TÜRKİYE’DE SOL NEDEN İKTİDAR OLAMIYOR?

upa-admin 19 Mart 2018 3.498 Okunma 0
TÜRKİYE’DE SOL NEDEN İKTİDAR OLAMIYOR?

Napolyon, bir savaş mağlubiyeti sonrasında başkomutanına sorar: “Biz bu savaşı niye kaybettik?”. Başkomutan, “Efendim, 100 tane sebebi var” der. Napolyon Başkomutan’a “say” der. Başkomutan, cebinden upuzun bir liste çıkarıp saymaya başlar; “birincisi, barutumuz bitmişti”. Napolyon, bu ilk maddeyi duyar duymaz “tamam” deyip komutanı durdurur, “gerisini saymana gerek yok. Barutu olmayan bir ordu kaybetmeye mahkûmdur” der.

Siyasi mücadele alanında ise, bu barutun seçmenler olduğunu düşünürsek, çoğunluğun ezelden beri sağcılarda olduğu bir ülkede belki diğer nedenleri saymaya bile gerek yok denebilir. Fakat sadece bu neden dahi başlı başına irdelenmesi gereken bir konudur. Çünkü sağ, her zaman hâlihazırda var olan dini ve milli değerlerden, gelenekten ve statükodan beslenir, sol ise yenilik ve değişim dinamizmi ile toplumsal dönüşümlerle ayakta kalabilir. Bu anlamda, Türkiye’de sol açısından en büyük sorun; çağa ve zamana ayak uydurulmasını sağlayan bu toplumsal dönüşümlerin hiçbir zaman yeterli ölçülerde gerçekleşememesi ve esasında gerçekleşememesi için belirli güçlerin her zaman devrede olmasıdır.

Türkiye’nin mutlak egemeni sağ muhafazakârlığın dayandığı en önemli kozun din olduğunu göz önünde bulundurursak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son haftalara damga vuran tespiti;  “İslam dininin yüzyıllardır güncellenememesi” solun bu memlekette asla başarılı olamamasının da temelinde yatan en önemli nedendir. İktidarını bu gerçekliğe borçlu olan bir lider tarafından bunun dillendirilmesi oldukça ironik görünse de, güncellenemeyen dini tabuların artık merkeze oturan bir güç için de uzun vadede bir tehdit oluşturabileceği ve beslendikleri aynı kaynakta iktidarını ancak kendisinden daha aşırı bir güç odağı tarafından sarsılabileceği gerçekliği de unutulmamalıdır. Bu, hem aynı kaynaktan beslenip aşırılaşarak kendisine karşı farklı bir güç odağı oluşma riski bakımından, hem de Türkiye’deki mevcut egemen olarak kendiyle ilişkilenerek güç kazanan bu aşırı söylemlerin ürküttüğü (aşırıcı olmayan) belirli bir sağ kitlenin zamanla kendi ezberlerinden soğutma riski açısından da bir tehdit olduğu söylenebilir.

Bu duruma solun etki alanını daraltan bir çerçevede baktığımızda ise; bu güne kadar herhangi bir “Rönesans” teşebbüsünde bulunulamayan Türkiye’nin de dahil olduğu Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu ülkelerde baskın trend her zaman muhafazakarlık olmuştur. Farklı bir söylemle çıkanlar ise (uzun vadede) her zaman 1-0 yenik başlamışlardır. Nihayetinde Cumhuriyet değerlerini bir toplumsal doku olarak özümsemeyen ve halen kendini salt ümmetin bir parçası olarak kabul eden insanlara giydirilmeye çalışılan modern yurttaş profili en fazla 3 Kasım 2002 seçimlerinde AK Parti tek başına iktidar olana kadar işe yaramıştır. Zaten ondan öncekiler de ekseriyetle yine bir şekilde muhafazakârlığın laiklik kıstaslarına uygun bir şekilde dizayn edilmiş sağcı iktidarların çeşitli modelleriydi. Sonuç olarak; belirli bir entelektüel arayış içerisine girmeden kendine öğretilen dogmaların izinde gitme eğilimi baskın olan ortalama bir Anadolu insanı zaten herhangi bir ideolojik keşfe çıkmamışsa, sağcı iktidarlar için doğuştan biçilmiş bir kaftandı. Dini siyasi ezberleri arasına alan bir sol, sol parti olmayacağından, fakat dini popülizm yapmadan da başarılı olunması imkânsız bir ülkede olunduğundan sol bu topraklarda baştan kaybetmişti.

