GELENEKSEL MUHAFAZAKAR EDMUND BURKE: FRANSA DEVRİMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

upa-admin 24 Nisan 2020 8.952 Okunma 0
GELENEKSEL MUHAFAZAKAR EDMUND BURKE: FRANSA DEVRİMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Britanyalı düşünür Edmund Burke (1729-1797), İrlanda’da Dublin’de doğdu. Avukatlık kariyeri olan Burke, aynı zamanda siyasal bir kariyere de sahip olup, 6 yıl boyunca İngiliz parlamentosunda parlamenter olarak hizmet etti. Protestan kimliğiyle öne çıkan Burke için “geleneksel muhafazakarlık”ın (ya da İngiliz muhafazakarlığı) kurucusu diyebiliriz. Bir karşı-Aydınlanmacı olarak düşünceleriyle yaşadığı döneme damga vuran Burke, 1790 yılında Charles Jean Francoit Depont[1] ile yazışmaları sonucunda Fransa Devrimi Üzerine Düşünceler (Reflections on the Revolution in France) adlı eserini yayımladı. Bu kitap, başta Rousseau olmak üzere dönemin birçok Aydınlanmacı filozofunu ve akıl, bilim, eşitlik, özgürlük ve insan hakları adına yapıldığı ileri sürülen Fransız Devrimi’nin yıkıcı tüm eylemlerini eleştirir.

Edmund Burke, Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler adlı eserinde, devrimin ilk ve en güçlü eleştirisini yapar. Bireysel hırsların etkisi altında kalmış siyasal kararlar ve insan aklının sınırsız gücüne duyulan iman, Burke için oldukça endişe vericidir. Edmund Burke, insan aklının kusursuzluğuna hiçbir zaman inanmamış ve var olan düzenin, yeni ve denenmemiş olan düzenden her zaman daha iyi olduğunu savunmuştur. Burke, Fransız Devrimi’ni bir sosyal mühendislik projesi olarak görür: “Fransız Devrimi, ilk olarak, Aydınlanma düşüncesinin kuramsal evreninde hiçbir koşula bağlı olmaksızın, kendiliğinden ve kendi başına mutlak bir değere sahip olan “akıl”, “bilim”, “ilerleme”, “özgürlük”, “eşitlik”, “evrensellik”, ve “insan hakları” gibi modern mutlakların soyut tiranlığı altında eyleyen metafizikçilerin ya da sofistlerin bir devrimiydi.”[2]

Fransız Devrimi’ni bir hata olarak gören Burke, devrimin zamanla anarşiye neden olacağını da öngörür. Aydınlanma’nın içeriden bir eleştirisini yaptığı eseri Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler’de kaleme aldığı bu öngörüler çok geçmeden gerçekleşir ve 1793 yılında devrim terör dönemine, başka bir deyişle “giyotin festivali”ne[3] dönüşür. Edmund Burke, Fransız Devrimi’nin neden olduğu terör ortamını öngörmekle kalmıyor, aynı zamanda Fransa’da monarşinin devrilmesinden sonra askeri bir diktatörün geleceği yönünde de tahminlerde bulunuyordu. Nitekim Napolyon Bonapart, 1799’da gücü ele geçirerek Burke’ün tahminlerini doğruladı ve Burke bazı kesimler tarafından dönemin kahini ilan edildi. Yaşanan bir takım siyasi gelişmeler ve bazı kesimler tarafından talep edilen reformlara endişeyle yaklaşan Edmund Burke, bu gelişmeler ve reform talepleriyle karşı karşıya kalan değerlerin ve kurumların korunması gerektiği yönünde düşüncelere sahiptir: “Bu kurumlar köklerini derine salmıştır; bu kökler, birbirlerinden ayrılamaz bir şekilde iç içe geçmiştir. Durum, sofistlerin kıymetsiz tartışma üsluplarında temsil ettikleri gibi değildir. Bunda, devletin çoğu meselesinde olduğu gibi bir orta bulunur. Salt mutlak yıkım ya da ıslah edilmemiş var oluş seçeneğinden başka bir şey daha vardır. Spartam nactus es; hanc exorna. (Sparta yazgınızdır; şimdi süsleyin onu.)  Bu, kanımca, derin bir anlama sahip bir kuraldır ve hiçbir zaman, dürüst bir ıslahatçının aklından çıkmamalıdır. Bir insanın, ülkesini yalnızca üzerine istediğini karalayabileceği carte blanche olarak değerlendirdiği o küstahlık seviyesine kendisini nasıl itebilmiş olduğunu tasavvur edemiyorum. İçten ve nazari iyilikle dolu bir kimse, toplumun olduğundan başka bir şekilde olmasını dileyebilir; ancak, iyi bir vatansever ve gerçek bir siyasetçi, daima ülkesinin var olan malzemelerinden nasıl en iyi şekilde yararlanabileceğini değerlendirmelidir. Muhafaza etme eğilimi ile geliştirme kabiliyetinin dengeli bir birleşimi, benim devlet adamı ölçütümü oluşturur. Diğer her şey kavrayışta bayağı, uygulamada tehlikelidir.”[4]

