Siyasette ve Toplumda Narsisizm, Ayartma ve İktidar
Giriş
Barbel Wardetzki’nin kaleme aldığı Siyasette ve Toplumda Narsisizm, Ayartma ve İktidar adlı eser, içinde bulunduğumuz toplumsal yaşamda insanların diline pelesenk olmuş “Narsisizm” olgusunu politik düzlemdeki yansımalarıyla ele alan kuramsal bir çalışmanın ürünüdür. Bu yazıda, kitabın bir özet ve analizi okuyucuya takdim edilecektir. Ancak şüphesiz ki, kitabın tüm yönleriyle içselleştirilmesi için, tamamının okunması elzemdir.
Yazar Hakkında
Barbel Wardetzki, 1952 Almanya doğumludur. Pedagoji ve Psikoloji öğrenimi görmüş, ardından da Gestalt Terapisi’nde uzmanlaşmıştır. 1983’ten beri Psikoterapi yapmaktadır. 1989’dan beri ise “Narsisizm” konusuyla akademik olarak ilgilenmektedir. Hakkında daha detaylı bilgilere www.baerbel-wardetzki.de adresindeki web sitesinden ulaşılabilir.
Barbel Wardetzki
Özet/Analiz
Eser, temelde beş bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, Narsisizm olgusu, temel izlekleriyle açıklanmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda, günümüzde sıkça kullanılan Narsisizm mefhumunun siyasal anlamda sağa yönelişin arttığı ve tek adam rejimlerinin yaygınlaştığı bir atmosferde daha fazla sorgulanması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Narsisizmin; başarı, popülerlik ve azamet gibi vaatler içerdiğine değinilse de, bu boş vaatlerin yerine getirilmediği durumlarda insanların gerek maddi, gerekse de ruhsal gereksinimlerinin karşılanmadığına ve bu durumun popülizme zemin hazırladığına işaret edilmektedir. Tüm bu tartışmaların odağında, Narsisizm, ayartma ve iktidarın enteresan bir sacayağı oluşturduğunu belirten yazar, ilk olarak Narsisizm kavramını tanımlama yoluna gitmektedir. Kavramın kendisinin tartışmalı bir muhtevaya sahip olduğunu aktaran Wardetzki, Narsisizmdeki esas konunun “öz değer” ve her türlü araçla bu değeri elde edip yükseltme çabası olduğunu vurgulamaktadır. Narsisizm düşüncesine sahip olanların eleştirel görüşlere açık olmadığına değinilerek, bu tarz kişilerin kendilerini diğer insanların üzerinde görerek, onlarla gerçek manada ilişkiye girmekten imtina ettiklerine ve hatta kendileriyle de temastan kaçındıklarına yer verilmektedir. Zira Narsisistlerin gerçekte kim olduklarını bilmediklerine değinen yazar, onların bu eksikliği, başarılarla sosyal statülerle ve başkalarını cezbetmeyle kapatmaya çalıştıklarını ifade etmektedir. Bu noktada zararlı ve sağlıklı Narsisizm arasında bir mukayesede bulunan yazar, sağlıklı Narsisizmde bulunan kişilerin kendilerinin farkında olduklarını, güçlü ve zayıf yönlerini bildiklerini ve karşıtlarıyla iletişim kurduklarını aktarmaktadır. Eserde, Narsisizm olgusunun düşünsel temellerine ilişkin kapsamlı çıkarımlar yapıldıktan sonra, Narsisistik liderliğin nitelikleri sıralanmaktadır. Öyle ki, bu tarz bir liderliğin kriz dönemlerinde patlama yaptığından bahseden yazar, liderin basit çözümler