Ahıska Türkleri, 1944’te Sovyet lideri diktatör Stalin tarafından yük trenleri içinde anayurtlarından Orta Asya’ya sürgüne yollanmış bir topluluktur. Sovyet arşivlerine göre; Stalin SSCB’nin Karadeniz’e olan kıyılarını temizlemek amacıyla, Ahıska Türklerine ve Kırım Tatarlarına bu zulmü uygulamıştır.
Hacı Mehmet BOYRAZ ve Metin EROL, Ahıska Türklerinin 70 yıllık sürgün hikayesini, konunun Türkiye’deki ender araştırmacılarından biri olan Gediz Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Betül Durmaz ile konuştu.
Sayın Durmaz, röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Öncelikle Ahıska Türkleri’ni çalışma fikri nasıl oluştu?
Aslında Ahıska Türkleri çoğumuzun bilmediği bir etnik grup. Ben de 2008’e kadar tanımıyordum. 2008’de ABD’de Yüksek Lisans yaparken Seattle’da bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Arkadaşım bana buraya (Seattle) gelen Ahıska Türklerinden bahsetti ve onları ziyarete gideceğini söyledi. Ben de herkes gibi ilk duyduğumda şaşırdım ve “Ahh! Alaska’da yaşayan Türkler mi varmış?” gibi bir tepki verdim. Gidince, kendimi bir Anadolu kasabasına düşmüş gibi hissettim. Normalde ABD’de özellikle büyük şehirlerin sokaklarda insan göremezsiniz, ama gittiğim sitede Ahıskalılar apartmanlarının önünde konuşuyorlar, görüşüyorlar hatta çocukları sokakta oyun oynuyordu. İşte o zaman Ahıskalılarla tanışma fırsatı elde ettim ve hikâyeleri beni çok cezbetti. Türkiye’ye döndükten sonra İnegöl’de mobilyacılık yapan ağabeyimin de Ahıska Türkleri ile iş yaptığını öğrendim. Bursa’da büyümüş biri olarak Ahıska Türklerinden haberdar olmayışım beni üzdü açıkçası. Aslında çevremizde çok sayıda Ahıskalı olduğunu, ama bizim onlardan habersiz olduğumuzu fark ettim.
Doktorada tez aşamasına gelince küçük topluluklar ve onların yaşamları üzerine bir çalışma yapmak istiyordum. Bu açıdan Ahıska Türklerinin kendilerine has özelliklerinin olması beni etkiledi. Birden fazla sayıda sürgün ve zorunlu göç yaşamış, gittikleri ülkelerde yeniden hayat kurup bu ülkelerin dilini öğrenen Ahıska Türkleri üzerine araştırma yapmaya karar verdim.
Çalışmaya başlayınca bu sefer herkes bana “Aaa! Sen Ahıska Türklerinden misin? Neden onları çalışıyorsun?” diye sormaya başladılar. Bu noktada insanlara da hak vermek gerekir; çünkü bu tür konuları çalışanlar genelde onların içinden biridirler ama ben Ahıska Türklerinden değildim. Babam Bulgaristan’dan göçmüş; yani Bulgar göçmeniyim. Tabii insanlar Ahıska Türkü deyince hemen Alaskalı Türkler diye bir zihni karışıklık yaşıyorlar. Ahıska Türkleri bu durumdan muzdaripler; çünkü Ahıskalı Türk olmak, Bursalı Türk olmakla ya da İzmirli Türk olmakla aynı şey. Yani aslında Ahıska, bu insanların daha önce yaşamış oldukları bölgenin adı.
Çalışmam boyunca dışarından olmak benim için hem bir avantaj, hem de dezavantaj oldu. Onların içinden biri olmak yarar sağlayabilir; çünkü onlarla içli dışlısınız, rahatça görüşüp içlerine karışabilirsiniz. Benim onlarla güven ilişkisi kurarak çalışmamı yapmam biraz zaman aldı. Ancak şahsi fikrim, bu tür konularda meseleye dışarıdan bir göz ile bakmak daha iyi; çünkü onların içinde iken konuyu objektif olarak değerlendirmeniz zor olabiliyor. Onların bakmadığı bir gözle kültürlerine, birbirleriyle olan etkileşimlerine ve göç hikâyelerine bakmış oldum. Ben Türkiye’de ve ABD’de yaşayan Ahıska Türklerinin etnik sınırlarını ve kimliklerini nasıl inşa ettiklerine bakıyorum. Yani yaşadıkları ülkeler ve bu ülkelerdeki azınlık ya da çoğunluk olma durumlarının, etnik sınırlarının ve etnik kimliklerini inşa etmelerine nasıl etkisi olduğuna.
Kısaca, 2008’de onlarla bir ziyaret vesilesiyle tanışmış olmam ve döndüğümde etrafımızda ne kadar da Ahıska Türkü olduğunu fark etmemle benim konuyu çalışma sürecim de başlamış oldu.
Ahıska Türklerinden kastedilen nedir? Anayurtları dilleri, dinleri nelerdir? Ahıska Türkleri kendi ontolojik, kültürel ve dini değerlerini koruyabilmişler midir?
