Giriş
Devletler, insan gibidir; büyürler, olgunlaşırlar, yaşlanırlar ve ölürler.[1] Devlet, en bilinen tanımıyla; insan, toprak ve egemenlik unsurlarının bir araya gelmesiyle oluşmuş bir varlıktır.[2] Günümüz dünyasında devletsiz olarak yaşayan, daha doğrusu devlet egemenliğinin olmadığı bir kara parçası bulunmamaktadır. Devletler, egemenlikleri altındaki insanların huzur ve refahını, barış ve kardeşliğini temin etmekle görevli olduğu gibi, diğer devletler ve bu devletlerin egemenliğinde bulunan insanlarla, başta barışın korunması olmak üzere ikili iyi ilişkileri de sağlamakla mükelleftir.
Fakat devletlerin bu hususlarda attığı adımlar her zaman istenen sonucu vermediği gibi, bazı dönemlerde savaşla dahi sonuçlanmaktadır. BM, NATO, AGİT, KEİT gibi milletler üstü organizasyonlar, savaşların ve savaşlar sonucu ortaya çıkan yıkımın en aza indirgenmesi amaçlanmış olmakla birlikte, istenen sonuç her zaman alınamamaktadır.
Devletlerin insanlar gibi ölümle son bulan bir hayatları olduğu giriş cümlesinden de anlaşılmaktadır. Devletlerin ölümünden yani hukuken sona ermesinden sonra ortaya çıkan sorunlara ise, genel ifadeyle “Halefiyet” yani ardıllık sorunu denilmektedir. Halefiyet, en basit tanımıyla “bir ülke toprağı üzerinde egemenliğin bir erkten diğerine geçmesi” anlamına gelir.[3] Halefiyet kavramının devletler hukukuna girişi çok eski bir zamana dayanmamaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın getirmiş olduğu yeni düzen ve ulusçuluk hareketleri ile başlayan bağımsızlık isyanları, pek çok İmparatorluğu yıktığı gibi, yerlerine daha önceden var olmayan onlarca devleti ortaya çıkarmıştır. Ortaya çıkan yeni devletler, tabiatıyla kendilerinden önce varolan İmparatorlukların enkazı üzerine kurulmuş ve bir dizi sorunla karşı karşıya kalmışlardır. İlerleyen zaman zarfında İkinci Dünya Savaşı’nın yaşanması ve bu kez bir önceki savaştan daha fazla bağımsız devletin ortaya çıkması gündemde olan sorunları daha fazla arttırmıştır. Selef devletin (önceki devlet, sona eren devlet) Halef devlete (ardıl devlet, devam eden devlet) bıraktığı sorunların tamamına Halefiyet sorunları ismi verilmesinin temel sebebi de budur.
“Devletin Halefiyeti” kavramı, Roma Hususi Hukukundaki halefiyet’ten yararlanılarak Hugo Grotius[4] tarafından Milletlerarası Hukuka aktarılmıştır.[5] Makalemizin temel konusu Halefiyet Sorunu olmakla birlikte, SSCB’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) dağılması sonrası yaşanan Halefiyet sorunlarını irdelemek bu konuyu açıklamak ve anlatmak adına kolaylaştırıcı bir yol olacaktır. SSCB gibi, yıkılması sonucu 15 yeni devletin kurulmasına yol açmış -hacim ve dünya siyasetindeki yeri itibarıyla- büyük bir devletin, ardından bir yığın ciddi sorun bırakmasına da makalede dikkat çekilecek ve bu konular Halefiyet bağlamında değerlendirilecektir.
1. SSCB’nin Dağılması ve BDT’nin Kuruluş Süreci
Evrenin o güne kadar şahit olduğu en kanlı savaş olan Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), ardından, kazanan-kaybeden ayrımı olmaksızın enkaz haline gelmiş ülkeler bırakmıştır. Savaşın sonunda pek çok imparatorluk yıkıldığı gibi, yerlerine yeni devletler kurulmuştur. SSCB’nin ise, henüz savaş sona ermeden Çarlık Rusyası içerisinde yapılan Bolşevik Devrimi ile temelleri atılmış ve 1922 tarihli SSCB Birlik Antlaşması ile bu komünizm temelli hayat bulmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Soğuk Savaş düzeninin baş aktörlerinden olan SSCB, ilerleyen yıllarda özellikle 1980’lerin ikinci yarısında ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Ekonomik ve siyasi istikrarın giderek azalması, SSCB içerisinde bazı yeni Cumhuriyetlerin doğmasına zemin hazırlamıştır. Son durak olan 1991 yılına girildiğinde, artık SSCB’nin ayakta duramayacağı ve uluslararası arenada yerinin olmadığı bizzat birliğin kurucu üyelerince de kabul edildiğinden, dağılma sürecinde ciddi adımlar atılmaya başlanmış ve Belovesjsk Antlaşması’na giden yolda SSCB’nin son günleri yaşanır olmuştur.
