TİNGADER-Tüm İnternet Gazeteciliği ve Gazeteciler Derneği’nin ağırladığı UPA yazarlarından ve Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Arş. Gör. Dr. Eren Alper Yılmaz, moderatörlüğünü gazeteci Müslüm Aktürk’ün yaptığı 7 Mart 2021 tarihli çevrimiçi konferansta, “Göç, Mültecilik ve Türkiye’deki Suriyeliler” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi.
Dr. Eren Alper Yılmaz
Dr. Yılmaz, video konferans sistemiyle gerçekleşen programda, öncelikle göç kavramının uluslararası hukuk boyutuna taşınması konusuna değinerek, mültecilik kavramının İkinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan “Cenevre Sözleşmesi” kapsamında yasal mevzuata dahil edildiğini, bu sözleşme kapsamında mültecilik tanımının yapıldığı ve mültecilere bazı hak ve özgürlükler tanındığını belirtti. Yılmaz, günümüzde çok sık birbirine karıştırılan “göçmen”, “mülteci” ve “sığınmacı” kavramları arasındaki ayrıma da vurgu yaparak, Türkiye’deki Suriyelilerin yasal statülerine açıklık kazandırdı.
Sözlerine Arap Baharı sonrası gelişen göç dalgasına değinerek devam eden Yılmaz, 2015 yılından bu yana her sene 2.000’in üzerinde düzensiz göçmenin Akdeniz ve Ege sularında boğularak yaşamlarını yitirdiklerine, Türkiye’nin de transit geçiş noktası olması hasebiyle Avrupa’ya akan göç dalgasının daha çok Türkiye üzerinden yapıldığına dikkat çekti. Arap Baharı sonrası katlanarak devam eden mülteci akınının Türkiye içindeki yansımalarına kendi doktora tez çalışması kapsamını da referans göstererek vurgu yapan Yılmaz, şu an Türkiye’de 3 milyon 600 bin civarında geçici koruma statüsü altında Suriyeli olduğunu, Suriyelilerin nüfus olarak İstanbul, Gaziantep ve Hatay gibi illerde yoğunlaştığını belirtti. Yılmaz, sözlerine şunları da ekledi: “2014 yılında çıkartılan Geçici Koruma Yönetmeliği kapsamında Suriyelilere eğitimden sağlığa, çalışma izninden istisnai vatandaşlığa kadar birçok konuda yasal hak tanındı. İlaç masraflarının karşılanmasından tutun da 18 yaşın altındaki çocukların okula gitme zorunluluğuna kadar Suriyelilere imkan sağlandı. Bugüne kadar 30.000’den fazla kişiye çalışma izni verildi. STK ve devlete bağlı kuruluşlar da Suriyelilerin uyum süreçlerinde önemli hizmetler sağlıyor. Avrupa Birliği tarafından finanse edilen “Kızılay Kart” uygulaması çerçevesinde belirli kriterleri sağlayan Suriyelilere kişi başı 120 TL yardım yapılıyor. Üstelik bugüne kadar 110.000 civarında nitelikli ve belirli sermaye sahibi olan Suriyeliye istisnai vatandaşlık verildi. Uyum sürecinin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için devlet çok ciddi adımlar attı, atmaya da devam ediyor”.
Tanınan bu haklar karşısında yine de Suriyelilerin bir çok konuda sorunları olduğunun da altını çizen Yılmaz, sözlerine şu şekilde devam etti: “Şu an Suriyelilerin en büyük sorunu ekonomik alanda tezahür ediyor. Düşük ücretle çalışmaları ve çalışma saatlerinin uzunluğu en önemli problemlerden birisi. 12 saatin üzerinde günlük 40-50 tl yevmiye ile çalışan Suriyeliler var. Hiç yevmiyelerini alamayan, sırf hakkını aradığı için işveren tarafından azarlanan Suriyeliler ile karşılaştım. Kayıtdışılık konusu da bir diğer sorun. . Etrafınızda inşaatta, tekstilde, cafelerde, restoranlarda gördüğünüz Suriyelilerin tamamına yakını sigortasız ve güvenceleri yok. Bu durum hem emek sömürüsü problemini, hem de hukuki mevzuatların uygulama noktasındaki eksiklerini beraberinde getiriyor.”