Ahıska olarak adlandırdığımız bölge, şu anda Gürcistan sınırları içerisinde olan ve yaklaşık 220 köyden oluşan bir bölgedir. Günümüzde Gürcistan’ın Samtskhe-Javakheti eyaletinin içerisinde kalıyor. Konuyla ilgili olarak, uzun yıllardır buranın Türk yurdu olduğuna dair iddialar da var. Örneğin, Kıpçakların bu bölgede yaşadıklarına dair bir iddia var, ama şu anda en yakın bildiğimiz şey 1518’de Osmanlı’nın Çıldır Savaşı ile fethettiği bu bölge, bu tarihten sonra Osmanlı sınırlarına dahil oluyor ve Çıldır eyaletinin bir sancağı oluyor. Bu andan itibaren, bölge 250 yıl Osmanlı idaresinde kalıyor ama 1829 Edirne Antlaşması ile bu bölge savaş tazminatı olarak Ruslara veriliyor. 1829’dan 1918 yılına kadar bu bölge Rus hakimiyetinde kalıyor. Aslında Ahıska Türkleri, 1948’deki sürgüne kadar kendilerini “Kafkas Türkleri” olarak tanımlıyorlar. Ancak sürgünden sonra kendilerini diğer etnik gruplardan daha rahat ayırabilmek için, kendilerini “Ahıska Türkleri” olarak nitelendirmeye başlıyorlar. Yani Çıldır Savaşı’ndan itibaren Osmanlı’nın bir parçası oluyorlar, ama 250 yıl sonra sınırın diğer tarafında kalıyorlar. Zaten bu insanların kültürel yapıları ve konuştukları aksan da, bugün Kars, Ardahan ve Batum civarında yaşayanlarla benzerlik gösteriyor. Ayrıca çoğunlukla Sünni Müslüman olsalar da, Gürcü kaynakları onların sonradan Müslümanlaştırılan Gürcüler olduklarını yazmaktadır ve hatta bu sebepten “Meshet Türkleri” olarak onları adlandırırlar. Ancak Ahıska Türkleri hiçbir zaman bunu kullanmazlar ve bu adlandırma hoşlarına da gitmez. Kaldı ki, bu insanların sonradan Müslümanlaştırıldıklarına dair bir belge de yoktur.
Ontolojik değişim sorusuna gelecek olursak, tarihsel süreç içerisinde Batum Antlaşması ile bu bölge tekrar SSCB’ye bırakılıyor. 1918’den 1944’e kadar SSCB sınırları içinde büyük zulüm altında yaşamışlar. Bu süreçte kapalı bir toplum olarak kendilerini korumaya çalışsalar da, camilerin kapatılması ve ana dilde eğitim yapma hakkının ellerinden alınmasıyla bir takım değişiklikler yaşamış olmaları çok doğal.
Sürgün döneminde Ahıska Türkleri Stalin’i neden bu kadar endişelendirdi? Ahıska Türklerine duyulan bu endişede Lenin dönemindeki self-determinasyon sürecinin rolü var mıydı?
Stalin, Ahıska bölgesinin Türkiye sınırında olmasından dolayı burada yaşayan Türk topluluğunu güvenilir bulmamıştır. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı her an ülkelerin sınırları değişebilir olduğundan, olası bir Türk-Sovyet savaşında bu insanların ihanet edebileceğinden korkmuş ve sürgün emrini vermiştir. Ancak Ahıska Türkleri, Stalin tarafından sürgün edilen ilk topluluk değildir. 13 farklı etnik grup, topraklarını vermeyen zengin köylüler ve çalışma kamplarına gönderilen insanlar gibi birçok farklı grup insan sürgüne gönderilmiş bu dönemde. Ahıska Türkleri de, 14 Kasım 1944’te sürgün ediliyorlar. Sürgünde Kazakistan, Kırgızistan ve sonrasında Özbekistan’a yerleştiriliyorlar. 1989’da Özbekistan’da Fergana Olayları çıktıktan sonra, tekrar Rusya’nın farklı bölgelerine sürgün ediliyorlar. Aslında baktığımızda tarihinde iki sürgün yaşamış ender bir topluluk Ahıska Türkleri. Hatta üç sürgün bile diyebiliriz… Çünkü daha sonra Türkiye ve ABD’ye de gitmeye başlamışlar. İşte bu gittikleri ülkeler, onların etnik kimliklerine yeni şeyler katmış. Mesela Özbekistan’da yaşayanlar Özbek pilavını benimsemişler, dillerine Özbekçe kelimeler katmışlar. Rusya’nın bir başka bölgesinde yaşayanlar, Rusça’nın SSCB’nin ana dili olmasından ötürü Rusça kelimelerden aktarım yapmışlar ve Rus kültüründen de bir şeyler almışlar. Hatta Ruslarla evlenen Ahıska Türkleri olmuş. Çok sınırlı sayıda da olsa, bunun olduğu görülüyor.
Ahıska Türkleri baktığınızda kendi içinde kapalı bir grup. Nereye giderlerse gitsinler, her daim beraber yaşamayı seven bir topluluk. O yüzden, baktığımızda kendi kültürel unsurlarını çok iyi koruyabilmişler.
Peki, bu sürgün nasıl başladı? Stalin onlardan neden bu kadar korkuyordu?
Öncelikle Lenin’den sonra göreve gelen Stalin, bugün herkes tarafından bir diktatör olarak kabul ediliyor. Stalin ve ekibi, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nda SSCB’nin Almanlarla karşı karşıya gelmesinden ötürü her daim korku içindeler. Bu yüzden de farklı etnik grupların çok da belirgin olmaması ve tehlike oluşturabilecek bu etnik unsurların SSCB’nin farklı yerlerine sürgün edilmesi prensibini benimsemişlerdir. Bunun yanı sıra, genişleme politikasını da göz önüne alınca, Stalin Türkiye sınırındaki Ahıska Türklerinin güvenilir olmadığını düşünüyor ve bu sebepten böyle bir sürgün (tehcir) talimatı veriyor. Yani Türkiye ile her an bir çatışma durumu olduğu için, Stalin kendini sağlama almak istemiş o dönemde. Ayrıca Lenin döneminde self-determinasyon hakkı verildiğinden, Ahıska Türkleri de bu haktan yararlanmak istemişler ve Türkiye’ye katılma isteklerini belirtmişlerdir. Bu husus, onların Türkiye’nin bir parçası olmak istediklerinin ifadesi olarak görülmüştür Stalin ve ekibi tarafından.