sunarak sorunu salt kendisinin çözebileceğine toplumu inandırdığını belirtmektedir. Nitekim sloganlarına bakıldığında “Ötekilerin şimdiye kadar mahvettiği herşeyi düzelteceğim” ifadesi konuyu sarih hatlarla özetlemektedir. Narsisizme sahip liderlerin, vaatlerin yapılabilirliğini değerlendirmeksizin insanları ayarttığına dikkat çeken Wardetzki, mevcut ABD Başkanı’nı (Donald Trump) örnek vererek, makam ile kişiliğin eşdeğer kılındığı bir kişi kültünün inşasından bahsetmektedir. Nitekim bu anlayışın yansımalarına değinilerek, yetkinin kişinin özelliği olmaktan ziyade o kişiye pozisyonundan dolayı verildiğinin altı çizilmektedir. Ayrıca Narsisistik yapının salt kişilere özgü olmadığı, izlerinin toplumlarda da görülebileceğine değinilerek, siyasetçilerin benmerkezcilik örneği sunduğu bir ortamda toplumun da benmerkezcil davranış göstermesinin yadırganmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Narsisizmin herşeyden önce bir insanlık meselesi olduğuna değinen yazar, kavramın tarihsel gelişimine ve ilk örneklerine dair ayrıntılı açıklamalarda bulunmaktadır. Öyle ki, her kültürün her neslin Narsisizm mefhumuyla yüzyüze geldiğine ve ona kendine münhasır bir biçim verdiğine dikkat çekilerek, günümüzde Narsisizmin toplumsal süreçlerin tasvir edilmesinde ve sistemlerin nitelendirilmesinde kullanıldığının altı çizilmektedir. Bunların yanı sıra, Narsisistik tutumların ortaya çıkışındaki parametreleri de sıralayan yazar, medya tarafından kışkırtılan ünlü olma arzusu, internetteki artırılmış benlik imajı ve paranın kredi kartı gibi sürekli emre hazır niteliğini bu duruma örnek olarak vermektedir. Nitekim böyle bir düzlemdeki insanların gerçekliğin rekabet edemeyeceği sahte bir dünyada yaşadığı belirtilerek, Narsisistik ideallerin gerçekleştirilmesinin kişiyi daimi bir doyuma ulaştırmayacağının altı çizilmektedir. Narsisizm fikrine sahip olan insanların çevresinin tam da onlar gibi olan kişilerle kuşatıldığına ve bu durumun sürekli bir onaylanmayı gerektirdiğine dikkat çeken yazar, tamamıyla farklı olan bir bireyin ise güvensizlik yaratabileceğine vurgu yapmaktadır. Konuyu örneklendirme yoluna giden Wardetzki, Trump’ın kabinesindekilerin kendisine benzer şekilde beyaz, zengin, aşırı muhafazakâr ve siyasi tecrübesi olmayan sözüm ona ‘’Donaldcıklar’’dan oluştuğunu ifade etmektedir. Narsisistlerin dünyayı benmerkezci bir anlayışla okuduğuna değinilerek, onların siyasi iktidar olmaları durumunda dahi ilk önce kendi çıkarlarını gerçekleştireceği ve diğer insanların taleplerinin tali planda kalacağı aktarılmaktadır. Tüm bu gelişmeler çerçevesinde, Narsisizmin sempatik olmayan bütün özelliklerine rağmen insanlarda neden bu kadar hayranlık uyandırdığını çözümleme yoluna giden yazar, Narsisistiklerin insanlarla çabuk ve iyi bir temas kurduğuna, kullanmış oldukları retoriğin heyecan verici olduğuna ve son kertede parıltı ve zafer vaat ettiklerine vurgu yapmaktadır.
