KÜRESELLEŞMENİN KÜLTÜREL SONUÇLARI

upa-admin 28 Haziran 2018 17.188 Okunma 1
KÜRESELLEŞMENİN KÜLTÜREL SONUÇLARI

Özet: Bu çalışmada, üzerinde sıkça tartışılan ve tanımı konusunda evrensel bir mutabakatın olmadığı küreselleşme kavramının kültürel sonuçlarına yönelik kuramsal bir tartışma yapılmıştır. Küreselleşme, dinamik bir kavram olarak siyasi, iktisadi ve kültürel sonuçlar yaratmıştır. Çalışmada, küreselleşmenin kültürel sonuçlarında kültürlerin gittikçe birbirine benzediği ve Batı kültürünün çevredeki ülkelere ihraç edildiğini öne süren kültürel homojenleşme yaklaşımı ile farklı toplumsal grupların kültürlerinin birbirleriyle etkileşim halinde varlıklarını sürdürdüğü kültürel melezleşme yaklaşımı tartışılmıştır. Çalışmada, nitel araştırma yöntemlerinden kaynak tarama tekniği kullanılarak, küreselleşmenin kültürel sonuçlarına dair daha önce yazılan eserler incelenerek alana katkıda bulunmak amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Kültürel Homojenleşme, Kültürel Melezleşme, Kültür.

 

Giriş

Bu çalışmada, ilk olarak, küreselleşme olgusu kavramsal ve kuramsal bir temele oturtulmaya çalışılmıştır. Küreselleşme, üretken yapısıyla üzerinde sürekli yeni tanımlamaların yapıldığı bir kavramdır. Birçok konuda insanların üzerinde konuştuğu ve son yıllarda yarattığı etkilerle akademinin de ilgisini çeken bir kavram hüviyetindedir. Bu anlamda, küreselleşme, hem dinamik yapısı, hem de kendi içinde barındırdığı farklı anlam pratikleriyle tanımlanması zor bir olgudur. Küreselleşme kavramını tanımlamadaki zorluklar bir yana, tarihsel gelişimi bakımından da onun ne zaman ortaya çıktığına dair bir uzlaşı yoktur. Yine de, küreselleşme olgusunun tarihsel gelişimine bakıldığında, insanların yeni alanları keşfetme isteği, göç etme alışkanlıkları ve ticari yolların ortaya çıkmasına kadar eskiye götürülmektedir (Aktel, 2001: 195).

Küreselleşmenin tarihsel gelişimine kısaca değinildikten sonra, onu bir kavram olarak tanımlama ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Küreselleşmeye yönelik tanımlamalarda ekonomik ve politik sürecin ön planda olduğu görülmektedir. Küreselleşme, Soğuk Savaş sonrası SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte Amerika’nın liderliğinde çok uluslu şirketlerin dünya üzerinde kurduğu hegemonyayı tanımlamak için kullanılmıştır (Yaylagül, 2014: 189). Küreselleşmeye yönelik bu tanımlamada, Soğuk Savaş sonrasında değişen politik ve iktisadi sürece gönderme vardır. Küreselleşme, kavram olarak çok çeşitlilik gösteren bir sürecin adıdır. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan yeni dünya düzeninin politik liderliğini Amerika üstlenirken, iktisadi boyutunda da çok uluslu şirketler önemli rol oynamaktadır (Akdemir, 2004: 43).

Küreselleşme kavramı, politik ve iktisadi etkileri olduğu kadar, kültürel boyutlarıyla da kendinden söz ettirmiştir. Küreselleşmeyle birlikte dünyadaki farklı toplumların gittikçe birbirine benzemeye başlamasıyla farklı kültürler tek tipleşerek küresel kültürü ortaya çıkarırken, bir başka boyutta ise farklı toplumsal grupların kendi kültürlerini ifade etmelerine olanak tanımaktadır (İçli, 2001: 163). Bu anlamda, küreselleşme kültürel etkileriyle ele alındığında, bir yandan farklı kültürlerin gittikçe benzeştiği kültürel homojenleşmeyi tarif etmek için kullanılırken, öbür yandan yerel düzeyde farklı kültürlerin kendilerini tanımlaması ve farklılıklar içerisinde bir dünyanın olabileceğini öngörmektedir.

Çalışma kapsamında küreselleşmenin kültürel sonuçlarından kültürel homojenleşme ve kültürel melezleşme sürecine odaklanılmıştır. Bu doğrultuda, kültürel homojenleşme yaklaşımını savunanların argümanları incelenmiştir. Akabinde, Batı’nın özellikle de Amerika’nın egemen kültürünün çevredeki ülkelere ihraç edilip edilmediğine dair bir sorgulamaya gidilmiştir. Küreselleşmenin kültürel sonuçlarında ikinci yaklaşım olan kültürel melezleşmeyi savunanların görüşlerine de yer verilmiştir. Günümüz toplumlarının geçmişe göre daha fazla etkileşim içinde olduğunu belirtenler saf bir kültürün kalmadığını vurgulayarak ve farklı toplumsal grupların kültürlerinin birbirinden etkilendiğini kabul ederek, kültürel melezleşme yaklaşımını ön plana çıkarmaktadır.

