TÜRKİYE-KIBRIS İLİŞKİLERİNDE YUNANİSTAN VE KKTC’DEKİ CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNİN ADAYA ETKİLERİ

upa-admin 06 Mayıs 2015 3.517 Okunma 0
TÜRKİYE-KIBRIS İLİŞKİLERİNDE YUNANİSTAN VE KKTC’DEKİ CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNİN ADAYA ETKİLERİ

Türkiye Cumhuriyeti ve Kıbrıs adası ilişkileri, hem iki ülke, hem de bölgenin istikrarı açısından önem arz etmektedir. Uluslararası ilişkilerdeki hassas denge doğrultusunda, Türkiye’nin KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilişkilerinin ele alınacağı bu yazıda, Yunanistan ve KKTC’deki son seçimler sonrası gelişen kamuoyu ve yönetim katındaki değişikliklerin, Türkiye ile ada ilişkileri açısından yansımaları üzerinde durulacaktır.

Kıbrıs adası, tarihin ilk zamanlarında itibaren insanlık için önemli bir toprak parçası olmuştur. Kıbrıs, Sicilya ve Sardinya’dan sonra Akdeniz’deki üçüncü büyük adasıdır ve tarih boyunca birçok devletin egemenliği altına girmiştir. Ayrıca, söz konusu devletlerin Akdeniz ticareti ve savunması için de elzem bir konum teşkil eder. Osmanlı Devleti, adayı 1570 yılında fethetmiş ve idareyi kendi eline almıştır. Kıbrıs’ın fethi, Osmanlı Devleti’nin Doğu Akdeniz’e tümüyle egemen olmasına imkân sağlamıştır. Adanın İngiliz boyunduruğuna girmesi, 93 Harbi sonrası Osmanlı Devleti’nin Birleşik Krallık yardımını sağlama amacı doğrultusunda gelişir ve Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’dan taraf girmesiyle, İngiltere adayı ilhak eder. Lozan Barış Antlaşması’nda Türkiye, adadaki İngiliz hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalır. Ada, 1959 Londra Antlaşması ile bağımsız ve federatif bir birim haline gelir, ancak de jure olarak devam etse bile, 1974 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin Garantör Devlet olarak kullandığı ve adadaki Türklerin selameti için giriştiği Barış Harekâtı sonrası 1975 yılında kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilanı ile sona erer. Bu tarihten itibaren ve 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de kurulması ile, daha derinleşen adadaki bölünme, günümüze kadar devam eder.

Türkiye Cumhuriyeti’nin adanın kaderinde tekrar rol oynamaya başlamasının, 1959 yılında Londra Antlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ve Türkiye’nin, İngiltere ve Yunanistan ile birlikte adanın “Garantör Devlet”lerinden olmasıyla mümkün hale geldiği düşünülebilir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması, İkinci Dünya Savaşı’nda sonra güçten düşen ve hâkimiyeti altındaki ülkeleri ne ekonomik, ne de siyasi açıdan yönetmekten yoksun hale gelen Birleşik Krallık tarafından, adadaki karışıklıklar da göz önünde bulundurularak kararlaştırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ve Yunanistan, adadaki kültürel ve tarihi ilgilerini korumak ve Kıbrıs adası üzerindeki jeostratejik çıkarları dolayısıyla, birbirleriyle çatışan duruma gelmişlerdir. Adadaki Rum grupların ve Yunanistan’ın dolaylı ve ya doğrudan Kıbrıs Türklerini terörize eden eylemleri sebebiyle, bu çatışma, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile en üst seviyeye yükseldi. 1983 yılında kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk ve tek ülke Türkiye oldu. Bu tarihten itibaren ne Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıdığını, ne de Yunanistan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıdığını açıkladı. Adadaki fiili bölünmüşlük, dünya kamuoyu tarafından biliniyor olsa da, ada Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altında türlü uluslararası organizasyonlara üyedir. Son olarak, 2004 Annan Planı’nın yapılan bir referandum sonucunda kabul görmemesi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin fiilen bölünmüş bir şekilde Avrupa Birliği’ne tam üye olması, Türkiye Cumhuriyeti’ni aday ülke olarak zora sokmuş ve Türk kamuoyu nezdinde AB’ye olan güveni sarsmıştır.

