Amerika Birleşik Devletleri’nde bir markete sahte banknot vermekle suçlanan ve polis tarafından sokak ortasında dakikalarca boğazına bastırılarak öldürülen siyahi vatandaş George Floyd’un trajik ölümü, gerek ülke içinde şiddetli protestolara ve çatışmalara yol açmış, gerekse de ülke sınırlarını aşarak dünyanın pek çok kıtasına yayılmış; her dilden, her milletten ve her renkten insanı ırkçılığa karşı tek vücut haline getirmiştir. Bu çerçevede, polis şiddetini ve ırkçılığı protesto eden göstericiler ABD’nin birçok eyaletinde ve Avrupa’da sokaklara dökülmüş, Minneapolis kentinde başlayan gösteriler kısa zamanda İngiltere’nin başkenti Londra, Almanya’nın Başkenti Berlin ve Danimarka’nın başkenti Kopenhag gibi özgürlüklerin dinamosu sayılabilecek şehirlere de sirayet etmiştir.
Minneapolis’teki eylemlerin ilk aşamasında sokağa dökülen kitlenin ağırlıklı olarak “hak”, “özgürlük” ve “eşitlik” talebini vurgulamak isteyen, ırkçılığa karşı bir duruş sergileyen siyahiler olduğu görülse de, siyahilerin yanı sıra Hispanik ve beyazların da kısa süre içinde eylemlere destek verdiği görülmüş, böylece tepkiler yalnızca siyahlar tarafından yürütülen bir direniş hareketi olmaktan çıkarak kitlesel bir harekete doğru evrilmiş, renk ayırt etmeksizin tüm insanlığı ilgilendiren ortak bir sorun haline gelmiştir. Bu kadar kısa sürede insanların hem sokaklarda, hem sosyal medyada örgütlenerek ırkçılığa karşı ortak bir duruş sergilemesi, George Floyd’un hayatının son dakikalarında “I Can’t Breathe” (Nefes Alamıyorum) şeklindeki serzenişlerinin ve asırlardır siyahilere karşı yapılan ayrımcılıktan duyulan rahatsızlığın kitlesel olarak dışavurumudur. Protestocuların eylemler sırasında “Siyahların hayatı değerlidir”, “Adalet yoksa barış yok”, “Irkçılığa hayır”, “Siyah-beyaz ayrımı yok, hepimiz insanız”, “İnsan rengi suç değildir”[1] gibi söylemlere sık sık vurgu yapması, aslında ırkçılıktan duyulan hoşnutsuzluğun boyutunu göstermiştir. Nijeryalı şair ve yazar Ben Okri’nin de vurguladığı gibi, “Nefes Alamıyorum” sözü, “özgürlüğümü, onurumu, saygımı elimden alıyorsun” demekten çok daha fazlasını ifade etmekte, “Temel yaşama özgürlüğümü elimden alıyorsun” anlamına gelmektedir.[2] Bu sebeple, yaşanan trajik olaylara yalnızca belli bir ırka mensup olan kişiler tarafından değil, geniş bir kitle tarafından empati ile bakılmış, böylelikle protestolar farklı milletler nezdinde evrensel bir mahiyet kazanarak “domino etkisi” yaratmıştır.
Peki ABD’de ırkçılık olayları neden bu kadar sık görülmektedir? Aslında ırkçılık ve ayrımcılık vakaları ABD tarihinde ilk değildir, bilakis çok eski zamanlara dayanmaktadır. 4 Temmuz 1776 yılında onaylanan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ne rağmen bu ülkede kölelik sistemi yıllarca devam etmiş, 1863 yılında çıkarılan Özgürlük Bildirgesi (Emancipation Proclamation) ile 4 milyona yakın siyahi ABD vatandaşı kölelikten kurtularak özgürleştirilmiştir. Her ne kadar Afro-Amerikanların kâğıt üzerinde özgürleştirilmeleri sağlansa da, bu durumun Amerikan toplumu tarafından benimsenmesi ve içselleştirilmesi epey zaman almıştır. 20. yüzyıla gelindiğinde ise, siyahi Amerikalıların ikinci sınıf vatandaş olmaktan çıkarılması adına 1964 yılında siyahi direnişin sembolü olarak görülen Martin Luther King öncülüğünde verilen büyük mücadeleler ve ödenen bedeller sonunda Yurttaş Hakları Yasası çıkarılmış, fakat bu yasa bile ayrımcılığı ve ırkçı şiddeti önlemekte yetersiz kalmıştır. 2014 yılında Eric Garner ve Michael Brown gibi siyahilerin savunmasız bir şekilde polis tarafından öldürülmesi, üstelik öldüren polislerin suçlu bulunmayarak “meşru müdafaa hakkı” gerekçesiyle serbest bırakılması ve son olarak George Floyd’un 2020’nin Mayıs ayında yine bir polis tarafından sert güç kullanılarak öldürülmesi, tarihsel süreçte ABD’de ortaya çıkan anti-ırkçı yasaların yalnızca kağıt üzerinde kaldığını, eylem sürecine sirayet etmediğini göstermektedir.
