Peru’nun yeni Devlet Başkanı Pedro Pablo Kuczynski oldu. 5 Haziran tarihinde gerçekleşen genel seçimleri kazanan Kuczynski, bugün görevine başlıyor. Bu yazıda, 30 milyonluk nüfusa sahip Güney Amerika ülkesi Peru’nun yeni liderini mercek altına alacağım. Ama önce, seçim sürecinden bahsedelim.
2016 Peru Genel Seçimleri:
Peru’da genel seçimlerle ülkenin Devlet Başkanı ve iki Başkan Yardımcısı seçilmekte. Ayrıca Kongre üyeleri de bu seçimlerle belirlenmekte. 2016 seçimlerinin ilk ayağı 10 Nisan tarihinde gerçekleşti. Seçimlere katılan 10 adaydan hiçbirisi % 50’lik oranı yakalayamadığı için ikinci tura gidildi. İlk turda % 39’la en fazla oy oranını alan aday, merkez sağ kanadından Keiko Fujimori olmuştu. İsminden de anlaşılacağı gibi, Fujimori, Japon asıllı bir siyasetçi. Babası Alberto Fujimori, 1990-2000 yılları arasında ülkenin Devlet Başkanlığını yapmış, ancak 2000 yılında yolsuzluk iddiaları sebebiyle görevdeyken ülkeyi terk ederek Japonya’ya geri dönmüştü. Peru’da çok sayıda Japon kökenli vatandaş bulunmakta. Keiko Fujimori, 2011 yılındaki seçimlerde de Başkan adayı olmuş, ancak seçimi kaybetmişti. Temsil ettiği Halk Kuvveti (Fuerza Popular) partisi, babası Alberto Fujimori’nin siyasi görüşlerinden yola çıkarak, serbest ticaret ve güçlü güvenlik politikalarını savunan “Fujimorizm” hareketini benimsemekte.
İlk turun galibi Keiko Fujimori, ikinci turda rakibi Kuczynski’ye az farkla kaybetti
Pedro Pablo Kuczynski ise, aldığı % 22’lik oy oranıyla seçimleri ikinci tura taşıdı ve ikinci turda da Fujimori’nin % 49,87’lik oyuna karşılık % 50,12 oy alarak, Peru’nun yeni Devlet Başkanı seçildi. Kuczynski’nin ilk turdaki farkı kapatıp ikinci turda Fujimori’yi geçmesini sağlayan, Fujimori’nin babasından kalan korkuların kitlesel halde ortaya çıkması oldu. Zira Alberto Fujimori’nin görevi sırasında ölüm timleri kurdurarak ağır insan hakları ihlalleri gerçekleştirdiği iddia ediliyor.
Fujimori’nin partisi Fuerza Popular, ilk turdaki oyları sayesinde Kongre’de 130 sandalyeden 73’ünü alarak mutlak çoğunluğu elde etti. Kuczynski’nin partisi Peruanos Por el Kambio (Değişim İçin Perulular) ise, sadece 18 milletvekilinde kaldı. Bu yüzden, Kuczynski’nin başta Fujimori’nin partisi Fuerza Popular olmak üzere diğer partilerle işbirliği içinde olması gerekli.
İkinci tura kalamasa da, ilk turda % 18’lik oy oranıyla üçüncü olan Veronika Mendoza’ya da burada dikkat çekelim. 35 yaşındaki Mendoza, ülkesindeki bölünmüş sol kanadı birleştirmeyi başarmasına rağmen, ikinci tura yükselmeyi başaramadı. Mendoza’nın genç ve solun liderliğini üstlenmiş olması, önümüzdeki yıllarda Peru siyasetinde etkili olabileceğini gösteriyor.
Veronika Mendoza ilk turda iyi bir çıkış yakaladı
Pedro Pablo Kuczynski
Peru’nun yeni Devlet Başkanı Kuczynski
77 yaşındaki Pedro Pablo Kuczynski, eski bir IMF ve Dünya Bankası ekonomisti. Keiko Fujimori gibi merkez sağdan gelen Kuczynski, Peru’daki serbest piyasa modelini sürdürmek isteyen bir siyasetçi. Bu yüzden, Batı ülkelerinin de tercih edeceği bir figür sayılabilir. Daha önce Ekonomi Bakanlığı ve Başbakanlık da yapmış olan Kuczynski, 2011 genel seçimlerinde aday olmasına rağmen ikinci tura yükselememiş ve Keiko Fujimori karşısında Ollanta Humala ikinci turu kazanarak Başkan seçilmişti.
Babası Nazi Almanya’sından kaçan Polonya asıllı bir doktor, annesi ise İsviçreli bir öğretmen olan Kuczynski, Peru’da doğdu. Babasının, Peru’ya geldiğinde insanlık dışı muamale gören yerlilere doktor olarak destek vermesi ve 1952 yılında bir başka doktor olan ünlü komünist devrimci Che Guevara tarafından ziyaret edilmesi ilginç birer anekdot. Oxford ve Princeton gibi kaliteli üniversitelerde eğitim gören ve kariyerine Dünya Bankası’nda başlayan Kuczynski, ilerleyen yıllarda New York merkezli First Boston yatırım bankasının direktörlüğünü ve Halco Mining adlı maden firmasının başkanlığını da yaptı. 60’lı yıllarda Peru Merkez Bankası’nda çalışmaktayken, 1968’te gelen darbe sonrası yurtdışına gitmek zorunda kaldı. Uzun yıllar ABD, Avrupa, Orta Amerika ve Afrika gibi farklı coğrafyalarda kalan Kuczynski, Peru’nun modern bir ülke hale gelmesini istediğini söylüyor.