Trump’ın Narsisizm teorisi doğrultusunda incelenmesini de bu kitapta bulmak mümkün
Kitabın ikinci bölümünde yukarıda bahsedilen üçlü sacayağının ikinci unsuru olan “ayartma“ terimi mercek altına alınmaktadır. Ayartmanın Narsisistik davranışın birincil parçası olduğuna değinen yazar, insanların, öz değerlerine önem verilerek ve benlik imajları parlatılarak ayartıldığını vurgulamaktadır. Birçok ayartma türünden bahseden Wardetzki, siyasetçilerin de oy almak maksadıyla seçmenleri vaatlerle ayarttığını aktarmaktadır. Ayrıca her ayartmanın ayartılan ve ayartılmasına izin veren bir muhatapla mümkün olabileceğine değinilerek, ayartmanın neticesinin hiçbir zaman öngörülemeyeceğinin altı çizilmektedir. Ayartmanın seciyesini analiz etmeyi sürdüren yazar, kavramı, şiddetsiz bir biçimde bir kişiyi aslında yapmak istemediği veya yapmayı düşünmediği bir şeyi yapmaya yönlendirmek olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla, ayartmanın her daim bir başkası üzerinde güç kullanmak olduğunun da altı çizilmektedir. İnsanların ayartıldıklarını bildikleri halde teklif edilen şeyleri kabul etmelerinin temel nedeninin muhataplarına ve onların vaatlerine olan yanlış inançtan kaynaklandığı aktarılmaktadır. Kuşkusuz ki, bu yanlış inancın bir gereksinimden doğduğu aşikârdır. Vaatlerin insanların acil ihtiyaçlarına tekabül etmeleri durumunda kafalarındaki kuşkulara daha az önem verdiklerine değinen yazar, bu durumu Trump’ın seçilme sürecindeki vaatleri üzerinden örneklendirmektedir. Öyle ki, Meksika sınırına masrafları Meksikalılarca karşılanacak bir duvarın inşa edilmesi gibi hiç gerçekleştirilemeyecek veya en azından tamamıyla yerine getirilemeyecek şeylerin vaat edildiği belirtilmektedir. Yine de, değişim umudu kalmamış kişilerin gereksinimlerinin büyüklüğünden dem vurularak, insanların bu vaatlere kandığına ve her türlü eleştirel fikre kulak tıkadıklarına yer verilmektedir. Keza bu durumun bir benzerinin de İngiltere’de Brexit süreci üzerinden işlediğine değinilmektedir. Ayartma kavramının politik atmosferdeki yansımalarını da inceleyen yazar, ayartmaya itiraz edilmediği takdirde kendi kaderini tayin hakkının kaybedileceğine dikkat çekmektedir. Öyle ki, ayartmanın en temel mesajının boyunduruk altına alma olduğuna değinilerek, bu durumun demokratik olmadığı aktarılmaktadır. Ayartma konusuna değinilirken kaçınılmaz olarak karizmanın da gündeme geleceğini belirten Wardetzki, karizmatik bir kişinin temel özelliğinin, heyecanlandırarak insanları ayartma yeteneği olduğunu vurgulamaktadır. Bu doğrultuda düşünüldüğünde, karizmanın, bir lider statüsüne seçilmedeki faydasına ve öz değer duygusunu muazzam bir biçimde güçlendiren yanına dikkat çekilmektedir. Bu noktada karizmanın temel bileşenlerini aktaran yazar, hitabet yeteneği, kendini sahneleme, teşhire yönelik özgüven, kendini merkez noktasına koyma ve önemine işaret etme gibi parametreleri sıralamaktadır. Yine de karizmanın salt Narsisistik manevralardan oluşmadığına dikkat çeken yazar, Barack Obama Obama ile Donald Trump arasında bir karşılaştırma yaparak, Trump’ın korkutma ve etkilemeye yönelik bozuk bir karizma sergilerken, bilakis Obama’nın ise insana güven veren bir karizmayı yansıttığını ifade etmektedir. Ayrıca karizmanın salt ferdi bir özellik taşımadığı ve etkileşimsel bir olay olduğuna değinilerek, karizmatik kişilerin içinden çıkılması güç durumlarda kurtarıcı olarak ortaya çıktığı iddiası Trump ve Recep Tayyip Erdoğan örnekleri üzerinden ayrıntılı bir şekilde açıklanmaktadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a dair de ilginç tespitler kitapta yer alıyor