Irkçılığı körükleyen faktörler; yalnızca sağlıksız işleyen yasalar, kabullenememe ve önyargılar değil, aynı zamanda siyasilerin kullandıkları üsluplardır. Bu süreçte ABD başkanı Donald Trump sosyal medyada attığı tweetler ve kamuoyu önünde yaptığı açıklamalarla ırkçılığı körüklemiş, protestoların şiddetlenmesine ve farklı kesimlerden birçok Amerikan vatandaşının tepkisine yol açmıştır. Trump’un “Herhangi bir zorlukta biz kontrolü sağlayacağız ancak yağma başladığında silahlar ateşlenir” ve “Ordu bizim yanımızda” söylemleri, halk ve güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmiş, otoriter devlet algısı yaratmış ve Trump’un ilk geldiği zamanlarda Meksika sınırına duvar örme girişimlerini anımsatarak “faşist söylemler” olarak görülmüştür. Ayrıca Trump, olayların şiddete dönüşmesinden ‘‘Antifa ve diğer radikal sol örgütleri” sorumlu tutmuş, Antifa’yı ‘‘terör örgütü’’ olarak tanımlayacaklarını duyurmuş, bu suç örgütlerine karşı birçok bölgesel Ortak Terör Görev Gücü’nü harekete geçireceğini açıklamıştır. Bu noktada iki ihtimalden söz edilebilir, ilk olarak Trump bu durumu sivilleri hedef alma, topluma korku salma ve kamusal alanlara zarar verme gibi provokatif hedefler içeren güvenlik odaklı bir terör sorun olarak görmektedir ve buna karşı sert önlem alacaktır. İkinci ihtimal ise başkanlık seçimleri öncesi ırkçılık protestolarından rahatsız olmuştur ve güvenlik bahaneleri ileri sürerek eylemcileri susturmak istemektedir. Her iki ihtimalin de Trump’un otoriter ve ırkçı tutumunu ortaya çıkaracağını düşünürsek, kısa vadede devlete olan güvenin sarsılacağı, seçimler öncesi Trump’un şansının çok yüksek olmayacağı öngörülebilir.
ABD’de görülen ırkçılık protestoları her ne kadar Floyd’un ölümü üzerine bir tepki hareketi olarak görülse de, arka planında yalnızca ayrımcılık hareketlerinin olmadığı tahmin edilebilir. Protestoların arkasında yine ırk temelli ekonomik ve sosyal dinamikler de yatmaktadır. ABD’de yaşayan Afro-Amerikalıların ekonomik hayata katılım oranları sınırlı olmakla birlikte, mühendislikten Arge-ye, matematikten inovasyona kadar birçok sektörde beyazların hâkimiyeti Afro-Amerikanlara göre daha fazladır. Bunun yanı sıra Afro-Amerikanlar genelde düşük ücretli ve vasıfsız iş kollarında çalıştırılmakta, girişimcilik için yeterli teşvik alamamaktadırlar. Pandemi sürecinde bile birçok Afro-Amerikanın uzaktan çalışmasına izin verilmemiş, virüse yakalanma riskine rağmen halkla iç içe olmuşlardır. [3] Newyork’da COVID-19 nedeniyle ölenler arasında en fazla siyahiler ve Hispanikler olduğu tespit edilmiş, Hispanik ve Afro-Amerikalıların ölüm oranının beyazlardan iki kat fazla olduğu görülmüştür. Ekonomik göstergelere bakılacak olursa; ABD merkez bankası FED’in 2016 Tüketici verilerine göre, ülkede Afro-Amerikan bir ailede hane halkı gelir ortalamasının beyaz bir ailenin gelirinden yaklaşık 4 kat daha az, ortalama servetlerinin ise beyazlarınkinden 10 kat daha az olduğu belirtilmiştir.[4] ABD Sayım Bürosu 2018 verilerinde ise yoksulluk oranı siyahilerde % 20,8 olarak hesaplanırken, beyazlarda bu oran % 10,1’dir. %17.6 ile siyahlardan sonra yoksulluk oranı en fazla olan ırk ise Hispaniklerdir.[5]