Küreselleşme: Tanımlanamayan Kavram

Giriş bölümünde kısaca değinilen küreselleşmeye, yarattığı köklü değişimler çerçevesinde daha detaylı bakma ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme kavramının etimolojik kökenine bakıldığında; “küresel” kelimesi 400 yıl öncesine uzansa da, küreselleşme etkileri bakımından yenidir (Aydemir ve Kaya, 2007: 261). Politikadan ekonomiye birçok alanı ilgilendiren küreselleşme kavramının etkileri yoğun olarak ilk kez 1980’li yıllarda hissedilmiştir (Aktel, 2001: 193). 1980’li yıllar, dünyada ideolojik farklılıkların çözülmeye başladığı, iktisadi süreçlerin küresel ölçekte yaygınlaştığı, dünyada liberal rüzgarların estiği ve farklı kültür ve inançların gittikçe birbirine benzediği dönemin başlangıcıdır (Tağraf, 2002: 35).

Küreselleşme kavramı politik, iktisadi, kültürel ve sosyal etkileriyle çok kapsamlı bir kavram olduğu için, onun üzerinde uzlaşılan ortak bir tanım söz konusu değildir.  Küreselleşme kavramı ister olumlu, isterse de olumsuz çağrışımlar yaratsın, bir olgu olarak günümüz dünyasını şekillendiren önemli bir süreci ifade etmektedir. Küreselleşme kavramıyla ortaya çıkan ulus aşırı şirketler ekonomik sürece yön vermeye başlamıştır (Yaylagül, 2014: 193). Küreselleşme kavramında sıkça adı geçen pazarın küreselleşmesiyle vurgulanmak istenen noktası, insanların beğenilerinin, isteklerinin evrensel bir konuma gelmesiyle üretilen mal ve hizmetlerde standartlaşmanın başlayarak rekabetin küresel boyutlara çıkmasıdır (Tağraf, 2002: 36). Bu doğrultuda ele alınacak olursa, küreselleşmeyle birlikte kapitalist sistemde pazara yön veren dev işletmeler insanların tüketim tercihinde de tek tipleşmeye gitmektedir. Ekonomik anlamda bankacılık, finans sektörü gibi önemli hizmet alanları küreselleşmenin önemli bir öğesi haline gelirken, aynı zamanda bu hizmetler küresel ölçekte tüm dünyada yaygınlaşmaktadır (Yaylagül, 2014: 196).

Küreselleşmeyi salt ekonomik etkileriyle açıklamak kavramı sığ bir tanıma oturtmak olur. Küreselleşmenin ekonomik boyutu siyasal süreçlerle de ilişkilidir. Küreselleşme süreci, politik manada insan haklarının gittikçe önem kazandığı, liberal sistemdeki bireyin devlete karşı görece özerk bir konuma geldiği, yerel yönetimlerin ön plana çıkarıldığı, idare sisteminin saydam hale geldiği, kamunun halka hizmet sunan bir araç olduğu düşüncesinin yaygınlaştığı bir süreci tanımlamaktadır (Aktel,2001: 199).

Yukarıda küreselleşme, siyasi ve iktisadi süreçlerde yarattığı değişim ve dönüşümler göz önüne alınarak tanımlansa da, kavramın geniş bir kapsamı olması nedeniyle yeterli derinlikte değildir. Bu bakımdan, küreselleşme, bir de yarattığı kültürel boyutlar çerçevesinde ele alınmayı gerektirmektedir. Kavramsal olarak bazen farklı toplumların giderek birbirine benzediği homojen bir kültürü tarif ederken, aynı zamanda dünya içerisindeki farklı toplumsal grupların kendi içlerindeki ayrımı tanımlamak için de kullanılmaktadır (Eken, 2006:243). Küreselleşme, siyasi ve iktisadi süreçlerde olduğu gibi kültürel manada da tek bir boyutu içermez. Kültürlerin hem benzeşmesini, hem de farklılıkların kendini belli etmesini sağlayan küreselleşme süreci iletişim teknolojileriyle de yakın bağlantılıdır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iletişim alanında yaşanan gelişmeler değişim sürecini başlatarak bilgi toplumuna evrilmeyi sağlamıştır (Tanrıöver ve Kırlı, 2015: 136). Küreselleşmenin siyasi ve iktisadi süreçlerle bütünleşmesinde iletişim sürecinin küreselleşmesi rol oynamıştır (Ağcakaya ve Öğrekçi, 2016: 32). Bu bakımdan, günümüzde özellikle yeni medya olarak adlandırılan internetin de sürece dahil olmasıyla birlikte iletişim altyapısında yaşanan gelişmeler, küreselleşmenin siyasi, iktisadi ve kültürel etkinlik alanını dünya çapında genişletmiştir.