1.1. Belovejsk Antlaşması (7-8 Aralık 1991)
SSCB’nin kurucuları olan Rusya Federasyonu, Belarus (Beyaz Rusya) ve Ukrayna, 7-8 Aralık 1991 tarihinde şimdiki Belarus’un başkenti olan Minsk kenti yakınlarında bulunan Belovejsk’te toplanarak, şehirle aynı adı taşıyan BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu) kuruluş antlaşmasını imzalamışlardır. Antlaşmanın Önsöz’ünde şöyle denilmekteydi; “Biz, Belarus Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu ve Ukrayna, 1922 tarihli SSCB Birlik Antlaşmasını imzalamış kurucu devletler olarak, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin uluslararası hukuk süjesi ve jeopolitik gerçeklik olarak sona erdiğini beyan ediyoruz.”[6]
BDT Kuruluş antlaşmasının imzalanması, dünya kamuoyunda çok farklı tepkilere yol açmıştır. Bir süre önce peşi sıra bağımsızlığını kazanan yeni devletler çekimser yaklaşmakla birlikte, henüz yeni birer devlet olmanın getirdiği acemilikle olsa gerek, bu konuda net bir pozisyon alamamışlardır. Olayın daha net anlaşılması neticesinde, ilerleyen günlerde Aşkabat’ta toplanan beş Orta Asya Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanları; “Belarus’ta imzalanan antlaşmayı pozitif bir adım olarak değerlendirseler de, bu adımın beklenilmez olarak atıldığını da vurguladılar.”[7]
BDT Kuruluş antlaşması her ne kadar üç eski Sovyet devleti tarafından kaleme alınsa da, en kısa sürede diğer eski Sovyet devletlerinin de antlaşmaya taraf olması amacıyla yeni bir toplantı yapılması tavsiye edilmiş ve bu tavsiye kararı neticesinde, diğer eski Sovyet Cumhuriyetleri Alma Ata kentinde toplanma konusunda karar almışlardır.
1.2. Ek Protokol ve BDT’ye Yeni Katılımcılar
21 Aralık 1991 tarihinde Alma Ata kentinde toplanan 15 eski Sovyet Cumhuriyetinden 11’inin (Azerbaycan, Ermenistan, Belarus, Kazakistan, Moldova, Kırgızistan, Rusya, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, Ukrayna) Devlet başkanlarının iştiraki ile yapılan zirve toplantısında, Kuruluş Antlaşmasına Ek Protokolü ve Alma Ata Deklarasyonu imzalandı. Bu protokole göre; “söz konusu devletler, eşit koşullarda ve Yüksek Akit Taraflar olarak Bağımsız Devletler Topluluğu’nu kurmaktadır.”[8]
Görüldüğü gibi, Ek Protokol ile sekiz eski Sovyet Cumhuriyeti de BDT’nin kurucu üyesi olmuştur; burada katılımcı ülke olmayıp kurucu ülke sıfatı verilmesi ile anlaşılmaktadır ki, Belovejsk Antlaşması ile birlikte Ek Protokol ve aynı tarihte imzalanan Alma Ata Deklarasyonu birlikte aynı hukuki sonucu doğurmakta ve BDT’nin kurucu hükümleri olarak kabul edilmektedir.
Burada dikkat çeken husus, yukarıda zikredilen antlaşma ve protokollere katılmayan üç Baltık devleti (Litvanya, Letonya, Estonya) ile Gürcistan’ın durumudur. Baltık ülkeleri ve Gürcistan’ın BDT açısından durumları değerlendirmeye tabi olmakla birlikte, Ek Protokol ile aynı toplantıda kabul edilen Alma Ata Deklarasyonuna detaylıca bakmak gerekir.
1.3. Alma Ata Deklarasyonu
Belovejsk Antlaşması ve Ek Protokol ile birlikte BDT’nin kurucu hükümlerinden olan Alma Ata Deklarasyonu, bir nevi BDT’nin manifestosudur. 11 Eski Sovyet Cumhuriyeti tarafından imzalanan bu deklarasyona göre; “Bağımsız Devletler; Azerbaycan, Ermenistan, Belarus, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Rusya Federasyonu, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Ukrayna, aralarındaki ilişkilerin, devlet egemenliğinin ve egemen eşitliğin karşılıklı olarak tanınmasına ve buna saygı duyulmasına, ayrılmaz olan kendi kadrini belirleme hakkına, eşitlik ve içişlerine karışmazlık ilkelerine, kuvvet kullanma ve kuvvet tehdidinde bulunmaktan, ekonomik ve diğer her türlü baskı yöntemlerinden kaçınmaya, uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözümlenmesine, ulusal azınlıkların da dahil insan hak ve özgürlüklerine saygı duyulmasına, yükümlülüklerin iyi niyetle yerine getirilmesine, uluslararası hukukun genel kabul gören diğer norm ve ilkelerine dayalı olarak gelişeceği demokratik hukuk devletlerini kurmaya çalışarak; birbirlerinin toprak bütünlüğünü ve mevcut sınırların dokunulmazlığını tanıyarak ve buna saygı duyarak, derin tarihi kökleri bulunan dostluk, iyi komşuluk, karşılıklı olarak yararlı işbirliği ilişkilerinin güçlendirilmesinin halkların köklü çıkarlarına uygun olduğunu, barış ve güvenliğe hizmet ettiğini kabul ederek, barışın ve milletlerarası uzlaşmanın korunması konusunda kendi sorumluklarını anlayarak…”[9] diye devam eden deklarasyon, bu konuda ilişkilerin yeni dönem parametrelerini belirleyen önemli bir belgedir.
