FAYDACI DÜŞÜNÜR JOHN STUART MİLL: ÖZGÜRLÜK ÜSTÜNE VE KADINLARIN KÖLELEŞTİRİLMESİ

upa-admin 23 Nisan 2020 7.982 Okunma 0
FAYDACI DÜŞÜNÜR JOHN STUART MİLL: ÖZGÜRLÜK ÜSTÜNE VE KADINLARIN KÖLELEŞTİRİLMESİ

John Stuart Mill (1806-1873), İngiltere’nin önde gelen düşünürlerindendir. Henüz 3 yaşındayken, babası James Mill tarafından yoğun bir eğitim hayatıyla yüzyüze bırakıldı. Yunanca, Latince, cebir, mantık, ekonomi ve hukuk dersleri alan Mill, babası James Mill ve faydacılık (utilitarianism) felsefenin kurucusu Jeremy Bentham’ın düşüncelerinden oldukça etkilenmiş olup, hayatının önemli bir bölümünü faydacı felsefeye adamıştır. Yoğun bir ilk eğitimin olumsuz psikolojik etkilerini oldukça sert bir şekilde yaşayan ve sinir krizleriyle mücadele eden Mill, bu eğitimin kötü etkilerinden, düşüncelerini ve hayatını oldukça fazla etkilemiş olan, hayatının kadını Harriet Taylor Mill ile tanışmak suretiyle kurtulmuştur. John Stuart Mill’in düşüncelerinin gelişiminde karısı kadar kızı Helen Taylor’ın desteği de oldukça büyük önem arz etmektedir. Zira Kadınların Köleleştirilmesi (The Subjection Of Women) eserini, karısı Harriet öldükten sonra kızı Helen’in desteğiyle tamamlamıştır.

Babası James Mill ve aile dostları Jeremy Bentham’ın yoğun eğitimleri sonucunda faydacı felsefeyi benimseyen John Stuart Mill, faydacı yöntemi yeniden gözden geçirmiş ve James Mill ve Jeremy Bentham’dan daha farklı bir faydacı felsefe öğretisi geliştirmiştir. Bentham’ın faydacı görüşünün aksine, her türden hazzın bireyin mutluluğuna eşit şekilde hizmet ettiği görüşünde değildir. Mill’e göre, insanlara zevk veren şeyler eşit değildir ve bazı hazlar diğerlerinden daha üstündür. Mill, insani ve hayvansal hazlar arasında bir ayrım gözetmeksizin, zevkin niteliğini göz ardı eder. John Stuart Mill, bazı entelektüel ve estetik hazların fiziksel bir takım hazlardan daha üstün olduğuna inanır: “Bir hayvanın zevki, insanoğlunun mutluluk anlayışlarını tatmin etmez. İnsanlar, hayvanların kaba arzularından daha yüksek yeteneklere sahiptir ve bir kere onların bilincinde olunca, hiçbir şeye, onların memnuniyetini ihtiva etmeyen mutluluk olarak itibar etmez… Bazı zevk türlerinin daha arzu edilir ve diğerlerinden daha değerli oldukları gerçeğini fark etmek, faydalılık prensibiyle oldukça uyumludur. Diğer bütün şeyleri değerlendirmede nicelik kadar niteliği de hesaba katarken, zevklerin değerlendirilmesinin yalnızca niceliğe dayandığının farz edilmesi gerektiği saçma olacaktır.”[1]

Jeremy Bentham’ın faydacılık öğretisinden oldukça etkilenmiş olan Mill, faydacı yöntemi gözden geçirmeye karar verdiğinde eriştiği düşünce onu oldukça derinden etkilemiştir. Çünkü Bentham’ın faydacı düşüncesine olan inancını kaybetmiştir. Ona göre, mutluluk, zevk arayışından değil, daha ulvi amaçlara ulaşma çabasından ötürü gün yüzüne çıkmalıydı: “Ben faydayı, bütün etik konuların üzerindeki nihai referans olarak görüyorum; ama bu, en geniş anlamda, sürekli gelişen bir varlık olarak insanın daimi çıkarları üzerine kurulmuş fayda olmalıdır.”[2] John Stuart Mill, Bentham’ın faydacı görüşünü basite indirgenmiş olarak görür. Çünkü Mill, hazlar arasında, yüksek hazlar ve aşağı hazlar olmak üzere bir ayrımda bulunur. Bentham’a göre “golf oynamanın verdiği zevkle, felsefenin verdiği zevk eşittir.”[3] Ancak Mill’ in görüşü “Hoşnutsuz bir Sokrates olmak, hoşnut bir aptal olmaktan iyidir.” [4] şeklindedir. Mill, Jeremy Bentham’ın faydacı görüşünün bencil olduğu kanısındadır. Ona göre, bireyin zevkini maksimize eden bu faydacı görüş, fedakarlığa gereken önemi vermez. Ayrıca Bentham’ın faydacılığı Mill’e göre asosyaldir ve toplumu bireylerin toplamı olarak görür. Oysaki John Stuart Mill’e göre faydacılık, toplumun en fazla sayıdaki insana en fazla zevki getirecek davranışın seçilmesidir.

