ULUSLARARASI GÜVENLİK ANALİZİNDE LİBERAL VE REALİST BAKIŞ

upa-admin 12 Temmuz 2020 4.034 Okunma 0
ULUSLARARASI GÜVENLİK ANALİZİNDE LİBERAL VE REALİST BAKIŞ

Güvenlik Çalışmalarına Giriş: Güvenliğin Tanımı ve Kapsamı

Güvenlik, herşeyden önce bir yüksek politika konusu olması itibariyle uluslararası ilişkiler disiplinin ortaya çıktığı zamanlarda bu disiplinin ana öznesi haline gelmiş ve bu kapsamda savaş yıllarına denk gelmesinden ötürü çalışmaların büyük bölümünü oluşturmuştur. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği büyük yıkım ve topyekun savaşların doğurduğu sonuçların meydana getirdiği kaygılar çerçevesinde geliştiğinden, güvenlik kavramı, devlet merkezli bir yaklaşımı içerisinde bulundurarak ve daha çok Realizm’in etkisinde şekillenmiş ve ilk dönem hakim anlayış geleneksel güvenlik anlayışı olarak belirmiştir.

İngilizce karşılığı ‘security’ olan güvenlik sözcüğünün etimolojik kökeni, İngilizcesiyle ilişkili olan Latince karşılığı ‘securitas’ sözcüğünden doğmuştur. Bu ise ‘endişeden uzak olma hâli’ olarak anlamca karşılığını bulmaktadır. Bu doğrultuda, endişeden uzak olma durumu aynı zamanda tehdit ve risklerden uzak olma durumudur. Bununla beraber, korkudan da arınma hâlidir. Buradan hareketle, güvenliği, tehdidi bertaraf etme çabasını da kapsayarak kazanılmış veya kazanılmamış değerlerin korunması olarak tanımlayabiliriz. Aynı şekilde, bu değerlere yönelik tehdit unsurunun bulunmaması, bu tehdit unsurlarından kaynaklı korku hâlinin bulunmaması, beklenmeyen durumlar karşısında zararın ortadan kaldırılması veya asgari düzeyde tutulması da güvenliğin tanımı içerisinde yer alabilecek önemli bileşenlerdir.

Batı eksenli olarak gelişen bu disiplinin günümüzde de hâlâ Batı tesirinde gelişimini sürdürmektedir. Bunun dışında, günümüz dünyasının en önemli unsuru ve sektörü olarak, güvenlik, diğer alanlardan kendini öncelemiş ve çoğu devletler bütçelerinin önemli bir kısmını güvenliğin önemli bileşenleri olan savunmaya, istihbarata, askeri teknolojiye ve iç güvenlik yapılanmalarına ayırmıştır denilebilir. Bunun dışında, gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş ülkeler arasında güvenlik tehdidi ile güvenlik ortamının keskin ayrımı gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Küresel anlamda artan güvensizlik sarmalının bu keskin ayrımda oynadığı rol çok önemlidir. Ayrıca burada, artan nüfus, problemlerin çeşitlilik kazanması ve güvenliğin öznesinin ne olduğu ve bu husustaki önceliklerin değişmesi ile birlikte coğrafya ve tarih eksenli şekil almış milli güvenlik kültürünün oluşumu da bilhassa önem taşımaktadır. Tüm bu yeni sorunların ve tehditlerin baş göstermesiyle, güvenliğin derinleşmesi ve genişlemesi süreci literatürde yerini almıştır. Özellikle Soğuk Savaş’ın son yıllarından itibaren kendisini göstermeye başlamıştır. Güvenlik sorunlarının ve gündemdeki çeşitliliğin artmasıyla aslında geçmişte var olan problemler de artık önem kazanmaya başlamıştır. Salgın hastalıklar, çevre sorunları, sınıraşan suçlar bunların başında gelmektedir. Dolayısıyla, güvenliğin ve bu çalışmaların öneminde geleneksel anlayışlardan yola çıkarak anarşi faktörünün etkili olduğunu ve eleştirel çalışmalar kapsamında artan sorunlar eşliğinde de küreselleşme faktörünün önemli olduğunu söyleyebiliriz.