Küreselleşmenin Kültürel Sonuçları

Kuramsal temelin ağırlık kazandığı bu çalışmada, küreselleşme kavramının kültür üzerinde yarattığı etkilere odaklanılmıştır. Bu doğrultuda, “kültür” kelimesini tanımlama ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme gibi kültür de akademik çevrelerin üzerinde fazlaca tartıştığı ve sürekli yeni tanımlamaların türetildiği bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Kültür kavramının etimolojik kökenine bakıldığında, kavramın Latince’de “tarım” manasına denk düşen cultura kelimesinden türeyerek Batı dillerinde zaman içerisinde culture olarak yer ettiği görülmektedir (Kocadaş, 2004: 2). Kültür kelimesinin kökenine bakıldıktan sonra, onu anlamlandırma süreci kolaylaşmıştır. Kültür; toplumda birey olarak konumlandırılan insanın yaşam boyunca kazandığı bilgi, inanç, hukuk, görenek, töre gibi değerlerin tamamını kapsayan bir bütündür (Tomlinson, 1999: 17). Kültür kavramı, sahip olduğu geniş muhtevasıyla tek bir tanıma oturtulamayacak kadar derinliğe sahiptir. Küreselleşme içerisinde ele alınacak olan kültür kavramı, özellikle iletişim teknolojilerindeki gelişmeye bağlı olarak hem bir kültürel türdeşliğe, hem de farklı kültürlerin kendini ifade etmesine olanak tanımasıyla farklı sonuçlara zemin hazırlamıştır. Küreselleşmenin kültürel sonuçlarına bakıldığında, bu iki zıt kutup görülmektedir. Bu yaklaşımlardan biri kültürel homojenlik olarak adlandırılan ve tüm kültürlerin gittikçe birbirine benzeyerek evrensel bir ilke haline gelmesini ön plana çıkarırken, diğer yaklaşım ise çok kültürlülük temelinde farklı kültürel özellikleri içeren çoğulcu bir anlayışı içermektedir (Akdemir, 2004: 45).

Kültürel homojenleşme ya da kültürel türdeşlik olarak görülen yaklaşımda, Batı’nın egemen kültürü diğer kültürleri etkisi altına almaktadır. Bu yaklaşımda, egemen Batı kültürü, farklı kültürler üzerinde bir tahakküm yaratarak, o kültürleri gittikçe tek tipleştirmeye başlamıştır. Bu yaklaşımın karşısında konumlanan kültürel melezleşme yaklaşımı ise, kültürel homojenlik iddiasını reddederek, farklı kültürlerin birbirine egemenlik kurmadan yaşayabileceği bir kültürel çeşitlilik iddiasındadır. Bu çalışmada, küreselleşmenin kültürel sonuçlarında bu iki temel yaklaşım incelenecek olsa da, küreselleşmenin kültür üzerinde yarattığı etkiler sadece bu yaklaşımlarla sınırlı değildir. Küreselleşmenin kültür üzerinde yarattığı etkilere bakıldığında; bireyin toplum içerisinde yabancılaşması, buna bağlı olarak bireyin gittikçe yalnızlaşması, ulusal kimlik sorunlarının artması, tüketim kültürünün ortaya çıkması ve en önemlisi kültür emperyalizmine yol açmasıdır (Talas ve Kaya, 2007: 150). Küreselleşmenin kültürel sonuçlarındaki çeşitlilik göz önüne alınacak olursa, çalışmanın sınırlandırılması ihtiyacı belirmektedir. Çalışma, kuramsal ağırlığını küreselleşmenin kültürel sonuçlarındaki iki büyük yaklaşım olan kültürel homojenleşme ve kültürel melezleşme üzerine yoğunlaştırmıştır. Bu kapsamda, her iki yaklaşımın literatürde nasıl tanımlandığına bakılmıştır.

Yöntem

Küreselleşmenin kültürel sonuçlarına odaklanan bu çalışma, teorik özellikler içermektedir. Bu bakımdan, nitel araştırma yöntemlerinden kaynak tarama tekniği kullanılmıştır. Çalışma kapsamında, küreselleşmenin kültürel sonuçlarına dair yazılan kitap, makale ve dergiler incelenerek ve konu hakkında yazılan görüşlere çalışma kapsamında atıfta bulunularak, küreselleşmenin kültürel sonuçlarına dair bir sorgulama yapılmıştır. Çalışmanın amacı, alanda daha önce yapılan tartışmaların gözden geçirilerek, günümüzde fazlasıyla ilgi çeken küreselleşme kavramının kültür boyutunda yarattığı etkileri kültürel homojenleşme ve kültürel melezleşme temelinde yeniden yorumlama ihtiyacıdır.

