DR. MERVE SEREN’DEN ‘STRATEJİK İSTİHBARAT & ULUSAL GÜVENLİK’

upa-admin 11 Mart 2020 17.623 Okunma 0
DR. MERVE SEREN’DEN ‘STRATEJİK İSTİHBARAT & ULUSAL GÜVENLİK’

Kitap Künyesi: Merve Seren (2017), Stratejik İstihbarat & Ulusal Güvenlik, Ankara: Orion Kitabevi.

Stratejik İstihbarat & Ulusal Güvenlik

Türkçe literatürde ilgiden yoksun olduğu düşünülen bir alan olan istihbarat ve stratejik istihbarat konusuna gereken önemin ve değerin verilmesi gereğini yerine getirme amacı taşıyan bu kitabın yazarı olan Dr. Merve Seren,  ki biyografisine buradan ulaşılabilir, alanında yoğun ve kaliteli çalışmalarıyla uzmanlaşmış ve güvenlik, savunma ve istihbarat alanlarında yaptığı çalışmaların sonucu olarak istihbarat algısının değişmesi ve gelişmesi adına önemli bir kitaba imza atmıştır. Bu yazıda, bu kitabın kısa bir özeti ve analizi yapılacaktır.

Yazıya konu olan bu eserde, ulusal güvenlik ve savunma politikaları konularında yeni bakış açıları ve stratejiler sunulduğu Önsöz’de belirtilmiştir. Yazar, ilk olarak Antik Çağ’dan günümüze kadar olan süreçte “strateji” ve “istihbarat” kavramlarında meydana gelen değişimi inceleyerek işe başlamış ve istihbarat alanındaki kuramsal ve kavramsal çerçevenin ardından, stratejik istihbarat olgusuna ve bunun unsurlarına yer vermiştir. Daha sonra da, 11 Eylül (9/11) faciası sonrasında istihbarat konusunun iç ve dış güvenlik alanındaki değişimini ele alarak, neden böyle bir dönüşüm yaşandığını sorgulamıştır. Kitapta esasen ortaya konulmak istenen temel görüş, strateji ve istihbarat kavramlarının tarihsel süreç içerisindeki değişiminden yola çıkarak, devletlerin ulusal güvenlik politikaları için olmazsa olmaz olarak görülen sağlam bir stratejik istihbaratın özelliklerinin belirlenmesidir. Ayrıca, strateji ve istihbarat arasındaki ilişkilere odaklanılarak, temel olarak stratejik istihbaratın bir ülkenin ulusal güvenliği için ne kadar önemli olduğu ve nasıl bir rol oynadığının ortaya konulması ve bu minvalde gerekliliklerinin ve fonksiyonlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.

Strateji kelimesi, Latince “stratum” kelimesinden gelmekte ve “yol” ve “iz” gibi anlamlar taşımaktadır. Diğer yandan, Antik Yunan’da ordu ve yönetmek anlamlarına gelen “stratos” ve “agein” kelimelerinden türediği ve savaş konseyi olan askeri komutanları nitelendirdiği yönünde bir rivayetin olduğundan da bahsedilmiştir. Stratejinin askeri anlamda kullanımı ise, Sun Tzu’nun Savaş Sanatı kitabında kavramı askeri bir bakış açısıyla ele alması ile olmuştur. Eser, geçmişte bazı devletlerin stratejik planlamalarında ve eylemlerinde referans olarak da kullanılmıştır. Yazar, bu dönemdeki önemli stratejistlerden bahsederek, bu kişilerin kavramın gelişmesinde öncülük ettiklerine değinmiştir. Bunlar arasında; savaşın stratejisi olması gerektiği ve gerekçesiz savaş olmayacağını savunan Zhuge Liang, strateji anlayışının temelinin gücün hedeflenerek elde edilmesi olduğunu düşünen Thucydides ve savaşın hangi araçlarla yürütüldüğünden ziyade sonucunda zaferin olup olmamasıyla ilgilenen Niccolo Machiavelli gibi önemli kişiler bulunmaktadır (ss. 23-25). Strateji anlayışı adına Napolyon Savaşları ile başladığı kabul edilen modern dönemde, kavramın askeri ve savaş anlayışı içerisinde ele alındığına değinen yazar, ilk olarak Napolyon Bonapart’ı ele alarak, savaş alanında getirdiği yeniliklere değinmiştir. Devrim olarak kabul edilen bu uygulamalar; dağınık düzenler, harekât öncesi birliklerin yayılarak düşmanın şaşırtılması ve topçu taktikleri gibi bazı unsurlardan oluşmaktadır. Yazar, modern strateji anlayışının “Napolyon yorumcuları” olarak nitelendirilen Carl von Clausewitz ve Antoine Henri Baron de Jomini ile başladığını belirterek, onların bazı görüşlerine de yer vermiştir (s. 28). Farklı görüşe sahip düşünürlerin savundukları görüşleri bir araya getiren yazar, strateji kavramı ve bunun içeriği konusunda çok yönlü düşünmenin de bir anlamda önünü açmıştır.

