ABD DIŞ İŞLERİ BAKANI POMPEO’NUN İRAN’A YÖNELİK 12 MADDELİK KOŞULLARI VE İRAN DIŞ İŞLERİ BAKANI ZARİF’İN BUNA CEVABI

upa-admin 25 Haziran 2018 1.853 Okunma 0
ABD DIŞ İŞLERİ BAKANI POMPEO’NUN İRAN’A YÖNELİK 12 MADDELİK KOŞULLARI VE İRAN DIŞ İŞLERİ BAKANI ZARİF’İN BUNA CEVABI

ABD’nin Mayıs 2018 tarihinde tek taraflı olarak Çok Kapsamlı Ortak Eylem Planı-JCPOA anlaşmasından geri çekilmesiyle birlikte, ABD Başkanı Donalk Trump, İran’a yönelik tek taraflı yaptırımları yürürlüğe alarak, 90 ve 180 günlük süreyle bunları uygulamaya geçireceğini ilan etmiştir. Ardından, ABD Dış İşleri Bakanı Mike Pompeo, İran’a bu kez daha ağır yaptırımların uygulanacağını vurgulayarak, İran’a yönelik 12 maddelik yeni ABD koşullarını açıklamıştır. Pompeo, bu koşulları, uluslararası medya kuruluşları karşısında bir konferans verircesine anlatırken, İran’la yeni müzakerelere hazır olduklarını da vurgulamıştır. Fakat çok geçmeden, İran Dış İşleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, 12 maddelik bu koşullara bir makaleyle yanıt vermiştir. Bundan sonra ABD-İran cephesinde durum ne olacak ve İran’ın ABD’nin tavrına tepkisi nedir anlamak için, Zarif’in makalesinde anlattıklarını incelemek faydalı olacaktır.

Amerika’nın dış politikası krizle karşı karşıya

İran’ın nükleer programına ilişkin Çok Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA), Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması (TPP) ve Paris İklim Anlaşması’ndan sonra ABD’nin çekildiği üçüncü önemli uluslararası anlaşmadır. ABD, bu girişimleriyle aynı zamanda NAFTA ve Serbest Ticaret Sistemi gibi diğer birçok anlaşmayı ve Birleşmiş Milletler sisteminin bazı kuruluşlarını da tehlikeye atmış; dolayısıyla, çok taraflılığa ve görüş ayrılıklarının diplomatik yollardan çözümlenmesine büyük darbe vurmuştur.

Amerika’nın, kendi halkının görüşlerine de ters düşmesine rağmen, 8 Mayıs 2018’de JCPOA’dan çekilerek İran’a karşı tek taraflı yasadışı nükleer yaptırımlarını yeniden uygulamaya sokması, bu ülkenin gerçekte yükümlülüklerine sadık kalmadığını ve söz konusu anlaşmayı defaatle ihlal ettiğini gözler önüne sermiştir. Oysaki Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK), uluslararası platformda tek yetkili mercii olarak, İran İslam Cumhuriyeti’nin P5+1 anlaşmadan doğan yükümlülüklerine bağlı kaldığını defalarca açıklayarak onaylamıştır. Neticede, Amerika’nın bu kararı, uluslararası toplumun ve hatta Amerika’nın yakın ortakları olan Avrupa Birliği, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi aktörlerin de itirazları ile karşılaşmıştır.

Amerika’nın yeni Dış İşleri Bakanı Mike Pompeo, 21 Mayıs 2018 tarihinde yaptığı ve İran İslam Cumhuriyeti ile ilgili asılsız iddialar ve hakaretler içeren müdahaleci konuşmasında, Tahran’a yönelik bazı yeni istek ve tehditleri dile getirmiştir ki, bu, uluslararası hukuk ve kurallara ve medeni tutuma açık bir şekilde ters düşmektedir. Bu açıklama, herşeyden önce Amerikan hükümetinin, uluslararası toplumun Washington’un çok kapsamlı ortak planını yok etme ve bu yolla İran’ı yalnızlaştırma çabasına karşı itirazlarına yönelik olarak bir tepkisidir. Pompeo, bu konuşmada aslında Amerika’nın çok taraflı bir anlaşmadan çekilmesini izah etmeye ve uluslararası toplumun bu yasadışı ve BM Güvenlik Konseyi’nin Amerika’nın önerisi ve üyelerin oyu ile alınmış 2231 sayılı kararını ihlal eden girişimi ile ilgili bakışını saptırmaya çalışmıştır. Özellikle de, bu konuşmada öne sürülen 12 ön koşul, ABD’nin tek taraflı tutumu ve çok taraflılığı zayıf düşürme çabalarında yalnız kalması açısından trajikomik bir durumdur.