Bugün de bilindiği gibi bu bölgedeki petrol boru hatlarını Stalin herhalde önceden sezmiş ki, böyle bir önlem (!) almış. Yani bölgenin jeopolitik önemi de var. Ayrıca Ermenistan faktörünü de göz önüne getirince, bölgede bir Türk varlığının daha fazla sorun yaratabileceğini de düşünmüşler ve bu sebepten Orta Asya’nın iç kısımlarına sürülmüşler.
Ayrıca Ahıska Türklerinin farklı amaçlar dahilinde kullanıldıklarına dair bilgiler de var. Örneğin, Orta Asya’daki çalışma kampları ve verimsiz arazilerde duyulan iş gücü açığının onlarla kapatılmak istendiği gibi bir iddia var. Ama tabii ki elimizde bununla ilgili kesin bir bilgi yok. Ancak temel kaygı, belirttiğim gibi Türkiye sınırında bir Türk grubun olması ve bu grubun Sovyet liderlerine güven vermediği için zorla sürülmesidir.
Belirtmem gereken bir diğer husus ise, Ahıskalı Türkler sürgün edilirken, onlara bu bölgenin Almanlar tarafından işgal edileceği ve bu sebepten onları koruma amacıyla sürgün edildiklerinin söylenmesidir. Onlar da buna inanıyor ve hatta “kısa süre sonra döneceksiniz” denildiği için, insanlar yanlarına çok az şey alarak bir gecede sürgün ediliyorlar. Yani bir geceyarısı birileri geliyor ve “İki saat içerisinde hazırlanın; çünkü Almanlar bu bölgeyi istila edecek” diyor. Hal böyle iken, insanlar o telaş içerisinde yanlarına çok az şey alarak, bulundukları bölgeden zorla sürgün ediliyorlar. Yola çıkarken de nereye gideceğinizi bilmiyorsunuz, ne olacağını bilmiyorsunuz. Tam bir muamma… Sürgün yolculuğu ise başlı başına bir problem. İnsani olmayan şartlarda, hayvan vagonlarında, kış zamanı sürgün ediliyorlar. Doğum yapan kadınlar, yaşlılar, soğuktan ölenler… Rus kaynaklarına göre 457 kişinin öldüğü belirtiliyor, ama bu tabii ki çok komik bir rakam. Gerçek sayının 15.000-20.000 arası olduğu tahmin ediliyor. Aslında J. Otto Pohl diye bir araştırmacı var ve kendisi Stalin’in bu 13 farklı etnik unsura yapmış olduğu sürgünün tamamen bir “soykırım” olduğunu söylüyor; çünkü bunun kasıtlı bir şey olduğu tespitini yapıyor. Bu açıdan, iki ay süren uzun ve yorucu yolculuk ile Özbekistan’a, Kazakistan’a ve Kırgızistan’a dağıtılıyor bu insanlar. Haliyle bu zaman diliminde ölenler de oluyor. Bana anlatılan hikâyeler var bununla ilgili. Mesela, dedesi ölüyor vagonda ama yetkililere bu durumu söylemiyorlar ki, dedesi vagondan atılmasın ve gittikleri yerde ona en azından bir mezar yapabilsinler.
Dünyanın birçok yerine dağılmış olan bu topluluk bugün ulus-ötesi bir topluluk olarak adlandırılıyor. Konuyla ilgili olarak Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ayşegül Aydıngül’ün kısa zaman önce Ahıska Türkleri ile ilgili olarak yazmış olduğu bir kitap var: “Ahıska Türkleri: Ulus ötesi topluluk, Ulus ötesi aileler”. Konunun tamamen yok etmeye dayalı bir politika olduğu görülüyor. Tabii bu çok büyük bir iddia ama benim böyle bir iddiam yok. Fakat eldeki verilere bakınca…
1990’ların başında başlayan geri dönüş süreci hala devam etmekte midir?
Bu mesele biraz karışık; çünkü öncelikle Ahıska Türklerinin vatanı neresi bunu bilmek lazım. Araştırmam kapsamında sormuş olduğum sorulardan birisinde (Anavatanınız neresi?) çıkan sonuca göre; Ahıska Türkleri anavatanlarının Ahıska, ama vatanlarının Türkiye olduğunu ifade ediyorlar; çünkü “Ahıska dedelerimizin doğduğu yer, ama biz oraları bilmiyoruz. Orası şu anda Gürcistan toprakları içerisinde yer alıyor. Bu sebepten orası bizim için bir vatan olamaz” diyorlar. “Biz Osmanlı Türküyüz, şimdi Osmanlı Türkiye olduysa, bizim yerimiz de Türkiye’dir” diyorlar. Tabii bir yandan da, Ahıska topraklarına geri dönme konusunda bir dava var. Başta Dünya Ahıska Türkleri Birliği olmak üzere, bu konuda faaliyet gösteren ve lobi faaliyeti yapan sivil toplum kuruluşları var.
1992’de Turgut Özal döneminde “Ahıskalı Türklerini Geri Dönüşleri ve İskânı” ile ilgili bir kanun çıkartılmış. Bu kanunla beraber, 1993’de 300 aile Iğdır’a yerleştirilmeye çalışılsa da, plan işletilememiş ve sadece 150 aile yerleştirilebilmiş. Sonrasında gelen Ahıskalılar kendi istekleriyle Türkiye’ye göç etmişlerdir. Bu açıdan, bir şekilde “düzensiz göçmen” durumuna düşmüşler. Yani o dönemde buraya geliyorlar ve Türki soydan gelenlere tanınan haklardan yararlanarak oturma ve çalışma izni alıyorlar. Şu an Türkiye’de 200 bine yakın bir Ahıskalı Türk nüfusundan bahsedilmektedir. Bunların çok azı Türkiye Cumhuriyeti tarafından çıkartılan kanunla ülkeye yerleşmiştir.
Ahıska Türklerinin Türkiye’de karşılaştıkları zorluklar var mıdır?