Dr. Merve Seren

Clausewitz’in tanımına göre, strateji; “savaşın amacına ulaşmak için muharebenin kullanılması dır. Ona göre, stratejinin görevi; savaşın amacına uygun hedef göstermek, savaşın planlarını yapmak ve muhabereleri düzenlemektir. Jomini için ise, stratejiyi belirleyen unsurlar; eylem planları, lojistik ve taktiktir. Jomini, zafer ya da yenilgi konularında taktik manevra, hareket hattı ve stratejik önlemlerin belirleyici özelliğe sahip olduğunu iddia etmiştir. Yazar, bu noktada üçüncü bir isimden daha bahsetmiş ve onun farklı strateji anlayışını açıklamıştır. Nitekim İngiliz tarihçi Liddel Hart’a göre, strateji, siyasi amaçlara yönelik olarak askeri imkânların kullanımı ve uygulanmasıdır. Düşmanın manevi ve ekonomik temelli silahlar ile de etkisiz hale getirilebileceği üzerinde duran Hart, strateji içerisinde sadece askeri unsurların bulunmadığını savunmuştur. Bu minvalde, Hart, stratejinin barış zamanlarında da uygulanabileceğini öne süren “Yüksek Strateji” kavramını kullanmıştır. Bu bakış açısına göre, askeri unsurların yanı sıra, manevi, ekonomik ve moral değerler de önemlidir ve bu yüzden barış zamanları da göz önünde bulundurulmalıdır. Aynı görüşe sahip bir diğer stratejist de André Beaufre’dur. Stratejiyi bir düşünce yöntemi olarak açıklayan Beaufre’a göre; strateji, askeri ve diplomatik dinamikleri içeren bütüncül bir yapıya sahiptir (ss. 31-33).

Eserinde, Bernhard von Moltke, Alfred T. Mahan, Mackinder ve Spykman gibi modern dönemin önemli isimlerinin de strateji ve savaş anlayışına değinen Dr. Merve Seren, Clausewitz ve Moltke ile benzer ve karşıt görüşlerine yer vererek, objektif bir bakış açısı sunmuştur. Tüm bunlardan yola çıkarak, 18. yüzyıl öncesi klasik dönemde ve modern dönemde strateji kavramı savaş ile birlikte düşünülerek güç üzerinden açıklanmış ve askerlik bilimi bünyesinde kalmıştır. Modern dönemde stratejinin savaş ve askeri teoriler açısından değerlendirildiğinde ise, iki bakış açısının öne çıktığı görülmektedir. Birinci okul olarak adlandırılan görüşe liderlik eden isimler Jomini ve Hart olmuştur. Bu görüşe göre; askeri teoriler savaşta zaferi getirecek stratejiler belirlemelidir. Diğer görüş ise, stratejinin zafere yönelik kurallar belirtemeyeceğini, bunun belli olmayacağını söyleyen ve stratejiyi faydalı bir entelektüel araç olarak gören Clausewitz önderliğindeki ikinci okuldur.  Buradan yola çıkarak, bu dönemde savaşın da değişimi göz önünde bulundurularak, yalnızca güç üzerinden savaşın amacına yönelik taktiksel yaklaşımların değil, strateji ve “Büyük Strateji” algılarının da oluştuğu ve değişim yaşadığı belirtilmiştir (s. 42).

Soğuk Savaş dönemi, her alanda farklı dinamiklerin ve dengelerin olduğu bir dönem olarak öne çıkmaktadır. Bu anlamda, strateji ve güvenlik anlayışlarında ve algısında da bir değişim yaşanmıştır. Nükleer gücün olası bir savaşın ortaya çıkışında caydırıcı bir unsur olarak varlığını koruduğu bu dönemde, savaş stratejilerinden ziyade savaşın önlenmesi kapsamında yaklaşımların ortaya çıktığı görülmüştür. Soğuk Savaş dönemi, güvenlik strateji anlayışı üzerinde büyük ölçekte etkili olan güç ve askeri odaklı yaklaşımın değişimine neden olmuş ve bünyesine çeşitli aktörleri, yöntem ve unsurları da alarak daha kapsamlı hale gelmiştir. Bu minvalde, strateji konusunda üç temel özelliğin öne çıktığı görülmüştür. İlk olarak; iki kutuplu bu sistemde, savaş ve zafer kavramlarından ziyade, savaşın önlenmesi üzerinde durularak “caydırıcılık” anlayışı gelişmiş ve kabul edilmiştir. Bir diğer değişim, strateji kavramının artık disiplinlerarası bir niteliğe bürünmesi olmuştur. Üçüncü unsur ise; askeri gücün yanı sıra, ekonomi, teknoloji, coğrafya gibi faktörleri de içeren “Büyük Strateji” anlayışının dönem çalışmalarında oluşan yeni güvenlik anlayışıyla yorumlanmasıdır (s. 47). Dönemin dinamikleri ve uluslararası sistem göz önünde bulundurulduğunda, strateji anlayışında caydırıcılık anlayışının öne çıktığı görülmekle birlikte, bu kavram bazı kişilerce kilit öneme sahip bir unsur olarak görülürken, bazı çevrelerce de salt bir araç olarak kabul edilmiştir. Dönemin anlayışında çeşitlilik ve zenginlik oluşmasını sağlayan bir özellik de, artık yalnızca askeri nitelikli kişilerin değil, alanında uzman sivillerin de önemli çalışmalara imza atmalarıdır. Günümüzde ise, strateji anlayışının açıklanmasında savaş olgusunun geçirdiği tarihsel değişim ele alınarak geniş bir çerçeve çizilmiştir. Güç odaklı anlayıştan çok yönlü bir bakış açısına yönelen savaş, güvenlik ve strateji kavramları birbirleriyle etkileşim içinde bütünleşik olarak dönüşüme uğramışlardır. Savaş algısındaki aktör ve farklı değişkenler boyutundaki değişimler, yeni savaş türlerinin, güvenlik algılarının ve strateji anlayışlarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yazar, stratejinin gücünü bilgiden aldığı yorumunu yaparak, istihbarat ile olan ilişkisine bir geçiş yapmış ve istihbarat kavramının da tarihteki dönüşümüne ve gelişimine yer vermiştir.