Deklarasyonun temas ettiği en önemli noktalar ise şunlardır:
- Ne devlet, ne de devlet üstü oluşum olan Topluluğa üye devletlerin iyi ilişkiler gerçekleştirmesi için koordinasyon kurumları kurulması,
- Ulusal ve uluslararası güvenlik için en temel sorun olan nükleer silahların tek denetim yetkisinde toplanması ve tarafların nükleersiz güç olması,
- Ortak ekonomik pazarın ve Avrupa ve Avrasya pazarlarının oluşumu ve gelişimi ile ilgili ortak beyan ve hedefler,
- SSCB’nin resmen sonra ermesi ile eski antlaşma ve yükümlülüklerin yerine getirilmesi garantisi.
Deklarasyon, kurucu antlaşma Belojevsk gibi açık hükümler getirmiş ve taraf devletlerin bağımsız birer devlet olmakla birlikte, BDT çatısı altında eski SSCB’den kalan sorunları çözmek adına niyet beyanlarını ortaya koyduklarını göstermiştir. Niyet beyanı açık bir şekilde göstermektedir ki; BDT eski Sovyet Cumhuriyetlerinin uzun yıllar bir arada yaşamış olmasının getirdiği bağların yanı sıra, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan siyasi ortamda da bir nevi birbirlerine kol kanat germeye çalışmışlardır.
Başta BM Güvenlik Konseyinde bulunan SSCB’nin daimi üyeliği ve veto hakkı olmak üzere, bölgede yer alan sorunların çözümünün zor ve teferruatlı oluşu da, yine yeni devletleri böyle bir organizasyon etrafında toplanmaya iten nedenler arasında sayılabilir. Birliğe üye devletlerin devlet başkanlarının ortak imzası bu deklarasyonun hayat bulmasına yeterli olmuş, ayrıca yasal onay mekanizması işletilmemiştir.
2. SSCB Sonrası Oluşan Devletler ve Halefiyet İlişkileri
2.1. Rusya Federasyonu
1922 Tarihli SSCB Birlik Antlaşması’nı imzalayarak bu yapının oluşmasını sağlayan en önemli faktör Rusya Federasyonu’dur. Nitekim zikredildiği üzere, 1991 tarihinde kurucu üye olmanın getirdiği avantajla, birliği sona erdiren üç ülkeden biri yine Rusya Federasyonu’dur (RF). Birliğin dağılmasını müteakip, RF, eski SSCB’nin halef devleti değil, devam devleti olduğunu ilan etmiştir.
Mullerson’a[10] göre, “Devam eden devlet” tezinin tanınmasında üçüncü devletlerin yaklaşımı ve devam eden devletin tutumu çok önemlidir. Rusya Federasyonu, bu iddiasını anılan antlaşmaların (Belojevsk Antlaşması, Alma Ata Deklarasyonu) RF açısından özellikle BM Güvenlik Konseyi’nde SSCB’nin sürekli üyelik statüsünü sürdürmesini kabul etmelerine ve bunun üçüncü devletlerce de kabulüne dayandırmaktadır. Aynı şekilde, dönemin Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin tarafından BM Genel Sekreterliği’ne gönderilen 24 Aralık 1991 tarihli mesajla (UN Doc. A/47/60-S/23329) karar metni iletilmiş ve yine RF Dışişleri Bakanlığı’nın BM’ye, diğer uluslararası örgütlere ve Moskova’da bulunan Diplomasi Temsilciliklerine gönderdiği 27 Ocak 1992 tarihli notasında, Rusya’nın SSCB’nin devam eden devleti olduğu ve söz konusu örgüt ve ülkelerde bulunan temsilciliklerinin yenilenmeyeceği vurgulanmıştır.[11]
Rusya, bu savını, SSCB’nin devletler hukukunda ilk ortaya çıkışında Rusya’nın bu devletin çekirdeğini oluşturması ve SSCB’nin bütün antlaşmalarının özel bir işleme gerek kalmadan Rusya Federasyonu’na bağlandığını, buna karşılık, öteki devletlerin kendi anayasalarına uygun olarak SSCB’nce yapılan antlaşmalarla bağlanacağını belirtmiştir.[12] Rusya Federasyonu’nun öncelikle tek taraflı olarak almış olduğu, daha sonra da BDT’nin kurucu antlaşmaları ile diğer eski SSCB devletlerince de kabul edilen devam eden devlet tezi, öncelikle bazı çekincelerle karşılanmışsa da, ilerleyen yıllarda özellikle üçüncü ülkeler nezdinde kabul görmüştür.