Kültürel Homojenleşme Yaklaşımı

Günümüzde sosyal bilimlerde sıkça tartışılan küreselleşme kavramının kültürel sonuçlarındaki iki büyük yaklaşımdan biri olan kültürel homojenleşme sürecine, bu çalışma kapsamında yakından bakma gerekliliği söz konusudur. Ekonomik anlamda ulus aşırı şirketlerin ön plana çıkması ve aynı zamanda iletişim altyapısında gerçekleşen yeniliklerle birlikte, farklı kültürler, son dönemde daha önce hiç olmadığı kadar birbirinden haberdar olmaya ve birbirine yakınlaşmaya başlamıştır. Homojen bir kültür oluşturma süreci ekonomik süreçlerle de yakından bağlantılıdır. Dünya ölçeğinde faaliyet gösteren şirketler, ekonomik pazarı küreselleştirerek, adeta kültürel sonuçlara zemin hazırlamıştır. Bu süreçte iletişim teknolojilerinin yarattığı etkiler de yadsınamaz. Bilgi üretim alanının az sayıdaki dev şirketin egemenliğine girmesiyle birlikte, insanlar, aynı imaj ve medya içeriklerine maruz kalmaktadır (Yaylagül, 2014: 194). Bu sürece bakıldığında, kapitalist sistemde ekonomide söz sahibi olan dev şirketlerin üretim sürecinde mal ve hizmetleri standartlaştırmasına bağlı olarak yüzeysel ve birbirine benzer ürünlerle insanlar türdeş bir kültürel sürece sürüklenmeye zorlanmaktadır. Bu doğrultuda ele alındığında, küreselleşmeye olumlu bir perspektiften bakanlar insanların beslenme alışkanlığından giyime, televizyon izleme pratiklerinden kadın haklarına kadar küresel ölçekte türdeş bir kültürü Batı’nın egemen toplumlarının ortak paydası olarak görmektedir (Akdemir, 2004: 45). Bu durumun doğal bir sonucu olarak dünya üzerindeki farklı toplumsal grupların hayat tarzlarında bir değişim süreci yaşanmaktadır. Özellikle beslenme alışkanlıklarında Amerikan tüketim kültürünün önemli ikonları olan Coca-Cola, McDonalds, Pepsi gibi dev markalar baskın hale gelmiştir (Talas ve Kaya, 2007: 153).

Bu durum sadece yeme-içme kültürüyle de sınırlı değildir. Film sektöründe de Amerikan kültürünün izleri görülmektedir. Küresel ölçekte milyonlarca insanın izlediği Titanic ve Terminator gibi önemli filmler, onu izleyen insanlarda Batı’nın kültürel birikimini alma riskini ortaya çıkarmaktadır (Holton, 2013: 62). Bu bakımdan kültürel homojenleşme sürecine bakıldığında, uluslararası ekonomide söz sahibi olan Batı’nın özellikle de Amerika’nın dev şirketlerinin standartlaşan mal ve hizmet akışıyla insanları tek tip bir kültüre yani kitle kültürüne sürüklemekte olduğu görülmektedir. Küreselleşme, homojen bir dünya kültürünü inşa ederek, insanların aynı ürünleri kullandığı, aynı mağazalardan alışveriş yaptığı, aynı beslenme alışkanlıklarına sahip olduğu, aynı müzikleri dinleyip aynı programları izlemeye başladığı kültürün küreselleştiği süreci tanımlamaktadır (Yaylagül, 2014: 195). Bu süreçte küresel pazara yön veren Amerika, aynı zamanda kültürel yaşamda da kendi tüketim alışkanlıklarını ve yaşam tarzını inşa etmektedir. İnsanlar bir takım yönlendirmeler neticesinde zevki ve tüketimi öne süren eğlence anlayışına yönelmektedir (Akdemir, 2004: 46). Tüm bu gelişmeler ışığında ele alınacak olursa, Amerika, kendi şirketleri üzerinden tüketim kültürünü dünya çapından insanlara yayarak, onları kitle kültürünün birer parçası haline getirmiştir. Böylece yaşamın her alanında insanların standartlaşmış yüzeysel ürün ve hizmetleri tükettiği türdeş bir toplum yapısı ortaya çıkmaktadır. Amerikan tüketim kültürü veya başka bir adlandırmayla kültür endüstrisi, kendi kültür anlayışını küresel çapta pazarlayarak hem karını maksimize etmekte, hem de ideolojisinin propagandasını gerçekleştirmektedir (Mora, 2008: 10).

Kültürel homojenleşme süreci salt tüketim alışkanlıkları çerçevesinde ilerlemez. Bu süreçte farklı parametreler de rol oynamaktadır. Kültürel homojenleşme savını öne sürenler, eğitim, politika ve ekonomide de insanların Batılı toplumlarla gittikçe bütünleşme içerisine girdiğini öne sürmektedir (Holton, 2013: 63). Kültürel homojenleşme süreci çalışma kapsamına şu aşamaya kadar Batı’nın egemen kültürün diğer kültürler üzerinde kurduğu hegemonyayı tasvir etme noktasında ilerlemiştir. Batı’nın farklı kültürler üzerindeki hakimiyetinin bir ileriki aşaması olan kültür emperyalizmi kuramı, bu çalışmanın kapsamında değerlendirilemeyecek kadar geniş içeriklidir. Bu doğrultuda, kültürel homojenleşme, Amerika’nın önderliğinde Batı’nın diğer egemen ülkeleriyle birlikte siyasi, iktisadi, kültürel değerlerinin küresel çapta egemen haline gelmesi tezine dayanmaktadır (Varol ve Tayanç, 2017: 136). Küreselleşme sürecini kültürel homojenleşme olarak ele alan Giddens, mekanik saatin ortaya çıkmasıyla birlikte zamanın mekandan bağımsız hale geldiğine vurgu yaparak, bu durumun toplumsal manada ilişkileri mekandan bağımsızlaştırarak uzaktaki alanlarla da etkileşimi artırdığına değinmiştir (İçli, 2001: 164).