Yeni yapılan göç yasası ile beraber Ahıskalı Türkler umutlansa da, bekledikleri gibi bir şey çıkmadı. Hâlihazırda sıradan bir yabancı statüsündeler. Çalışma izinleri ve oturma izinleri konusunda zorluk çekiyorlar. Yani bir Amerikalı ne ise, bir Ahıska Türkü de o konumda. Bu açıdan Türkiye’de çalışma izni, oturma izni, sigorta ve diploma denklik problemleri var. Mesela doktor olan birisi burada bir inşaatta çalışıyor, ya da mühendis olan birisi turist rehberi olarak çalışabiliyor… Çünkü denklik alamıyorlar ya da almaya çalışsalar da, bu süreç çok uzuyor. Sigortaları olmadığı için haliyle düşük ücretle çalışıyorlar, ama buna rağmen Türkiye’ye gelmeyi tercih ediyorlar. Bu çok ilginç bir şey, çünkü bana bir amca kendisi anlattı; Kendisi Kazakistan’da öğretmenmiş… Maaşı var, sigortası var ama buraya geliyor. “Neden?” diye sorduğumda ise, verdiği cevap “Çünkü ayrımcılığa maruz kalıyoruz! Kendimizi Türkiye’ye ait hissediyoruz ve bu yüzden Türkiye’de, Türk bayrağının altında güvende yaşamak istiyoruz” oluyor…
Peki, bu konuda Türkiye’nin atmış olduğu bir adım var mı?
Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu kararıyla kurulmuş olan “Dünya Ahıska Türkleri Birliği (DATÜB)” var. DATÜB, Ahıska Türklerinin sorunlarını ve isteklerini gerekli mercilere sık sık iletmeye çalışıyor. Buna rağmen Türkiye onlara şunu söylüyor: “Biz sizi orada (Gürcistan) görmek istiyoruz”. Zaman zaman ve özellikle seçimler öncesinde Ahıska Türkleri toplu olarak vatandaş yapılmış. Ancak net bir politika yok. Sadece burada kaçak olarak çalışanlar yakalandıklarında bir şekilde görmezlikten geliniyor ve diğerlerine nazaran onlara kısmen tolerans gösteriliyor. Bu sebepten, ne yazık ki Ahıskalılara yönelik net bir politikamız yok…
Günümüzde Rusya ve Ukrayna arasında ciddi gerginlik yaşanmaktadır. Bu durum Ahıska Türkleri’ni nasıl etkilemektedir? Ahıska Türkleri için bir üçüncü sürgün söz konusu mudur?
Şu anda savaştan dolayı zor durumda kalan 40 civarında aile var. Hatta evlerine bomba düşen aileler olduğu belirtiliyor. Onların Türkiye’ye getirilmesi talep edildi, ama bu gerçekleşemedi. Türkiye hükümeti her zaman Ahıska Türklerinin bulundukları bölgelerde yaşamalarını, ya da Ahıska topraklarına geri dönmelerini destekliyor. Ama Ahıska dediğimiz bölge, köylerden oluşan ve tarıma dayalı bir bölge. Bu açıdan bugün Türkiye’de ya da ABD’de yaşayanların tekrar oraya dönerek çiftçilik yapmaları çok düşük bir ihtimal. Zaten bu ülkelerde yaşayanlardan geri dönmek isteyenlerin oranı da çok düşük. Özellikle Türkiye ve ABD’de yaşayan ikinci ve üçüncü nesil dönmeyi hiç düşünmüyor. Buna rağmen Azerbaycan’da yaşayan ve çiftçilikle uğraşan Ahıska Türklerinin dönme istekleri daha fazla.
Meselenin bir boyunu oluşturan Gürcistan, 1999’da Avrupa Konseyi’ne üye olurken Ahıska Türkleri’nin geri dönüşleriyle ilgili olarak birtakım yükümlülükler üstlenmişti. Ancak Gürcistan’ın, geri dönmeleri halinde Ahıska Türklerine vereceği kimlikte “Türk ve Müslüman” yerine “Gürcü ve Hıristiyan” yazılacağını deklare edilmesi bir baskı aracı değil midir?
1999’da Gürcistan, Avrupa Konseyi’ne girerken 12 yıl içerisinde bu geri dönüşle ilgili sürecin tamamlanmasına yönelik bir taahhütte bulundu. Aralık 2014 itibariyle Gürcistan Hükümeti, 5841 başvurudan 1444 tanesine geri dönüş statüsü verdi. Tabii geri dönüş statüsünü elde edenlerin belirli bir süre içerisinde başka bir vatandaşlıkları varsa, onları geri iade etmelerini isteniyor. Ve geri dönmeleri halinde sadece Ahıska bölgesine değil, Tiflis’e de yerleştirilebileceklerini belirtiyorlar Dolayısıyla, bu durum Ahıska Türklerinin kabul edeceği bir durum değil. Zaten başvuru sayısı bu yüzden düşük kaldı. Çok net bir durum olmadığı için, Ahıska Türkleri başvurmaya çekindiler. 5841 başvurunun da yaklaşık 5000 tanesi Azerbaycan’da yaşayan Ahıska Türkleri tarafından yapıldı.
Kimlik konusuna gelecek olursak, öncelikle bu bir dayatmadır. Şu anda dünya genelinde yaşayan 550.000 civarında Ahıska Türkünden bahsediliyor ve bu nüfus 13 farklı ülkede yaşıyor. Bu insanlar kendilerini Türk ve Müslüman olarak tanımlıyorlar. Türk ve Müslüman oldukları için, sürgün yaşamalarına rağmen bu kimlikleri sahipleniyorlar. Bu sebepten, Gürcistan Hükümeti’nin bu yaklaşımını kabul etmeleri mümkün değil. Zaten bunun değiştirilmesi için sivil toplum kuruluşları da çaba gösteriyor.
Peki, bu durumda Türkiye’nin nasıl bir adım atması gerekir?