Fakat daha sonra meydana gelen Yugoslavya’nın dağılma sürecinde ise çok farklı bir tablo ortaya çıkmıştır, Uluslararası ilişkiler açısından devam eden devleti açıklamak adına, Yugoslavya da önemli bir örnektir. Yugoslavya’nın dağılma süreci SSCB’ninki kadar tutarlı olmamıştır. İlk ayrılan Slovenya ve Hırvatistan, sonra Bosna Hersek ve Makedonya’dır. Sırbistan ve Karadağ, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ni oluşturarak, Yugoslavya’nın ardılı olarak kabul edilmek istenmiş; ancak bu iddia genel olarak reddedilmiştir.[13]
Rusya Federasyonu’nun devam eden devlet tezinin kabul görmesi, tabiatıyla sadece iyi niyetle açıklanamaz; bunun en önemli sebepleri anıldığı gibi, BM Güvenlik Konseyi’nde bulunan SSCB’nin tabi üyeliği ve veto hakkı olduğu gibi, büyük bir nükleer güce ve silahlara sahip olması, Soğuk Savaş’ın en önemli iki aktöründen biri olan SSCB’nin köklü bir yapılanmaya sahip olması, daha eskiye gidilirse Çarlık Rusyası’ndan süregelen yerleşik bürokratik düzen ve son olarak ciddi bir uzay teknolojisinin varlığı da sebepler arasında sayılabilir.
SSCB’nin sadece alacak ve hak bırakmadığı üçüncü ülkeler nezdinde ciddi bir borç yükü de bıraktığı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu sebeple, SSCB’den alacaklı olan ve bağlayıcı hüküm taşıyan antlaşmaları bulunan devletler birden fazla muhatapla uğraşmak ve hatta muhatap bulamamak korkusuyla uğraşmaktansa, Rusya Federasyonu’nun bu kararı ile zımmen memnun olmuşlardır. Bu sebeple, Rusya Federasyonu, BM Güvenlik Konseyi’nde SSCB’nin oturduğu daimi üyelik koltuğuna ve veto hakkına hiçbir onaya yada değişikliğe gerek kalmadan sahip olmuştur.
Rusya Federasyonu’nu ilgilendiren bir diğer önemli sorun ise nükleer silahlar sorunuydu. Bu konuda, ABD, BDT’nin kurulmasını müteakip birkaç hafta içerisinde kararını vermiş ve “Sovyetlere ait tüm nükleer potansiyelin tek bir ülkede Rusya’da toplanması, eski SSCB Cumhuriyetlerinin tamamının Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na taraf olması ve nükleer üniteler üzerinde güvenli bir denetim sağlamasını” kararlaştırmıştır.[14]
2.2. Baltık Cumhuriyetleri (Letonya-Litvanya-Estonya)
Baltık Cumhuriyetleri, SSCB henüz hukuki kimliğin kaybetmeden önce, 1990 yılında bağımsızlıklarını ilan etmeye başlamışlardır. Letonya, Litvanya ve Estonya’nın SSCB’den ayrılmaları, diğer devletlerin bağımsızlığı gibi bir sonucu ortaya çıkarmamıştır. Çünkü, 1991’de tam olarak bağımsızlığa kavuşan Baltık Devletleri, kendilerini Sovyetler Birliği’nin ardılı olarak kabul etmediler.[15],
Bu reddediş, tabii ki tarihsel köklere dayanıyordu; Baltık Cumhuriyetleri 18. yüzyılda Rusya İmparatorluğu’nun bir parçası olmuş, Ekim 1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra Almanya ve Rusya arasında 3 Mart 1918 tarihli Barış Antlaşması’yla Rusya tarafından bağımsızlıkları tanınmıştır.[16] Ancak İkinci Dünya Savaşı sürecinde (1939 yılında) SSCB bu devletleri ilhak etmiştir; bu ilhak evveliyatında birer devlet tüzel kişiliği olan ve başta Milletler Cemiyeti (BM) ve diğer devletler tarafından tanınan ve kabul edilen bu devletlerin tüzel kişiliğini vesayet altına sokmuştur.
SSCB’nin dağılma sürecinde ilk bağımsızlığını ilan eden ülkelerin bu ülkeler olması ve SSCB’nin halefi olmayı kabul etmemelerinin temel sebebi budur. Bu devletler, belirtildiği üzere, geçmişte zaten birer devlet olduklarını ve yeni bir kimlik kazanmadıklarını; doğal olarak 1940 öncesi hukuki statülerine geri döndüklerini iddia etmişler ve dünya kamuoyunda da kabul görmüşlerdir. Bu sebeple, gerek BDT’nin kuruluş süreci, gerekse de selef devletin borç-alacak ilişkilerine taraf olmamışlardır. Üçüncü ülkeler, SSCB’nin diğer konulara ilişkin (sınır antlaşmaları dışında kalan) iki taraflı antlaşma hükümlerinin Baltık Cumhuriyetlerini bağlamayacağını kabul etmiştir. Hatta Fransa, daha da ileriye giderek, 1920-1930’lu yıllarda Baltık Cumhuriyetleri ile yaptığı antlaşmaların geçerli olduğunu beyan etmiştir.[17]
Baltık Devletleri, 1940 öncesi hukuki statülerine tekrar kavuşmuş ve başta BM olmak üzere diğer devletlerce eski devlet süjeliğine geri dönmüştür. Yeni bağımsız devletler olarak algılanmamaları, SSCB’nin halef devleti olmadıkları tezlerinin de zımnen kabulü anlamına gelmiştir. Baltık Devletleri’nin ne dün, ne de bugün BDT’nin üyesi olmadığı ve SSCB’nin herhangi bir halefiyetine taraf olmadığı da anılması gereken noktalardır.