John Stuart Mill, insan doğasının en temel özelliği gereği her kişinin benzersiz bir potansiyele sahip olduğunu savunur. Mill’e göre, bir kişi kendi kapasitesini ve doğasını geliştiremez ve de gerçekleştiremezse nihai amaç olan mutluluğa erişemez. Bir kişinin kendi kapasitesini geliştirmekle elde edeceği şey “bireysellik”tir. John Stuart Mill, mutlu bir yaşam için bireyselliği mühim bir özellik olarak görür: “Kendi bireyselliğinin gelişmesi oranında, her birey kendisi için ve böylece başkaları için daha değerli hale gelir. Kendi varoluşu hakkında daha büyük boyutta bir yaşamsal doygunluk söz konusudur ve birimlerde daha fazla yaşam olduğunda onların bir araya gelmesiyle oluşan kitlede de daha fazla yaşam olacaktır.”[5] John Stuart Mill, kişinin kendi içsel yolculuğuyla bireyselliğini kazanabileceğini ve böylelikle karakterini şekillendirebileceğini savunur. Mill’in bireysellik ile ilgili düşünceleri oldukça sempati duyulası düşüncelerdir. Eğer bir kişi, içinde yaşadığı toplumun gelenek ve göreneklerine göre hareket eder ve yaşamını bu doğrultuda şekillendirirse o kişinin bireyselliğinden bahsetmek mümkün değildir. Mill’in savunduğu düşünce de tam olarak budur. Mill, arzuları ve dürtüleri kendisine ait olan bir kimsenin bir karaktere sahip olduğunu söyler. Arzu ve dürtüleri olmayan birinin ise bir karakteri yoktur. John Stuart Mill, bireyin kendi yaşamı için sorumluluk üstlendiği ölçüde mutlu bir yaşam sürebileceğine inanır. Mill’e göre, birey, kendi bedeni ve zihni üzerinde mutlak egemendir. Bireyler kendilerini mutlu edecek her şeyi yapmakta özgür olmalıdırlar. Bu özgürlük onlara zarar verse bile kısıtlanmamalıdır. Ancak bireyin başkalarına zarar vermek gibi bir hakkı yoktur ve sadece kendi beden ve zihinlerini etkileyecek şeyler yapabilme özgürlüğüne sahiptirler. Ayrıca, John Stuart Mill, insanın en temel ayırt edici özelliğinin “tercih yapma yetisi” olduğunu ileri sürer. Ona göre, bireyselliğin kazanılabilmesi için bireyler farklı yaşam tarzları arasında tercihlerde bulunurlar. Mill, insanların rasyonel olduğunu ve kendi kendilerini yönlendirebileceğini savunurken, aynı zamanda kendilerine en uygun tercihin ne olduğunun da açık olmadığını söyler ve bu yüzden kişilere yaşamsal deneyim kazanma özgürlüğünün verilmesi gerektiğini ileri sürer.