Kıbrıs adası, daha önce de değinildiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti ve Yunanistan açısından önem arz eder. Bu önem, hem kültürel, hem ekonomik, hem de jeostratejiktir. Ada, konumu sebebiyle tarih boyunca ticaret ve güvenlik açısından önemli rol oynamış ve bu önemi Türkiye ile Yunanistan da bilmektedir. Her iki ülke de adayı kendi nüfuzuna dâhil etmek istemişse de, ada üzerinde şu ana kadar her ikisi de başarısız durumdadır. İki ülkenin doğasında pürüzlü olan ilişkileri, adadaki sorun sebebiyle de derinleşmiştir. 1990’lardan itibaren yürütülmeye çalışılan birleşme müzakerelerini, Yunanistan ve Türkiye Cumhuriyeti çok yakından takip etmektedir. İki ülkenin tutumu, ülkelerindeki kamuoyu ve siyasi erklerin ideolojileri doğrultusunda gelişir ve müzakerelere etkide bulunur. Yunanistan, GKRY’yi ya da kendi tabiriyle Kıbrıs Cumhuriyeti’ni “göz bebeği”[1] olarak görürken, Türkiye Cumhuriyeti için ise KKTC “yavru vatan”dır. Bu yavru, yaklaşık 40 senedir Türkiye’ye ekonomik olarak bağımlıdır. Zira uluslararası arenada KKTC tanınmadığı için, ekonomik ambargo ile karşı karşıyadır ve gelirinin bir kısmını turizmden kazanan KKTC, Türkiye Cumhuriyeti’nden ekonomik destek sağlamaktadır. Bu şartlar altında, Kuzey Kıbrıs halkı, 2004 senesinde Birlemiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın sunduğu planı oylamıştır. Plan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş anayasası ve antlaşmaları bazı değişikliklere uğratarak, yürürlükte olacak şekilde eşit iki federe devletin, birkaç önemli meselede federal devlete haklarını devretmesi olarak özetlenebilir. Plan, ada genelinde yapılan referandum sonucunda kabul görmemiştir. Planın reddi ve GKRY’nin Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB’ye tam üye olması, çözümü hem çıkmaza sokmuş, hem de karşılıklı güvensizliği derinleştirmiştir. Günümüze kadar süren sorun, KKTC ve Yunanistan’daki yakın zaman önceki seçimler sonucunda ise farklı bir noktaya taşınmaya adaydır.

Yunanistan’da 2011 yılında başlayan borç kriziyle ve dönemin hükümetinin IMF ve Avrupa Birliği’nden yardım istemesi ve kemer sıkma politikaları sebebiyle, Yunan halkının iktidardaki partilere olan güveni  azalmış ve son olarak 2015 Ocak ayında yapılan seçimler, Radikal Sol Koalisyon’un (SYRIZA) ilk parti çıkarak hükümeti kurmasına sebep olmuştur. Syriza’nın bu hızlı yükselişini, ekonomik krize ve AB’nin Yunan halkına reva gördüğü kemer sıkma politikalarına bağlamak basite kaçmak olsa da, Syriza zaferine giden sürede kurulan dinamikler çoğunlukla AB karşıtlığı, popülizm ve anti-kapitalizm olarak sayılabilir. Yunanistan hükümeti, iç politikada sosyalist söylemler geliştirirken, dış politikada da anti-kapitalist ve bağımsız duruşunun olduğu, en azından Başbakan Aleksis Çipras’ın söylemlerinde görülür. Ancak Kıbrıs konusunda, Syriza’nın şimdiye kadar Yunan milliyetçi görüşünden farklı bir noktada olmadığı, bazı açıklamalarla anlaşılmış bulunulmaktadır. Çipras ilk dış ziyaretini GKRY’ye yaparak, verdiği demeçlerde klasik Yunan politikasını devam ettireceğinin sinyalini vermiştir. Dış politika öncelikleri arasında yer alacağı belli olan Kıbrıs’ta Rum tezlerini savunan Çipras, Barbaros Hayrettin Paşa Gemisi’nin Kıbrıs’ın egemenlik haklarını çiğnediğini belirtmiştir.[2] Ayrıca Yunanistan’ın garantiler konusunda bir değişikliğe gidilmesi gerektiğini düşündüğü, Dış İşleri Bakanı Nikos Kotzias’ın demeçlerinde görülmektedir.[3] Yunan Dış Politika Konseyi’nde konuşan Kotzias, “çağdışı garantilerin kaldırılması” gerektiğini savunmuştur. Düşüncesini daha da açan Kotzias, Türkiye’nin garantörlüğünü kötüye kullandığını, Kuzey Kıbrıs’ı baskı altında tuttuğunu ve bunun sona ermesi gerektiğini belirtmiştir.[4] Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin askerlerinin adadan ayrılması gerektiğini söyleyen Kotzias, ayrılmadıkları takdir adada bağımsız, egemen ve toprak bütünlüğü korunmuş bir Kıbrıs’tan bahsedilemeyeceğini ileri sürmüştür. Ancak bu takdirde, AB ve uluslararası topluluk korumasında bir Kıbrıs Cumhuriyeti’ne kavuşabileceklerini de sözlerine eklemiştir. Ancak biliyoruz ki; garantiler, Türkiye’nin üstünde ısrarla durduğu bir konudur. Geçmiş deneyimlerden ötürü, Türkiye Cumhuriyeti Garantörlük Antlaşmasına son derece ihtiyaç duyan bir konumdadır. Türkiye askeri de, adadaki barışın temel unsuru olmuştur. Bu şartlar altında, Türk-Yunan ilişkilerinin normalleşmesinin, özellikle Kıbrıs üzerinden düşünüldüğünde, yakın zamanda görülmesi zor olacaktır.