2.3. Gürcistan’ın Durumu
Gürcistan, SSCB’nin kuruluşunu müteakip ilhak edilen ülkelerdendir, 28 Nisan 1991’de Gürcistan parlamentosunun almış olduğu kararla bağımsızlığını ilan etmiştir. Diğer yeni Cumhuriyetler Alma Ata deklarasyonu ile BDT’ye katılırken, Gürcistan bu oluşumdan uzak durmuştur. Bunun sebepleri olarak; gerek Rusya ile tarihsel sorunları, gerekse de SSCB döneminde yaşadığı önemli olaylar sayılabilir.
Gürcistan, uzun bir süre BDT’ye ve SSCB’nin halefiyet problemlerine katılmamakla birlikte, 10 Ekim 1993 tarihli başvurusundan sonra diğer 11 Cumhuriyetin oybirliği ile alınan karar uyarınca topluluğa kabul edilmiştir.[18] 2008 Güney Osetya Savaşı ile başlayan ve Rusya ile ciddi sorunlar yaşamasına sebep olan olaylar neticesinde, Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili, Bağımsız Devlet Topluluğ’undan çıkmaya karar verdiklerini açıklamış ve 15 Ağustos 2008 yılında Gürcistan meclisi, Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan ayrılma kararını onaylayarak gecikmeli olarak girmiş olduğu topluluktan ayrılmıştır.
3. SSCB’nin Malları ve Borçlarının Tasfiyesi
SSCB dağıldıktan sonra, sadece mal varlığı ve nükleer silahları kalmamış; çok ciddi bir borç yükü de halef devletlerin omzuna yüklenmiştir. 1991 yılı sonu itibariyle SSCB’nin diğer sosyalist blok dışında kalan devletlere toplam dış borcu resmi olarak 75,8 milyar dolara eşit olmuştur.[19] Alacaklı devletler daha birlik dağılmadan alacaklarının peşine düşmüş ve o dönemde henüz yürürlüğe girmemiş olmasına rağmen 08.04.1983 tarihli Viyana Devlet Malları, Arşivleri ve Borçlarına Devletlerin Ardıl Olması Sözleşmesi’ni referans alarak işlemlere başlamışlardı.
Bilindiği üzere, devletlerin ardıl olması ile ilgili konular 23.8.1978 tarihli Viyana Devletlerin Antlaşmalara Ardıl Olma Sözleşmesi ve 08.4.1983 tarihli Viyana Devlet Malları, Arşivleri ve Borçlarına Devletlerin Ardıl Olması Sözleşmesi ile düzenlenmiştir.[20] Yeni kurulan Cumhuriyetler, bir yandan dünya kamuoyunda kabul görme ve tanınma talep ederken, diğer yandan da ellerinde bir ekonomik varlıkları olmaması sebebiyle kredi arayışına girişmişlerdi. Bir devlet teşkilatları olmaması, gerek yurtdışı diplomatik birimlerinin kurulması, gerekse ülke içindeki bürokratik birimlerinin oluşturulması konusunda ciddi sıkıntılar yaratmaktaydı.
Bu sorunlarla boğuşan yeni Cumhuriyetler, bir de üstüne SSCB’den kalan borç yükü eklenince iyiden iyiye çıkmaza girmişlerdi. SSCB’nin borçlarının tüm devletler arasında müteselsil sorumluluğunu öngören iki belge henüz SSCB sona ermeden (28 Ekim 1991 tarihli Memorandum ve 24 Kasım 1991 tarihli Protokol) imzalanmıştır.[21] Bu belgelere Baltık ülkeleri diğer konularda olduğu gibi yine taraf olmamış, Azerbaycan, Gürcistan, Ukrayna ve Özbekistan da çekimser kalmıştır.
Ancak başta Avrupa Topluluğu (AT) ülkeleri olmak üzere pek çok ülke tüm eski borçlarla ilgili hüküm doğurmak ve tüm taraflarının katılımını sağlamak adına, eğer ki; eski SSCB borçları ile ilgili yükümlülükler yerine getirilmez ise, yeni devletleri tanıma konusunda çekinser kalacaklarını bildirmişlerdir. Diğer bir ifadeyle, AT ülkeleri yeni devletleri tanıma şartı olarak SSCB’nin borçları konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmelerini açıkça istemiştir. Bu sebeple, 4 Aralık 1991 tarihinde Moskova’da imzalanan SSCB’nin Dış Borçlarına ve Aktiflerine Halefiyete Dair Antlaşma tüm AT ülkelerinde bir rahatlama sağlamıştır. Anılan antlaşma uyarınca, SSCB’nin borçları halef devletler arasında, selef devletin son dönemindeki her Cumhuriyetin toplam ihracat, ithalat, milli gelir ve nüfus içindeki payı dikkate alınarak bölünmüştür.