İstihbaratın Evrimsel Süreci

İstihbaratın başlangıcı, ilkel anlamda insanlık tarihi ile bir tutulacak kadar eskiye götürülebilmiştir. İnsanlar, güvenlik ve hayatta kalmak amaçlarına yönelik olarak bilgiye ihtiyaç duymuşlar, ilk zamanlarda da geleceği gördüğünü düşündükleri mistik güce sahip kişilere yönelmişlerdir. Zamanla bilgi güçle eşdeğer tutularak, anlam ve önem kazanmıştır. Bilgiye ulaşmak adına haber almak ve toplamak da aynı şekilde önemli hale gelmiş ve teknolojinin gelişiminden faydalanmıştır. Bilgiye ulaşmada kullanılan yöntem de istihbarat olgusunun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yazar, eski dönemlerde ve Antik Çağ’da bile istihbarat adına kılık değiştirme, gizli mesaj gönderme gibi faaliyetlerin varlığından söz etmiştir (s. 99). İstihbaratın kuramsal açıdan gelişimini Çin örnekleri üzerinden açıklayan Merve Seren, iki önemli noktaya değinmiştir. Bunlar; mistizm yönteminin sistemik hale getirilmesi ve Sun Tzu’nun Savaş Sanatı isimli eseridir. Eser, istihbarat konusunda ilke ve yöntemler içeren ilk kitap olma özelliğine sahiptir. Savaşla ilgili birçok konuda temel kaynak olan Savaş Sanatı, istihbarat konusunda da casusluk faaliyetlerine ve çeşitlerine yer vermiştir. En eski dönemlerden itibaren istihbaratın gelişimini sistematik şekilde ele alan yazar, devletler için stratejinin ve istihbaratın ne derece önemli olduğunu göstermek amacıyla Roma ve Kartaca arasında 40 yılı aşkın süren Pön Savaşları’nı ele almıştır. Bu savaş, stratejik dayanıklılığın önemini gösteren ilk savaş olarak kabul edilmiştir. Dönemin istihbarat anlayışı askeri ve siyasi çerçevede gerçekleşmiş ve espiyonaj faaliyetleri yerine keşfin, casuslar yerine de kaşiflerin ön planda olduğu bir döneme sahne olunmuştur (s. 119).

Orta Çağ’da özellikle Yüzyıl Savaşları’nda casusluk etkin şekilde kendini göstermiştir. Yazar, Katolik Kilisesi’nde gerektiğinde İngilizlerle işbirliği içerisine girebilen casusların varlığından söz etmektedir. Böylelikle, çift taraflı çalışma ve ihanet olguları da ortaya çıkmıştır. Dönemin istihbarat yeniliklerinden biri de dönemin İtalya’sından gelmiştir. İtalya, ilk kez daimi Elçilikler ve temsilcilikler kurarak Batı’da sürekli diplomasi anlayışını ortaya çıkarmıştır. Elçiler, gittikleri ülkelerden bilgi toplamışlar ve araştırmalar sonucu casus olabilecek kişiler bulmaya çalışmışlardır. İstihbaratın gelişimi konusunda Batı merkezli ve Avrupa tarihi kapsamında bir akış izleyen Seren, Avrupa devletlerinde yaşanan önemli olaylar ve bunların istihbarat oluşumuna etkisinden bahsetmiş, bu bakımdan sınırlı bir bakış açısı sunmuştur. Diğer yandan, ele aldığı tarafı da tarihsel olarak etkili bir şekilde ortaya koymuştur. Orta Çağ Avrupa’sında kırılma noktası kabul edilen Rönesans ve Reform hareketleri de, istihbarat hususunda bir takım değişiklikler içermiştir. Bu dönemin getirdiği farklılık ise seküler olgular olmuştur. Hükümet kararlarında ahlâki öğretiler değil, devlet ihtiyaçları üzerinden hareket edilmeye başlanmıştır. Artık istihbarat faaliyetleri uluslararası alanda rağbet görmeye başlamış ve siyasi nitelikli olmuştur. Dönemin ilkleri arasında ilk modern casusluk sistemi ve haber alma sisteminin kurulması olmuştur (s. 136).

Modern dönemde ise Endüstri Devrimi ve dönem gelişmeleri istihbaratı etkilemiş ve şekillendirmiştir. İstihbaratın kurumsal olarak ayrı bir şekilde faaliyet göstermesi ilk kez bu dönemde gerçekleşmiştir. 18. yüzyıl sonlarından I. Dünya Savaşı’na kadar kurumsallaşma çabaları sürmüştür. İlk örnekler Victoria Dönemi İngiltere’sinde görülmüş ve dünyanın ilk modern ve profesyonel polis gücü ortaya çıkmıştır. Casusluk faaliyetlerini ilgilendiren ve çok büyük öneme sahip olan bir yenilik de telgraf olmuştur. Böylelikle, casusların yönlendirilmesi ve iletişim kolaylaşmıştır. 20. yüzyılda artık espiyonaj profesyonel ve teknik bir alan olmuştur. Yazar, bu dönem için “casusların yüzyılı” dendiğinden bahsederek, istihbarat faaliyetlerinin önemini ortaya koymuştur (s. 159).