Özetleyecek olursak; John Stuart Mill, mutluluğa giden yolun kişinin kendi kendine seçeceği bir yaşamdan geçtiğini savunur. Ayrıca kişinin amacı mutluluksa, buna, onun üzerine dayatılan iyi bir yaşam anlayışı ile ulaşılamaz. Bir kişiye verilecek en büyük zarar, onun tercihleri doğrultusunda bir yaşam sürdürmesini engellemek olacaktır. John Stuart Mill, tıpkı Jeremy Bentham gibi hayatının neredeyse tamamını “özgürlük” endişesiyle geçirmiştir. Mill, 1859 yılında yayımlanan “Özgürlük Üzerine” (On Liberty)  adlı kitabında, devletin yetkilerinin faydacı nedenlerden ötürü sınırlandırılması gerektiğini savunur ve kitabıyla döneme damgasını vurur. John Stuart Mill, eserinde irade özgürlüğünden değil, sanılanın aksine sivil özgürlüklerden bahsetmiştir ve iktidarın niteliğini ve sınırlarını konu edinmiştir. Özgürlük ve otorite arasındaki mücadelenin tarihsel derinliğine değinen Mill, özgürlüğün bir bakıma “baştaki yöneticilerin despotik yönetimlerine karşı korunmayı ifade ettiğini”[6]  dile getirmiştir. Özgürlük ve otorite arasındaki bu mücadele bize yöneticilerin iktidarının gerekli olduğu kadar bir o kadar da tehlikeli olduğunu gösteriyor: “…Eski Yunan’daki bazı halk hükümetleri hariç, diğer yönetimlerde yöneticiler halka karşı düşman olarak kabul edilirlerdi… Yetkinin baskıcı bir şekilde kullanılmasına karşı ne tür önlem alınmış olursa olsun, yönetilenler yöneticilerin üstünlüğüne ne itiraz etme cesaretini ne de itiraz etme isteğini gösterirlerdi… Topluluğun güçsüz üyelerini sayısız akbabalara yem olmaktan kurtarmak için, bu akbabalardan daha güçlü ve onların yükselmesini önlemekle görevli bir avcıya ihtiyaç vardı. Ancak sürünün üstüne çullanmada, küçük çaylakların herhangi birinden daha istekli olmayacağından dolayı bu avcının gagasına ve pençelerine karşıda mutlaka savunma halinde bulunmak gerekirdi.”[7]

John Stuart Mill’e göre, bu savunma, iktidara sınır koymakla gerçekleşebilirdi ve bu iki şekilde yapılabilirdi. Birincisi siyasal hak ve özgürlükler denen bir takım dokunulmazlıkları kabul etmek iken, bir diğer yolda anayasal önlemlerin alınmasıydı. Avrupa’nın birçok yerinde iktidar bu sınırlamalardan ilkine boyun eğmek zorunda kaldı. Ancak ikincisinin uygulanmasında bir takım sıkıntılar meydana geldi. Mill’e göre iktidarı sınırlandırma çıkarları halkın çıkarlarıyla çakışan yöneticilere karşı bir önlem olarak görülüyordu. Ama artık istenen şey yöneticilerin halkla özdeşleştirilmesi, çıkar ve iradelerinin halkın çıkar ve iradesiyle aynı olmasıydı. Böylelikle halkın kendi iradesine karşı korunmaya ihtiyacı kalmayacaktı. Onun kendi kendine zorbalık yapması düşünülemezdi. Ancak bir süre sonra, iktidarı elinde bulunduranlarla, yönetilenlerin aynı insanlar olmadığı anlaşıldı ve “kendi kendini yönetme” fikrinin asıl sorun olduğu ortaya çıktı: “…sözü edilen kendi kendine yönetme, her bireyin kendisi tarafından yönetilmesini değil, aksine, diğer kimseler tarafından yönetilmesini ifade etmektedir. Halkın iradesi pratik hayatta halkın en aktif ve sayıca en fazla olan kısmının iradesi anlamına gelmektedir. Böyle olduğu için, halkın çoğunluk olmayı başararak veya kendisini çoğunluk kabul ettirerek iktidarı elinde bulunduran kesimi, diğer kesim üzerinde baskı uygulayabilir. Bu nedenle, diğer iktidar biçimlerine karşı olduğu gibi, bu iktidar biçiminin de gücünü istismar etmesine karşı önlem almak gerekiyor. Hükümetin bireyler üzerindeki gücünü sınırlaması konusu, yöneticilerin topluma ya da toplum içindeki güçlü gruba karşı düzenli olarak sorumluluk duygusu taşıyor olmaları halinde bile öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir. Bu görüş tarzı hem düşünürlere hem de demokrasinin gerçek ya da sözde çıkarlarına ters düştüğü Avrupa toplumundaki önemli sınıflara hoş geldiği için hiç güçlüğe uğramadan yerleşti. Artık şimdilerde çoğunluğun diktatörlüğü konusu, toplumun korunmaya hazır olmasını gerektiren en önemli kötülükler arasında yer almıştır.”[8]