Anarşi faktörü: Uluslararası sistemin anarşik yapısını vurgulayan Realist ekolün sistemde devletler üstü bir güç merkezinin olmayışını öne sürmeleri ile özellikle Yapısalcı Realizm’in güvenlik meselesine atfettiği önem göze çarpar. Buradan hareketle, maddi kapasitelerin altını çizen bu perspektif askeri güvenlik ile siyasi güvenliği bir çatı altında birleştirme gayretinde olmuştur. Dolayısıyla, güvensizlik sarmalından doğan çatışmaların ve krizlerin en azından minimum düzeyde tutulması ve zararların en aza indirgenmesi doğrultusunda güç dengesi unsurunun sürdürülebilir olması da devletlerin tercih hususunda realistler açısından vurgulanır. Çünkü Liberalizm’de olduğu gibi, Realizm’de de, yani ana akım uluslararası ilişkiler teorilerinde devletler birer rasyonel aktördür. Dış politika davranışları da rasyoneldir. Bu nedenle, anarşi ortamında irrasyonel bir tutumun yol açacağı muhtemel zararlar ana akım teorilerin güvenlik yaklaşımlarından öte doğuracağı riskler bakımından da güvenlik çalışmalarının ne denli önemli olduğunun altını çizmeye yeterli olmuştur.

Küreselleşme faktörü: Güvenliğin derinleşmesi ve genişlemesinde özellikle küreselleşme faktörü önemli bir etkendir. Bunun temel nedeni geleneksel güvenlik anlayışının merkezinde yer alan sert güç unsurlarının ve ana aktör olan devletin kurumlarının bu süreçte dönüşüme uğraması ve egemenliğin sınırlarının ötesinde sorunların ve tehdit kaynaklarının baş göstermesidir. Küreselleşmeyle beraber artan karşılıklı bağımlılık da bu sorunlara eklemlenmiştir.

Güvenlik Çalışmalarında Liberal ve Realist Perspektif

Topyekûn savaşların doğurduğu meseleler ve bunların önlenmesi çabaları eşliğinde doğan uluslararası ilişkiler disiplininin, merceğine temel olarak güvenlik sorunlarını aldığını görürüz. Doğal olarak, benzeri savaşların ve yıkımların olmaması için oluşturulacak çabanın pratikte ve teoride de karşılığı disiplin içerisinde yer bulmuştur. Normatif bir anlayış içerisinde kavramsallaşan bu teorik altyapı, pratiğin analizini ve bu pratiğin doğurduğu olumsuz sonuçlara normatif katkılarla, dönemin uluslararası konjonktürü kapsamında güvenlik sorunsalının özü olarak görülen savaşların, bir daha tekrarlanmaması çabalarına yönelik siyasi reçetelerin ekseninde doğmuştur. Milletler Cemiyeti deneyimi ve Wilson prensipleri bunun göstergesidir. Düzenleyici ve kurumsal anlamda Liberalizm’in bu anlamda güvenliğe işbirliği dahilinde yaklaşımının, savaşların ve krizlerin önlenmesinde etkili olacağı düşüncesi uzun sürmemiştir. Asgari müştereklerde zemin bulan işbirliği anlayışının ve pratiğin bu yönde şekillenmesi ile kurumsallığın reçete görevi görebileceği anlayışı üzerinde vücut bulan Liberalizm, savaşların ve yıkımın insanî boyutunu esas alacak olan normlar üzerinde her ne kadar temellerini atsa da, bu normlar çok kez ihlal edilmiştir. 1928’de nam-ı diğer Paris Paktı olarak da anılan Briand-Kellogg Paktı, devletlerin bir araç olarak savaşı kullanmayacaklarını taahhüt etmiştir. 61 devlet ise bunu imzalamıştır. Bu da, mümkün mertebe agresyonu ve tek taraflılığı önlemek için yapılmıştır. Ancak bununla birlikte Milletler Cemiyeti’nden, ABD, Senato kararıyla ayrılmış ve akabinde İkinci Dünya Savaşı’na gidilen süreç hızlanmıştır. Bu süreçte çok defa eleştirilmiş olan İngilizlerin yatıştırma politikası, İtalya ve Almanya gibi saldırgan devletlerle müzakereleri esas alırken, savaşın doğmasına engel olamamıştır. Bu nedenle, uluslararası güvenliğe liberal bakışın hatalı olduğu çok kez dillendirilmiştir.

