TUKİDİDES TUZAĞI: ABD VE ÇİN KARŞILAŞTIRMASI

upa-admin 12 Haziran 2023 638 Okunma 0
TUKİDİDES TUZAĞI: ABD VE ÇİN KARŞILAŞTIRMASI

Giriş

ABD’nin sistem içerisinde Batılı müttefikleri ile beraber inşa ettiği norm temelli liberal dünya düzeni ABD’nin artan korumacı, tek taraflı ve çıkar odaklı dış politika anlayışı sonrasında ciddi bir sınavdan geçmiştir. Uluslararası sistemde ABD’nin sistemin koruyucusu veya yönlendiricisi olma konusunda artan belirsizliği, küresel yönetişim gündeminin henüz net olmaması veya küreselleşme karşıtı artan retoriği tek kutuplu hegemon düzenin düşüşe geçtiğini açıkça ortaya koymaktadır. Yükselen güç Çin’in sistem içerisinde artan ekonomik, siyasi ve askeri güç bileşenlerinin kültürel güç bileşenleri ile desteklenmesi, hegemon güç olan ABD karşısında rakip ülke olma yönündeki iddiaları güçlendirmektedir. Çin’in sistem içerisinde daha ciddi bir rakip haline gelmesinde ABD’nin gücünde yaşanan değişim de önemli bir rol oynamıştır. Bu kapsamda, ABD ile Çin arasında yaşanan rekabetin nedeni, güç kapasitelerinde yaşanan değişimden kaynaklanmaktadır. Sistem içerisinde hâkim güç olan ABD’nin karşısında hızla yükselişe geçen Çin’in yarattığı tehdit algısı, rekabet alanlarını çeşitlendirmiş, savaş olasılığını artırmış ve güç geçişini muhtemel kılmıştır.

Realist kuramın en önemli temsilcisi olan Graham Allison, Destined For War: Can America and China Escape Thucydides’s Trap?’ adlı kitabında Çin’in tehlikeli yükselişini “Tukidides Tuzağı” kavramı ile ele almaktadır. (Allison, 2017). Graham Allison, bu kavram doğrultusunda tarihsel analiz yaparak, güvenlik ikilemi ve savaş arasında bir bağlantı kurmaktadır. Allison’a göre, yükselmekte olan gücün egemen olan diğer gücü yerine geçme tehlikesi yapısal gerilimi artırmaktadır. Allison’a göre, son beş yüz yıl boyunca on altı kez yükselme olan bir güç, egemen gücü yerinden etme durumunda kalmıştır. Bu on altı durumdan on iki tanesi ise savaş ile sonuçlanmıştır. Allison’un sunduğu üç senaryosu bulunmaktadır. Bu çerçevede, Allison, ABD ile Çin arasında yaşanan gerilimin savaş çıkma olasılığını artırdığını vurgulamaktadır Allison, Tukidides kuramı kapsamında, ABD ve Çin arasında yaşanan güvenlik krizinin savaşa dönüşebilme ihtimalini ortaya koymaktadır. Graham Allison’ın belirttiği gibi, yeni güçlerin ortaya çıkması, kurulu gücün sistem içerisinde gerilim yaşamasına ve yeni stratejiler yürütmesine yol açacaktır.

Yükselen Güç: Çin

Çin, yenidünya düzeni arayışını ilkeler, normlar ve kurumlar aracılığıyla inşa ederek küresel aktör olma yolunda ilerleyen bir ülkedir. Çin’in yükselişinin sistem içerisinde yarattığı güvenlik ikilemi mevcut gücün tehdit algısını artırırken, sistem içerisindeki mevcut düzenin değişimini de tetiklemektedir. ABD gücünün sistem içerisinde düşüşü, rakip güç olan Çin’in yükselmesine ve uluslararası sistemdeki dengelerin yeniden tanımlanmasına yol açmıştır. Çin’in güç artırma yolunda devam eden çok yönlü eğilimi, gelişen ekonomisi, artan bölgesel oluşumları ve yürüttüğü dış yardım/yatırım politikaları, mevcut güç karşısında ikame güç olarak ilerlemesine yol açmaktadır. Uluslararası sistem içerisinde Çin’in rolü tanımlanırken, statükocu mu, yoksa revizyonist mi olduğu konusunda yapılan tartışmalarda küresel değerlere olan bağlılığı, komşularıyla olan sınır anlaşmazlıklarını barışçıl yollarla çözüme kavuşturması uluslararası ticaret ve silahsızlanma rejimini kabul edişi ve uluslararası kurumlarla çalışmalarındaki uyuma dikkat çekenler, bu ülkenin statükoculuğuna vurgu yapmaktadır.