Bu bakış açısının en büyük sıkıntısı, küreselleşme olgusunu Batı modernitesiyle bağlantılı ele almasıdır. Modernite, kavram olarak 17. yüzyıldan sonra Batı’nın iktisadi, politik, kültürel ve toplumsal katmanlarda gerçekleştirdiği radikal dönüşümleri tanımlamak için kullanılmaktadır (Aslan Yaşar, 2011: 10). Küreselleşme süreci, Batı’nın kendi iç dinamiklerinde hayat bulan modernite ile özdeşleştirildiğinde, kaçınılmaz olarak Batı dışındaki toplumların kültürleri görmezden gelmektedir. Bu doğrultuda küreselleşmeyi modernleşmeyle beraber ele alan yaklaşımlar, farklı kültürel süreçlerin kendine has iç dinamiklerini ihmal etmektedir. Kültürel homojenleşme süreciyle birlikte Batı’nın özellikle de Amerika’nın egemen değerleri çevredeki ülkelere aktarılırken, o ülkelerdeki ulusal ve yerel kültürleri aşındırma tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Sosyal bilimlerde araştırma yapanlar, küreselleşmenin kültürel etkilerinde ulusal kimlik krizinin öne çıktığını belirtmektedir (Talas ve Kaya, 2007: 156). Küreselleşme sürecinde farklı kültürel kimlikler kitleleşme yönünde bir eğilim gösterirken, bu durum bireylerin kendi sosyal değerlerine politik ve kültürel katılıma karşı yabancılaştığını göstermektedir (Akdemir, 2004: 46).

Tüm bu gelişmeler göz önüne alındığında, ulus aşırı şirketlerle ekonomik süreci yönlendiren Batı’nın egemen devletleri ulusal ve yerel kültürel farklılıkları tek tipleştirme eğiliminde bir politika izlemektedir. Yine de bu süreç farklı kültürel grupların tamamen aşındığı ve yok olduğu anlamına gelmez. Bu bakımdan, küreselleşmenin kültürel sonuçlarında, kültürlerin gittikçe birbirine benzediği ve Batı’nın diğer kültürler üzerinde bir hegemonya kurarak kendi tüketim kültürünü Batı dışındaki toplumlara ihraç ettiğini öne süren kültürel homojenleşme yaklaşımı kültürel süreci açıklamakta tek başına yeterli değildir. Bu durum, doğal olarak karşıt bir görüş olan kültürel melezleşme yaklaşımını meydana getirir.

Kültürel Melezleşme Yaklaşımı

Küreselleşmenin kültürel sonuçlarına ilişkin ikinci bir yaklaşım ise, kültürel melezleşmedir. Kültürel homojenleşme yaklaşımının aksine, kültürel melezleşmede tek tipleşen kültürün yerine farklı kültürlerin birlikte yaşadığı bir dünya tasavvuru söz konusudur. Küreselleşme olgusunu heterojen bir süreç olarak ele alanlar, kavramı salt Batı modernitesinin bir ürünü olarak görmenin Batı dışında kalan toplumların kültürlerini, Batı’nın gözünden görme yanılsamasına yol açacağını belirtmiştir (İçli, 2001: 165). Bu durumun yaratacağı en büyük sonuç, Batı dışında kalan toplumların kendine has kültür öğelerini pasif konuma itmektir. Kültürel melezleşme yaklaşımının en önemli özelliği, farklılığı esas alan yapısıdır. Kültürel melezleşme yaklaşımında, Batı dışında kalan toplumların kültür üzerindeki yaratıcılığını öne çıkarma eğilimi söz konusudur (Akdemir, 2004: 47).

Kültürel homojenleşme tezinin aksine, kültürel melezleşmede farklı toplumsal gruplar etkileşim içerisindedir. İletişim alanında yaşanan köklü gelişmeler düşünüldüğünde, kültür anlamında saflıktan bahsetmek gittikçe güçleşirken, bu süreçte farklı kültürler birbirleriyle iç içe geçmektedir (Aktel, 2001: 200). Bu doğrultuda ele alındığında, Batı, her ne kadar ekonomik süreçlerle kültür üzerinde bir hegemonya inşa etse de, farklı kültürler etkileşim halinde varlıklarını sürdürmeye devam etmektedir. Farklı kültürlerin birbirini tanımasında iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerin payı yadsınamayacak derecede yüksektir. İletişimde geleneksel araçlar gittikçe önem kaybederken, bilgisayar teknolojisinin ortaya çıkmasıyla birlikte yeni medya olarak da adlandırılan internet, dünyadaki iletişim ağlarını birbirine hiç olmadığı kadar yakınlaştırarak günümüz toplumlarını bir imaj ve mesaj bombardımanına maruz bırakmaktadır (Yaylagül, 2014: 204). İletişim altyapısında yaşanan bu gelişmeler, kimilerine göre bu teknolojilere yön veren şirketlerin kontrolünde bir tüketim kültürünü inşa etmek için araç olarak kullanılırken, kültürel melezleşme yaklaşımını savunanlar için farklı kültürel grupların birbirlerini etkileyerek kültür mozaiği oluşturduğu yönündedir. Kültürel melezleşme konusunda önemli fikirler ortaya atan düşünürlerden biri İsveçli antropolog Ulf Hannerz’dir. Hannerz, melez kavramının merkez ile çevre arasındaki kültürel mesafeyi azalttığına değinerek, melez kültürleri insanların aktif bir biçimde kendi sentezlerini inşa etme çabası olarak görüp; çevrede yer alan ülkelerin kültürel olarak merkezden gelen mit, anlam ve sembolleri içselleştirerek kendine özgü kılmak için belli oranda dönüştürdüğüne değinmektedir (İçli, 2001: 169).

