Cuma günü, 19 Mayıs 2017, İranlılar için çok önemli bir gün sayılıyordu; çünkü önümüzdeki 4 yıl için yeni Cumhurbaşkanlarını seçeceklerdi. Bu seçim, normal bir seçim gibi görülmemekle birlikte, İran’ın iç ve dış politikasındaki aktifliğini, rolünü, başarısını, bölge ve bölge ötesi siyasi dengelerin belirlenmesinde önemli bir aktör olduğunu, ülkede demokratik durumun yaşatılmasını, yabancı yatırımın akışının sağlanmasını ve en önemlisi, Muhammed Hatemi döneminden itibaren başlamış olan reform dalgasının daha güçlü kılacaklarını belirleyen bir özel anlamı vardı…
Yarış, esas olarak iki siyası kanat arasında başlamıştır; Temelciler kanadı denilen radikal siyasi grubun yanı sıra, diğer kanat ise Reformcular kanadıdır. Şu anda görevde olan Hasan Ruhanî reformcu kanadı temsil ederken, öte tarafta Mashad’daki İmam Reza tapınağının sorumlusu olan İbrahim Reisi radikal grubun temsilcisi sayılıyor. Gerçi seçimler yapılmadan önce İran halkının siyasi temayülünün hangi yönde olduğu bilindiğinden, aşağı yukarı seçimi hangi kanadın kazanacağı hep belli oluyordu. Fakat bazı iç ve dış etkenlerin de artık seçim sonuçlarında etkili olmasından dolayı, özellikle bu seçimde tam bir öngörüde bulunmak pek de kolay görünmüyordu. Yine de, seçim öncesinde İran’da yapılan anketler, bunlar her zaman güvenilir olmasa da, Cumhurbaşkanı Ruhani lehine güçlü bir bir destek olduğunu gösteriyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde önceden şike olayları ortaya çıktığı için çeşitli olumsuz olaylar yaşanabiliyordu. Örneğin, 2009’da Cumhurbaşkanlığı seçimi şaibeli olarak algılanmış ve sokaklarda büyük protestolar gerçekleşmiştir. O dönemde, İran hükümeti epey sıkıntılı günler yaşadı. Ama sorun sadece bununla kalmayıp, Mahmut Ahmedinejad tekrardan Cumhurbaşkanlığı konumunu elde edince yanlış politikalarıyla İran’ı uluslararası arenada yetersiz bırakınca, dünyadan İran’a yönelik topyekun ambargoların gerçekleşmesine sebep olmuş ve bu da halkın büyük tepkisini çekmiştir. Bu bağlamda, İran’ın iç sıkıntıları yaşanırken gerek dış politika, gerekse ekonomide pek çok sorunlarla karşı karşıya kalınmıştır.
Geçmişteki seçimlerin oranını ve halkın katılım sayısını dikkate aldığımızda, tabii ki Ahmedinejad gibi birinin ortaya çıkması halkın siyasetten, siyasi geleceğin belirlenmesindeki rolünden uzak kalması sonucu gerçek bulmuştur. İşte bu acı tecrübeye dayanarak, İran halkı, 2013 yılında artık kollarını sıvayıp aktif şekilde seçimleri gerçekleştirdi. Sonuç olarak, Hasan Ruhani seçimleri kazanarak, diplomatik hakimiyeti ve mantıkla ve akılcılıkla diyalog yolunu tercih edip Haziran 2016’da P5+1 nükleer anlaşmanın gerçekleşmesini sağladı. Bu sayede, İran’a yönelik olan ambargoların bir bölümü kaldırıldı, petrol satışları arttı, ekonomi canlandı, turizm yeni boyutlara girdi ve kısacası kara bulutlar artık İran’ın siyasi semasından uzaklaşamaya başladı.
Tam bu başarıların ürün vereceği dönemdeyken Ruhanı’nin 4 yılık süreci sona eriyordu. Dolayısıyla, tekrar seçimler söz konusu olup tereddütler ve tedirginlikler başladı. Acaba bu kez gelecek ne olacak, kim kazanacak diye halk daha aktif rol almalarını bir kez daha düşündüler. Zira başladıkları ve tuttukları yoldan geri dönmek istemiyorlardı. Ancak seçim arifesinde Ruhani’nin güveninin arttığını görüyordum; hatta Ruhani, Çarşamba günü (17 Mayıs) Meşhed’deki büyük bir miting öncesinde katı bir konuşmayla, Devrim Muhafızları komutanlarını devrimin lideri merhum Ayetullah Humeyni’nin tavsiyesine kulak vermeye ve politikaya ve siyasi partilere müdahale etmekten kaçınmaya çağırdı. Güvenlik görevlilerine dolaylı olarak iş girişimlerine yoğun katılımda bulunan “her iki kolu ve bir güvenlik aparatını kullanan kurumlar özel sektör için operasyon alanını daraltmamalıdır” dedi. Reisi’yi oy toplama amacıyla görevini kötüye kullanmakla suçlayarak, kendi kampanya afişlerinin parçalanmasını pek önemli saymayarak halkı geleceğe ümitle bakacaklarını önerdi.
