Brüksel’in son zamanlarda birçok sorunla karşı karşıya olduğu hakkında bilgiler yayılıyor. Organizasyon kapsamında ortaya çıkan sorunlar çözüm bulmuyor. Burada bölücülük eğilimleri, bazı devletlerin bağımsız siyaset yürütme iddiası, milliyetçiliğin radikal içerik alması, işsizlik gibi sorunlar ön plana çıkıyor. Onları ortadan kaldırabilecek etkili programlar ise henüz yok. Üstelik dış politikada da belli karşıtlıklar su yüzüne çıkmaya başladı. Ukrayna krizinin arka planında, AB’nin Rusya ile ilişkileri nasıl kuracağını, Brüksel henüz netleştirmedi. Uzmanlar örgütün dış politika ilkelerinin yenilenmesi talebinin olduğundan söz ediyorlar. Fakat Avrupa buna hazır mı?
Risk Faktörü: AB’nin İç Gerçekleri
2015 yılının gelişiyle, Avrupa Birliği’nin geleceği hakkında tahminler verilmeye başladı. Uzmanlar bu meseleye bir bütün olarak, dünyada yaşanan jeopolitik süreçler bağlamında göz atıyorlar. Şüphe yok ki, Avrupa küresel ölçekte ciddi etki gücüne sahip olan bir aktördür. Onun ekonomik, kültürel, bilimsel ve askeri gücü genel olarak kabul olunur. Bunun yanı sıra, büyük güçler için bile zor aşamalar vardır. Sayısız risk faktörü onları dağıtabilir. AB ile ilgili ise çeşitli senaryolar ileri sürülüyor.
Hâlihazırda AB kapsamında mali-ekonomik kriz devam ediyor. Yunanistan’da radikal sol partinin seçimde galip gelmesiyle Avro ile ilgili durum yeniden karışır. Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker uyarıyor ki; ”Rumlar yanlış bir tercih yaptıkları takdirde nelerin olabileceğini iyi anlamalıdır”. Mesele şuradadır ki, solcular AB’nin geleceğine pek inanmıyorlar. Onlar daha bağımsız ve egemen olma tercihindedirler.
Aslında, AB’de entegrasyon karşıtları sadece Yunanistan’da değildir. İngiltere, Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkelerde de bu görüşte olan siyasetçiler vardır. Onlar arasında daha çok Londra birlikten çıkmaya çalışıyor. 2017 yılında bununla ilgili referandum yapılabilir. Fakat bazı uzmanların görüşlerine göre, bunun daha kısa bir sürede, 2015 yazında da gerçekleşmesi mümkündür.
Şimdiki aşamada genel olarak AB’ye dahil olan ülkelerde entegrasyon karşıtları olarak görev yapan siyasi kurumların sayısı artıyor. Bu, artık bir eğilim olarak kabul edilir. Zaman zaman bu eğilimin daha da artması ve bazı ülkelerde lider olması istisna değildir. Dolayısıyla AB’de parçalanma senaryosunun gerçekleşmesi mümkündür.
Bu tahmin bağlamında, 2015 yılında AB ekonomisinin belirsiz olabileceği hakkında söylenenler düşündürücü görünüyor. Kurum uzmanlarının görüşlerine göre, bu yıl ekonomik gelişme maksimum % 1,1 olabilir. Üstelik AB’ye üye ülkeler arasında gelişme oranları da farklı olacaktır. Örneğin, Almanya’da artış beklendiği halde, birliğin diğer devletlerinde daralma öngörüldü.
Bu sürecin çok tehlikeli olduğunu anlamak gerekir. Çünkü böyle olduğu takdirde, AB’nin bir sistem olarak gelişmesi mümkün değildir. Bilimsel olarak, toplumun gerçek kalkınması ancak onun alt sistemlerin uyumlu gelişim koşullarında sahici ve uzun ömürlü olur. AB’ye üye ülkelerin bir kısmının gelişmesi, diğerlerinin ise çökmesi onun geleceğini ciddi şüphe altına alır. Şimdi umut, kriz durumunda olan birlik üyelerinin devlet bütçelerinin optimizasyonuna kaldı. Bunun ise gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceği bilinmemektedir. Çünkü birliğin çıkarları ile ayrı ayrı olarak ülkelerdeki durum arasında çelişkiler ortadan kalkmadı.
Aynı bağlamda, Avrupa Merkez Bankası’nın ”riskler üstünlük halindedir” şeklinde sonuç çıkarması tesadüfi görünmüyor. Enflasyon ve işsizlik sorunları, Avrupalıları çok rahatsız ediyor. Yunanistan, İspanya ve Portekiz’de işsizlik oranı hala yüksektir. Fransa ve İngiltere’de de durum iç açıcı değil. Bu alanda keskin değişiklikler beklenmiyor. ”Stratfor” küresel araştırmalar merkezinin kurucusu ve başkanı, siyasi analitik G. Friedman düşünür ki, 2014 yılında AB ekonomik, siyasi ve sosyal sorunların çözümünde ileriye gidemedi.
Bu, ciddi bir faktördür. Tüm çabalarına rağmen, AB kendi içinde dönüşüm yaratamıyorsa, geleceğe dair iyimser bir tahminde bulunmak zor.