Bu doğrultuda düşünüldüğünde, merkez ile çevre arasında kültürel kod ve değerler akışkanlık göstermektedir. Kültürel homojenleşme yaklaşımında merkez olarak kabul edilen Batı’dan çevreye kültürel kodlar aktarılırken, kültürel melezleşme sürecinde karşılıklılık söz konusudur. Bu bakımdan küreselleşme ile birlikte farklıların azaldığı türdeş bir dünya tezinin karşısında yerel olanı ön plana çıkarma tutkusu gittikçe güçlenmektedir (Gündel, 2010: 131). Bu bakımdan, kültürel homojenleşme yaklaşımında ortaya çıkan küresel kültür anlayışının aksine farklı toplumsal gruba ait bireyler her zaman için merkezden gelen kültürel değerlere veya ürünlere karşı kabul etme eğilimi içinde olmaz. Bu reddetme kültürü, yerel anlamda farklı kültürlerin egemen kültüre karşı direnç gösterdiği ender durumlardan biridir. Melez kültürler, insanların aktif bir şekilde kendi kültürel bileşimlerini inşa edebileceğine dair araştırmaların bir sonucu olarak görülmektedir (İçli, 2001: 169).  Kültürel melezleşmede, hem diğer kültürlerden bir takım kültürel değer ve kodlar alınmakta, hem de farklı kültürler tek tipleşmeye maruz kalmadan kültürel süreçte mevcudiyetlerini sürdürmektedir.

Bu bakımdan, kültürel melezleşme bir çeşitlilik formu sunmaktadır. Bu doğrultuda, farklı toplumların etkileşim halinde olması kültürel değerlerin birbirine karışmasına olanak tanımaktadır. Göç, sömürgecilik, uluslararası istihdam gibi birçok alanda farklı kültürler arasında meydana gelen kültürel dolaşım gerekli olmakla birlikte yeterli görülmez (Holton, 2013: 70). Bu alanlar kültürel çeşitliliği artırıcı bir rol üstlense de, farklı toplumsal katmanların etkileşimi için başka parametreler elzemdir. Günümüz dünyasının iletişim çağı olduğu düşünüldüğünde, farklı toplumsal grupların birbirinden haberdar olması için fiziksel anlamda göç etmesi, ya da başka bir ülkenin sınırlarında çalışması zaruri değildir. Bugün internet olarak adlandırılan yeni medya ile dünyanın en uzak köşesinde yaşayan insanların kültürleri hakkında bile bilgi sahibi olunmaktadır. Kültürel homojenleşme yaklaşımı, Batı’nın egemen ülkelerinin diğer ülkelere kültür ihraç ettiği savından hareket ederek bir asimilasyon sürecini ortaya çıkarırken; bu yaklaşımın karşısında duran kültürel melezleşme ise farklı kültürlerin bir arada hayat bulmasını sağlayarak çok kültürlülüğü temel almaktadır. Farklılıklar birbirleriyle etkileşim halinde yeni kültürel pratikleri ortaya çıkararak, kültürel zenginleşme yönünde bir adım atmaktadır. Nitekim Amerika başta olmak üzere yoğun bir şekilde göç alarak farklı kültürel grupları kendi içinde barındıran ülkelerde çok kültürlülük politikası, farklı kültürel kimliklere saygı duyulması ve bunların hoşgörüyle karşılanması neticesinde hayat bulmuştur (Akdemir, 2004: 47).

Bu bakımdan çok kültürlülüğü esas alan bir politik anlayış farlı kültürel kimliklerin mevcudiyetinin korumasında başat rol üstlenmektedir. Bu duruma kültürel melezleşme çerçevesinde bakılacak olunursa, bir ülkenin çok kültürlülüğü kendine baz alması farklı kültürel kimliklerin etkileşimini hızlandırmakta ve kültürel ortak paydaların çıkmasını kolaylaştırmaktadır. Aksi bir durumda, farklı kültürel kimliklere karşı nefret söylemi içeren bir yaklaşım ortaya çıkmaktadır. Günümüz demokrasilerinde kültürlerin etkileşimini sağlayacak politikaların geliştirilmesi durumunda, kültürler arasında etkileşim ve çeşitlilik artarak homojen yerine heterojen bir kültür mirası ortaya çıkmaktadır. Bu durum, az gelişmiş veya başka bir adlandırmayla gelişmekte olan ülkelerin de kültürel süreçlere bakışını etkilemektedir. Farklı kültürler tehdit olmak yerine zenginlik olarak algılanırsa, kültürel etkileşim hızlanmaktadır.