Geleneksel düzenin muhafazası, Burke’e göre her zaman denenmemiş yeni düzene tercih edilmelidir. Burke’ün fikirlerinde, Aydınlanma düşüncesiyle birlikte ortaya çıkan insan doğasına ve aklına duyulan güven karşısında, insan doğasına, aklına ve yeniye (denenmemişe) duyulan güvensizlik ön plandadır. Geçmişin kadim bilgeliğini barındıran, tarihsel süreklilik sınavından geçmiş gelenekler, istikrarlı ve güvenli bir siyasi hayatın temelini oluşturur ve bunlar mutlak şekilde korunmalıdır. Edmund Burke’ün Fransız Devrimi’ne yönelik eleştirisinin temeli, devrimle birlikte yeniden inşa edilecek toplum düzeninin ve gerçekleştirilen eylemlerin toplumun doğasına zarar verdiği düşüncesine dayanır. Çünkü Burke’e göre, toplumda esas istenen daimi bir istikrardır ve ani değişikler toplum yapısına zarar verir. Burke, bir kimsenin, deneysel bilimlerde olduğu gibi, bir formülü kanıtlarcasına bir siyaset bilimi inşa etmesine karşı çıkar: “Bir devleti inşa etme, yenileme ya da ıslah etme bilimi, diğer tüm deneysel bilimler gibi, a priori öğretilecek değildir. Üstelik bizi o uygulamalı bilimde eğitecek olan kısa bir deneyim de olamaz. Çünkü ahlaki nedenlerin gerçek sonuçları çoğunlukla hemen gerçekleşmez; tam tersine, ilk durumda zararlı olan daha uzak işleyişinde mükemmel olabilir ve onun mükemmelliği başlangıçta ürettiği kötü etkilerden dahi doğabilir. Tersi de mümkündür: Memnuniyet verici başlangıçlara sahip makul tasarılar, sıklıkla utanç verici ve içler acısı sonuçlara neden olur.”[5]

Edmund Burke, toplumsal hayatı bir karmaşık kurallar ağı olarak sunar. Bu kurallar, toplumsal geleneklerimizdir ve uzun tecrübeler sonucu ortaya çıkmıştır. O halde, bu kuralların sağladıkları fayda göz ardı edilmemeli ve mevcut faydayı ortadan kaldırmamak adına muhafaza edilmelidir. Peki bir fayda sağladıkları için muhafaza edilmesi gereken bu kuralların sağladığı fayda ortadan kalkarsa ne olacaktır? Burke, her ne kadar değişimlerin topluma zarar vereceğini savunsa da, tamamen değişime karşı da değildir. Keskin ve radikal değişim fikirlerine karşıdır. Burke’e göre değişim, devlet adamının gözetiminde yavaş ve tedrici olmalıdır: “Devletlerde, onun refahının ya da sıkıntılarının çok büyük bir bölümünün esaslı bir şekilde dayanabildiği bazı muğlak ve örtük nedenler, çoğu kez ilk bakışta önemsiz görünür. Bu nedenle, hükümet biliminin kendi içinde böylesine uygulamalı olmasından ve bu denli uygulamalı amaçlara yönelik olmasından  fazlasıyla bilge ve gözlemci bir kimsenin dahi bütün hayatı boyunca elde edebileceğinden daha fazla bir deneyime gereksinen bir mesele olmasından ötürü bizler, asırlardır toplumun ortak amaçlarını geçerli bir derecede yanıtlamış olan bir binayı yıkmaya ya da gözlerimizin önünde kanıtlanmış faydaya sahip örneklere ve örüntülere sahip olmaksızın onu yeniden inşa etmeye, ancak mutlak bir ihtiyatla cüret etmek mecburiyetindeyiz.”[6]

