Uluslararası sistemde yaşanan savaşlar/çatışmalar ve bunların doğurduğu sonuçlarla birlikte oluşturduğu tecrübeler, barış çalışmalarının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu alan, daha çok savaşların nedenleri ve savaşlara yol açan faktörlerle birlikte, aynı zamanda, çatışmaların ve savaşların nasıl durdurulacağına ilişkin bu sorunların çözümüne odaklanır. Özellikle Soğuk Savaş yıllarında çatışma ihtimalinin yüksek olduğu zaman dilimlerinde yatıştırma çalışmaları olarak da isimlendirilen ve multidisipliner bir yapıya sahip olan bu alan, 1945’ten sonra akademik dergiler, yayınlar ve kurumlarla bir bütünlük kazanmaya başlamıştır. 1990’lardan itibaren barış inşası, çatışma çözümü ve barışı koruma gibi misyonlarla anılmaya başlanmış ve bu minvalde akademik çalışmaların devamı gelmiştir. Öncüleri arasında Pitrim Sorokin ve Quincy Wright bulunmaktadır. Bunun dışında, bu alana önemli katkılarda bulunan ve öncü isimlerinden bir diğer isim olan Norveçli Sosyolog Johan Galtung’un pozitif ve negatif barış kavramı özellikle önem taşır. Pozitif barış sınıflandırması içerisinde “yapısal şiddet” kavramına değinen Galtung, özellikle bu vurguyla eleştirel güvenlik çalışmalarının da önünü açmış sayılabilir. Yapısal şiddet kavramıyla toplumsal adalet arayışının önemi gündeme gelmiş ve şiddetin tanımı insanın kendi potansiyelini gerçekleştirememesine kadar genişlemiştir. Özellikle pozitif barış, baskı ve adaletsizliğin olmaması durumunu ifade ederken, negatif barış, savaşın ve fiziksel anlamda şiddetin olmadığı durumu anlatmada kullanılmıştır.
Barış Çalışmaları özünde şiddet içeren savaşların barışçıl yollarla, yani çatışma içermeyen yollarla çözümüne odaklanmış ve Soğuk Savaş yıllarında geleneksel anlamda barışı sağlama metodlarına yönelik eleştirilerle ön plana çıkmıştır. Tarihsel süreç içerisinde değerlendirildiğinde ise, bu alanın pratikte tarihsel yansımalarının devletlerin veyahut belli bir kültür alanının belirli sınırlarını kapsayacak ve ötesine gidemeyecek şekilde geliştiği görülür. Mevcut düzenin meşrulaştırılmasına yönelik bir örnek olarak – Pax Romana, İslam dünyasında barışı tanımlayan darü’l İslam ile Hobbes’un Leviathan’ı ile birlikte egemen devlet anlayışının ve kamu güvenliğinin içine hapsolmuş bir barış anlayışının şekillendiğini ve bunun uluslararası ilişkilere, anarşik bir ortamda her devletin kendi güvenliğini sağlayacak meşru veya gayri meşru araçların öne sürülebileceği bir uluslararası politika ortamının gelişmesi önemli göstergeler olarak sayılabilir. Dolayısıyla, modern devletten itibaren geleneksel güvenlik anlayışının barış araçlarını ve inşasını tanımlamaya çalıştığı görülür. Özellikle Soğuk Savaş yıllarında bu anlayış temelinde ilişkiler şekil almıştır. Dolayısıyla, pratiğe böyle yansıdığından teori de bundan büyük ölçüde etkilenmiştir.
Barış Çalışmalarının Tarihsel Seyri ve Güvenliğin Gündemi
İdealizm üzerine inşa olan ve iki büyük savaş arası dönemde, yani 20. yüzyılın başlarında, büyük savaşları önleme çabası dahilinde gelişmiş olan barış çalışmalarının devamı, 1950’lerden itibaren nükleer savaş, silahlanma ve çatışmaların çözümü meselelerini merceğine alan bir anlayışına bürünmüş ve bu dönemde barış araştırmaları olarak adlandırılmıştır. Özellikle bu dönemde doğa bilimleri yöntemlerinin tesiri altına aldığı barış çalışmaları sosyal bilimlerde davranışçı, pozitivist ekolün etkisini artırdığı döneme denk gelmesiyle laboratuvar ortamına sokulmaya çalışılmıştır. Sosyal bilimlerde bu ortamın ve bu anlayışın devletlerin davranışlarının ve sosyal fenomenlerin gözlemlenmesi kapsamında vuku bulduğu bilinmektedir. Bu doğrultuda ABD’de 1957 yılında Journal of Conflict Research’ün ve hemen akabinde 1959’da Center for Research on Conflict and Resolution’un temelleri atılmıştır. Aynı yıl içerisinde Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün kurulması ile daha sonra Stockholm International Peace Research Institute (SIPRI)’nin kurulması da önemli bir gelişmedir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası güvenliğin tesisi ile gerçek anlamda barışı arama ve sağlama çabası arasındaki makasın açılması, güvenlik çalışmalarına ağırlığını koyan ve sihirli bir kavram olan ulusal güvenlik kavramı ile meydana gelmiştir. Bu kavramın literatüre girmesiyle yüksek politika (high politics) ve büyük strateji (grand strategy) dediğimiz önemli kavramlar da yüksek askeri harcamalarla ve artan silahlanma ile daha da popülerlik kazanmıştır. Olağanüstü silahlanmanın ve harcamaların meşrulaştırılmasının merkezinde yer alan “ulusal güvenlik” kavramının bunda büyük etkisi olduğu görülür. Bu noktada, barışın sağlanması ve güvenliğin tesisi çok yakın anlamlarda ve birbirine denk olarak görülmüştür. Bu da, negatif barışın doğmasına yol açmıştır. Negatif barış küresel çapta bir savaşın veya devletlerarası bir savaşın önlenmesi sonucu oluşan ortamı ifade eder. Dolayısıyla, barış kavramı, öncelikle uluslararası güvenliğin ve istikrarın sürdürülebilir olmasıyla eşdeğer hale gelmiştir. Realizmin de alana hakim olmasıyla, güç politikaları ve güvenlik stratejileri kapsamında uluslararası sistemin anarşik yapısından ötürü devletlerin asli amaçlarının kendi güvenliklerini tesis etme çabalarının olduğu görülmüştür. Realizmin temelinde yatan bir anlayış olan şiddetin insan doğasında yer alması görüşü, buradan hareketle evrensel bir barış ortamının tesisinin ütopik olduğu görüşü ve barış ihtimalinin ortadan kalkması, oyun teorisinde yer alan sıfır toplamlı oyun mantığında izah edilir hale gelmiştir.
Alparslan ULUHAN
KAYNAKÇA
- Alan Collins (2013), Çağdaş Güvenlik Çalışmaları, Oxford Uni. Press, 3. Basımdan Çeviren: Nasuh Uslu.
- Emre Çıtak & Osman Şen (2014), Uluslararası İlişkilerde Güvenlik – Teorik Değerlendirmeler, Uluslararası İlişkiler Kütüphanesi.
- Hans Günter Brauch (2008), “Güvenliğin Yeniden Kavramsallaştırılması: Barış, Güvenlik, Kalkınma ve Çevre Kavramsal Dörtlüsü”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı: 18 (Yaz 2008), ss. 1-47.