Bu konuşmanın ve ABD Başkanı’nın açıklamalarının uluslararası toplumun tepkisi ve ilgisizliği ile karşılaşması boşuna değildir. Sadece bölgemizdeki az sayıda olan Amerikan yanlıları bu açıklamaları desteklemiştir. Zarif’in makalesinde, ABD Başkanı Trump ve diğer Amerikalı politikacıların, İran tarihi, İran kültürü ve İran halkının özgürlük ve bağımsızlık yolunda verdiği mücadelelerin geçmişi ile ilgili bilgi sahibi olmadıklarına da vurgu yapılmaktadır. Zira İran’da yabancıların müdahalesine son vermek maksadına yönelik milli iradenin 1953 Musaddık darbesinden sonra güçlenmeye başladığı ve özellikle de son 25 yıl içerisinde zirve yaptığını Amerikalı politikacılar unutmuş gözükmektedirler. Zarif, ABD’nin son 40 yılda yaptırdığı ve yaptığı darbe ve askeri müdahalelerle birlikte İran’ı zorla savaşa sürüklediğini, savaş süresince ülkesine karşı adaletsiz ambargoların uygulandığını, ayrıca ülkesi silaha gereksinim duyarken İran’ın ambargodan dolayı savunmasız bırakıldığını söylemiş, şimdi ise İran’ın savunma sistemleri geliştirmesi nedeniyle suçlu sayılmasını kınayarak, ABD Başkanı ve Amerikan devletinin son dönemde evham ve hayallere kapıldığını açıklamıştır. Zarif’e göre; ABD Başkanı ve Dış İşleri Bakanı’nın sürekli dile getirdikleri ve İran’nın iç işlerine açıktan bir müdahale olan açıklamalar ve BM’ye üye olan bir ülkenin yasadışı bir şekilde tehdit edilmesi, ABD’nin BM kararlarında belirlenmiş uluslararası yükümlülüklerine, 1955 Antlaşması ve 1981 Cezayir Anlaşması’na (Algiers Accords) açıktan açığa aykırı davrandığını da göstermektedir.

İran Dış İşleri Bakanı’nın görüşüne göre, ABD yetkililerinin zaman zaman bazı mantıksız tutum ve kararları ve muhataplarına bu konuyu izah etme çabalarıyla birlikte geliştirdikleri bahanelerin, son 17 ay içerisinde Washington’un karar alma sürecine dönüştüğüne dikkat çekilmekte ve alınan kararların iyice düşünülmeden ve fevri bir şekilde yapıldığına inanılmaktadır. Örneğin, Pompeo, -henüz CIA Başkanı iken- Kongre’de verdiği ifadelerde, Kongre üyelerinin doğrudan cevap verirken, “İran nükleer anlaşmayı ihlal etmemiştir” ifadesini kullanmıştır. Ancak ABD Başkanı’nın JCPOA’dan çekilmesi kararının ardından 21 Mayıs 2018’de yaptığı açıklamada, bu ifadesinin ve UAEK’nun sunduğu teknik görüşlerin aksine, İran’ın nükleer anlaşmayı ihlal ettiğini öne sürmüştür.

Görüldüğü üzere, Donald Trump ABD’si, uluslararası kanun ve kurallara karşı kayıtsız kalmaktadır ve uluslararası düzende her türlü yasa ve kuralı bozma çabası sergilemektedir. Öyle ki, Amerikan delegeleri, Kanada’da yapılan G7 zirvesinin sonuç bildirgesi müzakerelerinde, “Hukuka dayalı uluslararası düzen” çıtasının yükseltilmesinin zaruretine dair tabirin eklenmesine karşı çıkmışlardır. Trump hükümeti, bu yıkıcı yöntemini ahde vefa ilkesini reddederek başlatmıştır.