Yunanistan, Kıbrıs adasının birleşmesini ve Yunanistan ile yakın ilişkiler içinde olmasını istemektedir. Bu, ilk bakışta masumane bir düşünce gibi görülmektedir. Ancak özellikle son zamanlarda GKRY’nin Yunanistan’ın desteği ile Rusya ve İsrail ile Doğu Akdeniz’de KKTC’nin de münhasır ekonomik bölgesini içine alan sondaj çalışmaları sebebiyle, hem iki ülke, hem de Türkiye ve Yunanistan’ın ilişkileri gerilmiştir. Ayrıca 29 Nisan 2015 tarihinde Güney Lefkoşa’da gerçekleştirilen Yunanistan-Mısır-GKRY arasındaki üçlü zirveden de anlaşılacağı üzere, Yunanistan, Kıbrıs ile ilişkilerini enerji, güvenlik ve istikrar çerçevesinde ele almakta ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’yi zorlayıcı bazı hamleler yapmaktadır. Bu stratejik işbirliğine, belki ilerleyen zamanlarda İsrail’i de katabilecek olan Yunanistan, AB ile sorunlu ilişkilerini bölge ülkeleriyle dengelemek, enerjisini Türk Akımı’na bağımlı kılmamak ve ekonomik olarak rahat bir nefes almak arayışındadır. Bu konuda Fileleftheros gazetesi, “Güneydoğu Akdeniz’deki jeostrateji konusunda olup bitenlerin ve Yunanistan’ın aktif olarak katılımının, Başbakan Çipras’ın taahhüdü”[5] olduğundan söz etmiştir. Bunun yanı sıra, Kıbrıs’taki çözüm konusunda ise, ada halkının gerçek karar verici olması gerektiğini ve üçüncü ülkeler ile yabancı devletlerin çözümü zorlaştırıcı rol oynadığını açıklayan SYRIZA’ya bağlı fraksiyonlardan Yunanistan Komünist Organizasyonu’nun üyesi Errikos Finalis[6], Türkiye’yi adada “işgalci” olarak gördüklerini belirtmiş ve GKRY-Yunanistan-Mısır işbirliğinin, sadece Doğu Akdeniz’deki ekonomik ve ticari ilişkileri düzenlemek amacında olduğunu belirtmiştir. Ancak işbirliğinin detaylarına inildiğinde görülüyor ki; İsrail ve ABD, bu bölgede önemli roller üstlenecektir. Ayrıca zirvenin sadece ticaretten ibaret olmadığı, güvenlik, enerji ve istikrar eksenlerini de içine kattığı bir gerçektir. Sosyalist ve anti-kapitalist Syriza’nın başını çektiği hükümetin, Doğu Akdeniz bölgesinde İsrail ve ABD ile işbirliği içine girmesi, başta mantıksız gelse de, dış politikada çıkarların esas olduğu gerçeğini bir daha vurgulamakta yarar vardır.