Söylemesi zor isminden dolayı, daha çok adının kısaltması olan PPK’yı kullanan Kuczynski’yi, teknokrat bir siyasetçi olarak anabiliriz. Kuczynski, seçim kampanyasında vergilerde azalma, küçük ve orta çaplı şirketleri destekleme ve ülkedeki işçileri resmileştirme gibi vaatlerde bulunmuştu. Özellikle işsizlik ve yolsuzlukla mücadele konularına vurgu yapan Kuczynski’nin, artan suç oranlarına da bir çözüm önerisi getirmesi bekleniyor.
PPK, Peru’nun elit beyaz kesiminden geldiği için, ülkenin yoksul çoğunluğuyla yakınlaşamayacağı gerekçesiyle eleştirilmekteydi. Bir dönem, hakkında yabancı maden firmalarının köylülerin protestolarına rağmen ülkeye girmelerine yardımcı olduğu da yazılmıştı. Peru’nun başta bakır olmak üzere büyük maden rezervleri bulunuyor, ancak halkın büyük bir kesimi yoksul olarak yaşamakta.
Kuczynski’nin geçtiğimiz yıl Kasım ayında seçimlerde adaylığı dolayısıyla ayrıldığını bildirene kadar ABD vatandaşlığı da bulunuyordu. “Sempatik gringo” olarak anılan Kuczynski’nin Amerikalı olan eşi ve çocukları ise ABD’de yaşıyor. Pedro Pablo Kuczynski’nin Kongre’de azınlıktayken nasıl bir Devlet Başkanlığı görevi sürdüreceği merakla bekleniyor.
Latin Amerika’daki Sol Rüzgarı sonbahar mı yaşıyor?
2000’li yıllarda Latin Amerika ülkelerinde güçlü bir yükseliş yakalayan sol akım, son zamanlarda iniş trendinde. Aşağıdaki haritada görüldüğü gibi, daha geçtiğimiz seneye kadar kıtada baskın olan sol yönetimler, birer birer iktidarlarını kaybetmeye başladılar. Geçtiğimiz 6 ay içinde yerlerini sağ hükümetlere bırakan Peru ve Arjantin gibi ülkelerin yanında, Venezuela’da da Chavizmo parlamento seçimlerini ağır bir yenilgiyle kaybetti. Brezilya’daysa, İşçi Partili Devlet Başkanı Dilma Rousseff, Mayıs ayında görevinden açığa alındı. Bolivya’da da, Evo Morales Başkanlık görev süresini uzatmayı belirleyen referandumda “hayır” sonucu alarak bir kez daha seçimlere katılma şansını kaybetmiş oldu. Benzer bir referandum, Ekvador’da Rafael Correa’nın da gündeminde.
Latin Amerika’da sol kan kaybediyor. Geçtiğimiz sene bölgede kırmızı renk (sol partili hükümetler) dominant iken, 2016’da Peru ve Arjantin maviye (sağ partili hükümetler) döndü. Venezuela’da sağ ve sol ittifakından oluşan, Chavizmo karşıtı MUD birliği parlamentoda çoğunluğu elde etti. Brezilya’daysa Başkan Dilma Rousseff açığa alındı.
Latin Amerika’da Pembe Dalga (komünizmin rengi olan kırmızının biraz daha hafifletilmiş formlarına atfen) adı verilen sol akımın tersine dönmesinde, bu iktidarların Batı liberalizmi karşısında yeterince güçlü ve makul bir alternatif yaratamamış veya en azından halkları buna ikna edememiş olması en önemli etken. Venezuela’da yaşanan kriz, bunun en belirgin örneği. Özellikle güçlü/karizmatik liderlik etrafında şekillenen sol iktidarlarda kalıtsallığın sağlanamaması, sol iktidarların büyük ölçüde bu liderlere bağlı olduğunu gösteriyor. Bazı ülkelerde görülen otoriterleşme de, bunun doğal bir sonucu. 2014-2016 yılları arasında Venezuela, Brezilya, Nikaragua ve Ekvador gibi ülkelerde hükümetlere karşı bazen sertleşen protestolar ise, vatandaşların bunu kabul etmediğini gösteriyor.
Sol iktidarlarda yaşanan bu düşüş geriye döner mi bilinmez, ama dünyanın en fakir değil ancak en eşitsiz coğrafyasında en temel beklenti, sosyo-ekonomik farklılıkların mümkün olduğunca azaldığı, daha eşitlikçi ve demokrasi içeren bir düzenin oluşturulabilmesi. Latin Amerika’daki gelişmeleri UPA okurları için yakından takip edeceğiz.
Kıvanç SAĞIR
Peru seyahatimden fotoğraflar
Bolivya’dan Peru sınırına giriş yaparken…
Başkent Lima’daki Plaza Mayor meydanı
Peru’da 2009 yılında seyahat ederken rastladığım duvar yazısı. Burada Keiko Fujimori’ye verilen destek görülmesine rağmen kendisi iki seçimden de mağlup ayrıldı.