Kitabın üçüncü bölümünde, sacayağının üçüncü ve son öğesi olarak “iktidar” mefhumuna parantez açılmaktadır. Güçlü bir lidere duyulan özlemin çocuksu güçlü baba isteğine dayandığına değinen yazar, güçlü bir lider olma şansının iktidar olmadan önce başladığına dikkat çekmektedir. Çünkü bu noktada seçilmek mecburiyeti söz konusudur. Bu noktada belirleyici olanın, liderin, seçmenlerine “onlardan biri” olduğu duygusunu verebilme kabiliyeti olduğu aktarılarak, bu durumu Türk lider Erdoğan’ın çok iyi ifa ettiği vurgulanmaktadır. Güçlü bir liderin nasıl konumlandığına ve ne tarz faaliyetlere imza attığına dair kapsamlı bir bilgi aktarımında bulunan Wardetzki, Hitler, Stalin, Mao gibi birçok diktatörün ortak noktasını; şiddet kullanma, patolojik bir öz sevgi ve halkın biat etmesiyle bütünleşmiş bir büyüklük yanılsaması olarak sıralamaktadır. Diktatörler için “kötü huylu Narsisizm” ifadesini kullanmayı yeğleyen yazar, bu tarz kişilerde yüksek düzeyli kıskançlık ve yoğun bir duygudaşlık eksikliği bulunduğuna dikkat çekmektedir. Konuya ilişkin güncel bir örneklem verme yoluna giden yazar, ABD Başkanı Donald Trump’ın hür basına karşı nefretini, işkenceye “evet” demesini, var olan toplumsal düzene karşı yıkıcı öfkesini ve nihayetinde insan haklarına değer vermeyişini bu durumu izah etmek için kullanmaktadır. Kötü huylu Narsisizme yönelik saptamalarına devam eden yazar Wardetzki, bu tarz bir iktidarın ekseriyetle şiddet şeklinde ortaya çıkmakla birlikte, yıldırma, tehdit, değersizleştirme, suç atma ve diyaloğa kapalı olma şeklinde de tezahürleri olduğunu belirtmektedir. Narsisizm ve iktidar konularında şu ana kadar sadece erkeklerden dem vurulduğuna dikkat çeken yazar, dişil bir Narsisizm ve iktidarın da temel izleklerini ayrıntılı bir şekilde okuyucuya aktarmaktadır. İktidar ve güç kullanmanın illa ki kötü bir mana taşıması gerekmediğine değinilerek, meselenin otoriter benmerkezcil bir iktidar mı, yoksa demokratik bir iktidar mı olduğuyla ilişkili olduğuna vurgu yapılmaktadır. Nitekim demokratik iktidarlarda, muktedirin yaptığı eylemlerin etkisini halkına açıklama mesuliyeti bulunurken, şiddet ve zor kullanan bir iktidarda bu durumun farklı bir hâl aldığını belirten Wardetzki, muktedirin kendisine muhalefet edenleri ceza ile tehdit ettiğine, itaat edenlere ise ödül vaadinde bulunduğuna vurgu yapmaktadır. Öyle ki, bu zor kullanan iktidar biçiminin hem özel, hem de kamusal alanda Narsisistik ilişkiler ağının bir seciyesini yansıttığının altı çizilmektedir. Zira Narsisistik kişiler için iktidar, hem etkisi kanıtlanmış bir öz değeri güçlendirme olanağı sunmakta, hem de muktedirin büyüklük fantezilerini kuvvetlendirmektedir. Hulasa, büyüklenme ile iktidarın karşılıklı olarak birbirlerini güçlendirdiğine işaret edilmektedir. Neticede büyüklük fantezilerinin hâkim olması durumunda, muktedirin davranışlarının hakiki gereksinimlere ya da olaylara dayalı olmaktan çıkacağına ve kibre yaslanacağına dikkat çekilmektedir.