Kültürel melezleşme yaklaşımının daha anlaşılır olması için, “melez” kavramının literatürdeki karşılığına bakmak gerekmektedir. Melezleşme kavramı, literatürde, hibritleşme, küre-yerelleşme, kreollizasyon gibi kavramlarla açıklanmaya çalışılsa da, farklı kavramlarla anlatılmak istenen asıl mesaj, kültürün yerellikten çıkarılıp küreselleşmenin olumlu yahut olumsuz sonuçlarıyla harmanlanarak ifade edilmesidir (Çaycı ve Karagülle, 2016: 576). Kültürel melezleşme kavramı, melez sözcüğünün kendisinden de anlaşılacağı üzere, farklı kültürlerin bir sentezini sunması bakımından toplumsal kültürlerin iç içe geçmesini ifade etmektedir. Melezleşme, yukarıda da değinildiği üzere, küresel olanla yerel olanının bir bileşimini sunması bakımından değerli bir özelliğe sahiptir. Küreselle yerel arasındaki bağlantıyı melezleşme yerine eklemlenme ile açıklayan Friedman’a göre küresel olan yerel pratiklerle diyalektik bir şekilde eklemlenerek değişim ve dönüşüm içine girmektedir (İçli, 2001: 169-170). Kültürel melezleşmeyi küreselleşmenin kaçınılmaz bir sonu olarak gören Pieterse, küreselle yerel olanının birbirinin içine girmesiyle yeni kültürel şekillerin ortaya çıktığını belirterek, bu süreçte ulaşım, iletişim alt yapısı, göç, küresel hareketlilik gibi süreçlerin belirleyici olduğunu belirtmiştir (Çaycı ve Karagülle, 2016: 578). Kültürel homojenleşme yaklaşımında egemen ülkeler kendi kültürünü yerel kültürler üzerinde bir hegemonya kurma aracı olarak kullanırken, kültürel melezleşme sürecinde küresel olanla yerel olan etkileşime girerek yeni kültürel yapıların ortaya çıkmasına olanak tanımaktadır.

Bu noktada değinilmesi gereken önemli bir unsur da, küreselle yerel olanın etkileşiminde kültürel melezleşmeyi andıran kültürel çeşitlilik veya kültür mozaiğinin her zaman çıkmayacağı gerçeğidir. Tzvi Marx, kültürel melezleşme sürecinin kapitalizmin yayılmacı politikası tarafından tikel kültürler üzerinde tahrip edici veya yok etmeye yönelik bir etkiyi özünde sakladığını belirtmiştir (Çaycı ve Karagülle, 2016: 578-579). Bu bakımdan kültürel melezleşme yaklaşımı farklı kültürlerin etkileşimini sağlaması, küreselle yerel olan arasında bir sentez sunarak yeni kültürel süreçleri yaratması bakımından önemlidir. Bunun yanı sıra, günümüzün kapitalist üretim ilişkileri göz önüne alındığında, küresel olarak adlandırılan kültüre belli uluslararası şirketlerin yön verdiği de düşünüldüğünde, bu etkileşim sürecinde yerel kültürün korunması gerektiği unutulmamalıdır. Aksi takdirde, sonuç kültürel homojenleşme yaklaşımında olduğu gibi türdeş bir topluma doğru evrilmektir.