İstihbarat kurumlarının şimdiki hallerini alana kadar geçirdikleri süreçlere değinen yazar, İngiltere’de MI5 ve Rusya’da KGB’nin oluşumunda etkili olan kuruluşları ya da ilk olarak farklı isimle kurulup sonra nasıl dönüştüklerini ayrıntılandırmıştır. İngiltere’de süreç, 1887’de (DMO) Askeri İstihbarat Direktörlüğü’nün kurulmasıyla başlamıştır. Daha sonra espiyonaj faaliyetleri için oluşturulan MO2 ve MO3, ilerleyen yıllarda MI5’e dönüştürülmüştür. Devletlerin geliştirdikleri oluşumlar ve kurumlar, istihbarat konularının gelişmesinde uluslararası alana da hizmet etmiş ve örnek oluşturmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin tam kaynaklı analiz sistemi ile kara, hava, deniz alanlarındaki istihbaratı bir araya getirerek oluşturduğu Müşterek İstihbarat Komitesi (Joint Intelligence Commmittee/JIC) de buna bir örnek teşkil etmiştir (s. 169). Rusya’da ise, 1917’de kurulan Cheka-Çeka (Birleşik Rusya Karşı Devrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü Komisyonu) ile istihbarat kurumsallaşmıştır. Daha sonra istihbarat birimlerinin adı değişmiştir; fakat yapısı ve geleneği hep Cheka’ya dayanmıştır. KGB de, Cheka geleneğini sürdüren birimlerdendir. I. Dünya Savaşı döneminde istihbarat anlamında yetersiz kalan ülkeler, II. Dünya Savaşı döneminde bu anlamda etkin olmuşlar, dolayısıyla bilim ve teknik istihbarat da gelişmiştir. ABD’nin istihbarat faaliyetleri yapmasıyla birlikte bu ülkede de bir sistem oluşturulmaya çalışılmış ve CIA (Merkezi Haberalma Teşkilatı) 1947 yılında kurulmuştur. İstihbaratın genel politikanın bir parçası haline geldiği bu yıllar, savaş ile siyaset ilişkisinde de gelişme yaşanmasını sağlamıştır. Kurumsallaşmaların yaşanmasıyla birlikte, stratejik istihbarat anlayışı da gelişmiş ve yerleşmiştir (ss. 219-220).

Modern İstihbarata Kuramsal Bakış ve Stratejik İstihbarat

Genel olarak “haber alma” şeklinde tanımlanan istihbarat için farklı nitelendirmeler yapılmaktadır. Alınan haber, işin ilk adımı ve malzemesi olarak görülmekte ve bilgiyi yorumlamak ve yaklaşılan bakış açısı gibi etkenler o bilgiyi istihbarat haline getirmektedir. İstihbarat tanımları açısından farklı analistler tarafından nasıl değerlendirildiği göz önünde bulundurularak, her bir görüşe yer verilmiştir. Bunlardan Sherman Kent’e göre, istihbaratın üç önemli unsuru bulunmaktadır. Bir eylemin başarılı olabilmesi için ilk olarak gerekli bilgiye ulaşılmalı,  gözlem ve araştırmadan oluşan organizasyona yer verilmeli ve son olarak faaliyet sürecine ulaşılmalıdır. Diğer bir isim olan Hank Prunckun, istihbaratı bir bilim olarak görmüş ve nitel-nicel verilere dayalı olduğundan söz etmiştir. Bu kapsamda, istihbarat, bilgi üretmek için yöntem ve faaliyetlerin kullanılması ve bilgi birikimi üretilmesi gibi temel anlamlara sahiptir. İstihbarat konusunda tanım ve kapsam bakımından bağlamlar sunan David Kahn, Peter Gill, Michael Chertoff ve John Ferris’in çalışma ve görüşlerine de bu kitapta yer verilmiştir (ss. 226-228). İstihbaratın uluslararası alanda da çok önemli bir yere sahip olmasına rağmen akademik olarak sorunsallaştırılmadığına değinen yazar, bu konuda Len Scott ve Peter Jackson tarafından ortaya konulan tespitlerle durumu izah etmiştir. İlk olarak, özellikle 9/11 sonrasında, devletler, istihbarata daha önce görülmeyen bir şekilde fazla önem vermeye başlamışlardır. Bu konudaki tespit, istihbarat anlayışının uluslararası alanda değişim yaşamasıyla, bilim adamlarının da gelişimi takip etmeleri gerektiğidir. Diğer yandan, akademik olarak tartışılması konusunda kavramın sahip olduğu çok sayıdaki çeşitli tanım engel teşkil etmektedir. Dış politikada mı, iç politika aracı olarak mı önemli olduğu konusu tartışılmaktadır. Son tespit ise, bu konuya akademik açıdan çok ilgi gösterilmemesidir (s. 230).