Bu uygulama teknik sıkıntılar doğurmuş; nitekim Özbekistan bu antlaşmayı kabul etmemiştir. Antlaşma sonucu; aşağıdaki tabloda yer alan oranlara göre bir borç dağılımı gerçekleşmiştir. Tabloda yer alan oranlar sadece borçlarda değil, alacaklar ve diğer paylaşıma esas konularda da geçerli kabul edilmiştir.
Rusya |
Ukrayna | Belarus | Kazakistan | Özbekistan |
61,34 |
16,37 | 4,13 | 3,86 |
3,27 |
Azerbaycan | Gürcistan | Litvanya | Moldova |
Letonya |
1,64 |
1,62 | 1,41 | 1,29 |
1,14 |
|
||||
Kırgızistan | Ermenistan | Tacikistan | Türkmenistan |
Estonya |
0,95 | 0,86 | 0,82 | 0,7 |
0,62 |
Tablo: Paylaşım Oranları
Bu oranlama, SSCB’nin yurtdışında bulunan mal varlığı içinde kullanılmakla birlikte, yaşanan tartışmalar nedeniyle 30 Aralık 1991 tarihinde BDT Devlet Başkanları Konseyi çerçevesinde Eski SSCB’nin Yurtdışında Bulunan Devlet Mallarına Dair Antlaşma imzalanmış ve devletlerarası bir komisyon kurulması da yine yeni bir tartışma zemini çıkmasını önlemek adına talep edilmiştir.
Ancak ilerleyen zaman zarfında Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı’nın 3 Ocak 1992 tarihli notası ile SSCB’nin tüm dış temsilciliklerinin RF’nin denetimine girdiği ilan edilmiştir. Rusya Federasyonu’nun SSCB’nin devam eden devleti olduğu tüm dünyada kabul gördüğünden dolayı, bu durum da bir tepkiye yol açmamış ve haklı bulunmuştur. Dünya kamuoyu bu olaya sıcak bakmakla birlikte, yeni kurulan Cumhuriyetler Dışişleri kadrosundan yoksun olduklarından dolayı bu kararı tepkiyle karşılamışlardır. Rusya Federasyonu’nun “dış temsilciliklerin yeni Cumhuriyetlere kiraya verilmesi karşılığında, SSCB’nin yurtdışında bulunan alacaklarından feragat etmeleri” talebi de, ekonomik sıkıntılar içerisinde bulunan yeni Cumhuriyetleri tatmin etmemiştir.
13 Mart 1992 tarihinde Moskova’da yapılan BDT Devlet Başkanları Konseyi toplantısında, SSCB’nin Dış Borçlarına ve Aktiflerine Halefiyete Dair Antlaşma’ya Ek Protokol imzalanmış ve Devletler Arası Konsey kurulmuştur. Konseyde karar oranı da % 80 olarak belirlenmiştir. Belirtildiği üzere, yeni kurulan Cumhuriyetlerin ekonomik zorluklar içerisinde bulunmaları ve kuruluş giderleri, SSCB’den kalma borçlarını ödeme konusunda iyiden iyiye sıkıntılar yaratmış ve bu sebeple kurulmuş olan Konsey 9 Ekim 1992 tarihinde Bişkek’te yapılan toplantı ile kaldırılmıştır. Bişkek’te alınan yeni kararla, her devletin münferiden yapacağı antlaşma ile SSCB’den kalan borçlarını RF ile bir protokole bağlayacağı kararlaştırılmıştır.
1992-1993 yıllarında BDT üyesi ülkeler ile (Ukrayna hariç) Rusya Federasyonu’nun yaptığı antlaşmalar ile üye ülkelerin SSCB’den kalan alacakları ile borçları mahsuplaşılarak doğrudan Rusya Federasyonu’na devredilmiştir. Bu durum, üçüncü ülkeler nezdinde kredi arayan yeni Cumhuriyetlerin elini rahatlattığı gibi, birden fazla muhatapla uğraşmaktansa bir tek muhatapla uğraşmanın kolaylığını göz önünde bulunduran AT ülkeleri tarafından da yine kabul görmüştür.
