Modern dönemin jeopolitik süreçleri artık tek kutuplu dünya modelinin devam edemeyeceğini gösteriyor. Geçen yüzyılın sonlarından başlayarak ortaya çıkan ve sadece Batı’nın, özellikle de ABD’nin süper güç olması üzerine kurulan dünya modeli, dayanıklı olmadığını gösterdi. İşin ilginci ise odur ki; sadece siyasi ve ekonomik alanda değil, kültürel, dini, hatta ahlaki olarak da hegemonluk ve dominantlık iddia eden Batı krizle karşılaştı, zor ikilemlerle yüzleşti. Bilindiği gibi, tek kutuplu dünya sisteminin bu şeklinin temel dayanağı, sadece Batı değerleri üzerine kurulmuştu. “Benim gibi düşünmeyen benimle birlikte olamaz” düşüncesi üzerine kurulan bu model, kaybetmeye daha baştan mahkûm idi.
Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da ve bütün Arap dünyasında denenen bu yaklaşım, en nihayet Ukrayna’daki olaylar ışığında son buldu. Siyasi süreçler ve ekonomik krizle birlikte, manevi değerlerde de büyük krizler oluştu. Avrupa, uzun yıllardır vaaz verdiği değerlere sırtını çevirdi. Avrupa ülkelerindeki İslam düşmanlığı, dini hoşgörüsüzlük ve aşırı sağ eğilimlerinin artması, geçen yüzyılın ortalarındaki süreçleri hatırlatır. Şimdi jeopolitik gelişmeleri değerlendirenlerin esas kanaatleri şudur ki; dünyanın tek kutuplu kalması durumunda, insanlık büyük felaketlere, hatta yeni bir dünya savaşına şahit olabilir. Batı’nın kozmopolit eğilimli politikasına karşı tepki ile ilgili Rus uzman Anatoliy Utkin şunları yazıyor: “Kendi değerlerinin genel geçer olduğunu iddia etmesi, Batı’yı her şeyden önce İslam ve Çin uygarlığı ile tokuşturacak” (Уткин А.И. Глобализация: процесс и осмысление. Москва: Логос, 2001, стр. 185).
Yeni dünya düzeninde yeni jeopolitik güç olmaya en önemli adaylardan biri ise hiç şüphesiz Çin’dir. Jeosiyasette kutup olmak için sadece güçlü devlet olmak yeterli değildir, bir değerler sistemine de sahip olmak gerekir. Değerler sisteminin varlığı ise, uygarlığın bir öğesidir. Bu anlamda kendine özgü değerleri olan Çin uygarlığı, üçüncü binyılda jeopolitik ağırlık merkezi olmaya doğru ilerliyor.
Çin Uygarlığının Kodları
Çin uygarlığı, insanlık tarihinin en eski uygarlıklardan biridir. Uygarlık olarak milattan önceki binyılda şekillenen bu kültür, ilk nesil uygarlıkları temsil ederek, dünyada birçok yeniliğin yaratıcısı olmuştur. Aynı zamanda yine Çin uygarlığı, dünya uygarlık tarihinde nesil atlama aşamalarını özgün kültürünü koruyup zenginleştirerek aşabilmiş az sayıda uygarlıklardandır. Kanaatimizce, şimdi yaşamakta olan ve nesil atlama dönüşümünü bu şekilde geçiren sadece Çin, Türk, İran ve Hint uygarlıklarının isimlerini anmak mümkündür. Nesil atlama sürecinde odak; nüfus, doğal ortam, teknolojik ve ekonomik gelişme düzeyi, sosyo-politik yapı, manevi alanın gelişim düzeyi ve niteliği ile saptanan genetik özünün muhafaza edilmesine yönelir. Bu genetik değerlerin aktarımı, uygarlığın korunmasını sağlar. Çin ve Hint uygarlıklarını diğer Doğu uygarlıklarından ayıran temel özelliklerden biri de; tüm dış etkilere rağmen, bu uygarlıklarda kültürel geleneklerde duraklamaların olmamasıdır.