2016 seçimleri öncesi “Make America Great Again” parolası ile yola çıkan Trump, ABD’yi yeniden güçlendireceğini, bunun da öncelikle ekonomiyi büyütmekten geçtiğini vurgulamıştır. Özellikle işsizliği azaltacağını, vergileri düşüreceğini ve sağlık tedavilerini daha masrafsız hale getirerek halkın büyük kısmının sağlık güvencesine sahip olmasını vaat eden Trump’un, pandemi ile mücadele sürecinde ekonomik hedeflerini yerine getiremediği görülmüştür. Covid-19 nedeniyle ABD ekonomisi sert bir darbe almış, 40 milyona yakın bir işsizlik başvurusu tespit edilmiş, sağlık sektöründe devlet mekanizmasının ne kadar zayıf kaldığı anlaşılmış, parası olmayan vatandaşların tedavi fırsatlarından mahrum kalarak ölüme terk edildiği görülmüştür. Dolayısıyla ekonomik alandaki siyasi popülizm ile gerçekteki yaşam şartları birbiri ile örtüşmediği gibi, Trump’un virüsün çıkış noktasın olması sebebiyle Çin’i suçlayan sert üslubu, yalnızca ABD’de yaşayan Asyalıları değil, ülkedeki diğer göçmenleri, hatta beyazları da rahatsız etmiştir. Ayrıca bu süreçte ABD’nin Türkiye de dahil olmak üzere dışarıdan almış olduğu sağlık malzemeleri yardımları, aslında ABD’nin artık bir “süper güç” olmadığı yorumlarını getirdiği gibi, değil dünyayı kontrol etmek, kendi ekonomisini ve sağlık sistemini dahi kontrol etmeyi başaramayan, 19. yüzyıldaki Monroe Doktrini’ndeki gibi “yalnızlaşma politikasını” seçen ve dış dünyadan izole olmuş bir devlet algısı yaratmıştır.
Özetle, ABD’deki protestolar aslında yalnızca siyahi bir vatandaşa yapılan haksızlıkların tezahürü değil, ırkçılığın ABD ile yüzyıllardır özdeşleşmiş bir sorun olmasının, Trump’un ırkçılığı tetikleyici sert üslubunun, siyahlar ve beyazlar arasındaki ekonomik gelir adaletsizliğinin, pandemi süreciyle birlikte ortaya çıkan işsizliğin ve sağlık sistemindeki yetersizliklerin; tüm bunlara istinaden ABD’nin süper güç olma konumundan uzaklaşmasının bir sonucudur. Fakat ABD’de yaşananlar, aslında dünya genelinde bu güne kadar sıradanlaşan, sabredilen ırkçılık olaylarının bir dışa vurumu, yoğun bir öfke patlamasıdır. Irkçılığın yalnızca ABD’de değil, tüm Avrupa’da artık normalleşme boyutuna vardığına, özellikle aşırı sağ partilerin ırkçı söylemleri seçim malzemesi olarak kullandıklarına şahit olmaktayız. Çin’de Uygur Türklerinin, Almanya ve Hollanda’da Türklerin, Fransa’da Kuzey Afrikalıların, İsrail’de Müslüman Arapların, İran’da Azerilerin ırkçı söylemlere maruz kaldığı, kısacası dünyanın dört bir yanında etno-kültürel ayrımcılığın vuku bulduğu bir dönemde yaşamaktayız. Dünya genelinde yapılan protestolar yeni bir “Amerika Baharı” doğurur mu bilinmez, fakat kesin olan şudur ki; bu tepkiler ırkçılığa karşı artık sessiz kalınmaması ve “demokrasinin beşiği” olarak görülen ülkelerde “ötekileştirilmenin sıradanlaşmaması” adına atılan önemli bir farkındalığın tezahürüdür.
Dr. Eren Alper YILMAZ
[1] https://tr.euronews.com/2020/06/07/abd-de-george-floyd-un-oldurulmesi-dunya-genelinde-rkc-l-k-kars-t-protestolar-n-fitilini-a, Erişim Tarihi: 20.06.2020.
[2] https://www.theguardian.com/commentisfree/2020/jun/08/i-cant-breathe-george-floyds-words-reverberate-oppression, Erişim Tarihi: 20.06.2020.
[3] “ABD’de ırkçılık ve ekonomik eşitsizlik: Prof. Lisa D. Cook ile söyleşi”, https://www.youtube.com/watch?v=bc7PVQIdC6Q. Erişim Tarihi: 21.06.2020.
[4] https://www.pewresearch.org/fact-tank/2017/11/01/how-wealth-inequality-has-changed-in-the-u-s-since-the-great-recession-by-race-ethnicity-and-income/.