İstihbaratın tanımı ve kapsamının ardından üretim süreci konusunda da farklı görüşler mevcuttur. Bilginin işlenmesi süreci anlamına gelen istihbarat çarkı süreci, farklı aşamalardan oluşmaktadır. Söz konusu çark, farklı şekillerde ele alınmakla birlikte aktörleri aynıdır. Bu aktörler; istihbarat üretme görevi yapan personel ve birimlerin oluşturduğu istihbarat üreticileri, istihbaratı zenginleştirmek için kullanan personeller istihbarat tüketicileri, istihbaratın toplanması ve kullanıcılara dağıtımıyla ilgilenen personellerden oluşan istihbarat yöneticileri ve istihbaratın üretilmesini isteyen talep mercii olarak istihbarat kullanıcılarıdır. Bu aktörleri içeren istihbarat çarkları oluşturulmuş, aşamalar ve yerlerde değişiklik yapılmıştır. Hemen hemen aynı süreci işleyen çarklardaki geleneksel modele göre üretim beş basamakta gerçekleşmektedir. İlk olarak belirli bir görev amacı kapsamında planlama yapılmakta, ihtiyaçlar belirlenerek bunlara yönelik kaynaklar yönlendirilmekte, istihbarat kaynak ve teknikler vasıtasıyla ham bilgiler toplanarak analize hazırlanmakta, verilerin birleştirilmesiyle değerlendirme ve analiz aşamalarından geçirilerek karar alıcılara sunulmakta ve dağıtılmaktadır. Bu şekilde oluşan süreçte bir döngü meydana gelmektedir. Planlama ve yönlendirme, toplam, işleme, analiz ve üretim, dağıtım olarak belirlenen bu aşamalar istihbarat birimlerine göre farklılık göstermektedir (ss. 249-250).

İstihbaratın toplanması noktasında da alana, uygulama ve niteliğe göre sınıflandırmalar yapılmıştır. Temel anlamda istihbarat faaliyetleri seviye bakımından üçe ayrılmıştır. En önemli ve en yüksek düzeydeki tür olarak stratejik istihbarat gelmektedir.  Ulusal ve uluslararası alanda ekonomiden, askeri ve siyasi her konuda istihbarat bilgisi edinilmesi işlenmesi faaliyetleri bu kapsamda yer almaktadır. Diğer devletleri de ilgilendirdiği ve konu ve muhtevası bakımından hassasiyet içermesi nedeniyle en yüksek düzey olarak kabul edilmektedir. İkinci sırada operasyonel istihbarat yer almaktadır. Burada düşmanın askeri kabiliyeti, amaçları ve imkanları üzerinde durulmaktadır. Karşı tarafın nerede, ne zaman, ne yapacağına dair tahminlerde bulunmak amaçlanmaktadır. Diğer yandan bir başka özelliği de taktik ve stratejik istihbarat arasındaki bağ olarak görülmesidir. Operasyonel istihbarat ile kurulan bağın diğer tarafında bulunan taktik istihbarattaki amaç da düşmanın konumu ve fiziki yapısı ile ilgili önemli noktalara ulaşılmasıdır. Burada terörle mücadele karşı ayaklanma gibi belirli bir olay karşısında oluşturulma durumu da söz konusu olabilmektedir. Konularına göre yapılan ayrımlarda da siyasi, askeri ekonomik, sosyal, coğrafi, biyografik, ulaşım ve iletişim, bilimsel ve teknik, ve siber istihbarat ortaya çıkmıştır. Ülkenin tarihi ve politik kültürü, seçim süreçleri, hükümetin etkinliği gibi konular siyasi istihbaratın faaliyet alanına girmektedir. Askeri istihbarat ulusal güvenlik, tehdit ve saldırıların önlenmesi, operasyon desteği gibi konularla ilgilenmektedir. Bir diğer alan olan ekonomik istihbarat adı bütün alanların analizinde önemli bir etkiye sahiptir. Ülkenin finans, enerji, ulaşım sektörlerinin özelleştirilmesi, şirketlerin sektörel pay oranları ve yabancı arazi satışı konuları ekonomik istihbarat açısından hayati önemdedir. Nüfus, eğitim, din, genel kültürel özellikler, ülkenin karakteristik yapısı, ırk ve etnik grupları sosyal istihbaratın ilgilendiği konulardır. Ülkenin arazi yapısı, konumu, jeopolitik özelliklerine dikkat eden coğrafi istihbarat da diğer alanları etkileyen öneme haizdir. Bunların dışında yazar, ulaşım, biyografik, bilimsel-teknik ve siber istihbarattan da bahsederek bütün alanların birbirlerini etkileyecek sebeplere ve sonuçlara yol açabileceğine değinmiştir (ss. 275-320).