İlk başta altı adayla seçim kampanyaları başlarken, son hafta adaylardan ikisi (Kalibaf ve Cihangiri) adaylıklarından vazgeçince, bu kez rekabet 4 kişi arasında (Mustafa Ağa Mirselim, Seyyed İbrahim Reisi, Hasan Ruhani ve Mustafa Haşemi Tâba) devam etti. Fakat önemli olan kişiler Ruhani ve Reisi olmuştur. Demin değindiğimiz üzere, Ruhani, nükleer anlaşmadaki başarısı ve İran’ı uluslararası topluma geri kazandırma çabalarından dolayı önemli avantajlara sahip olsa da, İran ekonomisini canlandırmak ve Arap komşularıyla olan gerginliği hafifletmek için ne yapabileceği konusunda sınırlamaları vardı. Son aylarda Fars Körfezi’nin güneyinde yer alan Arap ülkeleriyle özellikle Suriye konusunda Suudi Arabistan ile politik sorunların devam etmesi, dış politikada İran’ın yeni Cumhurbaşkanı için en önemli sorun olarak öne çıkıyordu. Ruhani’nin komşu ülkelerle birlikte, Rusya, Çin, AB ve ABD ile olan dış politikasının hangi yönde rotasını devam edeceği belliyken, rakibi Reisi seçim kampanyası ve hatta seçim tartışmalarında hiçbir şekilde dış siyasetle ilgili açıklama yapmamıştır. İşte bu konu da, hem halk, hem de uzmanlar açısından boşluk olarak değerlendirilirken, yeniden karanlık bir yolun içine sapmayı kimse tercih etmemiştir.
İran halkı, ülkelerinin 11. Cumhurbaşkanının seçilmesinde aktifliğini gösterirken, artık siyasetten ve ülkenin siyasi geleceğine küsmemeyi öğrenmiş ve 12. Cumhurbaşkanını seçmek için de 19 Mayıs 2017’de sandık başına gitmiştir. 38 yıl boyunca yapılan seçimlerde hiç bu seçimdeki kadar katılım oranı olmamış ve katılım sayısı da hiç bu kadar atmamıştır. Nitekim 54 milyon seçmenden 41 milyondan fazlası bu seçimde oy kullanmıştır ve bu da halkın %70’in üzerinde katılımı demektir. İran halkı, bu kez ülkenin gerek içinde, gerekse yabancı ülkelerde sandık başına gitmelerini akıllıca değerlendirip, seçimi ciddiye alarak, oyunu heba etmemiştir.
Sonuçta yeniden seçilen Hasan Ruhani, süreklilik ve umut için tercih anlamına geliyor. Batı’ya ve İran’ın Arap komşularına ekonomik açıdan ve açılım vaadinde bulunarak ekonomiyi iyileştirecek, dış dünyayla olan gerilimleri azaltacak ve ABD’ye karşı daha az müdahale edeceğini umuyor. Zaten İran ile diplomatik ilişkilerini devam eden Rusya, Çin, Türkiye ve AB nerede olduklarını biliyor ve Ruhani’den sonra aynen yola nitelikli ve nicelikli olarak yola devam etmelerini de biliyorlar. Fakat bu arada Donald Trump’in iktidara gelmesinden sonra ABD’nin İran’a karşı politikası daima “İkaz Politikası” durumunda olmuştur. Dolayısıyla, ABD politikacıları da İran seçimlerini bekliyorlardı. Bu nedenle, gelecek günlerde bu iki ülke arasındaki dolaylı politikalar bile hem bölgede, hem de bölge ötesindeki dengelerde çok önemli olacaktır.
Fakat bu arada önemli olan konuyu da göz ardı etmek pek doğru olmayacaktır. Bu kez yüksek oranla halkın oy sandıklarının başında bulunması tek bir gerçeği ortaya koyuyor ve dünyaya tek ağızla bir mesaj niteliğinde yankılanıyor. “Halk ayaklanmayı değil, politik dönüşümü tercih ediyor.” Bunun bariz örneklerini İran içinde görmekle birlikte, yurtdışında da görmemiz mümkündür. Birçok ülkede yurtdışında yaşayan İranlılar çok etkili katılımlarıyla ülkenin siyasetini belirlemiş oldu. Bu arada Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan yaklaşık 2000 İranlı da 3 yerde (Mağusa, Lefkoşa, Limasol) sandık başına giderek % 75 oranla oy kullandılar. 2 oy sandığı Mağusa ve Lefkoşa’da (Yakın Doğu ve Doğu Akdeniz üniversiteleri desteği) KKTC yetkililerinin himayesi ile gerçekleşti ve yine bu sandıklarda da Ruhani 1308 oyla önde gidiyor. İran halkı ve dünya halkları için hayırlısı olsun…
Prof. Dr. Ghadir GOLKARIAN