Devlet kuruculuğunda imparatorluk geleneklerine, yazı kültürüne, şehircilik ve mimariye, ahlak kurallarına, aile değerlerine ve diğer manevi vasıflara sahip olan Çin uygarlığı, her zaman özgünlüğünü korumuştur. Bunlar arasında yazı kültürünü, Çin uygarlığının hem en büyük başarısı olarak, hem de komşu ülkelere etki yolları açısından ayırt etmek yerinde olur. Çinliler tarafından oluşturulmuş logografik yazı sistemi (yani, sözleri ifade eden semboller aracılığıyla yazı), halen birçok Doğu Asya ülkesinde kullanılmaktadır. Hiyeroglifler, Çin kültürel geleneklerinin aktarımında önemli rol oynamıştır. Hiyeroglifleri eskiden Sümerler, Mısırlılar da kullanmışlardır ve hatta Türklerin de bu yazı yöntemini kullanmış olması ile ilgili olasılıklar da vardır. Günümüzde ise sadece Çinliler, Koreliler ve Japonlar bu yazı sistemine sadık kalmışlardır. Tarihi açıdan görüyoruz ki; Çin hiyeroglifleri oluşturuldukları dönemden itibaren artarak gitmiştir. İlk dönemlerde Çin’de her lehçe grubu kendi hiyerogliflerini yarattığından, Çinliler arasında ayrım artıyordu. Bu durumda M.Ö. 213 yılında Sin sülalesinden hükümdar Sin Şihuan tarafından Çin’in tüm lehçeleri için ortak hiyeroglif listesi onaylandı ve bunların kullanımını zorlayıcı karar verildi. Asırlarca hiyeroglifler Çinlilerin zaman ve yer birliğini koruyup sakladı. İşte bu hiyeroglifler aracılığıyla, yeni nesiller Çin’in düşünce mirasını korudu. Böylece, Çin yazı sistemi, tüm nesil atlama aşamaları boyunca Çin uygarlığının maddi ve manevi değerlerinin korunup saklanmasında müstesna role sahip oldu.
Yazı kültüründen farklı olarak, Çin uygarlığında dini faktör sistem yaratıcı unsur olarak rol oynamamıştır. Çinlilerde dini bağlılık daima zayıf olmuştur. Gelenek, her zaman dinden daha baskın olmuştur. Tesadüfi değildir ki, bugün de Çin’de nispeten daha yaygın olan Budizm bile Çin uygarlığının karakteristik özelliklerinden değildir, dışarıdan kabul edilmiştir (Budizm, Çinlilere Hint uygarlığından geçmiştir). Bunun yerine felsefi öğretiler, Çinlilerin manevi hayatında ve dünya görüşünde önemli rol oynamıştır. Bu açıdan Konfüçyüs felsefi öğretisi ve okulu, özel bir yere sahiptir. Zira bu öğreti, hem içeride toplumun sosyal ortamını, hem de çevre ülkeleri güçlü şekilde etkilemiştir. Tesadüfi değildir ki, Konfüçyüs öğretisi Han İmparatorluğu’nda resmi ideoloji, hatta genel olarak bazen bir dini inanç olarak kabul edilmiştir.
Böylece, toplum hayatının birçok alanını kapsayan felsefi öğretiler Çin toplumunda dini ideolojinin yerini doldurabilmiştir. Çin kültürel geleneklerinin güçlü sosyal dayanağı, başka dinlerin de Çin’e sokulmasının önünü almıştır. Belli anlamda Budizm’i biraz ayırmak olur ki, bu din Çin’de kendisine daha çok taraftar bulabilmiştir. Diğer dinlerle – Zerdüştlük, Manizm (Maniheizm), Hıristiyanlık ve İslam ile (Moğol işgali döneminde) sonraki dönemde temaslar Çin’in kültürel hayatına temelli iz bırakamamıştır. Bunun tersine, Konfüçyüs öğretisi Çin’in komşularında etki göstermiştir.
Doğrudur, gözlemler göstermektedir ki; genelde Çin kültürü, Çin uygarlığının sınırları dışında çoğu zaman kabul görmemiş veya çok zayıf etki olanaklarına sahip olmuştur. Bunun da birtakım sebepleri vardır ki, bunlardan biri Çinlilerin kapalı hayatı ile ilgilidir. Onlar sadece vatanlarında değil, yurtdışındayken bile daha ziyade kapalı yaşam tarzını, ayrı topluluklar halinde yaşamayı tercih eder ve başkalarıyla iletişime önem vermezler. Bunun göstergesidir ki, dünyadaki tüm büyük şehirlerde Çinlilerin bir arada yaşadıkları mahalleler (“China-town”) şehrin genel görünümünden farklıdır.
Büyük emek gücüne, güçlü devlet idaresine sahip olmasına rağmen, Çin uygarlığı hiçbir zaman kendi doğal sınırlarını çeviren Çin Seddi’ni atlayamamıştır. Kanaatimizce, bu, uygarlıkların coğrafya ile olan ilişkisiyle ilgilidir. Çinliler için Batı’ya doğru hareket yabancı coğrafi koşullar, farklı uygarlık şekli nitelikleri taşıdığından benimsenmemiştir.
Uygarlık Basamağından Jeopolitik Arenaya
Böylece, uygarlık çizgisinde Çin uygarlığı için kendi doğal bölgesi dışına yayılmak tipik değildir. Bu ise, jeopolitik güç merkezi olma iddiasında olan devletin siyasi çizgisi ile örtüşmemektedir. Şimdi oluşmakta olan yeni dünya düzeninde, Batı’nın baskın rolüne denge yaratabilecek Çin ise, tüm yönlerde kendi etki alanını genişletmeye çalışıyor.