Syriza’nın başarısı, tüm Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de bir hayranlık yaratmış ve bazı yazarlar Syriza modelinin Türkiye’ye uygulanıp uygulanamayacağını tartışır olmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti, yeni hükümeti tebrik etmiş ve Syriza ile dostluk ve işbirliği içinde olmak istediklerini söylemişlerdir. Bu hayranlık, kuşkusuz Kuzey Kıbrıs’ta da mevcuttur. Zira kendini sosyal demokrat olarak addeden ve Annan Planı’nı destekleyen liderlerden biri olan Mustafa Akıncı, Cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci turda oyların % 60’ını alarak KKTC’nin 4. Cumhurbaşkanı olmuştur. Akıncı’nın seçilmesinden memnuniyet duyan Rum Yönetimi, olumlu mesajlar vermiş, hatta Akıncı’nın ilk görüşmesinin Rum lider Anastasiadis ile olacağı haberleri çıksa da, daha sonra KKTC Cumhurbaşkanlığı yetkilileri tarafından bu haber yalanlanmıştır.[7] Akıncı ve Tayyip Erdoğan arasındaki kısa süreli polemiğin de gösterdiği gibi, Akıncı, seleflerinin aksine Türkiye ile ilişkilerinde daha eşit ve GKRY ile çözüme odaklanmış bir tutum sergileyecektir. Akıncı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tepkisinden sonra “Kardeş Türkiye” söylemini açmak için verdiği röportajda, Türkiye ile yakın ilişkilerinden vazgeçmeyeceklerini, ancak KKTC’nin artık kendi ayakları üstünde kalması gerektiğini belirtmiş ve kendi üslubuyla “Hep yavru mu kalalım? Hiç büyümeyelim mi?” demiştir.[8] Bülent Arınç ve Akıncı’nın 30 Nisan’da yaptığı ortak basın açıklamasında, Akıncı’nın ortaya attığı ve Erdoğan’ın tepki gösterdiği “Kardeş Türkiye” söylemi biraz yumuşatılmış gözükmektedir. Abi-Kardeş laflarının büyüklük ya da küçüklük göstermekten ziyade, sıcaklık ve samimiyet gösteren sözcükler olduğunu belirten Arınç, Türkiye’nin KKTC’ye her zaman farklı bir biçimde yaklaştığını ve yaklaşacağını belirtmiştir.[9] Arınç’ın bu demeçleri, Erdoğan’ın açıklamasından sonra Başbakan Davutoğlu’nun da yaptığı açıklamayla paralellik arz edip, ikili ilişkileri yumuşatmaya yöneliktir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs’taki hak ve menfaatlerinden vazgeçecek midir? Böyle bir şey, yakın tarihte mümkün gözükmemektedir. Türkiye’nin Kıbrıs resmi tezinin, iki eşit ve kurucu devletin oluşturduğu bir birleşmeye razı olup, adadaki ekonomik ve siyasi nüfuzunu stratejik olarak devam ettirmek istemesi şeklinde kestirilebilir. Zira Kıbrıs gibi coğrafi açıdan önemli bir adanın, özellikle birleşme sonucu Türkiye’nin üye olmadığı AB’ye üye olması ve bölgede çatıştığı İsrail ve Mısır gibi ülkelerle ittifak kuracak olmasının, Türkiye nezdinde sorun teşkil etmesi kaçınılmazdır. Adadan gelecek bu tarz adımlar, Türkiye’yi çevreleme olarak algılanıp, Türkiye’nin bölgede agresif tavırlar takınmasına neden olacaktır.