Öncelikle Suriyelilerin Türkiye’ye kabul edilmesi onlara çok ağır geldi. Çünkü onların diliyle şöyle bir algı var; “Biz yıllardır çalışma izni almaya çalışıyoruz ama hem Türk, hem de Müslüman olmamıza rağmen Suriyelilere tanınan hakların neden hiçbiri tanınmıyor?”. Bu açıdan onlara hak vermemek elde değil… Hele ki Ukrayna krizinden sonra yaklaşık 40 aileyi dahi kabul etmedik ya da edemedik. Bu durum mikro-milliyetçiliğe de sebep oluyor. Tüm bunları göz önüne alırsak, Türkiye’nin Ahıskalı Türklere yönelik bir yasa çıkarması gerekiyor. Bu insanların çalışma izinleri ve oturma izinleri gibi hususların çözüme kavuşması gerekiyor; çünkü bu insanlar “bizim vatanımız Türkiye’dir” diyorlar.
Eğer bu insanlar burada yaşamak istiyor ve Türkiye de gelişmiş ve demokratik bir ülke ise, buna göre bir yasa çıkartıp bu insanların sorunlarını çözüme kavuşturabilir. Şu anda mesela Ahıska Türklerinden oturma izni almak isteyenler var ve Türkiye bu insanlardan Ahıska Türkü olduğunu ispatlamaları istiyor. Bakın; 1944’te sürgün yaşamışlar, Özbekistan’a gitmişler, Özbekistan’da Fergana Vadisi Olayları olmuş ve Rusya’ya gitmişler, Rusya’dan tekrar farklı yerlere sürgün edilmişler. Bu durumda bu insanlar hangi belgeye ulaşıp da getirecekler… Buna rağmen gittikleri ülkelerde belge toplamaya çalışıyorlar. Ayrıca, bu insanlar Türkiye’nin ekonomisine de katkı sağlayabilecek insanlar. Örneğin, İnegöl örneğine baktığımızda mobilya ve boya-badana sektöründe Ahıskalılar çalışıyor genelde. Yani, genel göçmen algısı dâhilinde çalışkan bir toplum Ahıska Türkleri. Zaten gittikleri her yerde “Biz hiçbir yerde dilenmedik, emeğimizle kazandık” diyorlar. Her şeyden öte, bu insanlar komünist rejim altında yaşamışlar ve çalışmaktan yüksünmeyen bir topluluk.
Ayrıca, turizm sektörü açısından da önemli bir fırsatlar, çünkü Rusça biliyorlar. Şu anda mesela Antalya’ya Bursa’dan ve İzmir’den birçok Ahıska Türkü gidiyor ve sezonluk çalışıyor. Çalışma izni alamamaları sebebiyle, bu insanlardan doktor ya da öğretmen olup da, orada turist rehberliği ya da garsonluk yapanlar da var.
Kısaca, bugün tarih kitaplarımızda Edirne Antlaşması vardır ama bu antlaşmayla ilgili olarak Ahıska’dan hiç bahsedilmez. Bu yüzden, bu insanlar bize biraz küskünler. Şimdi en azından Ahıska Türklerini tarih kitaplarına koyabiliriz. Kültürlerinin tanıtılması için fonlar ayrılabilir ve onlara devlet nezdinde destek olunabilir. Türkiye’ Cumhuriyeti zor durumda olan Ahıska Türklerine vatandaşlık verse, ben 550.000 Ahıska Türkünün Türkiye’ye geleceğini düşünmüyorum, ama gelenler de katkı sağlayacaktır…
1956’da Stalin’in ölümünden sonra Ahıska Türkleri gibi sürgüne gönderilen Çeçenler, İnguşlar ve Kürtlerin vatanlarına geri dönmelerine izin verilirken, Ahıska Türkleri’ne neden izin verilmedi? Bunun siyasi ve sosyal sebepleri nelerdir? Bu, bir anlamda eşitsizler içinde daha da eşitsizlik yaratmaz mı?
1956’da Stalin’in ölmesiyle birlikte, Stalin’in yaptığı uygulamaların geri döndürülmesi üzerine bir süreç başladı. Stalin döneminde yapılan her türlü gayri insani durumu düzeltmek için bir takım düzenlemeler getirildi. Bunların arasında sürgün edilen toplulukların haklarının iade edilmesi ve vatanlarına geri döndürülmesi meselesi var. Peki ne olmuş bu süreçte? Kırım Tatarları ve Ahıska Türkleri’nin vatanlarına dönmesine izin verilmiyor. Ancak 1999 yılında Tatarlar’ın geri dönmesine izin veriliyor. Şu an için sürgün edilen topluluklardan vatanlarına geri dönülmesine izin verilmeyen bir tek Ahıska Türkleri var. Neden izin verilmiyor; çünkü Ahıska bölgesi halen Türkiye sınırında yer alıyor. Bir de Ahıska Türkleri oradan sürgün edildikten sonra, o bölgeye Ermeniler yerleştiriliyor. Şimdi Ermeniler’in olduğu bir bölgeye Ahıska Türkleri’nin gitmesi durumunda, orada bir etnik çatışmanın olmasından korkuluyor. Bir diğer konu da, Gürcistan ve özelde bu bölgenin ekonomik problemleri var. Bu insanların buraya gelmesiyle birlikte işsizliğin artacağı, ekonomik problemlerin çoğalacağı düşüncesi var. Bu yüzden de, Stalin döneminden başlamak üzere böyle çatışmaların olması ve hala bu bölgenin Türkiye sınırında kalmasından dolayı Ahıska Türkleri’nin dönüşüne izin verilmiyor.
Günümüzde Rusya ve Ukrayna arasında ciddi gerginlik yaşanmaktadır. Bu durum Ahıska Türkleri’ni nasıl etkilemektedir? Ahıska Türkleri için bir üçüncü sürgün söz konusu mudur?