Sayılan bütün alanlardan farklı olarak stratejik istihbaratın ortaya çıkışı 1940’lı yıllar olmakla birlikte Pearl Harbor saldırısı ile geliştirilmesi gereken bir alan olarak düşünülüp üzerine yoğunlaşılmıştır. Eski zamanlardan beri var olan bir istihbarat türü olmasına rağmen kendine özgü yapısının oluşması söz edilen yıllara rastlamaktadır. Pearl Harbor ile ABD stratejik istihbarat çalışmalarını yoğun şekilde yürüterek adeta merkez haline gelmiştir. Bu kapsamda Truman döneminde ilk kez daimi istihbarat teşkilatı kurulması gerektiği ortaya atılmış ve 1947’de CIA olarak adlandırılan ilk merkezi istihbarat teşkilatı kurulmuştur. Stratejik istihbaratın bir bilim dalı olmasını sağlayan ve teorik altyapısını oluşturan isim ise Sherman Kent olmuştur. Aynı zamanda ABD’nin ilk kapsamlı istihbarat teşkilatı olan Stratejik Hizmetler Dairesi/OSS’nin de kurucularındandır (s. 338). Yayınladığı kitap ile de istihbaratın babası unvanını almıştır. Kent’e göre stratejik istihbarat bir ulusun hayatta kalmasını etkileyecek olan değerdeki bilgidir. Aynı zamanda yapılan bir diğer tanım da dış politikanın doğru yerde ve doğru zamanda kullanılmasını sağlayan araç şeklindedir. Yine Kent’e göre stratejik istihbaratın görevi ve fonksiyonu; dış politika, ulusal savunma ve ülke çıkarları adına güvenlik politikası kapsamında bilgi toplayıp işlemektir. Bu nedenle bu alanda çalışanların da profesyonel düzeyde olmaları gerektiğinin altını çizmiştir. Stratejik istihbaratı önemli yapan bir husus da bilimsel ve akademik bir çalışma olarak bilgilerin sentezlenmesi ve değerlendirilmesi olarak görülmesidir. Bu kapsamda yazar stratejik istihbarat konusunda Kent’in üç unsuru ele aldığından bahsetmektedir. Bunlardan ilki olan tanımlayıcı unsur gelecekle ilgili tahminlere yer vermekte ve diğer unsurların temelini oluşturmaktadır. İkinci olarak cari rapor unsuru gelmektedir. Yaşanan değişikliklerin şekli ve tarzı takip edilmekle birlikte ulusal önem arz eden faaliyetler ele alınmaktadır. Üçüncü olarak değerlendirici unsur en değerli unsur olarak görülmektedir. Bu görüşün sebebi ülkelerin ani bir durum söz konusu olduğunda dengeli olabilmesi, olası durumlar için hazırlıklı olması açısından öneme sahip olmasıdır (s. 347-348). Tek yönlü bir perspektif olmaması açısından yazar Kent’e yönelik eleştiri ve karşıt görüş geliştiren analistlere de yer vererek görüşlerini değerlendirmiştir. Stratejik istihbaratın bu denli önemli olması ulusal ve uluslararası politikalar hususunda önemli bilgilere ulaşılmasından gelmektedir. Ayrıca temel hedef de; ulaşılmak istenen noktada farklı istihbarat türleri ile eşgüdüm içerisinde hareket edilmesi ve ortak bir pozisyon haline gelmesidir. Ulusal çıkarların belirlenmesinde ve dış politikanın uygulanmasını etkilemesi nedeniyle oldukça önemlidir. Ulusal düzeydeki büyük stratejilerin geliştirilmesi de stratejik istihbaratı mühim hale getiren unsurlardan biridir.  Ele alınması gereken bir unsur da analistler olarak değerlendirilmiştir. Ülkenin var olan ve olması muhtemel düşmanlarından gelebilecek tehditlerin belirlenmesi ve bu kapsamda ülke çıkarlarının korunması görevini yerine getirmeleri gereken analistler geçmiş olaylardan yola çıkarak tahmin ve öngörülerde bulunmalıdırlar. Aynı zamanda entelektüel faaliyet olarak görülmesi sebebiyle analistler eleştirel düşünce, zihinsel kapasite konularında yetenekli olmalıdırlar (ss. 382-383).

Yazar, stratejik istihbarat konusunda post-modern bir modelleme olarak mozaik şebeke metoduna yer vermiştir. Seren, mozaik metodunu; meydana gelen problemin tarihsel, ekonomik, kültürel ve siyasal tüm yönlerden analiz edilmesi ve bunların doğrultusunda problemin neden ortaya çıktığı konusunda sonuca ulaşmak şeklinde açıklamıştır. Rolington tarafından geliştirilen ve 8 boyutu bulunan bu model, stratejik istihbarat için post-modern bir yöntem olarak görülmüştür. İlk boyutta, karar alıcılar tarafından vizyon ve misyon belirlemesi yer almaktadır. Karar alıcılar ile analistler arasındaki iletişim önemli görülmüş ve ikinci aşamayı oluşturan bu görüşmelerin düzenli ve yüzyüze olmasına dikkat çekilmiştir. Aksi halde, teknolojik araçlarla yine düzenli şekilde toplantıların gerçekleştirilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Üçüncü sırada, istihbarat çalışanları ile olan iletişim gelmektedir. Yine düzenli görüşme ve karar alıcıları aktif bilgilendirme hususu önemli görülmüştür. İstihbarat faaliyetlerinin oluşumu da dördüncü bağlamda ele alınmıştır. Diğer aşamaları da sırasıyla stratejik planlama, geleceğe ilişkin senaryolar, metodun uygulanması ve durum değerlendirilmesinin yapıldığı aylık toplantılar oluşturmaktadır. Metodun amacı; farklı aktörlerin tarihsel olarak istihbarat sürecini konumlandırmaktır. Metodun getirdiği fayda olarak uygulayıcılar ile karar alıcılar arasında hızlı ve aktif bağın sağlanmasıyla daha etkin politikalar üretilebileceği konusu ele alınmıştır. İstihbarat hataları sonrası oluşan olumsuz durumlarda örgütsel olarak değişime gidilmesi de bu yöntemle eleştirilmiştir. Yalnızca örgütsel değil, zamanlama, eyleme geçebilme ve iletişim konularının da üzerinde durulması gerektiği belirtilmiştir.