Radikal bir yenilenme talebi, Burke’e göre, toplumsal değerlerin ve kadim kurumların yok edilmesi demektir ve yıkıcıdır. Bir toplumun kültürü, önemli olayları, gelenekleri, geçmişi, bugünü ve yarını toplumun yaşamına kök salmış değerlerin tümünü oluşturur. Gerçek ilerleme bu değerlerin geliştirilmesiyle mümkündür. Bir devrimle, bıçakla keser gibi ortadan kaldırılan bu değerler toplumda büyük bir yaraya yol açar. İşte Fransız Devrimi de bu özelliğiyle Burke’ün eleştiri oklarının hedefi olmuştur: “Sizin yazın insanlarınız ve siyasetçileriniz ve de aramızdaki aydınlanmış kavmin bütünü, bu hususlar üzerinde bizden esaslı şekilde farklılaşmaktadır. Onların başkalarının bilgeliğine hiçbir saygıları yoktur; ancak, bunun acısını kendi bilgeliklerine tam bir güvenle çıkartırlar. Onlara göre, şeylerin eski bir düzeninin yok edilmesi için onun eski olması yeterli bir nedendir. Yeniye gelince, hızla yükselen bir binanın sürekliliğiyle ilgili hiçbir korku duymazlar; çünkü süreklilik, kendi zamanlarından önce yok denecek kadar az şeyin yapılmış olduğunu düşünen ve tüm umutlarını keşfe bağlayanlar için mevzubahis olamaz. Devamlılık sağlayan her şeyin zararlı olduğunu düşünerek tasarlarlar ve bu nedenle, tüm kuruluşlarla onulmaz bir savaştadırlar. Yönetimin, giyiniş şekillerinde olduğu kadar az bir olumsuz etkiyle değişime uğrayabildiğini ve devletin anayasasına yönelik, mevcut bir uygunluk anlayışı dışında, hiçbir bağlılık ilkesine ihtiyaç olmadığını düşünürler.”[7]

Edmund Burke, toplumsal değişimlere her zaman şüpheyle yaklaşmıştır. Onun bu şüpheci tutumu, temelinde, “toplum özünde bir sözleşmedir” görüşüne dayanmaktadır. Toplum sözleşmeci bir düşünür olan Burke, toplumun bir sözleşme olduğunu savunan diğer düşünürlerin (Hobbes, Locke, Rousseau)  sunduklarından çok daha farklı bir toplum sözleşmesi sunar. Özellikle Jean Jacques Rousseau’nun “halkın iradesine bağlı olarak her an bozulabilir bir toplumsal sözleşme”[8] fikrini eleştirir. Edmund Burke’e göre, toplumsal sözleşme, toplumda belli bir zaman diliminde yaşayan yetişkin bireylerin yapmış olduğu bir anlaşma değildir. Halen yaşayanların, geçmişte yaşayıp ölmüş olanların ve gelecekte yaşayacak olanların arasında yapılan bir anlaşmadır. Toplumsal sözleşme zaman içinde ortaya çıkar ve bir toplumun geçmişini, bugününü ve yarınını birbirine bağlar. Geçmiş, bugün ve yarın ile olan bu bağ, Burke’e göre, Fransız Devrimi ile ne yazık ki ortadan kaldırılmıştır.