Narsisizmin olumlu bir örneği olarak Michelle Obama
Kitabın dördüncü ve beşinci bölümlerinde ise, “İktidarın Karanlık Yanı” ile “Narsisizme Muhalefet” başlıklarına yer verilmektedir. İlk olarak, iktidarın istismarına odaklanılarak, insan haklarını sınırlandırmanın ve basını susturmanın bu duruma örnek teşkil ettiğine yer verilmektedir. Kendi iktidarını kuvvetlendirmek ve kendi benlik tasarımını onaylatmak için ötekileri biat ettirmenin aşağılayıcı ve yaralayıcı bir karaktere haiz olduğuna değinen yazar, sözlü ve fiziksel şiddetin Narsisistik ilişkilerin bir karakteristiği olduğunu vurgulamaktadır. İktidar istismarının politik arenadaki yansımalarını ele alan Wardetzki, devlet muktedirlerinin keyfi ve otorite karşısında insanların kendisini çaresiz hissettiğini ve seslerini duyuramadığını ifade etmektedir. Narsisistik manevraların insanların hoşuna gitsin ya da gitmesin bir manipülasyon içerdiğine değinilerek kişilerin, bilinçli olarak “hale etkisi” adı verilen sosyal psikolojik kavram üzerinden manipüle edildikleri aktarılmaktadır. Nitekim “hale etkisi”nde, insan algısı salt pozitif şeyleri görmekte ve negatif olan her şey bulanıklaşmaktadır. Trump’ın birçok kişi tarafından başarılı bir iş insanı olarak idrak edilmesi bu duruma bağlı kalınarak açıklanmaktadır. Manipülasyon, salt bununla da sınırlı kalmaz. Sözel manipülasyonla da insanların tutum ve düşünceleri üzerinde nüfuz inşa etme amacı güdüldüğüne dikkat çeken yazar, Çin’de uzun zamandır yoğun dumana “sis” denilmesini bu duruma örnek olarak vermektedir. Tüm bu tartışmaların odağında, bilhassa özgüveni düşük, tasalı ve aşağılık duygularına sahip yönünü şaşırmış kişilerin kolaylıkla manipüle edildiğine vurgu yapılarak, bu durumun o bireyleri popülistler için kolay bir kurban haline getirdiğinin altı çizilmektedir. Narsisistik insanların hem kendilerine, hem de başkalarına karşı “-mış gibi” davranan sahtekârlar olduğuna değinen Wardetzki, başarılarından ve onları çevreleyen halelerinden gözlerinin kör olduğunu ve başkalarını da körleştirdiklerini aktarmaktadır. Öyle ki, önemsiz bir anekdotun mübalağa yoluyla gerçekte olduğundan daha dramatik gösterilerek muazzam bir hikâyeye dönüştürüldüğüne değinilmektedir. Bu duruma örnek olarak Irak Savaşı’nda dünyaya servis edilen yalan ve dezenformasyon yüklü kampanyalar gösterilmekte ve bu durumun yüzbinlerce insanın hayatına mal olduğunun da altı çizilmektedir. Kitapta, bunların dışında, Narsisistik sistemde yalanın salt kandırma maksatlı işlev görmediğine, aynı zamanda bir yıldırma ve kafa karıştırma aracı olduğuna değinilerek, Trump’ın 20 Şubat 2017’de mesnetsiz bir şekilde İsveç’te terörist saldırı olduğu haberini yayması analiz edilmektedir. Öyle ki, bu yalan üzerinden rasyonalitenin çöktüğünü belirten yazar, bu durumun radikal sığınmacılardan kaynaklanan tehdit algısını ve korkusunu pekiştirdiğini ifade etmektedir. Narsisizmin iktisadi alanda da görüldüğüne değinilerek, ekonomik olanın insani olandan ayrılmasının önemli bir Narsisistik