Sonuç

Küreselleşmenin kültürel sonuçlarına odaklanan bu çalışmada, ilk olarak günümüzde sıkça tartışılan küreselleşme olgusu tanımlanmıştır. Akademik çevrelerin de üzerinde sıklıkla durduğu ve her gün yeni bir tanımının türetildiği küreselleşme kavramı tarihsel gelişimi ve etkileriyle ele alınmıştır. Bu bakımdan, küreselleşmenin politik, iktisadi, toplumsal ve kültürel alanlarda yarattığı sonuçlara değinilmiştir. Akabinde, çalışmanın odak noktası olan küreselleşmenin kültürel sonuçlarında iki farklı yaklaşım incelenmiştir. Bu yaklaşımlardan ilki olan kültürel homojenleşmede Batı’nın egemen ülkelerinin sahip oldukları ekonomik güçle pazarı küreselleştirerek kendi kültürel mit, değer ve tüketim alışkanlıklarını Batı dışındaki toplumlara ihraç ettiği üzerinde durulmuştur. Bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak yerel kültürlerin aşındığı dünya çapında küresel bir kültürün Batı’nın egemen değerleri üzerinden yeniden inşa edildiğine yer verilmiştir. Bu durumu modernleşme süreciyle açıklayan görüşlere de atıfta bulunularak, özellikle iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerle birlikte ulus aşırı şirketlerin insanların beslenme alışkanlığından, giyim tercihine, izlediği televizyon programından, konuşacağı konuya kadar her anlamda bir tek tipleşmeye yol açtığı belirtilmiştir. Yine de, bu sürecin tamamen farklı kültürleri yok ettiği anlamına gelmediğinin de altı çizilmiştir. Çalışmada küreselleşmenin kültürel sonuçlarına yönelik ikinci yaklaşım olan kültürel melezleşme de ortaya attığı savlarla ele alınmıştır. Bu bakımdan, kültürel homojenleşmenin karşıtı olarak yer alan melezleşme yaklaşımında küresel olanla yerel olanın etkileşim halinde yeni kültürel formları inşa ettiğine ve farklılıkların etkileşim halinde bir arada yaşayabileceğine odaklanılmıştır. Özellikle farklı kültürlerin iç içe girmesiyle birlikte bir kültürel mozaiğin oluştuğuna değinilerek, bugünün dünyasında saf olarak adlandırılacak bir kültür bulmanın zorluğuna dikkat çekilmiştir. Kültürel melezleşmenin göç, ulaşım, iletişim altyapısı gibi süreçlerden fazlasıyla etkilendiği ve insanların etkileşimini artırarak kültürel çeşitliliğe katkıda bulunduğu vurgulanmıştır. Kuramsal yaklaşımın ağırlık kazandığı bu çalışmada amaç, küreselleşmenin kültürel sonuçlarında hangi yaklaşımın daha baskın olduğundan ziyade, günümüzde sıkça tartışılan bu iki zıt kutbun çağın değişen özellikleriyle yeniden sorgulanmasını sağlamaktır. Bu bakımdan, günümüzün küreselleşen dünyası Batı’nın egemen değerleri ve özellikle de tüketim kültürüyle kuşatılmış gibi dursa da yerel ve ulusal kültürler küreselle etkileşim halinde mevcudiyetlerini sürdürmeye devam etmektedir. Yine de, günümüzde iletişim altyapısında yaşanan gelişmeler ve kapitalizmin dünyayı küresel bir pazara çevirdiği göz önüne alındığında, insanlar gittikçe birbirine benzeyen küresel bir kültürün taşıyıcıları olarak görülmektedir. Bu anlamda, küreselleşmenin kültürel sonuçlarına yönelik ortaya atılan kavram ve ifadelerin tamamı çağın değişen koşullarıyla yeniden gözden geçirilmeye muhtaçtır.

 

İsmail Uğur AKSOY

 

KAYNAKÇA

  • AĞCAKAYA, S. & ÖĞREKÇİ, S. (2016), “Küreselleşme ve Küreselleşmenin Evrensel Değerleri”, Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, Cilt 7, Sayı: 14.
  • AKDEMİR, A.M. (2004), “Küreselleşme ve Kültürel Kimlik Sorunu”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı: 1.
  • AKTEL, M. (2001), “Küreselleşme Süreci ve Etki Alanları”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Cilt 6, Sayı: 2.
  • ASLAN YAŞAR, G. (2011), “Ortaçağdan Günümüze Modernite Doğuşu ve Sonrası’’, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 7.
  • AYDEMİR, C. & KAYA, M. (2007), “Küreselleşme Kavramı ve Ekonomik Yönü’’, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı: 20.
  • ÇAYCI, B. & KARAGÜLLE, A.E. (2016), “İletişimin Dijitalleşmesi ve Kültürel Melezleşme”, Global Media Journal TR Edition, 6 (12) Bahar/Spring.
  • EKEN, H. (2006), “Küreselleşme ve Ulus Devlet”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:16.
  • GÜNDEL, N. (2010), ‘’Kültürel Küreselleşmenin Reklam Mesajlarına Yansımaları’’ Doktora Tezi, Konya, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
  • HOLTON, R. (2013), “Küreselleşmenin Kültürel Sonuçları”, Sosyoloji Konferansları, Cilt:0, Sayı:47.
  • İÇLİ, G. (2001), “Küreselleşme ve Kültür’’, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 25, Sayı:2.
  • KOCADAŞ, B. “Kültür ve Medya”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt 1, Sayı:1.
  • MORA, N. (2008), “Medya ve Kültürel Kimlik’”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt 5, Sayı: 1.
  • TAĞRAF, H. (2002), “Küreselleşme Süreci Ve Çokuluslu İşletmelerin Küreselleşme Sürecine Etkisi”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı: 2.
  • TALAS, M. & KAYA, Y. (2007), “Küreselleşmenin Kültürel Sonuçları”, Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi, Sayı: 22.
  • TOMLINSON, J. (1999), Kültürel Emperyalizm Eleştirel Bir Giriş, Çev. Emrehan Zeybekoğlu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  • TANRIÖVER, O. & KIRLI, S. (2015),”Global Köy ve Kültürel Emperyalizm: Küreselleşme Bağlamında Enformasyon Toplumuna Bakış”, E-Journal Of Intermedia, Cilt 2, Sayı: 1.
  • VAROL, S.F. & TAYANÇ, N.K. (2017), “Popüler Aramalar, Popüler Kültür ve Kültürel Küreselleşme”, Erciyes İletişim Dergisi, Cilt 5, Sayı: 1.
  • YAYLAGÜL, L. (2014), Kitle İletişim Kuramları Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar, Ankara: Dipnot Yayınları.

One Comment »

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.