Edmund Burke, doğa durumunda insan hali hakkındaki fikirleriyle de diğer toplumsal sözleşmeci düşünürlerden (Hobbes, Locke, Rousseau) ayrılır. Burke, insanın doğası gereği eşit olduğu ve kolektif hareket ettiği düşüncesini reddeder. Ona göre, doğa durumundaki insan, John Locke’un iddia ettiği gibi masum doğan ve eğitimle kusursuzlaşabilen bir canlı değildir. Ayrıca Burke, doğa durumunda “halk” diye bir şey olmadığını savunur ve bu dönemde insanın kolektif bir kapasiteye sahip olmadığını ileri sürer. Bireylerin doğa durumunda eşit oldukları düşüncesi  de Burke tarafından kabul görmez. Burke’e göre, doğa durumunda eşitlik yoktur ve insanlar arasında doğal bir hiyerarşi mevcuttur. Ona göre, eşitliği sağlama çabaları yararsız ve imkânsızdır. Eşitliği canavarca bir kurgu olarak gören Burke, bu düşüncenin aynı zamanda düzene karşı olduğunu da ileri sürer. Sosyal, ekonomik ve siyasal eşitlik doğaya karşıdır. Günümüz dünyasında halen sağlanamayan “eşitlik”, Burke’ün çok da haksız olmadığını gözler önüne seriyor: “Yurttaşların çeşitli türlerini içeren tüm toplumlarda bazı türler ilk sırada olmak zorundadır.”[9]

Burke’e göre, devrim, eşitliğe doğru durdurulamaz bir akışın sonucuydu. “Soyut aklın uygulamalı akılla, insan haklarının İngilizlerin haklarıyla, ve devrimci ilerlemenin basiretli ıslahatla ikame edildiği karşı tragedya (Fransa Devrimi Üzerine Düşünceler) Aydınlanma düşüncesinin içeriden bir eleştirisine dönüşüyordu. Zira, Düşünceler’in yayımlanmasından 60 sene sonra Alexis de Tocqueville, Eski Rejim ve Devrim (1856) adlı eserinde, soylu sınıfların dahi Aydınlanma düşüncesinin siyasal doğrularının henüz Eski Rejim sırasında savunuculuğuna soyunarak tarihin mezarlığında kendi çukurlarını kazdıklarını tespit edeceklerdi.”[10] Fransız Devrimi’ni birçok yönüyle ele alan ve eleştiren Edmund Burke, hükümeti, dünü, bugünü ve yarınıyla canlı bir varlık olarak görüyordu. Fransız Devrimi’ne yönelik eleştirilerinden biri de bu yöndeydi. Çünkü Fransız devrimcileri hükümeti ortadan kaldırmayı ve yeniden kurmayı hedefliyordu. Burke’e göre ise, hükümet sürekliliği olan bir yapı olduğu için, bu durum söz konusu olamazdı. Hükümet, insanların bir takım istek ve taleplerini yerine getirmekle ve bu istek ve taleplerde bir çakışma söz konusu olduğunda bir karar mekanizması görevi üstlenmekle yükümlüdür. Ancak bireylerin tutkuları, hükümetin yasalarına tabi tutulmalıdır: “Hükümet, beşeri istekleri karşılamak üzere yaratılmış beşeri bilgeliğin bir tasarısıdır. İnsanlar, bu isteklerin bu bilgelik tarafından karşılanması üzerinde hakka sahiptir. Sivil toplumdan çıkan bu istekler arasında, tutkular üzerine yeterli bir sınırlama koyulması talebi de sayılmalıdır. Toplum yalnızca bireylerin tutkularına boyun eğdirilmesine değil, aynı zamanda, kitlelerde ve kurumlarda ekseriyetle insanların yatkınlıklarına engel olunmasına, iradelerinin denetlenmesine ve tutkularının boyunduruk altına alınmasına da gereksinir. Bu, işlevinin icrasında o iradeye ve tutkulara tabii olmayan, görevinin onları dizginlemek ve boyun eğdirmek olduğu kendilerinin dışında bir iktidar tarafından yapılabilir. Bu anlamda, özgürlüklerin yanı sıra, insanlar üzerindeki sınırlamalar da onların hakları arasında düşünülmelidir. Ancak, özgürlükler ve sınırlamalar, zamana ve koşullara göre çeşitlilik gösterdiğinden ve sonsuz değişikliklere imkan verdiğinden, hiçbir soyut kurala dayandırılamaz. O halde, bu özgürlükler ve sınırlamaları soyut bir ilke üzerinden ele almak abesle iştigaldir.”[11]

