Ortadoğu’da jeopolitik gelişmelerin yoğunluğu azalmıyor. Suriye’de silahlı çatışmaların şiddeti artıyor. Münbiç’in Arap-Kürt alyansından oluşan “Suriye Demokratik Güçleri” tarafından IŞİD’in elinden alınması, Suriye’nin kuzeyinde güç dengesini değiştirebilir. Bu gruba destek veren Washington, bazı durumlarda İran ve Türkiye’nin çıkarlarını göz ardı ediyor. Uzmanların görüşlerine göre, ABD’nin stratejik amacı, Suriye-Irak-Türkiye “üçgeni”nde tek bir Kürt bölgesi oluşturmak, orada devlet kurdurmak ve sonraki aşamada onu İran’la Türkiye’ye karşı kullanmaktan ibarettir. Bu süreç, Rusya’nın Suriye’deki durumunu da zayıflatmış olur. Çünkü Moskova’ya yakın olmayan yeni bir devletin kurulmasın söz konusudur. Bütün bunların fonunda, şu aşamada Ankara-Tahran-Moskova işbirliğinin gerçek olarak meydana gelip gelmediği ciddi meseleye dönüşüyor. Bu sürecin geleceği var mı? Uzmanlar bu soruya cevap arıyorlar.
Üçgen Diplomasi: Ortadoğu’da Yeni Ortaklık Fırsatları
Uzmanlar, Suriye konusunda Türkiye, İran ve Rusya arasında işbirliğinin şekillenmesinden konuşmaya başladılar. “El-Hayat” yayını ise 13 Ağustos’ta yaydığı haberde İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in üç ülkenin Suriye ile ilgili görüşmesini teklif ettiğini bildirdi. Bunlar, başta biraz şaşırtıcı görünebilir. Çünkü Türkiye, başlangıçtan Suriye konusunda Rusya-İran tandemine karşı olmuştur. Nitekim Ankara, ABD’nin liderliğindeki Batı koalisyonunun üyesidir. Fakat bunlara rağmen, Ortadoğu’da “siyasi kartların” yeniden dağıtılması olasılığını dışlamak doğru olmaz. Çünkü Henry Kissinger’in diliyle söylersek, “siyasette daimi dostlar yoktur, daimi çıkarlar vardır”. Ortadoğu’da da beklenmedik olaylar gerçekleşiyor.
Bu sırada Türkiye’de askeri darbe girişiminin dönüm noktası olduğunu söylemek mümkündür. Bu olayda Amerika’nın parmağının olduğu hakkında çeşitli haberler yayıldı. Washington ise, bunu inkar ediyor. Ankara da farklı bir konumdadır. Şu anda Türkiye’ye ABD’den üst düzey ziyaretlerin olacağı konusunda bilgiler yayılıyor. Hatta Başbakan Binali Yıldırım, Washington’u itham etmeden verimli tartışmaların geçeceğini vurguluyor.
Bunlara rağmen, Ankara’nın Rusya ile yakınlaşma politikasını sürdüreceği bekleniyor. Bu bağlamda Ortadoğu’da Amerikanların uyguladığı siyasetin bir takım ayrıntıları üzerinde durularak, Türkiye’ye zarar verecek unsurlar olduğuna dikkat çekiliyor. İran Dışişleri Bakanı’nın Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında bu açıdan görüşmeler yaptığını da dikkate almak gerekiyor.
Medyanın yaydığı habere göre, C. Zarif’in Ankara ziyaretinde iki ülkenin Suriye’nin bütünlüğünü korumak niyeti ve “ayrılıkçı Kürt birliklerine” karşı mücadelede ortak konumun oluştuğu kaydedildi (bkz.: Антон Мардасов. Сирийский расклад / “Свободная пресса”, 14 Ağustos 2016). Her iki mesele de, İran ve Türkiye için çok önemlidir. İlginçtir ki, Rusya’yı da bu şartların tatmin ettiği konusunda uzmanlar görüş bildiriyorlar. Örneğin, tarihçı bilim adamı Dr. Vladimir Yurtayev, “Bölgede karşılıklı ilişkinin tarihen böyle örneğinin olmadığını” yazarak, Rusya’nın bu yeni bloğa katılmasını zorunlu sayıyor (bkz.: Светлана Гомзикова. Эрдоган задумал “Тройственный союз” / “Свободная пресса”, 20 Temmuz 2016). O, bu gibi işbirliği formatının arkasında bir zamanlar Yevgeni Primakov’un gerçekleştirdiği “üçgen diplomasi”nin durduğunu söylüyor.
O dönemde, Rusya-Çin-Hindistan işbirliği formatından bahsediliyordu. Ancak İran, bu modeli en aktif kullanan ülkelerdendir. Bu açıdan, C. Zarif’in İran-Türkiye-Rusya formatında yeni bir işbirliğinden konuşması, Tahran’ın siyasi-diplomatik faaliyet geleneğine uygun görünüyor. Tabii ki, Rus bilim adamının görüşlerini analiz etmek niyetinde değiliz. Ancak burada daha ciddi faktörlerin rol oynadığını vurgulamak isteriz. Öncelikle onu diyelim ki, teşebbüs İran tarafından değil, Türkiye’den gelmiştir. Daha geçen ayın 18’inde, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile telefon konuşmasında beyan etmişti ki, Suriye meselesinde Tahran ve Moskova ile daha yakın işbirliği yapmak isterdi (bkz.: önceki kaynağa). O zaman İran lideri bu fikre çok sevinmiş ve memnuniyetini dile getirmişti. Mesele şu ki, Tehran şunu ediyor; Ortadoğu’da ortalığı karıştıranlar sadece terör grupları değil, aynı zamanda süpergüçlerdir. Bu bakımdan, İran ve Türkiye’nin ortak konumda olması, zamanın ruhuna uygun bir talep gibi görünüyor. Ayrıca Kürt kartını Amerika’nın bölgenin büyük devletlerine karşı kullanması fonunda, bu, yeterince stratejik bir mahiyet arz etmiş oluyor.