Ukrayna’da yaşayan Ahıska Türkleri çatışmanın ortasında kalmış durumdalar. Hatta evlerine bombalar düştü. Bu mevzuda her zaman Ahıska Türkleri bir ülkede yani hep bir göçmen ve hep bir kimliksiz konumda oldukları için, her vakit çatışmanın ortasında kalmak durumunda kaldılar. Özbekistan’da olan Fergana Vadisi olayları çok basit bir pazar kavgasıyla başlıyor, sonrasında çok büyüyor ve oradan Ahıskalı Türkler’in sürülmesine sebep oluyor. Oradaki mesele neydi, bir şekilde Özbeklerin Ahıska Türkleri’ni kıskanması olarak söyleniyor. Bir de, siyasi bir komplo olduğu iddiası var. KGB’nin ve benzeri oluşumların Özbekler ve Türkler arasındaki bu çatışmayı körüklediği iddiası var. Dolayısı ile, Ukrayna’da da aynısı oldu aslında. Ahıskalı Türkler bu çatışmalara katılmasalar da, her zaman ortasında kalmışlardır.
Çalışma alanınız olan Ahıska Türkleri’nin önemli bir kısmı da ABD’de ikamet etmektedir. ABD’ye uzanan bu göç dalgası nasıl başladı ve şu anda ABD’deki konumları nedir? Yaşadıkları zorluklar var mıdır?
Fergana Vadisi olaylarından sonra Ahıskalı Türkler hem Ahıska’ya yakın olduğu gerekçesiyle, hem de iklimi beğendikleri için Rusya’nın farklı bölgelerine sürgün edildikten sonra, kendi istekleriyle “KrasnadorKrai” bölgesine gidiyorlar, ama başlarına gelecek şeyleri bilmeden gidiyorlar. 1989’dan yaklaşık 2006’ya kadar bu bölgede yaşıyorlar. Burada çok ciddi zulümler yaşıyorlar. SSCB dağıldıktan sonra, ellerinde bu insanların SSCB pasaportu var. Rusya’ya geçiyorlar ama Rusya pasaportu alamıyorlar. Kimlik verilmiyor, çalışma izni verilmiyor, devamlı çalıştıkları tarlalarda bir şekilde onlardan rüşvet alınıyor, çocuklar okula kabul edilmiyor… İnsan olarak kabul edilmediğiniz bir yerde yaşıyorsunuz ve Ahıskalı Türkler o dönemde boykotlar yapıyorlar. 2003-2004 civarları. Açlık grevleri yapıyorlar. Türkiye Hükümeti, o zamanlarda da ne yazık ki hiçbir şekilde buna cevap vermiyor. Gazeteciler geliyorlar, haber yapıyorlar ve o sırada BM bir rapor hazırlıyor. BM’nin hazırladığı bu rapor, dünya çapında yankı buluyor. Aynı zamanda ilginç bir şekilde Yahudi lobisinden bazı kimseler, bu civardaki Yahudilere sahip çıkmak için bölgeye gittiğinde, Ahıskalı Türkler’in yaşadıkları zulümleri de görüyorlar ve bunu gerekli mercilere ilettikleri iddia ediliyor. 2004 yılı sonunda ABD, Ahıska Türklerini özel bir yerleştirme politikasıyla “mülteci” statüsünde kabul ediyor. 12.000 Ahıska Türk’ü, 2005-2006 arasında ABD’nin 30 farklı eyaletine yerleştiriliyor. Tabii burada yerleştirmeler akrabalık bağı gözetilerek yapılıyor. Rastgele bir dağıtım yok.
2006 yılından beri baktığımızda orada yaşıyorlar ve 2014 yılına geldiğimizde, 8 yıl olmuş Ahıska Türkleri’nin Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yaşam süreci. 10 yıla yaklaşan bir süreç var. ABD onlara yeşil kart veriyor. Ev veriyor. İlk 6 ay ev kirasını veriyor, maddi yardım yapıyor, İngilizce öğrenmeleri ve iş olanakları sağlıyor ve Ahıska Türkleri bu olanaklardan istifade ederek yaşamaya başlıyorlar. 5 yıl sonra Amerikan vatandaşı oluyorlar. Orada yaşayanların neredeyse % 95’i Amerikan vatandaşı. Çok büyük bir sorun çıkmadıkça, Amerikan vatandaşı oluyorlar. Onlar orada gerçekten Türkiye’de yaşayanlarla karşılaştırdığımızda birbirlerine daha bağlı ve dayanışmacı bir yapı sürdürüyorlar. Orada yaşamaktan da memnunlar. Bir arada yaşamayı çok sevdikleri için, aynı sokaktaki 6-7 tane evi satın alıyorlar. Sokaklara “İstanbul Sokak” gibi isimler veriyorlar. Bir şekilde orada yaşamlarını sürdürüyorlar. Orada doğan yeni bir nesil var şimdi. Oraya 18 yaşından önce giden bir nesil var. 18 yaşından büyük olanlar birinci nesil ve orada doğan ikinci nesil de var. Tabii şu anda ikinci nesil Türkçe konuşmaktan ziyade, İngilizce konuşmaya yatkın. Orada büyüyorlar. Aynı Avrupa’da yaşayan Türkler’in durumuna benziyor mesele. Bu sebeple “Biz dilimizi, dinimizi yitirmemeliyiz” diye bir tedirginlik içerisindeler. Bu yüzden orada açılan kültür merkezleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin destekleri ve yardımlarıyla kurulmuş merkezler, hem dini, hem de Türkçe öğrenimini kolaylaştıracak faaliyetler yapılıyor. Onlar da bundan çok memnunlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin içeride destek sağlamasa da, dışarıda onlara bir şekilde destek sağlamış oluyor aslında. Yaşlılara ABD hükümeti tarafından maddi yardım yapılıyor, bunlardan çok memnunlar ama kırgınlıkları şu; “Neden bunu bize Amerika Birleşik Devletleri yaptı da, Türkiye yapamadı… Hadi biz Amerika’dayız, ama Rusya’da yaşayan yakınlarımız, akrabalarımız var. En azından onları kabul etsinler”, diye bir serzenişleri var.
