitlenin kültürünü, kültür endüstrisi kavramı üzerinden eleştirel olarak okumaya çalıştım. Son olarak, Adorno caz müziği lanetlerken, pop kültürü daha dünyayı esaret altına almamıştı, herhalde Adorno günümüzde yaşasaydı, kendisini MTV kanalının kapısına zincirlerdi.

Mehmet GÜLDAL

KAYNAKÇA

[1] Besim Dellaoğlu, Frankfurt Okulunda Sanat ve Toplum, İstanbul: Say Yayınları, 2014, s. 107.

[2] Thedor W. Adorno-Max Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği, İstanbul: Kabalcı Yayıncılık, 2014, ss. 162-163.

[3] Adorno ve Horkheimer, s. 164.

[4] Adorno ve Horkheimer, s. 164.

[5] Adorno ve Horkheimer, s. 166.

[6] http://www.imdb.com/title/tt0263074/, Erişim Tarihi: 25.05.2016.

[7] https://www.youtube.com/watch?v=bAekAHRpoVc, Erişim Tarihi: 25.05.2016.

[8] http://www.imdb.com/chart/top, Erişim Tarihi: 25.05.2016.

[9] http://www.beyazperde.com/haberler/filmler/haberler-52164/, Erişim Tarihi: 26.05.2016.

[10] Adorno ve Horkheimer, s. 168.

[11] Adorno ve Horkheimer, s. 180.

[12] Adorno ve Horheimer, s. 188.

[13] Dellaloğlu, s. 108.

[14] Dellaloğlu, s. 109.

[15] https://en.wikipedia.org/wiki/Woodstock, Erişim Tarihi: 28.05.2016.

[16] https://www.youtube.com/watch?v=h__3t-vvMHQ, Erişim Tarihi: 28.05.2016.

[17] https://ekonomist.co/ekonomist/ekonomi/televizyon-kanallarinda-reklam-vermenin-maliyeti-1400/2/, Erişim Tarihi: 28.05.2016.

[18] http://www.tvreklam.com.tr/tv-reklam-paketleri Erişim Tarihi, 28.05.2016

[19] http://www.tvreklam.com.tr/tv-reklam-paketleri, Erişim Tarihi: 28.05.2016.

[20] http://www.trthaber.com/haber/spor/reklam-ucretleri-dudak-ucuklatiyor-161078.html, Erişim Tarihi: 28.05.2016.

[21] Slovaj Zizek, Yamuk Bakmak, İstanbul: Metis Yayınları, 2013, s. 7.

[22] Dellaloğlu, s. 114.

[23] https://tr.wikipedia.org/wiki/Survivor_(yar%C4%B1%C5%9Fma), Erişim Tarihi: 28.05.2016.

[24] Dellaloğlu, s. 84.

[25] Dellaloğlu, s. 85.

[26] Dellaloğlu, s. 86.

[27] Dellaloğlu, s. 87.

[28] W.V. Blomster (2015), Müzik Sosyolojisi: Adorno ve Ötesi, Ankara: Doğu-Batı Yayınları, s. 491.

[29] W.V. Blomster, s. 507.

[30] http://sarki.alternatifim.com/data.asp?ID=116547&sarki=Po%FEet&sarkici=Serdar%20Orta%E7, Erişim Tarihi: 28.05.2016.

[31] http://sarki.alternatifim.com/data.asp?ID=39461&sarki=Romeo&sarkici=Hande%20Yener, Erişim Tarihi: 28.05.2016.

 

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.