Muhammed Cevad Zarif, yazdığı makalede ABD dış politikasını hayalperestlik, vehim ve kuruntulara dayandırıyor ve dış politikadaki yanlışlıkların apaçık olduğuna dikkat çekiyor. Amerika’nın Kudüs konusunda kanunsuz ve tehlikeli girişimleri ve Gazze’deki vahşeti sorgusuz sualsiz şekilde desteklemesi ve Suriye’deki bazı bölgelere yönelik havadan füze saldırıları, usül ve ilkeden yoksun bu tarz politikaların açıkça göstergesi olarak karşımızda durmaktadır. Pompeo’nun 21 Mayıs’ta yaptığı açıklamalar, Zarif’in makalesinde, Amerika’nın bugünkü hükümetinin Ortadoğu bölgesi konusunda ne denli evhamlı ve kuruntu içerisinde olduğunu ortaya koyacak bir neden olarak açıklanmaktadır. Öyle ya, ABD’nin en üst düzey makamlarının katılımıyla yapılan ve yüzlerce saat süren ikili ve çok taraflı müzakereler sonucunda ulaşılan, Amerika’nın daimi üyesi olduğu BM Güvenlik Konseyi’nde bu ülkenin önerisi ile Konsey’in tüm üyelerine sunulup kabul edilen ve BM bildirgesinin 25. maddesi uyarınca uluslararası bir anlaşmaya dönüşen JCPOA’yı yok sayan bir hükümet, yeniden o ülke ile müzakere beklentisi içerisinde nasıl olabilir?!

ABD Başkanı’nın son açıklamaları ve hatta bir önceki ABD hükümetinin yaptığı müzakereleri ve anlaşmanın geçersiz olduğunu gerekçe göstererek JCPOA’dan çekilme haklarının olduğunu söylemek gibi komik bahaneler getirmesi, bu ülkenin kendi Devlet Başkanı’nın yaptığı bir anlaşmayı bile birkaç saat aradan sonra ayaklar altına alabildiğini göstermiştir. Bu nedenle, İran Dış İşleri Bakanı’nın açıklamaları gerçek dışı değildir. Nitekim ABD Başkanı’nın G7 toplantısı sonuç bildirgesinden çekilmesi de bu tarz kanun dışı uygulamaların bariz bir örneğidir. İşte bundan dolayı, Zarif, “Gerçek şu ki, son 70 sene içerisindeki Amerikan hükümetlerinin İran ile olan ikili ve çok tarafları anlaşmaları açık bir şekilde ihlal edip, uluslararası kanunlara kayıtsız kalmalarından dolayı bunun hesabını vermeleri gerekmektedir.” diye bu konu üzerinde duruyor.

İran halkı ve hükümeti  ABD’den ne istemektedir?

  • ABD hükümeti, İran’ın bağımsızlığı ve egemenliğine saygı göstermeli ve 1981 Cezayir Anlaşması uyarınca İran’a yönelik müdahalelerine son vermelidir.
  • ABD hükümeti, uluslararası kurallar ve BM kararlarına aykırı olan ve İran İslam Cumhuriyeti aleyhinde bir dış politika aracı olarak kullandığı ve gerek dünya, gerekse bölge ve Amerika halkının zararına olan tehdit ve zorbalığa resmen son vermelidir.
  • Amerikan hükümeti, İran İslam Cumhuriyeti’nin uluslararası temel hukuk ilkelerinden doğan haklarına saygı göstermeli ve daha önceden çıkarılan kanun dışı keyfi hükümleri kaldırarak, bu hükümlerin Amerika ve diğer ülkelerde uygulanmasına son vermelidir.
  • ABD hükümeti, geçtiğimiz birkaç on yılda İran halkına karşı yasadışı girişimlerini kabul edip verdiği zararları telafi etme yoluna gitmeli ve bu girişimleri tekrarlamayacağı konusunda güvence vermelidir.

ABD, yıllarca İran’a karşı değişik ve illegal yaklaşımlarda bulunarak uluslararası hukuku zedelemiştir. Örneğin;

A-) İran’ın seçilmiş ve meşru hükümetinin devrilmesine yol açan 1953 darbesinde rol almak ve 25 yıllık darbe hükümetinin İran halkına verdiği zarara ortak olmak,

B-) 1979 İran İslam Devrimi’nden sonra Amerika’da İran milletine ait on milyarlarca değerindeki mal varlığının bloke edilmesi veya geçmiş yıllarda boş bahanelerle bu mal varlıklarına el konulması,

C-) 1980 yılında İran topraklarına askeri saldırı ve bu saldırı ile İran’ın egemenlik ve toprak bütünlüğü hakkının açıkça ihlali,