Ahıska Türkleri 11 Eylül saldırılarından sonra ilk defa bu kadar büyük çaplı ABD’ye kabul edilen Müslüman topluluk. Bir iddia tabii ne kadar doğru bilmiyorum. Amerika suç oranlarının çok yüksek olduğu bölgelere Ahıska Türkleri’ni yerleştiriyor, çünkü Ahıska Türkleri’nde suç oranları çok düşük. Ahıska Türkleri’nin gerçekten suç oranları çok düşüktür. Hiçbir çatışmaya, hiçbir şeye karışmazlar. Boşanma oranları da çok düşüktür. Kültürel değerlere sahipler… Amerika bunları suç oranlarının yüksek olduğu yerlere yerleştirip, oradaki suç oranlarını düşürmeye çalışıyor gibi bir iddia var.
Araştırmalarınızda zulme uğramış Ahıska Türkleri’nden dinlediğiniz acı hikâyeler oldu mu?
Şimdi şuradan başlayayım; İzmir’de Ahıska kent var biliyor musunuz? Menemen’de Koyundere’nin üzerinde 500 konutluk bir Ahıska kent var. Çok uzun yıllar önce başlayıp, daha yeni biten bir TOKİ projesi. Burayı Ahıska köyü yapacağız gibi bir düşünceyle yola çıkılıyor, ama bitmesi uzun süre alıyor. Ancak şu an orada yaşayan bir 100-150 aile kadar Ahıska Türkü var. Benim Türkiye’deki saha çalışmam, İzmir’deki bu Ahıska kenti, Bursa’da ve İnegöl’de yaşayan bölgeleri kapsıyor. Onlarla mülakatlar yapıyorum ve sürgün hikâyelerini dinliyorum tabii. Ben araştırmam gereği sormak durumundayım, ama sorduğumda hep gözü yaşlı insanlarla karşılaşıyorum. Çünkü insan, özellikle de ben hep kendimi kötü hissediyorum Ahıskalı Türklere karşı, bugüne kadar duyarsız kalışımızdan dolayı. Yanlış ifade etmek istemiyorum ama bir Ermeni, bir Kürt meselesini bu kadar tartışırken, dünyada 550.000 nüfusu olan bir Ahıska Türkleri meselesini tartışamayışımız, ya da Türki Cumhuriyetlere karşı bu kadar duyarsız kalışımız beni üzüyor. Bunu milliyetçilik adına söylemiyorum. Zaten kendi çalışmamda da, etnik kimliğin yeniden inşa edildiğini düşünen bir yaklaşım üzerinde çalışıyorum. Milliyetçilik üzerinden bakmak değil mesele, ama bir insan kendini o şekilde tanımlıyorsa sizinle bir ortaklık kuruyor demektir. Bu ortaklık üzerinden, o insanları sahiplenebiliriz. Burada yaşayanlar içinde çok zor durumda olan insanlar var.
En çok ağrıma giden hikâyelerden birinde, bir teyze “Bayramda ben kimi göreyim kızım, ben kimin mezarını ziyaret edeyim” dedi. “Ninem Orta Asya’da, Özbekistan’da mesela, halam başka bir ülkede, oğlum Rusya’da, kızım Amerika’da” diye devam etti. Yani insanlar birbirlerinden kopartılmış, birbirlerinden uzaklaştırılmış ve mülksüzleştirilmiş. Bu insanlar her gittikleri yerde yeniden bir hayat kurmuşlar. Gürcistan’dan mesela Özbekistan’a sürgün edildiklerinde, yanlarına aldıkları hiçbir şey yok. Buğday ve birkaç parça ekmek… Sonra tekrar Rusya’ya göç etmişler, burada tekrar bir hayat kurmuşlar. Türkiye’ye gelmişler, Amerika’ya gitmişler. Her gittikleri yerde hep sıfırdan başlamışlar bu insanlar. Yeniden hayat kurmak zor bir şeydir.
Şunu sormak istiyorum. Ahıska Türkleri’ne Rusya’nın daha doğrusu SSCB’nin yaptıkları ortada… Bunlar hakkında herhangi bir özür dilendi mi?
Şu an Ahıska bölgesi, Gürcistan sınırlarında dolayısıyla muhatap olunan ülke Gürcistan. Rusya olaya hiç karışmıyor. Olay zaten SSCB döneminde yaşanmış, muhatabımızın Rusya olması gerekirken, muhatabımız Gürcistan. Gürcistan’ın da şu anda durumu belli; ekonomik olarak ciddi sıkıntısı var ve demokratikleşme meselesinde önemli sancılar yaşayan bir ülke. Bu yüzden Avrupa Konseyi’ne üyelikle beraber başlayan bir süreç var, ancak hakların iade edilmesini her zaman zora sokan bir süreç bu. Özür dileme olayı da benim bildiğim kadarıyla şu ana kadar yapılmadı. Özür dileme ya da hakların iade edilmesi söz konusu değil. Şu anda hala sürgünü görmüş yaşlılar var hayatta. 1944 yılında yapılmış sürgün. Onların anlatımlarına göre, onlar gidip köylerindeki evlerini bulabiliyorlar aslında. Ama o evlerinin, o hakların iade edilme meselesi çok problemli zaten. Bu bölgede şuan Ermeniler’ in yaşıyor olması, işi daha da yokuşa sürüyor.
Bu konuyla ilgili Türkiye’de yahut dünya genelinde yapılmış başka bir akademik çalışma var mı? Türkiye’de TRT Belgesel diye bir kanal var ve ciddi projelere imza atıyor. Bu hususta onların bir çalışması oldu mu?