John Stuart Mill, “çoğunluğun diktatörlüğü” nü önlemek için bir takım alınacak önlemlerden bahseder. Mill’e göre, hükümete herkes katılmalı ama seçkin bir azınlık rehberlik etmelidir. Cahil kitlenin diktatörlüğe yol açması oldukça risklidir ve bunu önlemek adına seçkin azınlığa çoğul oy hakkı tanınmalıdır. Vatandaşlara, eğitimlerine, mesleklerine göre ve sınava bağlı olarak iki veya daha fazla oy hakkı tanınabileceği gibi nisbi seçim sistemleri de benimsenebilir. Ayrıca iki meclisli bir yasama organı tercih edilebilir. Bütün bunlar tartışmaya açık önlemler olup, John Stuart Mill, siyaset kurumunun bir temsili demokrasi olarak örgütlenmesi taraftarıdır. Mill, ayrıca iktidarın halktan kaynaklandığını kabul etse de, tüm üyelerinin hükümetin oluşturulmasında eşit olarak etkili olması gerektiğine inanmaz. Toplumun, cehaletin oluşturacağı çoğunluğun diktatörlüğüne mahkum edilmesinden endişe duyar. Kısacası Mill, seçme ve seçilme hakları konusunda “elitist” sınırlamaları savunur.

Mill’in zarar ilkesi (harm principle), birey ile devlet arasındaki olması gereken uygun sınırı tanımlamaktadır. Bir bireyin eylemlerine müdahalede bulunulması, ancak başka bireylere zarar veriyorsa mümkündür. Bireyin eylemleri başkalarına zarar vermiyorsa, kişi, özgür bırakılmalıdır. Mill, “Özgürlük Üzerine” eserinde Hıristiyan ahlak felsefesine de değinmeyi ihmal etmemiştir.  Hıristiyan ahlak felsefesini gerici olarak tahlil eden Mill, bu düşüncesiyle oldukça şaşırtır. Hıristiyan ahlak felsefesini iktidar ilişkileri bakımından değerlendirdiğinde olumsuz ve gerici bir tablo ortaya koyar. John Stuart Mill, eşi Harriet Taylor sayesinde “kadın” konusunda da kafa yormuş ve 1869’da “Kadınların Köleleştirilmesi” (The Subjection of Women) adlı kitabını yazmıştır. Kitabın yazılmasında kızı Helen Taylor’ın katkısı da oldukça büyüktür. Mill, kitabın daha en başında bir cinsiyetin diğer cinsiyet üzerindeki üstünlüğünü yanlış bulduğunu açıklamıştır: “İki cinsiyet arasındaki sosyal ilişkileri düzenleyen ilke – bir cinsiyetin diğerine olan yasal bağımlılığı – kendi içinde yanlıştır; halihazırda, insan gelişimin önünde duran başlıca engellerden bir tanesi olarak karşımızda bulunmaktadır ve ne bir tarafta iktidar ya da ayrıcalığa ne de diğer tarafta güçsüzlüğe izin veren kusursuz bir eşitlik ilkesiyle yer değiştirmelidir.”[9]

John Stuart Mill, aynı zamanda bu üstünlüğün yani kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin her şeyden önce kadına zarar verdiğini ve kadınla birlikte erkeğe, aileye ve varsa çocuğa da zarar verdiğini ileri sürüyor. Ve bu bireylerin gelişiminde olumsuz etki yaratan bu durum ne yazık ki insanlığın ilerlemesinin önünde de bir engel teşkil ediyor. Mill, “Kadınların Köleleştirilmesi” nde konuyu adalet açısından da değerlendiriyor. O dönemdeki savları, fikirleri,  tutarsızlıkları bakımından eleştiriyor. Herkesin adalet ve yasalar önünde eşit olmasını savunan düşünce, aynı zamanda kadınlara bir takım hakların kısmen verilmesini savunarak,  Mill’in eleştirilerinin hedefi oluyor. John Stuart Mill’e göre uygarlık ilerledikçe zor yasasından kaynaklanan kölelik ve cinsiyet eşitsizliği çerçevesinde kadınların erkeklere olan bağımlılığı söylemde ortadan kalkacaktır ancak bu durum fiili yaşamda etkisini sürdürecektir. Çünkü iktidar zor yasasından kaynaklı legal (yasal) hale gelmiştir: “Yasalar ve yönetim sistemleri, daima, bireyler arasında halihazırda var olduğunu buldukları ilişkileri tanıyarak işe başlarlar. Onlar, salt bir fiziksel gerçekliği yasal bir hakka dönüştürmekte, ona toplumun onayını vermekte ve esasen, fiziksel gücün düzensiz ve yasasız çatışması yerine, bu hakların iddia edilmesi ve korunması için kamusal ve örgütlü araçları ikame etmeyi hedeflemektedir. İtaate mecbur edilmiş olanlar, bu şekilde, ona yasal olarak da mahkum hale gelirler.”[10]