D-) İran aleyhine dayatılan 8 yıllık savaş süresince Irak’ın eski diktatörü Saddam Hüseyin’e silah, istihbarat ve askeri yardım yapılması,

E-) Son 30 yılda Amerika ve Batılı müttefikleri tarafından Saddam’a verilen kimyasal silahlar sonucunda yaralanan İranlıların yaşadığı dramda doğrudan rol almak,

F-Bir İran yolcu uçağının 1988 yılında Amerikan savaş gemisi tarafından düşürülmesi ve bu olay sonucunda 290 masum yolcu ve mürettebatın hayatını kaybetmesi ki, bu olayın ardından savaş gemisi komutanı madalya ile taltif edilmiştir,

G-) 1988 baharında İran’ın petrol platformlarına yönelik mükerrer saldırılar,

H-) İran’ın onurlu halkına yönelik “eşkiya ve suçlu”, “terörist halk”, ‘Şer ekseni üyesi’ gibi asılsız iftara ve hakaretlerde bulunmak,

I-) Müslümanların ve başta İran vatandaşlarının hiçbir gerekçe gösterilmeyerek ırkçı bir tutum ve kanunsuz bir şekilde Amerika’ya girişlerinin yasaklanması. Oysa ki İran vatandaşları Amerika’daki göçmenlerin en başarılı, en kültürlü ve kanunlara en saygılı olanlarının başında gelmekte olup, kendi toplumlarına büyük hizmetleri olmuştur. Ancak şu an büyükanne ve büyükbabaları dahil akrabalarını ziyaret etmekten bile mahrum bırakılmışlardır.

J-) İran aleyhinde şiddet yanlısı kişileri Amerika’da barındırmak, suç örgütleri askeri milisler ve terör örgütlerini desteklemek. Bunlardan bazıları yıllardır Amerikan terör listesinde yer almış ve savaş yanlısı lobilerin ve bu örgütlerden beslenenlerin -ki bunlardan bazıları şu an bu hükümette üst düzey yetkili olarak görev yapmaktadır- çabalarıyla bu listesinden çıkarılmıştır,

K-) Siyonist rejimin istihbarat servisine İran’ın nükleer bilim insanlarını şehit etme girişimlerinde yardım etmek, 

L-) Siber savaşlar yoluyla İran nükleer programını sabote etmek,

M-) Sahte evrak düzenleyerek uluslararası toplumu yanıltmak ve yapay kriz gündemi oluşturmak.

ABD ve İran arasında, yukarıda anlatılan sorunlardan dolayı karşılıklı güvensizlik ortamı halen devam etmektedir. Tehdit dili hiçbir zaman yararlı olmadığı gibi, yaraları daha da derinleştirmektedir. İşte bunun için, ilk başta, tehditler yerine, ABD’nin son 40 yıl içerisinde İran halkına karşı devamlı uyguladığı saldırgan ekonomik politikalarına son vermesi, İran halkına yönelik kapsamlı sınır ötesi yaptırımlarını kaldırması, İran’ın kalkınmasını engelleyici ve uluslararası hukuk anlaşmalarını doğrudan ihlal eden ve herkes tarafından kınanan tutumlarından derhal vazgeçmesi ve İran halkına ve ekonomisine verdiği büyük zararı telafi etmesi gerekmektedir.

Zarif’in açıklamasına göre, ABD hükümeti, JCPOA’nın İran ile ticaret ve İran’da yatırım konusunda dolaylı ve dolaysız yüzlerce milyar dolar değerinde zarara neden olan açıkça ihlalini ve bu anlaşmaya karşı sadakatsizliğini bir an önce durdurmalı, İran halkının zararını karşılamalı, ciddi ve dürüst bir şekilde kayıtsız-şartsız JCPOA’daki yükümlülüklerini yerine getirmeli ve bu anlaşma uyarınca İran ile ekonomik ilişkilerin normalleşmesini engelleyici herhangi bir girişimden kaçınmalıdır. ABD hükümetinin uydurma suçlamaları ile İran’a karşı yaptırımları ihlal etmek suçundan ABD’de tutuklu bulunan ya da ABD hükümetinin yasadışı baskıları ile başka hükümetleri tarafından Amerika’ya iade edilmek üzere tutuklanan ve en zor koşullarda yasadışı bir şekilde tutuklu bulunan İranlı veya başka ülke vatandaşları derhal serbest bırakılmalı, bu şahıslara -ki bu şahıslar arasında  hamile kadınlar, yaşlılar ve hastalar bulunup hatta bazıları hayatını kaybetmiştir- ve ailelerine verilen zararlar telafi edilmelidir. Aynı hükümet, Irak, Afganistan ve Fars Körfezi gibi bölgeye yönelik saldırgan askeri müdahalelerinin sonucuna katlanmalı, bölgeden askerlerini çekmeli ve bölgede müdahalelerine son vermelidir. Amerikan hükümeti, insanlık karşıtı terör örgütü olan DEAŞ örgütünün ortaya çıkmasına neden olan politikalarına ve girişimlerine de son vermeli ve bölgedeki müttefiklerine bölgede ve dünyada aşırıcı gruplara yönelik finansal ve siyasal yönden desteklerini durdurmalarını sağlamalı ve bu yönde inandırıcı olmalıdır.