Ahıska Türkleri ile ilgili TRT AVAZ’ın yaptığı bir belgesel var. Onun haricinde küçük çaplı yapılmış belgeseller var. Ahıska Türkleri meselesini Türkiye’de uzun yıllar çalışan ODTÜ’de Ayşegül Aydıngün isimli bir hocamız var. Kendisi de Ahıska Türkü. Türkiye’de yapılan birçok çalışma, bizzat Ahıska Türkleri tarafından yapılmış. Benim bu çalışmaya girerken ki kaygım, objektif bir çalışma yapabilmekti. Çünkü siz bir gruba aitseniz, o grubu çalışıyorsanız objektif olamayacağınızı düşünüyorum. Örneğin ben Bulgaristan göçmeniysem ve Bulgar göçmenleriyle ilgili bir çalışma yapsam, ben objektif olamayabilirim. Bazısı oluyordur belki, bilmiyorum. Şimdiye kadar Ahıska Türkleri kendileri çalışmışlar bu konuyu. Şu ana kadar objektif olanlar var, olamayanlar var. Böyle bir iddiam yok. Ancak Ahıska Türkü olmayan birinin bu konuyu çalışması, bu tür çalışmalarda önemlidir. Mesela kültürel değeri araştırdığınızda, bir düğüne gittiğinizde Ahıska Türkü’nün görmediği kültürel değerleri görebilirsiniz. Ahıska Türkü ona aşinadır artık ve o detaya dikkat etmiyordur belki de… Genelde bu konu Ahıska Türkler’i tarafından çalışılmış ama Amerika Birleşik Devletleri’nde konuya artan bir ilgi var. Rusya ve Gürcistan’da çalışan insanlar var. Özellikle literatürde konu Meskhetian Turks olarak geçiyor. Ama Ahıska Türkleri bunu kabul etmedikleri için, ben İngilizce bir şey yazdığımda da “Ahıska Turks” olarak yazıyorum. Çünkü bir insan kendini nasıl tanımlıyorsa, sizin de onu o şekilde tanımlamanız gerektiğine inanıyorum. Akademik camiada, farklı ülkelerde yapılan çalışmaların bir araya toplandığı “MeskhetianTurks at a Crossroads” diye bir kitap var. Her ülkede yapılmış çalışmaların bir araya getirildiği bir kitap.
Geçtiğimiz 14 Kasım, sürgünün 70. yılıydı ve Çorum ve Bursa’da Ahıska Türkleriyle ilgili iki akademik konferans oldu. 12 Aralık’ta da Gediz Üniversitesi’nde “Toplumsal, Ekonomik ve Tarihi Yönleriyle Ahıska Türkleri” konulu bir konferans düzenliyoruz.
Peki, siz ABD’ye gittiğinizde bir zorlukla karşılaştınız mı onlarla temas kurarken?
Tabii şimdi etnografik çalışma benim yaptığım. Etnografik çalışmalarda güven sağlayabilmeniz çok önemli ve uzun süreç gerektiriyor. Mesela ben burada düğünlere gidiyorum, ev ziyaretlerinde bulunuyorum. ABD’de de bir kültür merkezi vardı. O kültür merkezi vasıtasıyla önce çocuklarla tanıştım, sonra aileleriyle tanıştım. Böylesi bir bağ kurmanız gerekiyor. Ancak böyle bir sürgün yaşamış ve her zaman devlet gücünden ve iradesinden korkan topluluklar hakkında araştırma yapmak problemli bir şey. Bu sebeple, o güveni sağlamak çok önemli. Ben Amerika’da 6 aylık süreci bu bağı kurmaya harcadım. Şu oluyor; o insanlar sanki siz onların tarihini araştırıyormuşsunuz gibi düşünerek, hep büyüklerin sizle konuşması gerektiğini düşünüyor ve sizi hep yaşlılarla görüştürüyorlar. Ahıska Türkleri’nde çok hoşuma giden bir tabir var, gençlere “cahil” diyorlar. Genç olmak onlar için cahil olmakla eş değer. “Bizim cahiller bilmez, siz onlarla konuşmayın bu konuları” diyorlar. Aslında ben her yaş grubundan insanlarla hem göç hikâyelerini, hem de şu an kendilerini nasıl tanımladıkları, yerel toplumla ilişkileri, dille ve dinle olan ilişkilerini araştırıyorum. Ancak onlar genelde hep bu konularda yaşlılarla konuşulmasını doğru buluyorlar. Bu durum gençlere ulaşmam için bir engel olarak karşıma çıktı.
Genel olarak çok misafirperver insanlar. Son an da haberleri bile olsa size sofra kuruyorlar, çok güzel şekilde ağırlıyorlar. Hatta kendinizi mahcup hissediyorsunuz. Özbek pilavları yapıyorlar, sofrayı donatıyorlar. Misafire çok ciddi önem veriyorlar. Kendilerine has tanımladıkları yemekler var. Özbek pilavını sahiplenmişler, Hinkal dedikleri bir mantıları var. Mevlitlere çok önem veriyorlar. Evlerde mevlitler yapıyorlar, Ramazan ayında birbirlerini iftara alıyorlar ve Kuran okutuyorlar.
Tabii SSCB zamanında dini öğrenmek yasak olduğu için, mollalar vasıtasıyla dinlerini korumaya çalışmışlar. O mollalar da Kuran okumayı bilen ve insanlara namaz kılmayı öğreten kişiler. Kuran’ı toprağın altında gömdüklerini ve gece gizli gizli ahırda mollaların Kuran öğrettiklerini anlatıyorlar. Camilerin kapatılması ve din öğretiminin yasaklanması, dinin aktarılış biçimini ciddi olarak kısıtlamış. Ahıska Türkleri bu sebeple kendi dini bilinçlerini korumakta çok ciddi sorunlar yaşamışlar. Şu anda yeni nesiller Amerika’da, Türkiye’de daha geniş imkanlardan faydalanarak, daha bilinçli bir dindarlık algılayışı geliştiriyorlar.
Çok teşekkür ederiz hocam.
Ben teşekkür ederim.
Hacı Mehmet BOYRAZ & Metin EROL
İzmir, 10.12.2014