etmen olduğu vurgulanmaktadır. Nitekim herşeyi faize, çıkara, katma değere indirgemenin ekonomiyi kamu yararından ve insandan soyutlamak anlamına geldiğine yer verilmektedir. Narsisistlerin her şeye egemen olmak istediklerine değinen Wardetzki, bu yaklaşımın politikada ve toplumda bir kişinin lider rolünün aşırı vurgulanmasına sebep olduğunu belirterek, durumun anti-demokratik yanına vurgu yapmaktadır. Ayrıca demokrasinin çelişki ve birbirinden farklılaşan argümanların tartışmasından beslendiğine dikkat çekilerek, Narsisistik liderlerin farklı düşüncelere karşı kendi menfaatlerini gerçekleştirmek için yıldırma, tehdit ve yaptırım yollarına başvurdukları özetlenmektedir. İktidarın istismarına dair tespitlerin ardından “Narsisizme Muhalefet” başlığı altında faydalı iktidara ilişkin çözümlemeler yapılmaktadır. Öyle ki, faydalı iktidarın herkes için bir kazanç olduğuna değinilerek, iktidarın bu şekliyle kullanılmasının kişisel çıkarlardan ziyade toplumun iyiliğini ön plana aldığı vurgulanmaktadır. İktidarın, insanın içindeki Narsisistik duyguları harekete geçirmekle kalmayıp, bağımlılık da yarattığına dikkat çeken Wardetzki, bunun bir sonucu olarak birçok insanın metaforik manada koltuğa yapıştığından bahsetmektedir. Nitekim kişinin iktidarı kaybettiğinde, ona anlam ve kimlik veren muktedir konumunu da kaybettiğinin altı çizilmektedir. İktidar konumundayken de olumlu bir Narsisizmin mümkün olabileceğinden dem vuran yazar, bu tarz insanların iktidarı hedefleseler dahi akıl ve sorumluluk duygusuyla davrandıklarını ve insani ilişki yeteneklerini koruduklarını aktarmaktadır. Bu kişilere örnek olarak da, bir önceki dönem ABD Başkanı olan Barack Obama’nın eşi Michelle Obama gösterilmektedir. Onun gülüşü, insanlara olan yakınlığı ve parlayan enerjisiyle kibir ve üstünlük taslamadan sağlıklı bir özgüven duygusuyla herkesi büyülediğine yer verilmektedir. Tüm bu tartışmaların odağında, siyasetçilerin insancıl göründükleri ve duygudaşlık sağladıkları zaman onlara duyulan sempatinin arttığına değinen yazar, böylelikle seçmenlere önemsendiklerinin hissettirildiğine dikkat çekmektedir. Ek olarak, Narsisizmin bilgelikten uzak olduğuna yer verilerek, çokbilmişliğe karşı bilgeliğin önemi üzerinde durulmakta ve son olarak Narsisizme karşı verilebilecek üç karşılık özetlenmektedir: Güçlü bir özgüven, demokrasi ve birleşmiş bir Avrupa ile birlik olmak. Tüm bu parametrelere dair ayrıntılı bir bilgi aktarımı da yazar tarafından okuyucuya sunulmaktadır.
Sonuç
Barbel Wardetzki’nin Siyasette ve Toplumda Narsisizm, Ayartma ve İktidar adlı eseri, Psikoloji biliminin konusu olan Narsisizmi, politik zaviyede güçlü bir lider ve iktidar üzerindeki yansımalarıyla kuramsal bir bakış açısıyla ele alması bakımından değerli bir kitap olma özelliğini taşımaktadır. Bu nedenle, bu kitap, günümüzün popülizme kayan siyasal atmosferinde, liderlerin tutum ve davranışlarını Narsisizm üzerinden anlamlandırmak isteyen herkes için okunması gereken değerli bir eserdir.
İsmail Uğur AKSOY