21. yüzyılda Batı hegemonyasında yaşanan askeri operasyonlar, ekonomik krizler ve meşru yönetim algısındaki belirsizlik, içe dönük politikaların ön plana çıkmasına ve küresel yönetişim üzerindeki sorunların arka plana atılmasına yol açmıştır. ABD hegemonyasının inşasında büyük öneme sahip olan normatif değerlerin yerini çıkar odaklı güç politikalarının yer almaya başlaması, ABD’nin küresel yönetişim üzerinde rol model olma görevini zamanla kaybetmesini tetiklemiştir. Özellikle Donald Trump yönetimi ile artan içe yönelik uygulamalar, anti-küreselleşme eğilimi ve milliyetçilik politikalarının zemin kazanması, küresel düzlemde oluşan güç boşluğunun Çin tarafından doldurulmasına yol açmaktadır. Çin dış politikası içe dönük, reaktif ve doğası gereği uluslararası sistemi tehdit eden bir dış politikadan; “yumuşak güç” unsurlarının ağır bastığı, dışa dönük ve “proaktif” bir karaktere sahip bir dış politikaya doğru evrim göstermektedir (Dedekoca, 2011: 135). Çin’in sistem içerisindeki istikrarlı yükselişinin yarattığı güvenlik ikilemi, mevcut güç olan ABD’nin tehdit algısını artırırken, sistem içerisindeki mevcut düzenin değişimini de tetiklediği yönde artan tartışmalar ile sıkça karşılaşılmaktadır. Güvenlik ikilemi kapsamında, ABD ile Çin arasında artan rekabet ilişkisinin ileride üçüncü bir Soğuk Savaş’a doğru eğrilebileceği yönünde argümanlar da ön plana çıkarmaktadır.

Saldırgan realizmin en önemli temsilcisi olan John Mearsheimer, rekabet ortamının varlığını ön plana çıkartarak, devletlerin sistem içerisinde varlığını devam ettirebilmeleri veya lider bir güç olabilmeleri için devletlerin güç artırma yoluna gitmeleri gerektiğini dile getirirken, devletlerin gerektiğinde daha saldırgan bir hâl alabileceklerini de savunmaktadır (Mearsheimer, 2001). ABD ve Çin arasında artan rekabet, iki devlet arasındaki güç yarışını hızlandırmıştır. ABD, Çin’in bu yönde devam eden hızlı büyümesini kendi hegemonik gücüne bir tehdit olarak algılamaktadır. ABD ve Çin, uluslararası anarşik yapıda güç gösterisine devam eden iki önemli ülkedir. Her iki devlet de sistem üzerinde karşılıklı dengeleme, çevreleme stratejileri ve alternatif işbirlikleri oluşturarak uluslararası düzendeki gücünü daha fazla artırmak için büyük çaba göstermektedir.