Yine yukarıda zikredilen nükleer silahlar ve tesisler konusu da, BDT üye ülkelerinin çözmesi gereken en önemli sorunlardan biriydi. AT ülkeleri silahsızlanma antlaşmalarına bağlılık konusunu tıpkı borçlar konusunda olduğu gibi yeni devletleri tanımada bir koz olarak kullanmıştır.[22] SSCB’nin yıkılması ile nükleer silahlar dört ülkenin elinde kalmıştı; Rusya Federasyonu, Ukrayna, Belarus ve Kazakistan. Bu devletler, bu silahlarla ilgili olarak 21 Aralık 1991 tarihinde Nükleer Silahlara Dair Ortak Önlemler Hakkında Antlaşma imzalamıştır.[23] Bu antlaşma ile nükleer silah bulundurma yetkisi 1968 tarihli Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesine Dair Antlaşma gereği sadece Rusya Federasyonu’na verilmiş ve diğer ülkeler nükleer silahı bulunmayan ülkeler olarak UAEA[24] ile antlaşma imzalamıştır.
Daha sonra 23 Mayıs 1992 tarihli Lizbon Protokolü gereğince, eski SSCB’nin nükleer silahlarının tam olarak tasfiyesine kadar tek komutanın Rusya Federasyonu’nda olacağı RF ile diğer devletler arasında kararlaştırılmıştır. 5 Aralık 1994 tarihinde Budapeşte’de yapılan AGİT zirvesinde ise, ABD, RF ve İngiltere tarafından imzalanan memorandum ile ellerinde bulunan nükleer silahları imha etmelerine karşılık Belarus, Ukrayna ve Kazakistan’ın bağımsızlık ve egemenliğine tam destek verildiği ilan edilmiştir. Aynı memorandum ile, imza sahibi devletler, bu devletlerin herhangi bir silahlı saldırıya uğraması halinde BM Güvenlik Konseyi’ni derhal toplantıya çağıracağı konusunda yükümlülük almıştır.[25]
Sonuç
Soğuk Savaş yıllarının iki önemli aktöründen biri olan SSCB’nin yıkılması süreci çok iyimser bir süreçten geçmemiş ve ardıllarına bazıları günümüzde de süren pek çok sorun bırakmıştır. Devletlerin halefiyetine dair uluslararası standartlar sunan 23.08.1978 tarihli Viyana Devletlerin Antlaşmalara Ardıl Olma Sözleşmesi ve 08.04.1983 tarihli Viyana Devletlerin Devlet Malları, Arşivleri ve Borçlarına Ardıl Olma Sözleşmeleri her ne kadar o tarihlerde yürürlükte bulunmasa da[26], SSCB sonrası yapılan görüşmelerde önemli bir yol gösterici olmuştur.
Yeni kurulan 15 Cumhuriyet (devam ve ardıllar dahil) başlarında bekleyen sorunları çözmekle uğraşırken, aynı zamanda yeni devlet olmanın getirdiği güdüyle, tanınma ve ekonomik rahatlık sağlamak adına da mücadeleye girişmiştir. Nükleer silahlar, ciddi bir dış borç, BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyeliği ve Veto Hakkı, Dış Temsilcikler ve yurtdışında bulunan SSCB varlığı zor çözümlenen konulardandır.
SSCB’nin son bulması ile baş gösteren bu sorunların çözümü yolunda BDT’nin kurulması, en başta SSCB sonrası oluşacak boşluğu azalttığı gibi, yine anıldığı üzere eski birlik üyesi yeni Cumhuriyetlerin birbirleri ile olan ilişkilerini de belli bir noktaya taşımıştır. Baltık Cumhuriyetlerinin beyaz sayfa (tabula rasa) olarak farklı bir yol çizmesi ve halefiyet tartışmalarına katılmaması diğer birlik üyesi devletlerde emsal teşkil etmemiştir. Rusya Federasyonu (Belarus ve Ukrayna’nın özel durumları ve Baltık Ülkelerinin statüsü) hariç tüm BDT ülkeleri devletlerarası kamuoyunda “yeni bağımsız birer halef devlet” muamelesi görmüşlerdir. Devletlerarası toplumda kabul edilmeye olan ihtiyaçları gereği kendilerine “temiz sayfa (tabula rasa) uygulanmasını özellikle istememişlerdir.[27]
Rusya Federasyonu’nun “devam eden devlet” tezi ise, önceleri çekinser karşılansa da, başta AT ülkeleri olmak üzere Uluslararası camiada, tek muhatap eşittir tek müzakere sonucunu doğurduğundan kabul görmüştür. Başta BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyeliği olmak üzere diğer tüm dış bağlantılarda RF SSCB’nin yerine geçmiştir. BDT’nin bugününe baktığımızda, aradan geçen zaman zarfında sıkıntılı dönemler yaşamış olması, kimi üyelerini kaybetmesi (Gürcistan) kimi üyelerinin tarafsızlık ilkesi gereği belli görüşmelere taraf olması (Türkmenistan) ve diğer bazı üyeleri arasında devam eden sorunlar (Azerbaycan-Ermenistan) BDT’nin amaçladığı işbirliği düzeyini baltalamış olsa da, görünen şu ki BDT beklenenden daha uzun süre hayatta kalmıştır.
Uluslararası platformda halefiyet sorununu incelerken en belirgin ve özgün öğelerden olan SSCB tarih sahnesinden çekilirken, bu sorunları ve akabinde bu diplomatik temasları bırakmıştır. SSCB’nin halef devletleri ile halefiyet sorunu genel hatlarıyla bu şekildedir.
