Ülkemize özgü “dokuz günlük” uzun bayram tatilinin sonuna doğru, tam da 9 Temmuz’da, Türk medyasına Anadolu Ajansı mahreciyle giren bir haber, gündemde önemli bir yer kapladı. “Anadolu Ajansı, Suriye’de rejime karşı savaştığı belirtilen daha önce adı pek duyulmamış Tel Hamis Tugayları’na dayanarak terör örgütü PKK’nın elebaşlarından ‘Bahoz Erdal’ kod adlı Fehman Hüseyin’in aracının Suriye’de havaya uçurularak öldürüldüğünü duyurdu.” (http://www.hurriyet.com.tr/bahoz-erdal-olduruldu-mu-40138709)
Enformasyonun çağının yaşandığı günümüz dünyasında, bilgi değil ama enformasyon çok çabuk eskiyor, değişkenler arasında korelasyon kurulamayınca da, ortaya anlam bütünlüğü olmayan bir tablo çıkıyor. Öncelikle öldürüldüğü iddia edilen terörist örgüt elebaşlarından “Dr. Erdal” koduyla da bilinen kişi, Suriye uyruklu. Bu tek başına bir veri midir? Olmasa da, önemli bir göstergedir. Zira PKK terör örgütünün terörist tabanında, önemli oranda Suriye uyruklu hep yer almıştır. Dolayısıyla Baba Esad döneminde, önceki süreçlerde olduğu gibi, kendi Kürtleri’ne “vatandaşlık” hakkı vermeyen BAAS rejimi, yine aynı Kürtler’in bir bölümünü, Türkiye’ye karşı yıllarca terör unsuru olarak kullanmıştır.
2011’i milat sayan Türk medyası, yandaşı ve muhalifiyle, son 5 yıllık gelişmeler çerçevesinde Suriye haberlerini öne çıkartmış; ülkemiz “Esad yanlıları” ve “Esad karşıtları” gibi, yaşamda karşılığı olmayan bir toplumsal bölünmenin, sosyolojik kırılmanın zemini haline getirilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla, Türkiye’nin Suriye politikasını haklı olarak eleştirenler, “Esad mağduriyeti” gibi bir sinsi tuzağın içine çekilmeye çalışılmışlar, Esad’a eleştirel bakanlar da “toptan IŞİDçi” gibi bir yaftalamanın konusu olmuşlardır.
Suriye; Arap milliyetçiliği ve BAAS akımının doğduğu ülkedir. Kurulduğu zamandan beri, “Hatay” ve “su konusu”nu, Türkiye’ye karşı bir argüman olarak kullanmıştır. 1967 ve 1973 savaşlarında, İsrail’den ağır darbeler yiyen ve Golan Tepeleri’ni kaybeden Esad rejimi, bölgede Türkiye ve İsrail dahil, zıt olduğu ülkelere terör ihraç etmeye çalışmış, 1976’da Lübnan’da Bekaa Vadisi’ni ele geçirdikten sonra, bölgeyi adeta bir “terör fuarı”na çevirmiştir. Türkiye, PKK, ASALA gibi, en çok can yakan terör yuvalarına, bu coğrafyada tanık olmuştur. PKK terör örgütünün başı Öcalan, yıllarca Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanılmıştır. 1982’deki I. Lübnan Savaşı sonrası, Bekaa’daki ASALA kamplarına Türk ve İsrail istihbaratının ortak operasyon iddiaları hala hatırlardadır. Soğuk Savaş sonrası, Sovyetler’in çöküşüyle, Türkiye ve İsrail’den eş zamanlı baskı hisseden BAAS rejimi, Öcalan’ı ülke dışına göndermek durumunda kalmıştır. Ne kadar ilginçtir ki, yine bir Türkiye-İsrail yakınlaşmasında, Suriye’deki dengeler değişmekte, Türkiye-Rusya yakınlaşmasıyla, IŞİD’e yönelik çember daralmaktadır.
Ne var ki, Suriye’de oluşan fiili Kürt kantonları, “iç savaş sonrası” federalizm provaları yapmakta, Suriye rejimi, 2011 sonrası yurttaşlık verdiği kendi Kürtleri’ne, şimdi de “kantonal” bir yapının kapısını mı aralamaktadır? Bu sorulara ivedilikle verilen yanıtlar, IŞİD’e karşı, PKK terör örgütünün ikiz yapılanması PYD’nin, ABD-Rusya tarafından verilen destekle daha da karmaşık hale gelmektedir. Irak’ta Barzani Kürtleri ve federalizmiyle sorunu olmayan Türkiye’deki iktidar yapılanması, Suriye’deki PYD’den bir o kadar rahatsızdır. Bunun çok çeşitli nedenleri vardır. Bir kere PYD, 2011 sonrası değil, Öcalan’ın Suriye’den çıktığı 1998 sonrası, PKK ve BAAS desteğiyle oluşturulmuş, PKK’nın “ikizi” bir terör örgütüdür. Bahoz Erdal kod adlı terörist eş başı ise, Cemil Bayık gibi, Öcalan sonrası işlevselliği artmış bir kişidir. Öte yandan, ülkemizde TAK adıyla bilinen PKK terör örgütünün sözde silahlı kanatlarından birinin yönlendiricisi, KCK’nın da akıl hocalarındandır.
Geldiğimiz noktada, Emevi Camii’nde “namaz kılmak” üzere planlanmış ve artık tasfiye edilmiş, Hoca’nın “stratejik derinliği”, Suriye’de “nurtopu” gibi bir “PKK devleti” oluşturmuş, “stratejik derinlik”, ciddi bir “stratejik felakete” dönüşmüştür. Bugünkü siyasal iktidar, o zaman da iktidardı. Her ne kadar İsrail ve Rusya’yla restore edilen ilişkiler söz konusu olsa da, ABD-Rusya dahil, küresel kamuoyunun gözleri önünde, PKK terör örgütünün “meşrulaştırılan” bir antitesi gündemdedir.
Yanlış hesap “Bağdat’tan değil de, Şam’dan dönse” de, artık karmaşık dengeler, ülkemizin karşısında olumsuz bir tablo oluşturmaktadır. PKK ve IŞİD terörüne eş zamanlı muhatap olan ülkemiz, şimdi de “mülteciler”in siyasal hesaplarla “yurttaş” yapılması hamlesiyle uğraşmaktadır. Şimdiden pek çok sosyal çatışma, Türkiye’nin farklı illerinde yaşanmakta, “Suriyeliler” konusu, “mağduriyet”in yanında, gelen masumların arasına karışan “profesyonel terör hücreleriyle” ülkemizi sarsmaktadır.
Bahoz Erdal kod adlı terörist eş başının, Suriye’de şimdiye kadar adı duyulmamış, “muhalif” denen unsurlardan biri tarafından öldürülmesi iddiası, Türkiye’nin mi başarısıdır? Bu operasyon sahipleniliyorsa, “vekil güç” mü kullanıyoruz? IŞİD’e karşı Musul operasyonunun da düşünüldüğü bugünlerde, Türkiye sadece IŞİD dışındaki İslamcı muhalefetin haklarını gözetmekle mi yetinecektir? Yoksa orada da yeni bir “sil baştan” olacak? Sorular çok, yanıtları ise Ortadoğu’nun karanlık belirsizliğine mahkum gözükmektedir?
Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