Türklerin ve Suriyelilerin karşılıklı algıları konusuna da gerek saha çalışmaları, gerek yayınlanan bazı raporlar doğrultusunda açıklık getiren Yılmaz, Suriyelilerin Türkiye ve Türk halkı algısının genel olarak olumlu olduğunu, özellikle kültürel ve dinsel yakınlık, misafirperverlik gibi faktörlerin bu algı düzeyinin yüksek olmasında etkili olduğunu, ayrıca Suriyelilerin vatandaşlığa geçiş taleplerinin de bir hayli fazla olduğunu ifade etti. Fakat durumun Türkler açısından aynı olmadığını vurgulayan Yılmaz, meselenin Türk halkı nezdinde bazı noktalarda rahatsız edici olduğunu ve Türklerin Suriyelilere karşı ciddi önyargılar beslediğini, Suriyelilerin istihdam edilmesinden tutun da kıyafet ve yaşam tarzlarına kadar bir çok noktanın Türkler tarafından kabullenilmekte zorluk çekildiğini, böylece algının büyük ölçüde hoşgörüden ziyade “tahammül”e dönüştüğünü söyledi.
Bundan sonraki süreçte Suriyelilere yönelik atılması gereken iki yol olduğunu belirten Yılmaz’a göre ilk yol, mültecilerin dönüş beklentisi yerine onların uyum süreçlerini hızlandırmak, en azından nitelikli Suriyelilerden faydalanma yoluna gitmektir. Bu durum, ülkemizin gelişmesi adına daha rasyonel bir hamle gibi görülebilir. Bu noktada sosyo-kültürel uyumun altını çizen Yılmaz, “Suriyeliler devletten maaş alıyor”, Sınavsız giriş yapıyorlar”, “Doktorları dövüyorlar” gibi algıların önüne geçilmesi, sosyal medya ve kamuoyunda bilgi kirliliğine izin verilmemesi gerektiğini, bu asılsız iddiaların geçersiz kılınması için Göç İdaresi Müdürlüklerinin çalışmalar yürüttüğünü sözlerine ekledi. Bu noktada Suriyelilerin de dikkat etmesi gereken hususlar olduğunu belirterek, huzuru kaçıran, düzeni bozan ve kendilerine hangi ülkenin sahip çıktığını henüz idrak edemeyen Suriyelilere devletin yaptırım uygulama noktasında daha rijit tedbirler almasının şart olduğunu ve geçici koruma statülerinin iptal edilip ülkelerine geri yollanmaları gerektiğini vurguladı.
Yılmaz,Suriyelilerin akıbetine yönelik bir diğer yolun ise çatışma alanlarından belli bir uzaklıkta güvenli bölgeler oluşturarak göçmenleri buraya yerleştirmek olduğunu söyledi. İdlib’de güvenli bölge oluşturma adımlarının atıldığına dikkat çeken Yılmaz, bu bölgelerin sadece barınma alanlarından ibaret olmamasını, aynı zamanda bir yaşam alanı şeklinde dizayn edilmesi gerektiğini, en önemlisi de BM ve NATO gibi örgütlerin de desteğinin alınarak terör örgütlerinin saldırısından korumak için güvenli bölgelerin hukuki ve askeri denetiminin sistemli bir şekilde sağlanması gerektiğini vurguladı. Bu çerçevede Türk dış politikasının bilhassa ABD’deki Joe Biden hükümeti ve Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerinde daha realist ve uzlaşmacı adımlar atmasının elzem olduğunu ae sözlerine ekledi.