İran Dış İşleri Bakanı Dr. Muhammed Cevad Zarif, ABD Dış İşleri Bakanı’nın ön koşullarına karşı şu ifadeyi de kullanmaktadır: Amerikan hükümeti Yemen’de saldırgan tarafa silah temin etmekten ve mazlum Yemen halkına karşı girişilen, binlerce kişinin ölümüne yol açan ve Yemen’in harabeye dönmesine neden olan saldırılara ortak olmaktan vazgeçmeli ve müttefiklerini Yemen halkı aleyhine giriştikleri saldırıdan vazgeçmeye ve tazminat ödemeye çağırmalıdır. Ayrıca, uluslararası hukuk ve yasalara saygı göstermeli, Siyonist rejime olan sınırsız kronik desteğini durdurmalı, söz konusu rejimin apartheid politikalarını ve sürekli insan hakları ihlallerini kınamalı ve Filistin halkının haklarını, özellikle de başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin Devleti’nin kaderinin çizilmesi ve kurulması hakkını desteklemelidir.

Diğer önemli hususlardan birisi de, ABD hükümetinin dünyadaki krizle boğuşan ülkelere ve özellikle Batı Asya bölgesine her yıl yüz milyarlarca dolar değerinde ölümcül silah satışını durdurması ve kriz bölgelerini silah deposuna dönüştürmek yerine, bu yüksek meblağları ülkelerin kalkınmasına ve küresel yoksullukla mücadele yolunda kullanması gerekliliğidir. ABD’nin silah müşterilerinin bunun için harcadıkları paranın cüzi bir kısmı bile, dünyadaki tüm açlık ve yoksulluğu gidermeye ve sağlıklı içme suyu temin etmek, hastalıklar ile mücadele etmeye yeterli olacaktır. Bununla birlikte, ABD hükümeti, uluslararası toplumun Ortadoğu’da son 50 yıldır kitlesel silahları imha etme isteğine karşı çıkmaktan vazgeçip, işgalci ve saldırgan Siyonist rejimi nükleer silahlardan arınmaya mecbur etmeli, dünyanın barış ve güvenliği için en büyük gerçek tehlike sayılan yıkıcı silahları günümüzün en saldırgan ve savaş çığırtkanlığı yapan rejimi için temin etmeye son vermelidir.

Zarif, ön koşullara karşı şunu da anlatmaktadır: ABD hükümeti, bu ülkenin, nükleer silahları yaygınlaştırma anlaşmasının 6. maddesinden kaynaklanan taahhütleri, Uluslararası Adalet Divanı’nın istişare oyu, 1995 yılında nükleer silahların yayılmasını engelleme anlaşmasını gözden geçirme ve uzatma zirvesinin bildirisi ve güvenlik konseyinin 984 nolu kararının açık ihlali olan nükleer silah ve bu nükleer olmayan tehlikelere karşı insanlık dışı silahları kullanma doktrinini durdurmalı ve BM’nin çoğunluğa yakın üyelerinin, hatta ABD’nin eski Dış İşleri Bakanları ve şüphesiz tüm dünya halklarının isteği olan nükleer silahsızlanma ile ilgili ahlaki, yasal ve güvenlik görevini yerine getirmeli ve tarihte nükleer silahını kullanma utancını yaşayan tek ülke olarak insanlığı nükleer küresel holokost kabusundan ve karşılıklı kesin yok olma ilkesi üzerine kurulu hayali güvenliğin peşini bırakmalıdır. ABD hükümeti, kendi anlaşma taraflarının tamamına ve uluslararası topluma şunu taahhüt etmelidir ki, uluslararası hukukta en önemli kaide olan ve medeni ilişkilerin temelini oluşturan ahde vefa ilkesine riayet edecek ve uluslararası hukuk ve uluslararası örgütleri sadece ABD’nin istifade ettiği bir malzeme olarak kullanmak gibi tehlikeli bir doktrine resmi olarak ve ondan da önemlisi pratikte son verdiğini gösterecektir.