Mill’ göre kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik toplumdaki diğer eşitsizlik ve iktidar mücadelelerinden daha güçlüdür ve tam anlamıyla “alışıldık” olmasından kaynaklanır: “Mill’e göre, kadının erkeğe olan söz konusu bağımlılığı, toplumu yatay bir şekilde bölen sınıfsal ayrımları diklemesine keser. Daha da önemlisi, cinsiyetler arası ilişkilerde erkeklerin kadınlar üzerinde sahip olmak istedikleri iktidar arzusu, diğer tüm toplumsal ilişkilerde olduğundan çok daha güçlüdür. Kadınlar, yalnızca en yakınlarındaki erkeklerin kendileri üzerinde sahip oldukları iktidara karşı koyacak araçlardan mahrum olmakla kalmazlar; aynı zamanda, tüm toplumsal eğitim ve toplumun tüm egemen ahlaki değerleri onları, böyle bir direnişten caydırmak üzere evirilmiştir. Söz konusu bağımlılığın, kadınlar dahil tüm insanlara “doğal” görünmesi ise bu gerçekliğin salt var oluşundan kaynaklanır. Yani insanlar, alışmış oldukları gerçekliği doğal görmeye eğilimlidirler.”[11] Kadınların köleleştirilmesi, evrensel bir gelenek haline gelmiştir. Kadın, erkeğin en yakınında olduğu için güce en çok maruz kalan olmuştur. Ancak bilinmelidir ki, kadınları köleleştirmek sadece kadınlara değil aynı zamanda onlar üzerinde bir güç uygulayan erkeklere de zarar vermektedir. John Stuart Mill, kadının erkeğe olan bağımlılığının doğal ve gönüllü bir bağımlılık olduğu yönündeki düşünceleri reddeder. Zira böyle bir durum söz konusu olsaydı, dünyanın dört bir tarafındaki kadınlar bir takım haklar için kolektif bir karşı koyuş sergilemezlerdi. Kadınlar tarafından sergilenen bu kolektif karşı koyuş, erkekleri oldukça endişelendirmiş olmalı ki, kadından sadece fiziki bir köle değil aynı zamanda ruh ve zihinsel anlamda da bir köle yaratmayı amaçlamışlardır. Kadınları fiziken ve bedenen köleleştiren erkekler, onların zihnen ve ruhen de bir köle haline dönüşmesini arzulamıştır. “Çünkü onlar, eşlerinde yalnızca bir köle değil, bir gözde bulmayı amaçlar.”[12]

Toplumsal yaşamın kadın ve erkeğe yüklediği bir takım özellikler çerçevesinde, eşitsizliğin de daha derin boyutlara eriştiğini gözler önüne serebiliriz. Toplum, kadından erkeğin arzusu olan bir “gözde” yaratabilmek adına, erkeğe yüklediği özelliklerin tam tersini kadına yüklemiştir.  “ Öz irade”, “öz denetim”, ve “cevvallik” gibi özellikler erkeğe atfedilirken, kadından ise tam bir teslimiyet, feragat ve uysallık beklenmektedir. Kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin, kadınların erkekler karşısında yetersiz olduğu düşüncesinden doğduğu fikrini reddeden John Stuart Mill, kadınların yetersiz olmadığını, eğitimsiz bırakıldıklarını ileri sürer. Ona göre kadının ve de erkeğin bir birey olarak sahip oldukları yetenekleri açığa çıkarmaları gerekmektedir. Bu potansiyele sahip olan her iki cinse de gereken özgürlük sunulursa, arzu edilen eşitlik de ortaya çıkacak ve bu sayede toplum en yüksek faydaya ulaşacaktır. İnsanlığın tarihine baktığımızda kadının zorla evlilik ve boşanmalara maruz bırakıldığı görülmektedir. Evlilik kurumunun toplumsal yaşam içerisinde kadını zorlayan bir unsur olduğu açıktır. Nitekim John Stuart Mill’de bu görüşü savunmaktadır. Mill’e göre kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin arka planında evlilik kurumu bulunmaktadır. Bu kurum kadınları, mülkiyetleri ve kendi bedenleri üzerinde hakları olmayan yasal köleler haline dönüştürmektedir. Mill’e göre evlilik anlaşmasının yasalarla kolayca fes edilebilir hale getirilmesi gerekmektedir.  Zorla evliliklere maruz bırakılan kadınlar, boşanma talep edemedikleri gibi, mülkiyet, miras, eğitim gibi birçok haktan da mahrum ediliyordu. Mill’e göre kadınların ekonomik bağımsızlıkları da oldukça önemli bir konuydu. Kadın, ekonomik anlamda babaya ve eşe bağımlı olmayacak şekilde eğitilmeliydi. Mill, ekonomik olarak gelişen kadının, toplum yaşamı içerisinde hak ettiği değeri bulabileceğine inanıyordu.