Erken dönem 20. yüzyıl savaşlarıyla sistemde zayıf devletler ile güçlü devletler arasında bir açılma olmuş ve özellikle bu ivmeyi 1929 Büyük Buhranı hızlandırmıştır. Yani sistemdeki güç dağılımında eşitsizlik artmıştır. Bu durumda, artık büyük güçler krizlerin çözülmesinde işbirliği ve müzakere seçeneklerini rafa kaldırıp tek taraflılığı esas almışlar ve ekonomide de bunun etkileri görülmüştür. Toplumları ve insan hayatını birebir ilgilendiren güvenlik sorunları devletin güvenliği sorunsalının önüne geçememiştir. Bu da, Realizm’in disipline ve güvenlik çalışmalarına hâkim bir yaklaşım olmasına yol açmıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ‘savunmacı’ bir eksen üzerinden gelişen Realist yaklaşımın en önemli vurgusu uluslararası sistemin doğal durumunun anarşik olmasından ötürü uluslararası kurumlara güvenilemeyeceği olmuştur. Bu da devletlerin kendi güvenliklerini tek başlarına sağlamasının elzem olduğunu (self-help) ve güvenliğin sağlanmasında gücün maksimizasyonu hususu için maddi unsurların (en başta askeri güç) önemini gün yüzüne çıkarmıştır. Dolayısıyla, güç dengesi kavramı da burada önem kazanır. Temel realist pratiğin yansıması olan güç kavramı her ne kadar askeri kapasiteyi işaret etse de, tanımlanması zor ve çok boyutlu bir kavram olarak karşımıza çıkar. Hans Morgenthau, coğrafya, doğal kaynaklar, demografi ve endüstriyel kapasiteyi gücün maddi unsurları içerisine yerleştirmiş, ancak askeri gücü bunların tepesine koymuştur. Bu doğrultuda caydırıcılık da güce binaen önem kazanır. Edward Hallett Carr ise, gücün temelinde caydırıcılığın olduğunu belirtir ve askeri güce başvurmanın son aşamada gerçekleşebileceğini, yani caydırıcılığın önemi yitirdiği durumda bunun gerçekleşebileceğini savunur.