Ali İzzet KEÇECİ
KAYNAKÇA
- ALADAĞ, Itır (2008), “SSCB Sonrası Antlaşmalara Halefiyet Sorunu”, Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 10, Sayı: 19, ss. 129-146.
- DOĞAN, İzzettin (1972), Devletin Milletlerarası Andlaşmalardan Doğan Hak ve Borçlara Halefiyeti Sorunu, İstanbul: Vedat Kitapçılık.
- GÖZLER, Kemal (2007), Devletin Genel Teorisi, Bursa: Ekin Kitabevi.
- HÜSEYNOV, Fuat (2003), “Bağımsız Devletler Topluluğu’nun Oluşumunun Hukuki Boyutları”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 52, Sayı: 4, ss. 387-401.
- HÜSEYNOV, Fuat (2003), “SSCB Dağıldıktan Sonra Halefiyet Sorunları”, Avrasya Etütleri Dergisi, Sonbahar-Kış 2003, Sayı: 25, ss. 125-142.
- PAZARCI, Hüseyin (1994), Uluslararası Hukuk Dersleri, III. Kitap, Ankara: Turhan Kitabevi.
- SUR, Melda (2010), Uluslararası Hukukun Esasları, İstanbul: Beta Basım Yayın.
DİPNOTLAR
[1] Walter Savage Landor (30 Ocak1775-17 Eylül 1864), İngiliz yazar.
[2] Kemal Gözler (2007), Devletin Genel Teorisi, Ekin Kitabevi, Bursa: Ekin Kitabevi, s. 4.
[3] Itır Aladağ (2008), “SSCB Sonrası Antlaşmalara Halefiyet Sorunu”, Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 10, Sayı: 19, s. 130.
[4] Hugo Grotius, 1583-1645 yılları arasında yaşamış bir Hukuk düşünürüdür.
[5] İzzettin Doğan (1972), Devletin Milletlerarası Andlaşmalardan Doğan Hak ve Borçlara Halefiyeti Sorunu, İstanbul: Vedat Kitapçılık, Giriş Bölümü.
[6] Bağımsız Devletler Topluluğu Kuruluş Antlaşması, Belovejsk (Minsk), 08.12.1991.
[7] Fuat Hüseynov (2003), “SSCB Dağıldıktan Sonra Halefiyet Sorunları”, Avrasya Etütleri Dergisi, Sonbahar-Kış 2003, Sayı: 25, s. 126.
[8] Fuat Hüseynov (2003), “Bağımsız Devletler Topluluğu’nun Oluşumunun Hukuki Boyutları”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 52, Sayı: 4, s. 394.
[9] Fuat Hüseynov (2003), “Bağımsız Devletler Topluluğu’nun Oluşumunun Hukuki Boyutları”, s. 395.
[10] Rein Mullerson, Talin Hukuk Akademisi Başkanı.
[11] Fuat Hüseynov (2003), “SSCB Dağıldıktan Sonra Halefiyet Sorunları”, s. 130.
[12] Itır Aladağ (2008), “SSCB Sonrası Antlaşmalara Halefiyet Sorunu”, s. 138.
[13] Melda Sur (2010), Uluslararası Hukukun Esasları, İstanbul: Beta Basım Yayın, s. 137.
[14] Fuat Hüseynov (2003), “SSCB Dağıldıktan Sonra Halefiyet Sorunları”, s. 127.
[15] Melda Sur (2010), Uluslararası Hukukun Esasları, s. 137.
[16] Itır Aladağ (2008), “SSCB Sonrası Antlaşmalara Halefiyet Sorunu”, s. 139.
[17] Fuat Hüseynov (2003), “SSCB Dağıldıktan Sonra Halefiyet Sorunları”, s. 132.
[18] Fuat Hüseynov (2003), “Bağımsız Devletler Topluluğu’nun Oluşumunun Hukuki Boyutları”, s. 394.
[19] Fuat Hüseynov (2003), “SSCB Dağıldıktan Sonra Halefiyet Sorunları”, s. 136.
[20] Hüseyin Pazarcı (1994), Uluslararası Hukuk Dersleri, III. Kitap, Ankara: Turhan Kitabevi, s. 26.
[21] Fuat Hüseynov (2003), “SSCB Dağıldıktan Sonra Halefiyet Sorunları”, s. 136.
[22] Melda Sur (2010), Uluslararası Hukukun Esasları, s. 137.
[23] Fuat Hüseynov (2003), “SSCB Dağıldıktan Sonra Halefiyet Sorunları”, s. 140.
[24] Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı.
[25] Fuat Hüseynov (2003), “SSCB Dağıldıktan Sonra Halefiyet Sorunları”, s. 141.
[26] Anılan antlaşmalar, 1996 yılında yürürlüğe girmiştir.
[27] AItır Aladağ (2008), “SSCB Sonrası Antlaşmalara Halefiyet Sorunu”, s. 144.