Güvenlik İkilemi Kapsamında ABD ve Çin arasında Artan Rekabet İlişkisi

Çin’in dünya sistemi üzerinde artan çok yönlü etkisi, sistem içerisinde jeopolitik, ekonomik, coğrafik, teknolojik ve kültürel güç kapasitelerindeki artış ile doğru orantılı olarak ilerlemektedir. Çin, 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) üye olması sonucunda, örgütün kural ve hükümlülüklerine kabul ederek, ılımlı ve barışçıl bir yükseliş projeksiyonu göstermeyi başarmıştır. Çin, DTÖ üyeliği sonrasında liberal politikalar ile eş değerde kararlar alarak, uluslararası sisteme daha kolay adaptasyon sağlamaya başlamıştır. Çin yönetimi, karşılaştığı iki ciddi ekonomik krizden (1997 Asya Krizi ve 2008 ekonomik krizi) çok fazla etkilenmeden çıkarak, gerek ABD ve AB gibi büyük güçlerle kurduğu stratejik partnerlik ilişkileriyle, gerekse kalkınmakta olan ülkelerle kurduğu ekonomik bağlantılarla tüm dünya tarafından yeni bir yükselen güç olarak tanımlanmıştır (Ergenç, 2015: 661). 2008 ekonomik krizi sonrasında Çin ekonomisi sürdürülebilir ve kayda değer bir yükseliş göstererek dünyanın en büyük ekonomik gücü olma yolunda hızla ilerlerken, Amerikan ekonomisi karşısında da en güçlü rakip ülke olmayı başarmıştır. Küresel üretimin motor gücü olan Çin’in, özellikle emek yoğun ürünlerde sahip olduğu karşılaştırmalı üstünlük sayesinde en çok yatırım çeken ülke olması, diğer ülkeler karşısında Çin’i avantajlı kılmaktadır. Çin’in ekonomik yükselişi ABD’nin Çin’e yönelik bazı kısıtlayıcı önlemler almasına da yol açmıştır. Örneğin, ABD, 2018 yılında Çin yönetimine yönelik ticaret savaşlarını en çok ticaret açığı verdiği çelik ve alüminyum ithalatına sırasıyla % 25 ve % 10 ek gümrük vergiler koyarak başlatmıştır. Çin, artan kısıtlayıcı müdahaleler karşısında 128 ABD menşeli ürüne aldığı % 15-25 arası değişen gümrük vergileri ile karşılık vermiş ve ticaret savaşlarının derinleşmesine yol açmıştır (Bahadır, 2018: 91). Ticaret savaşları kapsamında, ABD tarafından Çin hükümetine karşı başlatılan ekonomik yaptırımlar artan vergi uygulamaları ile desteklenmiş ve Çin’in ekonomik gücünü zayıflatma amacı güdülmüştür. ABD, fayda maliyet analizi kapsamında güç yarışı içerisine girdiği Çin’in ekonomik gücünü kırmayı hedeflemektedir. Örneğin, Çin mega projesi olan KYG kapsamında yürüttüğü bir dizi politikalar ile Orta Asya, Ortadoğu ve Avrupa ülkeleri üzerindeki ekonomik gücünü politik güce dönüştürmeye ve ABD’nin bölge ülkeler üzerindeki hâkimiyetini kısıtlamayı amaçlamaktadır.

ABD ve Çin arasındaki rekabet ilişkisi teknolojik alanlarda da etkisini sürdürmektedir. Çin’in ilerleyen teknolojik yatırımları sayesinde Made in China 2025 (MIC 2025) projesi kapsamında ortaya koyduğu akıllı üretim modeli, dönüştürülebilir enerji, yapay zeka teknolojisi ve ucuz işgücü avantajı ile markalaşmaya daha fazla önem veren bir ülke olmuştur. Özellikle, Çin’in en büyük markalarından biri olan Huawei şirketi bilgi ve teknoloji alanında çözüm sağlayan, 5G teknolojisi ve yapay zekâ alanlarında önemli adımlar atan uluslararası bir firmadır. Huawei, sürücüsüz otomobiller, otomatik fabrikalar ve mobil veri bağlantıları sağlayarak geleceğin birçok teknolojisini desteklemiş ve en yeni 4G ve 5G ağları için ekipman satışlarında yaşanan artış ile sektörde baskın hale gelmiştir. Huawei firması baskın hale geldikçe, ABD, Huawei ekipmanının kullanımını yurt içinde yasaklama kararı alarak müttefiklerine kullanmamaları için baskı yapmış ve Çin’in ağlarını gözetlemek veya bozmak için teçhizata girebileceğini iddia etmiştir (Washington Post, 2021). ABD’nin Huawei’nin kurucusuna yönelik artan yasadışı eylemleri, Çin’e yönelik artan casusluk söylemleri iki ülke arasında yaşanan teknolojik rekabetin belirleyicisi olmuştur. Örneğin, 2011-2021 yılları arasında dünya çapında en iyi 15 marka tarafından gönderilen akıllı telefon birimleri arasında Çin’in payı % 19’dan % 58’e yükselmiş, ABD’nin payı ise % 19’dan % 11’e düşmüştür (IDC, 2021). ABD markası IBM’in kişisel bilgisayar bölümünün 2005 yılında Çin firması olan Lenovo tarafından satın alınması, Çin’in yatırımlarının artan gücünü göstermektedir (News, 2005). Çin’in sistem içerisinde artan teknolojik üstünlüğünün önemli payını oluşturan yazılım programlarından Tik Tok, ABD pazarı içerisinde son iki yılda % 10 seviyelerinden % 21 seviyelerine kadar ulaşarak büyük bir başarı göstermiştir (Washington Post, 2021). ABD’nin birçok eyaletinde Tik Tok kullanımının engellenmesine yönelik yasa imzalanmıştır. ABD’nin Çinli şirketler üzerinden artan baskıcı faaliyetleri, yatırım izinleri konusunda artan sınırlandırmaları ve teknolojik alanda artan yaptırımları iki taraf içerisindeki gerilimi en üst seviyeye taşımaktadır.