Amerika’nın değindiğimiz bu politikaları, İran halkının Amerika  hükümetine güvenmeme nedenlerine bir örnek olduğu gibi, dünya ve özellikle Batı Asya bölgesindeki adaletsizlik, şiddet, terörizm, savaş ve güvensizliğin önemli ve temel nedenlerindendir. Bu politikalar, ağır maddi ve insani fatura ve dünyadaki ülkelerin kamuoyunun tamamına yakınında ciddi izolasyon yaratmanın dışında, saygıdeğer ve çağdaş Amerika halkına da yararı olmadığı gibi sadece sayılı Amerikalı ölümcül silah üreticisine menfaat sağlamıştır. Eğer Amerikan hükümeti, kendi halkı ve diğer dünya halklarının güvenlik ve refahı için, bu politikaları resmen ve pratikte vazgeçme cesaretini gösterirse, uluslararası izolasyonu sona erip, İran ve dünyada Amerika’dan yeni bir oluşacak ve güvenlik, huzur, kapsamlı ve kalıcı kalkınmaya doğru ortak hareket koşulları da ortaya çıkacaktır.

Şunu kabul etmek gerekir ki, maalesef şimdilik ABD’nin davranışlarında değişim perspektifinden söz etmek gerçekçi değil. Ama İran İslam Cumhuriyeti, uluslararası düzeyde bilginin yaygınlaştırılması, çok yönlülük, diyalog, hukukun egemenliğine saygı, nükleer silahsızlaştırmayı ”medeniyetler arası diyalog” ve ”dünya, şiddet ve aşırıcılığa karşı” gibi inisiyatifler sunarak, nükleer silahsızlanma ve hukuka dayalı dünya düzeni için yapılan proaktif çabalara katılarak çaba harcamıştır.

Bölgesel düzeyde ABD ve onun dış politikasının aksine, İran, kendi anayasasına göre her türlü hakimiyet ve boyunduruk altına girmeye karşıdır. İran, küresel ve bölgesel hakimiyet dönemine sona erdiğini ve bu doğrultuda çaba harcamanın boş bir iş olduğuna inanıyor. Zarif’e göre, bölge ülkeleri olarak yabancı hakimiyetini kabullenmek veya komşular üzerinde tahakküm kurmak yerine, daha güçlü, kalkınmış ve istikrarlı bölge kurma peşinde olmalıyız. Zarif’e göre, İran İslam Cumhuriyeti, bölgesel krizleri çözmenin ve güçlü bölge oluşturmanın en iyi yolunu Fars Körfezi’nde “Bölgesel Diyalog Konseyi”ni oluşturmakta görüyor. Tahran, bu şekilde, ülkelerin egemenlik hakkının eşitliği, tehdit ve zorbalıktan kaçınmak, münakaşaları barışçıl yollarla çözmek, ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı duymak, uluslararası hudutların değişmez olduğu, ülkelerin iç işlerine müdahale etmemek ve kendi geleceklerini belirleme haklarına saygı göstermek  gibi ortak ilkeler temelinde bölge ülkelerini birbirine yaklaştırma adına güven verici girişimleri başlatmış ve bölgesel ve küresel tehditler ve fırsatlar ile ilgili ortak algı yaratarak, saldırmazlık ve bölgesel ortak işbirliği anlaşmasına ulaşmayı hedeflemiştir.

Zarif’e göre, İranlılar ciddi olarak şuna inanıyorlar ki, bölgemiz, dünyanın en zengin medeniyetinin varisi olarak, sorunlarını başkalarından bağımsız ve onların müdahalesi olmadan -ki ortak onur ve geleceğimize zarar vermekten başka sonucu yoktur- kendi dirayet ve gücümüz ile çözmeye çalışıp ve çocuklarımıza daha iyi bir gelecek hazırlamalıyız.

 

Prof. Dr. Ghadir GOLKARIAN

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.