Bunun dışında Klasik Realizm savaşları doğal bir durum olarak görür ve insanın kötü doğasına vurgu yapar. Klasik Realist anlayışa damgasını vurmuş olan Thomas Hobbes’un en bilinen eseri Leviathan’da bunlar yer alır. Ayrıca Hobbes, devleti mutlak bir otorite ve bu otoriteyi sağlayacak yetkilerle donatılmış egemen bir yapı olarak tanımlamıştır. Ve eserinde güç dengesi kavramına da atıfta bulunmuştur. Bunun dışında, antik dönem düşünürlerinden bazı önemli isimler Klasik Realizm’in doğmasında etkili olmuştur. Strateji ve savaşın ilk temel eserlerinden sayılan Savaş Sanatı eserini kaleme alan Sun Tzu belki de bunun başında gelir. Hile, taktik, strateji, düşmanı mağlup etmenin yolu gibi kavramlara yer vermesiyle bilinir. Yine antik dönemin en önemli eserlerinden Arthashastra’da, devletin işleyişi ve kamu yönetiminde kamunun yararından hareketle devletin güvenliği kaleme alınmış ve bu doğrultuda normatif bir yaklaşımdan uzak bu unsurların nasıl işletildiğini analiz etme çabası yer almıştır. Realizm’in klasik anlayışının pratiğinde çoğunlukla şiddete karşı şiddet yer aldığından askeri kapasiteye önem verilmiştir. Özellikle Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı eserinde devletin güvenliğinin ordu, balta ve kılıç ile korunacağını yazmıştır. Aynı şekilde dünya hakimiyetine de yer vermiş, “vezirlik” ve “ordu kumandanlığının” önemine vurgu yapmıştır. Buna ilave olarak, devletin birer toplumsal sözleşmeyle oluştuğunu ve kamu düzeninin ve güvenliğinin oluşmasındaki rolünün altını çizen ilk düşünürlerden birisi İbn Haldun olmuştur. Devleti birebir milli bir orduyla eş gören ve devletin bekasının mili bir ordunun varlığının devamlılığıyla bir tutan Machiavelli (Makyavel) ise, savaşı, devletin vazgeçilmez bir aygıtı olarak görmüştür. Machiavelli, devletler arasında barışın hüküm sürmeyeceğini ve savaşın egemen olduğunu saldırgan bir Realist bakış açısıyla Prens adlı eserinde belirtmiştir.

Soğuk Savaş dönemi içerisinde ise realizmin yeni bir boyutu olan neorealizm önem kazanmıştır. Önemli temsilcilerinden olan Kenneth Waltz, İnsan, Devlet ve Savaş adlı eserinde savaşların nedenlerine odaklanmış ve güvenliği ve güvenliği tehdit eden unsurları uluslararası sistemin yapısal karakterine bağlamıştır. Bunun temelinde de klasik anlayışın okumalarında da yer aldığı gibi kalıcı bir barışın mümkün olmayacağı (sistemin anarşik yapısı ve devlet davranışı faktöründen ötürü) ve devletlerin güvenlik ve çıkarlarını diğer bütün unsurlara öncelemesinin olduğu görülür. Sonuç olarak, devletlerin güvenlik algısında Realist anlayışın hakim olduğunu belirtmek hata olmaz. Doğal olarak, bu disiplin içerisinde teorik çalışmalara da yansımıştır. Realizm her ne kadar sıkça eleştirilse de, aslında zamana ve yaşananlara dönük olarak yorumlanış şekli ve analiz çerçevesi de değişim gösterebilmektedir.

Alparslan ULUHAN

Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Uluslararası Güvenlik Ana Bilim Dalı Doktora Adayı

 

 

KAYNAKLAR

  • Alan Collins, Çağdaş Güvenlik Çalışmaları, Oxford Uni. Press, 3. Basımdan Çeviren: Nasuh Uslu, 2013.
  • Andaç Karabulut & Filiz Değer, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı ve Realist Yaklaşıma Genel Bakış”, İGÜSBD, Cilt 2, Sayı: 2, Ekim 2015.
  • Bülent Sarper Ağır, “Güvenlik Kavramını Yeniden Düşünmek: Küreselleşme, Kimlik ve Değişen Güvenlik Anlayışı”, Security Strategies, Sayı: 22, 2011.
  • Hans Morgenthau, Politics Among Nations: The Struggle for Power and Peace, First Edition, New York: Alfred A. Knopf, 1948.
  • Michael E. Smith, Uluslararası Güvenlik, Felix Kitap: 5, 1. Baskı Ocak 2020.
  • Osman Elmalı, “İbn Haldun ve Machiavelli’nin Realist Siyaset Kuramları”, EKEV Akademi Dergisi, Yıl:7, Sayı: 15, Bahar 2003.
  • T.C. İçişleri Bakanlığı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, Güvenlik Terimleri Sözlüğü, İkinci Basım, 2017.
  • Thomas Hobbes, Leviathan, Yapı Kredi Yayınları, 20. Baskı, 2019.
  • Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, Say Yayınları, 2. Baskı, 2016.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.