Graham Allison’un ticaret savaşlarını temel alan rekabet ilişkisi farklı alanlarında da hızlı bir şekilde etkisini sürdürmektedir. Çin’in sistemik tehdit haline geldiği yönde artan söylemler, Çin’in askeri ve savunma alanında artan yatırımları ile belirgin kazanmıştır. ABD ile Çin arasında artan rekabet ilişkisi her geçen gün farklı bir boyuta ulaşmaktadır. Çin’in son zamanlarda savunma alanına yönelik artan yatırımları, Güney Çin Denizi’nde inşa ettiği yapay adacıklar, artan askeri tatbikatlar ve askeri iş birliği çalışmaları, sert güç bileşenlerinin eskiye nazaran daha etkili kullanıldığını göstermektedir. Çin’in askeri harcamaları ekonomik büyüme beklentilerinin üzerinde artırması, silahlı kuvvetlerini güçlendirme konusundaki kararlılığının da göstergesi olarak yorumlanmaktadır. Çin’in askeri kapasitesini artırmaya yönelik artan girişimleri güç yarışını hızlandırırken, iki ülke arasındaki güvenlik tehdidi algısını doğurmaktadır. ABD karşısında askeri alanda en çok yatırım yapan ikinci ülke olarak tanımlanan Çin, 2035’e kadar tamamen modernize edilmiş güç olmak ve 2050’ye kadar dünya çapında birinci sınıf bir askeri güç olmayı hedeflemektedir. (Xinhua.net, 2017). ABD, Çin’in Asya kıtasındaki etki kapasitesini kırmak için müttefikleri ile inşa ettiği askeri ve savunma odaklı projeleri (AUKUS ve QUAD), Çin tehdidine yönelik önleyici mekanizma görevi görmektedir. ABD’nin Tayvan’a yönelik artan arka plan desteği, her iki ülke arasında ortaya çıkan gemi, balon ve ya uçak krizleri kışkırtıcı yönde artan faaliyetlerin son zamanlarda daha etkili kullanıldığını göstermektedir.

Küresel gücün inşasında önemli rol oynayan yumuşak gücü arttırmaya yönelik artan faaliyetler de her iki ülke arasında yaşanan rekabeti açıkça göstermektedir. Çin’in rıza oluşturmak için bölgesel/küresel ekonomik ve kültürel politikalara ağırlık vermeye başlaması ve söylemlerini “ortak çıkar”,kazan-kazan iş birliği” ve “barışçıl politika” üzerine yoğunlaştırması, “Çin’in ABD hegemonyasına karşı barışçıl yükseliş” argümanını öne çıkartmıştır. Çin’in ABD merkezli ortaya koyduğu Washington Konsensüsü karşısında Pekin Konsensüsünü ileri sürmesi, Kantçı yaklaşım karşısında Tianxia Kuramı’nı benimsemesi ve ya sistem içerisinde alternatif oluşumlar üzerinden değerlerin yayılmasında öncülük etmesi Çin’in normatif gücünü arttırmaya yönelik girişimleridir. Ç