Edmund Burke, Aydınlanma düşüncesiyle birlikte ortaya çıkan “soyut haklar” (doğal haklar)  fikrine de karşı çıkmaktadır. Burke’e göre,  bu, teoride iyi, fakat pratikte kusurlu bir düşüncedir. Burke, bu hakların tartışılmasının, hükümetin halkın istekleri ve talepleri arasındaki dengeyi sağlamadaki görevini sekteye uğratacağını düşünüyordu. Bir “hak” teoride her ne kadar iyi olursa olsun, onu elde etme imkânı yoksa faydasızdır. Edmund Burke’ün bireysel haklar karşısında ne kadar şüpheci olduğu aşikar. Buna karşılık, Burke, alışkanlıklar ve gelenekleri savunuyordu. Edmund Burke, Fransız Devirimi Üzerine Düşünceler’de, Fransız Devrimi’ni tümden reddetmesinin yanı sıra, dönemin Aydınlanmacı yazarlarının büyük bir iştahla savunduğu fikirleri de oldukça sert bir şekilde eleştiriyor ve reddediyordu. Nitekim, döneminin yazın insanlarının kaleme aldığı ve Aydınlanma’nın temelini oluşturduğu metinler Burke’e birer cevap olarak yazılmıştır. O dönem kaleme alınmış metinlerin neredeyse tamamı Burke’ün fikirlerine karşı yazılmışken, Edmund Burke ise Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler’i Dr. Richard Price’ın 1789’da yazdığı “Ülkemize Duyduğumuz Sevgi Üzerine Söylev” adlı eserini hedef alarak yazmıştır. Dönemin Aydınlanma savunucuları ve yazın insanları Robert Bage, Richard Prize, Thomas Paine, Mary Wollstonecraft ve Joseph Priestley, metinlerinde hep Edmund Burke’ü ve düşüncelerini hedef almışlardır. Burke için, “Önyargı ve tutkunun imparatorluğunu geri getirmeye cüret eden adam…”[12] diye bahseden Robert Bage’i,  Burke’ü  “ön yargının filozofu” [13]ilan eden Joseph Priestly takip ediyordu. Edmund Burke ise, dönemin yazın dünyasına damga vurmuş eserinde, meydan okurcasına şu satırları kalemi almıştı: “Görüyorsunuz Beyefendi, bu aydınlanmış çağda, genel olarak bizim öğrenilmemiş duyguların insanları olduğumuzu; tüm eski önyargılarımızı fırlatıp atmak yerine büyük ölçüde bağrımıza bastığımızı; kendimizi daha da utandırarak onları tam da önyargı oldukları için bağrımıza bastığımızı; onlar daha uzun süre ve daha genel biçimde hakim oldukça onları daha fazla bağrımıza bastığımızı itiraf edecek kadar cüretkarım.”[14]