Çıkarlar Uzlaşınca: Suriye’de Güçler Oranının Yenileşmesi
Bununla ilgili birkaç olguya başvuralım. Paris’te bulunan “İran Ulusal Özgürlük Ordusu”ndan başka, Tahran’a karşı mücadele eden birkaç radikal Kürt grubu mevcuttur. Bunlar: İran Kürdistanı Demokrat Partisi (PDKI), Kürdistan’ın Özgürlüğü Partisi (PAK), İran Kürdistanı’nın Birleşik Partisi (Komala) ve Kürdistan’ın Özgür Yaşam Partisi (PJAK) (bkz.: Антон Мардасов. Курдская карта Ирана в руках иностранных разведок / “Свободная пресса “, 12 Temmuz 2016).
Basının yazdığına göre, bu yılın Haziran ayından itibaren bu gruplaşmaların İran’da etkinliği keskin arttı; hatta birkaç kez silahlı çatışmalar oldu. Ayrıca, iddialara göre, Paris’te 28-30 Haziran tarihinde düzenlenen “İran Ulusal Özgürlük Ordusu”nun toplantısında, Suudi Arabistan istihbaratının eski şefi Türki bin Faysal, Tahran rejimini çökertmeye çağırmıştır.
Uzmanlar, bu tür süreçten şu sonucu çıkarıyorlar ki, İran’a karşı hazırlanan planların gerçekleşmeye başlamasından bahsediliyor. Demek ki, Tahran, artık bölücülük tehlikesini kendisi üzerinde hissetmektedir. Bu da, doğal olarak ABD’nin düzenlediği ve Ortadoğu’da yürütülecek olan yıkıcı planlarına karşı bölge devletleri ile işbirliğini gerektiriyor.
Aynı görüşler, aslında Türkiye için de söylenebilir. Ankara’yı bölücülük alevinin içine çoktan atmışlardır. İran’dan farklı olarak, bu ülke, uzun yıllardır aktif olarak terör mekanına dönüşmüştür ve burada esas rolü de bazı Kürt grupları oynuyor (başlıca güç PKK’dır, ancak birkaç solcu radikal gruplar da mevcuttur). İtiraf edilmelidir ki, İran’la Türkiye bu tür yıkıcı faaliyetlere karşı çoktan birleşmeliydiler, ama nedense bu alanda işbirliği konusunda yol alınamıyordu. Şimdiye kadar bu gerçekleşseydi, belki de bu kadar kayıplar olmazdı. Ancak gecikmiş olsa da, Tahran’la Ankara’nın terörle mücadelede ciddi ilişkiler kurmak niyetleri olumlu sonuçlar verebilir.
Onu söylemek gerekir ki, Rusya’nın bu konuda İran’la Türkiye’nin yanında olması mümkündür. En azından şu var ki, burada ABD’nin bölgesel planlarının bozulması söz konusudur. Sır değil ki, hazırda bölgede faaliyet gösteren esas terör gruplarının Washington ve onun yakın müttefikleri tarafından kontrol edildiği hakkında bilgiler yayılıyor.
Bütün bunlar Suriye meselesinde güçler oranının değişmesinden mi haber veriyor? Bu sonucu çıkarmaya pek çok esaslı kanıt vardır. Fakat unutulmamalıdır ki, Türkiye, güvenlik ve savunma alanında Batı’yla çok bütünleşmiştir. Onun tamamen bu sistemden aralanması, öncelikle kendi ulusal çıkarlarına uygun değildir. Zor ki, Tahran ve Moskova da Ankara’dan bunu talep etsinler. Burada önemli nokta şudur ki, yıllardır Washington’ın Ortadoğu’da yürüttüğü jeopolitik oyunlara son verilsin. Zira yerli halkları birbirine düşman edip, mezhep savaşını tutuşturmakla, küresel güvenlik için de ciddi tehditler oluşturuluyor.
İlginç olan ise, Kürtlerin bölgedeki çoğu halklar ile düşman olmalarına rağmen bağımsız devlet kurabileceklerine inanmalarıdır. Tarih gösteriyor ki, bu, kolay kolay mümkün değildir! Burada bölgenin tüm halklarının bir “kazancı” olabilir: sonu olmayan entrikalar, savaşlar, çekişmeler ve herkesin çöküşü! Bu bağlamda, Rusya, İran ve Türkiye işbirliği, her üç devlete de yararlıdır. Aynı zamanda, Orta Doğu gibi büyük ve önemli bölgenin güvenliği adına önemli bir adımdır.
Tabii ki, bu aşamada her bir ülke daha çok kendi çıkarına önem verecektir. Türkiye daha bağımsız politika yürütmeye çalışacak, İran kendisini korumak için tüm imkanlarını kullanacak, Rusya küresel güce çevrilmek planından vazgeçmeyecek. Ancak şimdi hepsini birleştiren ortak amaçlar vardır. İşte bu alanda, Rusya-İran-Türkiye işbirliği formatının perspektifi görülebilir. Düşünüyoruz ki, bunun Güney Kafkasya’ya da yararı vardır. Azerbaycan’ın bu bağlılıkta attığı adımlar ve yaptığı girişimler her türlü alkışa şayandır. Bakü, bizce, bölgedeki diğer devletler için de bu konuda iyi bir örnektir!