Bu durumun temel nedenlerinden birisi ise; Osmanlı sonrasındaki Türkiye topraklarında (mübadele anlaşması dışındaki İstanbul hariç) gayrimüslimler tamamen uzaklaştırılınca, dini çeşitlilik azalıp şu anki ortalama Anadolu insanını yansıtan bir muhafazakâr dokunun hâkim kılınmasıdır. Tabii bunda ciddi anlamda katkısı olanın, kurucularının çoğu aslında dindar olmayan İttihat ve Terakki hareketinin olması da bir başka enteresan noktadır. Feodal toplum sonrası modern devlet dinamiği salt ulus devlet modelleri üzerinden işledikleri için zamanında Müslümanların hepsi potansiyel Türk milleti olarak kabul edilip, gayrimüslimler devre dışı bırakıldı. Fakat Kürtlerin örneğinde olduğu gibi, her Müslüman Türkleşmeyi kabul etmediği gibi, her Türk de salt bu modern ulus kimliği sahiplenip dini ümmet bilincinden uzaklaşmadı. Sonuç olarak sadece iki alternatif vardı; ya tüm Müslüman halklarla beraber bir ulus devleti inşa etmeyi denemek, ya da (günümüz gerçekliğiyle düşününce) gayrimüslimleri de içine alarak çok-kültürlü bir yapıyı inşa etmek. İkinci ihtimal o zamanın şartlarına göre gerçekçi bir varsayım olmadığından, ilk ve tek ihtimal olan ulus devletin inşası Hıristiyanların göçertilmesi ve kalanların da Müslümanlaştırılmasıyla gerçekleşti. Aslında böylece milli mücadele esnasında dini homojenizasyon sürecine girerek bu topraklar kazanılırken, şu anki sol veya Cumhuriyet değerlerini benimseyen belirli bir grubun hiçbir zaman gerçekten egemen olamamasının da temelleri atıldı. Bu geçici egemenliği uzun vadeli kılabilmek için Köy Enstitüleri gibi büyük aydınlanma hareketleri seferber edilerek bu gerçekleştirilmeye çalışılsa da, emperyal güçlerin Ortadoğu’da uzun vadede Türkiye’ye biçtikleri misyonun gerçekleşmesi açısından kendileri için büyük bir tehlike olan bu projenin rafa kaldırılması sağlandı. Bu nedenle, Cumhuriyetin aydınlatma misyonu maalesef belirli ölçülerde başarılı oldu. Köy enstitülerinin önünün kapanması, Türkiye’nin “yeşil kuşak projesi”nin uygulama ayaklarından birisi olması ve daha birçok nedenle cumhuriyet aydınlanması ekseriyetle kentli belirli kesimler dışında ciddi anlamda sekteye uğratıldı. Dolayısıyla, Cumhuriyet’in yurttaş kimliği ekseninde buluşanlarla, bir şekilde bu eksenin dışında kalan (ya da dışında bıraktırılanlar) arasında bugünlerde çok daha fazla etkisi görülen bir uçurum oluştu.

Son olarak, toplumsal dokunun çoğunlukla sağa sabitlenmesini sağlayan bu dış etkenlerin yanı sıra, solun kendi içerisinde de belirli bir kesiminin sağ ezberler üzerinden kendini tanımlamaya başlamasıyla sol tamamen anlamını yitiren çeşitli sağ-melezi versiyonlara saptı. Örneğin, Siyaset Bilimi literatüründe aşırı sağ olarak tanımlanan bazı ırkçı gruplar bile Türkiye’de “Türk Solu” adı altında örgütlendi. Solu sol yapan; demokrasi, insan hakları ve özgürlük gibi en temel evrensel kavramlar unutuldu. Cumhuriyetin getirdiği değişimleri (devrimleri) bir değer olarak özümseyen bazı kesimlere bile sağ statükocu algıların sol olduğu yutturuldu. Normalde tüm dünyada sağcıların dilinde pelesenk olan ve yenilik isteyen sola karşı kullanılan; “bölücü” ve “vatan haini” gibi salt statüko koruyucu kavramlar Türkiye’de kendini sol olarak tanımlayan bazı kesimlerin de ağzında sakız oldu. Dolasıyla zaten doğuştan sadece belirli bir kesimin özümseyebildiği sol değerlere yakın kişilerin bile bir kısmı zamanla ideolojik mutasyona uğrayıp, solun bir güç bloğu halinde var olarak değişimin/dönüşümün dinamiği olabilme ihtimali yok oldu. Tüm dünya örneklerinde ancak değişim ve dönüşümle ayakta kalabilen ve hatta böylece geniş kesimlere yayıldıkça ilerleyebilen bir sol gerçekliği söz konusu iken, sadece 20. yüzyılın ilk dönemlerindeki siyasal gerçekliklere takılıp (moda tabirle) güncellenemeyen bu anlayış solun önünü tıkadı. Özellikle mütedeyyin kesimle sağlıklı bir bağ kuramayan bu statik anlayış yüzünden solun sağ tabandan geçişkenliği sağlayabileceği bir potansiyel etkileşim hiçbir zaman kurulamadı. Tam aksine bizatihi direkt bu anlayış üzerinden mağduriyet devşiren sağ birbirine kenetlenip mutlak iktidarını inşa etmesiyle, Türkiye’de iktidar olmak sol için romantik bir hayalden öteye gidemedi.

 

Özcan ÖĞÜT

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.