Edmund Burke’ün fikirlerine getirilen eleştiriler, Burke’ün yaşadığı yüzyılda sınırlı kalmamıştır. 19. yüzyılın en etkili düşünürlerinden Karl Marks da oldukça sert bir şekilde Burke’ü eleştirmiş ve onu dalkavukluk ve ikiyüzlülükle suçlamıştır. Edmund Burke’e yönelik “ikiyüzlülük” suçlamalarının temelinde, Fransız Devrimi’ne birçok sebepten ötürü karşı çıkarken, “Amerikan Devrimi” ve “İngiliz Şanlı Devrimi”ni (Glorious Revolution) övmesi ve savunması yatmaktadır. Fransız Devrimi’ne karşı çıkan Burke’ün, Amerikan ve İngiliz devrimlerini savunması her ne kadar çelişkili bir tutum görülse de, onun bu devrimleri savunmasını kendi fikirleri doğrultusunda değerlendirdiğimizde, aslında ne kadar tutarlı olduğu düşüncesine erişebiliriz. Zira Burke, hiçbir zaman tüm devrimlere karşı çıkmamıştır. 1688 İngiliz Şanlı Devrimi’ni de açıkça savunmuştur. Çünkü burada söz konusu radikal bir değişim ya da yıkım değildir. Katolik Kral II. James yerine, Protestan kimliğiyle öne çıkan William ve Mary’nin getirilmesi, yeni bir hükümet yaratma meselesi değildir. Tam tersine, sert bir Kral olan II. James’e karşı mevcut düzeni ve eski hükümet yasasını muhafaza etmektir. Aynı şekilde Amerikan Devrimi’nde de, Burke, kolonilerin İngiliz Anayasası’nın mevcut haklarını savunduğunu iddia etmiştir.

Edmund Burke’ün ölümünden sonra, Avrupa ve dünya çapında devam eden sonu gelmez devrimler bir bakıma Burke’ü haklı çıkarıyordu. Özellikle radikal fikirlerden ve ayaklanmalardan korkan bir kesim, Burke’ün fikirlerini tutunacak bir güç olarak gördü ve savunmaya devam etti. Edmund Burke’ün hükümetler ve özellikle toplumların sürekliliğiyle ilgili fikirleri, geçmişte yaşayan insanların şimdilerde yaşayan  insanlar için ve şimdilerde yaşayan bizlerin de gelecekte yaşayacak olan insanlar için daha sorumlu hareket etmesini sağlayacağı yönünde yorumlandığında, her ne kadar sempati uyandırsa da, bir takım endişeler de içermiyor değil. 19. yüzyılda, Burke’ün özellikle mülkiyet ile ilgili fikirlerine karşı çıkan Karl Marks gibi birçok düşünür, aynı zamanda Burke’ün “eşitsizlik”le ilgili düşüncelerini de reddeder. Belki de bir gün herkesin eşit olacağı hayali, bir çoğumuzun Edmund Burke’ün ortaya attığı gerçeği görmemize engel oluyor. Burke’ün Aydınlanma ile birlikte ortaya çıkan birçok fikre en az Fransız Devrimi kadar karşı çıkması, onu dönemin düşünürleri arasında en “radikal” düşünürlerinden biri yapsa da, Edmund Burke, “Ama şövalyelik çağı kapandı…”[15] diyerek “akıntıya karşı bir yüzüş”[16] gerçekleştirmiştir.

             Mehmet İMAL

 

[1] Edmund Burke (2019), Fransa Devrimi Üzerine Düşünceler, 1790,  Çev. Ahmet Özcan, İstanbul,  Bilge Kültür Sanat, 1. Basım, 2019, s. 21.

[2] A.g.e., s. 9.

[3] A.g.e., s. 1.

[4] A.g.e., s. 198.

[5] A.g.e., ss. 87-88.

[6] A.g.e., s. 88.

[7] A.g.e., s. 119.

[8] Bkz. Jean Jacques Rousseau (2017), Toplum Sözleşmesi, Çev. Vedat Günyol, İstanbul, 17. Baskı.

[9] Edmund Burke (2019), Fransa Devrimi Üzerine Düşünceler, 1790,  Çev. Ahmet Özcan, İstanbul,  Bilge Kültür Sanat,1. Basım, s. 74.

[10] A.g.e., s. 9.

[11] A.g.e., ss. 86-87.

[12] A.g.e., s. 11.

[13] A.g.e., s. 13.

[14] A.g.e., s. 118.

[15] A.g.e., ss. 105-106.

[16] A.g.e., s. 9.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.