John Stuart Mill, kadının erkeğe olan uyrukluğunu açıklarken, şaşırtıcı bir şekilde, bu durumun Hıristiyanlığı benimsemiş toplumlarda yaşanmadığını ileri sürer ve Hıristiyanlığı toplumun gelişmiş kesimlerinin dini olarak “ilerici” bir din olarak açıklar. Buna karşılık İslam’ı ve Brahmanizm’i “gerici” toplumların dini olarak nitelendiren Mill, kadının erkeğin uyruğu olduğu durumun bu toplumlarda sıkça görüldüğünü ileri sürer. Mill’in bu düşüncesi, 1859 ‘da yazdığı “Özgürlük Üstüne” adlı eserinde, Hıristiyan ahlakını oldukça sert bir şekilde eleştirdiği dikkate alındığında, çelişkilerle dolu ve de oldukça şaşırtıcıdır. Peki ne oldu da Mill bu çelişkili tutumu sergiledi? Aradan geçen zamanda, siyasi kariyeri göz önünde bulundurulduğunda, John Stuart Mill’in bazı siyasi kaygılar eşliğinde bu çelişkili tutumu sergilediği söylenebilir. Aynı çelişkili tutumu kadınların meslek sahibi olması hususunda sergileyen Mill, kadınların da erkeklerin çalışabildiği tüm mesleklerde yeteneğini sergileyebileceğini ve bu durumun beraberinde toplumsal faydayı getireceğini savunmaktadır. Ancak Mill, yalnızca mülkiyet sahibi kadınların bu hakka sahip olması gerektiğini ileri sürerek kadınlar arasında sınıfsal bir ayrım ortaya koymuştur. Bu iki husustaki çelişkili tutum ve düşünceleri gösteriyor ki: “Mill, sırasıyla, ait olduğu çağın önyargılarını aşamamış ve ait olduğu sınıfın çıkarları dışına çıkamamış görünmektedir.”[13]

Eğitim, kariyer gibi tüm fırsatların kadın ve erkekler için eşit olması gerektiğini ileri süren John Stuart Mill, kadınların, kariyer ya da evlilik arasında bir tercih yapması gerektiği düşüncesini benimsemiş ve geleneksel cinsiyete dayalı iş bölümünü savunmuştur. Çelişkili tutum ve düşüncelerine rağmen, genel anlamda, toplumun aksine çok daha ulvi özellikler atfettiği kadının, erkeklerle eşit olması gerektiğini savunan Mill, bunu, bir faydacı düşünürden de beklendiği şekliyle toplum için en yüksek faydaya ulaşma ilkesine dayandırır. Bununla birlikte, yasalar her ne kadar engel olursa olsun, kadın ve erkeğin yüksek uzlaşı ile kendi birlikteliklerinde, eşitliği sağlamalarının mümkün olduğunu ve böylelikle mutluluğa erişilebileceğini savunur.

Mehmet İMAL

 

 

[1] Donald G. Tannenbaum & David Schultz (2015), Siyasi Düşünce Tarihi: Filozoflar ve Fikirleri, Çev. Fatih Demirci, Ankara, 9. Baskı, ss. 289-290.

[2] A.g.e., s. 290

[3] A.g.e., s. 290

[4] A.g.e., s. 290

[5] Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA), “TÜBA Açık Ders Malzemeleri Portalı”, Erişim Tarihi: 14 Nisan 2020, https://acikders.tuba.gov.tr/.

[6] John Stuart Mill (2003), Hürriyet Üzerine, Çev. Mehmet Osman Dostel, 2003, Ankara, s. 35.

[7] A.g.e., ss. 36-37.

[8] A.g.e., s. 39.

[9] John Stuart Mill (2019), Kadınların Köleleştirilmesi, Çev. Ahmet Özcan, İstanbul, Bilge Kültür Sanat, 2. Basım, s. 23.

[10] A.g.e., s. 11.

[11] A.g.e., s. 13.

[12] A.g.e., s. 11.

[13] A.g.e., s. 18.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.