Artık Çin’de jeosiyaset uzmanları dünya siyasi coğrafyasında Çin’in “Doğu Asya” ülkesi olarak sunulmasını kabul etmemektedir. Pekin Üniversitesi’nden Jisi Wang, ADA Üniversitesi’ndeki “Çin’in Avrasya’daki Jeostratejisi” adlı konuşmasında bildirmiştir ki, “Çin Uzak Doğu veya Doğu ülkesinden Avrasya gücüne çevrilmelidir. Bulunduğu coğrafi konumu dikkate alındığında (Çin’e oranda), ABD “Uzak Batı” değil, “Uzak Doğu”dur. Japonya, Kore “Ortadoğu”, Azerbaycan “Orta Batı”, Avrupa ise “Uzak Batı”dır” (ADA University. Baku Dialogues. Cilt.1 No 1. Güz 2014. s. 26). Profesör Jisi Wang’ın bu yaklaşımı gösteriyor ki; Çin, artık dünyayı ABD’nin gözü ile değil, kendisine göre değerlendirir. Gerçekten de, dünya haritasına Çin’in yaklaşımı ile bakarsak, şimdi kabul edilen birçok isim ve göstergenin değişmesi gerektiğini görürüz. Yeni dünya düzeninde Çin’in rolünün arttığı dikkate alındığında ise, sadece coğrafi terimler ekseninde bile sırf Batı’nın yaklaşımının devam edeceği şüpheli görünüyor. Kanaatimizce, Çin’in siyasi sahnede ağırlığı arttıkça dünya haritasına tüm anlamlarda yeniden bakılacak.
Belirtmeliyiz ki, uygarlık basamağından farklı olarak, jeopolitik düzlemde Çin, Batı’ya yönelik bir politika uygular. Ancak bu Batı klasik anlamdaki Batı değil, Çin’den Batı’ya doğru bir yöndür. Bu doğrultuda ise Orta Asya da, Kafkasya ve Türkiye de, hatta bir anlamda Rusya da, Çin’in Batı siyasetinde öngörülüyor.
Çin’in Batı’ya yönelik politikaları tek kutuplu dünya sisteminin de sonu demektir. Çin’in kendi politikasında öncelikle siyasi değil, ekonomik çıkarları öngörmesi bölge ülkelerine alternatif seçim yolu verir. Bu anlamda Çin’in “Büyük İpek Yolu” kavramı, dünyaya yeni Çin’i sunan ilk dev projedir. Çin Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Şi Cinping, 2013 yılında ülkesinin eski İpek Yolu’nu dirilterek, “Yeni İpek Yolu” ekonomik bölgesini oluşturmak teşebbüsünü ileri sürmüştür. “Büyük İpek Yolu”, Avrasya kıtası boyunca 21 ülkeyi kapsıyor. Çin’in reel ekonomide zorluklarla karşılaştığı günümüzde bu proje ekonomik değil, jeo-ekonomik önem taşıyor. Çünkü bu bölgede Çin, kendi para biriminin kapsamını genişletmeyi, kredilerin yuan ile iadesini ve yuan ile iş hacminin oluşturulmasını öngörüyor.
Belirtmeliyiz ki, Çin’in Batı’ya yönelik bu altyapı projesinde Kafkasya bölgesi de önemli bir konuma sahiptir. Doğu-Batı ulaşım koridorunun üzerinde bulunan bu bölge Çin-Orta Asya-Avrupa yolunda önemli halka olarak kabul edilir. Azerbaycan ise, yakın zamanlarda Bakü-Tiflis-Kars demiryolunu kullanıma açarak, Pekin-Londra arasında en kısa ulaşım koridorunu tamamlamış olacaktır. Batı’dan farklı olarak, Çin için projelerin siyasi araç olarak kullanılmaması ve ekonomik öneminin üstün tutulması eşit ortaklığa esas verir.
Ayrıca Çin, yuan ile ödeme yapmaya uygun uluslararası ödeme sistemini geliştirir ve yılın sonuna kadar bunu işe sokacak. “Reuters” ajansı, bunu Batı ekonomik sistemine tehdit olarak değerlendirdi. Çin, 2020 yılına kadar “Microsoft” işletim sisteminden ve IBM programlarından tamamen vazgeçmek ve alternatif bir sistem oluşturmak niyetindedir.
Böylece, yeni dünya düzeninde ekonomik güç üzerinde yükselen Çin, çok kutuplu dünya modelinde yavaş yavaş yerini almaktadır. ABD’de yaşayan Çinli bilgin Lucian Pye (1921-2008) şöyle yazıyor: “Çin, devlet olma iddiasındaki uygarlıktır ” (Lucian W. Pye, “China: Erratic State, Frustrated Society”, Foreign Affairs, 69 (Güz 1990), 58). Mevcut uygarlıklar arasında diğer bir “devlet-uygarlık” modeli mevcut değildir. Nispeten benzer model olarak Hint uygarlığını belirtebiliriz. Ne Batı, ne de İslam uygarlığı bir devlet üzerine kurulu değildir. Yeni dünya düzeninde Çin’in şahsında “devlet-uygarlık” kutbunun varoluşunun neyle sonuçlanacağı ise, bu yüzyılda kendini gösterecektir.
Dr. Arastü HABİBBEYLİ