11 Eylül Saldırılarının Stratejik İstihbarat Anlayış ve Uygulamalarına Etkisi

Stratejik istihbaratın düşünülmesi, yeniden değerlendirilmesi 11 Eylül saldırıları ile gerçekleşmiş ve bu olay bir dönüm noktası olarak nitelendirilmiştir. Başlangıcı da ABD tarihinde önemli bir olay olan Pearl Harbor’dur. 11 Eylül ile de yeniden sorgulanmıştır. Saldırı sonrasında istihbarat faaliyetlerine yönelik soruşturma başlatılmış ve bir rapor hazırlanmıştır. Raporda, CIA ve FBI’ın olayla ilgili verileri olmasına rağmen bilgi paylaşımı konusunda yetersiz kalındığı suçlamalarına yer verilmiştir. Diğer yandan, personel konusuna da değinilerek, nitelik olarak eksik kaldıkları ve stratejik analiz üretemedikleri de belirtilmiştir. Üçüncü olarak da, taktik noktalara yoğunluk verilerek, stratejik analizin ihmal edildiği de söz konusu başarısızlıkta bir sebep olarak belirtilmiştir. Stratejik istihbarat konusundaki anlayışa akademik ölçekte etki eden 11 Eylül, farklı görüşlerin ve yorumların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu konuda görüş ortaya koyan bir isim; Richard Betts’dir. İki önemli konu üzerinde duran Betts, istihbarat başarısızlıklarının önlenemeyeceği ve zayıf-güçlü fark etmeden her devlette görülebileceğidir. İkinci olarak, bu başarısızlıkların doğal olduğunun kabul edilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Betts, başarısızlıkların sebeplerini de perspektif, iletişim ve algı kapsamında değerlendirerek bunların kurumsal değişimlerle önlenemeyeceği görüşünü savunmuştur. Melvin Goodman ise, tarihsel süreçte CIA’in istihbarat başarısızlıklarına odaklanarak yapının zayıf olduğunu göstermeye çalışmıştır. Pentagon ile yürütülen işler çerçevesinde taktik üzerinde yoğunlaşarak stratejik istihbarat analizlerinde zayıf kaldıklarını belirtmiştir. Öne sürdüğü bir görüş de, istihbarat servislerinin siyasi amaçlara hizmet etmeleridir. Üçüncü bir isim olarak görüşlerine yer verilen Richard Russell, istihbarat toplama ve analitik araçlarını genişletmek için önerilerde bulunmuştur. Bu öneriler, analistlerin kritik düzeydeki dilleri bilmeleri gerektiği (burada terörizmle bağlantılı olarak Arapça örneği verilmiştir), analistlerin kritik düzeydeki bilgilere ve konuyla ilgili eğitime ulaşamamaları ve istihbarat zayıflığın analitik ürünlerin kalitelerindeki düşüşle ilgili olduğudur. Bütün bu görüşlerin ardından onları eleştiren görüşe de yer veren yazar, Paul Pillar’dan bahsetmiştir. Pillar, yukarda bahsedilen görüşlere ve istihbarat kurumlarıyla ilgili komisyon raporlarına itiraz ederek, yanlış hükümler olduğunu iddia etmiştir. CIA’in eski üst düzey yöneticilerinden olan Pillar, 11 Eylül’de stratejik istihbarat hatası olmadığına, aksine tedbir anlamında eksiklik olduğuna vurgu yapmıştır. Ayrıca sistemi genel olarak ele alarak, istihbarat birimlerinin üst düzeylerinde siyasi atamaların yapılmasına dikkat çekmiştir. Pillar ile yakın görüşe sahip olan Stephen Marrin de, aynı şekilde, taktik istihbarat ve sistem hakkında yorumlara sahiptir. Yazarın değindiği önemli bir isim de, sürpriz saldırıların engellenemeyeceği ve 11 Eylül’ün stratejik istihbarat hatasından kaynaklandığı görüşlerini reddeden Erik Dahl’dır. Dahl, sürpriz saldırıların önlenmesinde taktik düzey istihbarat ve karar alıcıların eylemde bulunmak için istekli olması gibi unsurlara dayanan eyleme geçirilebilir istihbarat teorisini öne sürmüştür. Sürpriz terörist saldırı konusunda 9/11 örneğinde Dahl öne sürülen görüşlerden farklı olarak taktik düzey istihbarata fazla yoğunlaşılmadığına dikkat çekmiştir.

Terörle mücadelede ABD stratejik belgesinde de adı geçen önemli bir unsurdan da söz edilmiştir. 3F Doktrini olarak adlandırılan bu strateji; Bul-Tespit Et-Bitir (Find-Fix-Finish) unsurlarına dayanmaktadır. Buna göre; üç aşamalı bu stratejide ilk adım düşman tanımlanarak belirlenmekte, bulunduğu lokasyon tespit edilmekte ve askeri olarak yenilgiye uğratılmaktadır.