Dış Politika: Rusya ile İş Birliği Formülü Arayışında
Vurgulanan açıdan son yıllarda Avrupa Birliği genelinde gözlenen bir hususa ayrıca dikkat etmek gerekir. Tecrübeler gösteriyor ki, bir zamanlar zayıf ekonomiye sahip olan Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri, Batı Avrupa devletlerinden daha yoğun gelişiyorlar. Belirli bir süreden sonra onlardan öne de geçebilirler. Bunu, geleneksel olarak AB’de söz sahibi olan ülkeler kıskanıyorlar. İngiltere’nin kurumdan çıkmaya çalışmasının arkasında diğerleri ile birlikte, bu faktör de olabilir.
Şüphesiz ki, örgütün ikiye bölünme eğilimi tehlikeli gidişattır. Bu, nasıl önlenebilir? Şimdilik bununla ilgili planlı bir uygulama yok. Hatta bu, olağan kabul edilir. Soruna modern karmaşık jeopolitik süreçler açısından bakıldığında ise, daha farklı manzara oluşuyor.
Örneğin, Ukrayna krizi zemininde AB’nin dış politikası nasıl kurulmalıdır? Örgüte üye olan Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri bu devlete coğrafi olarak çok yakındırlar. Baltık ülkeleri ise tarihsel olarak Kiev ile yoğun ilişkidedirler. Bu husus, AB’de gelişme potansiyeli gittikçe artan devletlerin şu ya da bu derecede çatışmaya taraf olmasına yol açabilir mi?
Bu, tamamen olasıdır. Çünkü Rusya durumunu düzeltmek için her adımı atabilir. Şimdi Brüksel’de Ukrayna olaylarıyla birlikte dış politikada değişiklik yapma konusunu düşünürler. Bu düzlemde Kırım’ın Moskova tarafından ele geçirilmesinin nasıl rol oynayabileceği ilginçtir.
Her şeyden önce, vurgulamak gerekir ki, AB’nin uzun yıllar dış politikadaki bazı prensipleri yenilenmelidir. Somut olarak neo-liberal değerlere dayalı jeopolitika artık önceki verimi vermiyor. Avrupa kendini sonsuza kadar genişletip, tüm ülkeleri AB veya NATO’ya üye edemez. Bunun boşuna olduğunu Kırım meselesi gösterdi.
Rusya kanıtladı ki, coğrafi sınırları, Batı’nın rızası olmadan da değiştirebilir. Demek ki, Avrupa kendi genişleme politikasında bunu dikkate almalıdır. O, üç yoldan birini seçebilir. Birincisi, Moskova ile açık çatışmaya girip, onu inadından döndürebilir. Tecrübeler gösterir ki, bu, AB’nin gücünün ötesindedir. NATO yeterince güçlü olsa da, büyük savaş hiçbir tarafın çıkarına olmaz.
İkincisi, diğer jeopolitik güçlerle ittifakta olup, Rusya’yı zararsızlaştırabilir. Bunun da geleceği belli değil. Çünkü Kremlin’i destekleyen büyük devletler var. Örneğin, Çin. Pekin yeterli etkiye sahiptir. Bununla birlikte, bugün herhangi bir büyük devleti tecrit etmek çok zordur. Rusya ise çok güçlü askeri potansiyeli olan devlettir.
Üçüncüsü, Rusya ile birlikte gelişme modelini hazırlayabilir. Bu, ABD-Çin iş birliği için öngörülen ”G2” formatına benziyor. Kabul edilir ki, son senaryo AB’nin çıkarlarına daha fazla cevap verir. Fakat burada da Kırım ve Ukrayna’nın doğu eyaletlerindeki durumu dikkate almak gerekir. Bu koşullarda Avrupa, Rusya ile jeopolitik ittifak kurabilir mi? Tabii ki, böylece ilkelerine aykırı tutum almış olur. Dolayısıyla son senaryo da şimdilik gerçekçi değildir.
Yukarıda belirtilen hususlara Avrupa genelinde göç ve milliyetçilik sorunlarının gittikçe keskinleşmesi de ilave edilebilir. Sır değil ki, son yıllarda örgüte üye devletlerde milliyetçilik radikal bir içerik almıştır. Bu da, genel olarak hem iç politikada zorluklar yaratır, hem de Brüksel’in ortak dış politika yürütme imkânlarını olumsuz etkiler. Bölücülük güçlendiği (örneğin Bask bölgesi ve İskoçların etkinliği arttığı) takdirde, AB’nin nasıl bir duruma düşeceğini söylemek zordur.
Öyle anlaşılıyor ki, bir zamanlar tüm dünya için örnek olan AB ciddi problemlerle yüzleşmektedir. Onun iç ve dış politikasında belirsiz konuların sayısı artıyor. Bunun küresel ölçekte yan etkilerinin olması mümkündür. Oluşan durumda AB’nin jeopolitik güç olarak ne gibi adımlar atacağı belirleyicidir. Brüksel, şimdilik bu yönde net bir tutumda değildir. Görünür ki, Amerika’nın etkisinden halen çıkamamıştır. Mali-ekonomik kriz, işsizlik, Avro’nun karşılaştığı zorluklar ve diğer konular AB’nin elini kolunu bağlıyor.
Kamal ADIGOZALOV