Akıncı’nın müzakerelere hangi şartlar getireceği ve neler savunacağının ipuçları ortaya çıkmaya başlamaktadır. Akıncı, müzakereci olarak KKTC Dışişleri Bakanı Özdil Nami’yi atamış ve kendisinin “Çözüm ve AB odaklı bir müzakere gerçekleştireceğine inandığını” belirtmiştir.[10] Özdil Nami, uluslararası camiada “ilerici” olarak görülmekte ve hükümet tarafında da çözüm müzakerelerini Kıbrıs Türk halkı açısından en yararlı şekilde yürüteceğine inanılmaktadır. Bununla birlikte, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Eide de, Akıncı’nın görüşmesinde Cumhurbaşkanı Akıncı’nın göreve gelmesini “son on yılda mevcut en iyi fırsat” olarak değerlendirmiştir.[11] Bu olumlu havanın, şüphesiz Kıbrıs sorununa yansıması faydalı olacaktır. Akıncı’nın göreve gelir gelmez yaptığı bu görüşme ve müzakerelerin, Mayıs ayının ikinci haftasında başlayacağı haberleri, Kıbrıs’taki yeni erkin çözümden yana olduğunu göstermektedir. Kıbrıs Türk halkının da çözümden yana olduğu, 2004 referandumundan bellidir. Türkiye’nin tutumu ise, Dış İşleri Bakanı Çavuşoğlu’nun belirttiği gibi müzakereleri kolaylaştırıcı mı olacaktır, yoksa Türkiye klasik tezlerine sadık kalıp, kırmızı çizgilerini mi öne sürecektir? Güney Doğu Akdeniz’de KKTC’nin münhasır bölgesine de girecek olan sondaj çalışmaları ve Yunanistan’ın bölgede yeni ittifak çabaları, Türkiye’yi çözüm yolunda daha savunmacı ve tutucu kılacaktır. Zira Çavuşoğlu’nun demecinde, Güney Doğu Akdeniz’de herhangi bir ortak enerji arayışına Türkiye’nin de davet edilmesi gerektiği belirtilmiştir[12] Anlaşıldığı üzere, Türkiye Cumhuriyeti, kendisi için hayati önem arz eden Güney Doğu Akdeniz Bölgesi’nde her türlü çıkarını sonuna kadar savunmaya kararlıdır. Bu menfaatini, hem yumuşak güç ile, hem de kas gücüyle yapacak gibi görünmektedir.

Kıbrıs adası, son zamanların belki de en hareketli zamanını yaşamaktadır. Bir yandan çözüm müzakereleri kaldığı yerden devam edecek gibi görünürken, bir yandan da adada enerji kaynaklarının bulunmasıyla münhasır ekonomik bölge çekişmeleri ve bu bölgenin nasıl kullanılması gerektiği bir sorun haline gelmiştir. Sorunun parçasını oluşturan Türkiye, Yunanistan, KKTC ve GKRY arasındaki sorunlu ilişkiler, KKTC’de yapılan seçimlerle ikinci plana itilmiş ve olumlu rüzgârlar esmeye başlamışsa da, Yunanistan ve Türkiye’nin dış politika konusunda, özellikle de Kıbrıs nezdinde klasik tutumlarının devam etmesi, bu olumlu rüzgârın kısa süreli olacağının sinyalini vermektedir. KKTC’deki yeni Cumhurbaşkanı’nın çözüme yönelik tavrı, AB’yi ve uluslararası camiayı sevindirmiş ve bu yüzden, belki de çözüme son on yıldır ilk defa çok yaklaşıldığı üzerinde durulmaktadır. Tabii ki iki garantör devlet olan Türkiye ve Yunanistan’ın da tezleri önemli olup, şu aşamada ortak noktada buluşmaları zor görünmektedir. KKTC’deki çözüme dayalı hevesin, Türkiye’nin menfaatleri gereği savunduğu tezler bağlamında düşünüldüğünde, “Abi-Kardeş” ilişkisinin KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı’nın ilk günden Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile girdiği negatif diyalog da hesaba katılırsa, ilişkilerde pürüz çıkarması olasıdır.

Basri Alp AKINCI

[1] http://www.gundemkibris.com/kasulidis-yunanistan-ile-kibrisin-iliskileri-gozbebegi-gibi-110128h.htm.

[2] http://www.stratejikhaberler.com/tsiprastan-turkiyeye-kibris-elestirisi/.

[3] http://www.gundemkibris.com/eide-akinci-gorusmesi-rum-basininda-113896h.htm.

[4] http://www.kpdailynews.com/index.php/cat/35/news/4385/PageName/CYPRUS_LOCAL_NEWS.

[5] http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/58/news/161539/PageName/GUNEY_KIBRIS.

[6] http://www.gazeddakibris.com/syrizali-errikos-finalis-kibris-sorunu-ve-ana-yavru-tartismasini-degerlendirdi.

[7] http://tr.sputniknews.com/avrupa/20150429/1015236017.html.

[8] http://tr.sputniknews.com/politika/20150427/1015202838.html.

[9] http://www.konhaber.com/yeni/haber-335649-GUNCEL-Akinci-Arinc_ortak_basin_toplantisi.html.

[10] http://www.kuzeypostasi.com/haber/sukru-sina-gurel-annan-plani-tezgahi-yeniden-sahneleniyor/8050/.

[11] http://www.gundemkibris.com/eide-akinci-gorusmesi-rum-basininda-113896h.htm.

[12] http://www.gazeteci.tv/kibris-icin-yunanistan-ve-turkiye-tesvik-edici-adimlar-atmali-205193h.htm.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.