in, sistem içerisinde kabul görmek ve yükselen güçler karşısında konumunu her geçen gün artırmak adına “değer” prensibi çerçevesinde bir dış politika yürütmektedir. Fakat, Çin, ABD ile her ne kadar ekonomik, askeri ve teknolojik alanlarda güçlü bir rekabet ilişkisi içerisine girse de, ahlaki unsurları ön plana çıkartan bir dış politika yürütmesi, barışçıl yükseliş modeline uygun bir çizgiden ilerlemesi ve Konfüçyüscülüğü devlet politikası olarak yürütse de, Çin’in otoriter yapısı, Sincan-Uygur Özerk bölgesinde devam eden şiddet temelli yaklaşımı ve ülke içinde devam eden insan hakları ihlalleri uluslararası prestijini olumsuz yönde etkilemeye devam etmektedir. Çin, kısa vadeli olarak yürüttüğü politikalar ile uluslararası kurumlar ve örgütler içerisinde kendi çıkarlarını temsil ederken, uzun vadede Pekin yönetiminin alternatif bir sistem kurması ve ya mevcut düzeni reform etmeye yönelik stratejileri henüz netlik kazanmamıştır. Çin’in uluslararası düzlem içerisinde artan gücünün meşru olabilmesi için ulusal politikalarının uluslararası politikalar ile uyumlu ve paralel bir şekilde ilerlemesi gerekmektedir.

Sonuç

Çin’in çok yönlü devam eden yükselişi uluslararası sistem içerisinde değişimi de tetiklemektedir. Uluslararası sistem içerisinde ABD ile Çin arasında yaşanan rekabet ilişkisi her geçen gün daha derin bir boyuta ulaşmaktadır. Christopher Layne, tek kutuplu Amerikan hegemonyasının son bulduğunu dile getirerek, Çin’in artan gücüne dikkat çekmektedir. Amerika’nın sorumluluklarının kaynaklarının çok ötesine geçtiği, artan yayılmacı stratejileri ile belirgin bir hale gelmiştir. Özellikle Çin’in ülke içerisinde artan üretim kapasitesinin yükselen teknolojik gücünün ve askeri gücündeki modernizasyonun gelecekte ABD ekonomisini olumsuz yönde etkilemesi yönünde argümanlar literatürde ön plana çıkmaktadır. John Ikenberry’e göre, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) sistem üzerindeki hâkimiyetini devam ettirebilmek için Çin’in yükselişini durdurmalı veya muhtemelen erteletmelidir (Ikenberry, 2018). Güvenlik ikilemi ilkesi kapsamında, Çin’in ekonomik temelli başlayan yükselişinin siyasi güç üzerinde dönüştürücü bir rol oynayacağı yönünde argümanların hız kazanması güç geçişine imkân tanımaktadır.

Graham Allison’un belirttiği gibi, güç geçişi (power transition), barışçıl yollar ile gerçekleşebileceği gibi, savaş ile de gerçekleşebilir. Amerika’nın mevcut gücünde yaşanan düşme eğilimi her ne kadar bilinen en önemli gerçek olsa da, sistem içerisinde yaşanan bu küresel değişimin ne zaman tamamlanacağını öngörmek mümkün değildir. Çin, güç geçişinde ve küresel gücün dengelenmesinde kilit bir rol oynayan ülkedir. Çin’in uluslararası sistem içerisinde artan inşa edici rolü, yükselen güçler arasındaki ayrıcalıklı konumu ve diğer devletler tarafından gördüğü destek sistem içerisindeki gücünün her geçen gün artırmasına yol açmaktadır. Çin’in meşruiyet çalışmaları doğrultusunda artan yatırımları, dünya görüşü üretebilme kapasitesi ve uluslararası diplomaside artan yetkinlikleri, uluslararası yapıdaki düzen inşa edici rolüne büyük katkı sağlamaktadır. Çin’in hegemon güç olma yönünde ilerleyen bir ülke olarak ekonomik, askeri, siyasi ve kültürel gücünü paralel oranda artırmaya büyük önem vermekte, sahip olduğu akıllı güç politikalarını hem ulusal, hem de uluslararası düzlemde aynı oranda meşrulaştırmaktadır. ABD’nin karşısında hızla yükselişe geçen Çin’in yarattığı tehdit algısı rekabet alanlarını çeşitlendirmiş, savaş olasılığını arttırmış ve güç geçişini muhtemel kılmaktadır. Her iki ülkenin Tukidides Tuzağı’na düşmemesi için daha iş birlikçi, daha rasyonel ve daha barışçıl bir dış politika anlayışı benimsemesi gerekmektedir.

Kapak fotoğrafı: China.org

Dr. Seda Gözde TOKATLI

KAYNAKÇA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.