Farklı kişilerce stratejik istihbarat konusunda farklı tanımlar yağıldığı gibi devletler de algıları ve kültürlerine yönelik olarak birbirinden farklı ulusal güvenlik stratejileri belirlemektedirler. Bu kapsamda ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin gibi ülkeler ulusal güvenlik stratejileri geliştirerek zaman zaman değişiklikler yapmış ve yayınlamışlardır. İran ve Türkiye gibi ülkeler ise, gizlilik kapsamındaki kültürleri nedeniyle böylesi belgeleri hiçbir zaman yayınlamamışlardır. Ayrıca 9/11 sonrasında stratejik istihbarat konusu daha çok öne çıkmış ve üzerinde düşülen bir konu haline gelmiştir. Ülkelerin ulusal stratejilerini belirledikleri unsurlara ve istihbarat kurumlarına dikkat çeken yazar, özellikle İsrail ve ABD karşılaştırmasın giderek kurumlar arası ilişkilerin ne kadar önemli olduğunun altını çizmiştir. İsrail, bu kapsamda bir “güvenlik ülkesi” olarak nitelendirilmiş ve içerdeki istihbarat kurumları değerlendirildiğinde önemli kurumlar olan AMAN (Askeri İstihbarat Bölümü), Mossad (İstihbarat ve Özel Operasyonlar Enstitüsü) ve SHABAK (Genel Güvenlik Servisi-GSS) arasında koordinasyonun ve işbirliğinin güçlü ve etkili olduğundan bahsedilmiştir. Ayrıca diğer ülkelerle olan isithbari bağlantıları ve ilişkileri de Arap devletleri karşısındaki üstünlüğünün sebepleri arasında gösterilmiştir. Diğer yandan, Mısır daha iyi eğitimli ve daha iyi yönetime sahip olmasına rağmen, düşman kuvvetlerinin nerede, ne zaman hangi stratejiyle hareket edeceği konusunda etkisiz kalmıştır.

Değerlendirme

Devletler için oldukça öneli bir unsur olan istihbaratı strateji ile ele alan yazar Dr. Merve Seren, ikili arasındaki ilişkiyi güç ve bilgi ilişkisi ile özdeşleştirmiştir. Ham ve kullanılmayan bilginin birşey ifade etmeyeceği ve işe yaramayacağını belirterek, stratejik istihbaratın önemli rollerinden bahsetmiştir. Bunlardan ilki; ulusal güvenlik savunma ve politikalarının belirlenmesinde ve uygulanmasındaki etkinliğidir. Böylelikle, önemli derecedeki çıkarların ve amaçların belirlenmesinde stratejik istihbarat oldukça etkin bir role sahiptir. İkinci olarak; uygulanan politikaların meşruluğunu da oluşturmaktadır. Stratejik istihbaratı ele alırken, öncelikle teker teker istihbarat ve strateji kavramlarının tarihi zeminine değinilmiş ve ilişkilendirilmesi noktasında devletlerin oluşturduğu istihbarat çarklarından söz edilmiştir. Özellikle 9/11’den hareketle, devletlerin ulusal stratejilerindeki değişiklikler ya da istihbarat hatalarından meydana gelen olaylar incelenerek, devletlerin algılarını ve stratejik istihbarata bakışlarını da nasıl yönlendirdiği incelenmiştir. Sonuç olarak; istihbarat ile siyaset ilişkinse dikkat edilmesi gerektiği ve dengenin iyi konulması ortaya konmuştur. Hem karar alıcılar ile istihbarat sağlayıcılar arasındaki ilişki, hem de ülkenin iç dinamikleri bu konudaki belirleyici esaslardır. Varılan ikinci önemli sonuç; ülkede stratejik istihbarat konusundaki bir zafiyetin sürpriz saldırıların meydana gelmesi konusunda da bir zayıflık ortaya çıkarmasıdır. İnsan hatalarında da dikkat edilerek yalnızca kurumların değil karar alıcıların da gelen bilgiler karşısında dengeli hareket etmemeleri, bir takım duygusal, siyasi, algısal hareketler içerisine girmeleri de başarısızlıklara neden olabilmektedir. Dolayısıyla, ülkenin tehdit ya da tehlikelere maruz kalmasında o ülkenin gelişmiş-gelişmemiş, zayıf-güçlü olması hususundaki farklar da önemli değildir.

Öne çıkarılan bir diğer nokta da, stratejik istihbaratın içerisinde barındırdığı unsurlar nedeniyle karmaşık bir yapıya sahip olmasıdır. Yerel, ulusal ve küresel bütün gelişmeleri içermektedir. Fakat bu noktada dikkat edilmesi gereken bir husus da, stratejik istihbaratın dış istihbarat ile bir tutulması gerektiğidir. Ayrıca stratejik istihbarat tek bir kurumun elinde bulunmamaktadır.  Disiplinler arası çalışmalarla, analitik ve eleştirel düzeydeki yöntemler kullanılarak akademik bir niteliğe sahip olan stratejik istihbarat bu özellikleriyle de operasyonel ve taktik istihbarattan da ayrılmaktadır. Yazar, istihbaratın bir endüstriye dönüştüğüne ve stratejik istihbarat sektörünün oluştuğundan da bahsetmiştir. Son olarak bütün aktarılanlar doğrultusunda bir stratejik istihbarat tanımı yapılmıştır: “Stratejik istihbarat bir ülkenin çıkar ve hedeflerine yönelik planlamaya sevk eden ve esas teşkil eden mantığı simgelemektedir”.

 

Şeyma KIZILAY

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.