GÜNEY ÇİN DENİZİ’NDE GERGİNLİK TIRMANIYOR

upa-admin 01 Kasım 2015 3.006 Okunma 0
GÜNEY ÇİN DENİZİ’NDE GERGİNLİK TIRMANIYOR

Çin’in küresel etkisini arttırmasına ve ABD ile müttefiklerinin Güneydoğu Asya’daki ekonomik ve siyasal çıkarlarına yönelik ciddi bir meydan okuma girişimine başlamasına paralel olarak, bölgedeki tarihsel öneme haiz problemler de sıklıkla gündeme gelmektedir. Bu sorunlardan en önemlisi ve acil bir mahiyet arz edeni ise “Güney Çin Denizi”nin paylaşımına ve statüsüne ilişkin olarak yaşanan gerginliktir.

Güney Çin Denizi, adından da anlaşılacağı üzere Çin’in güneyinde yer alan, Pasifik Okyanusu’nun bir kolu olarak görülebilecek ve Akdeniz’den biraz daha büyük bir su alanını oluşturmaktadır. Pasifik ve Hint Okyanusları arasında bir geçiş alanı oluşturmakta olan bu deniz, dünya deniz ticaret filosu yıllık tonajının % 50’den fazlasının geçtiği Malakka, Sunda ve Lombok Boğazları’nı bünyesinde barındırmaktadır. Malakka Boğazı’nın, Hürmüz Boğazı’ndan sonra enerji ulaştırması anlamında dünyanın en önemli ikinci geçiş noktası olduğu ve ihtiyaç duyduğu petrolün % 55’ini ithal eden (bunun da % 51’i Ortadoğu, % 24’ü ise Afrika’dan tankerlerle gelmektedir, dolayısıyla Malakka Boğazı’ndan geçmektedir) Çin’in, “petrolü” bu boğaz aracılığıyla ve Güney Çin Denizi üzerinden kendi topraklarına ulaştırdığı dikkate alındığında, bölgenin ne denli stratejik olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Nitekim Malakka Boğazı-Güney Çin Denizi bağlantısı üzerinden, 2015 yılı itibarıyla günde 15 milyon varilin üzerinde ham petrol taşınmaktadır. Çin’in 2013 yılı itibarıyla ABD’yi geride bırakarak dünya petrol ithalatında ilk sıraya oturması da Güney Çin Denizi’nin stratejik önemini açıkça betimleyen bir husustur. Bu denize, Çin’in “devlet olarak tanımadığı” Tayvan da dahil toplam 10 ülkenin kıyısı bulunmaktadır. Bu ülkelerden en önemlileri ise Filipinler, Endonezya, Malezya, Vietnam, Singapur ve Brunei’dir.

Güney Çin Denizi, aynı zamanda sahip olduğu zengin petrol ve doğalgaz rezervleri ile bilinmektedir. Denize kıyısı olan ülkeler arasındaki paylaşım sorunları giderilemediği için, bahsettiğimiz bu rezervin istenilen şekilde kullanılabildiği ise söylenemez. Bu denizde yer alan ve statü tartışmasının tam olarak ortasında konumlanmış Spratly Adaları’nın güneyinde ve yine aynı pozisyonda olan Paracel Adaları’nın kuzeyinde yer alan bölgede 7 milyar varil petrol ve 25,5 trilyon metreküp doğalgaz rezervi bulunduğu belirtilmektedir. Bu rakamlar, yalnızca şimdiye değin keşfedilebilen rezervleri göstermektedir. Gerçek rakamın bu oranın çok üzerinde olabileceğine dair yorumlar da yapılmaktadır. Yani Güney Çin Denizi, yalnızca bir enerji aktarım hattı değildir. Aynı zamanda zengin petrol ve doğalgaz yataklarına da sahip ve dünya ticaretinin en az 1/3’ünün gerçekleştirildiği bu deniz, daha önce de bahsettiğimiz üzere, dünya deniz ticaret filosu toplam tonajının da yarısından fazlasının geçtiği bir su yoludur. Güney Çin Denizi’nin bir diğer özelliği ise, balıkçılık anlamında çok zengin kaynaklara sahip olması ve özellikle “endüstriyel balıkçılık” için çok uygun bir konuma sahip olmasıdır.

Bu denizin, bugün, önemli bir sorun alanı haline gelmiş olmasının en önemli nedeni ise kıyıdaş ülkelerin birbirleriyle ve özellikle Çin ile yaşadığı paylaşım sorunları ve Çin’in, bu denizin önemli bir bölümünü kendisine ait olarak görmesi ve bunu “tek taraflı” söylemler/eylemler ile ortaya koyması neticesinde, “serbest ticaret” ve “denizlerde ulaşım serbestliği” başta olmak üzere birçok liberal ilkeyi zedeliyor olmasıdır. ABD’nin, aynı zamanda bir Asya-Pasifik aktörü olduğu ve son dönemde Çin’in büyümesinden rahatsız olarak, Pekin’in gücünü azaltabilecek ya da en azından kontrol altında tutabilecek (dengeleyecek) girişimlerde bulunmayı hedeflediği dikkate alındığında, Güney Çin Denizi’nin Çin’in kontrolü altına girmesine izin vermek istemeyeceği ortadadır. Üstelik Çin’in dışında, bu denize kıyısı olan ülkelerin neredeyse tamamı, gerek Çin tehdidi nedeniyle, gerekse de tarihsel ve ekonomik sebeplerle ABD’nin müttefiki olmuş durumdadır ve Washington, bu ülkeler üzerinden Çin’e yönelik bir “çevreleme (containment)” stratejisi izlemeye çalışmaktadır. Çin ise, bu durumun bilincinde olduğundan ve ABD’nin lideriğindeki Batı hegemonyasına “karşı” bir duruş geliştirmek için öncelikle kendi yakın çevresinde etkili bir aktör olması gerektiği gerçekliğinden de hareketle, Güney Çin Denizi’nde “savunmacı” değil Mearsheimer’in altını çizdiği “saldırgan” (ofansif) realizm ekseninde bir duruş sergilemektedir.

Çin, Güney Çin Denizi’nde, 1947 yılında ilan ettiği ve “Dokuz Çizgili Harita” adı verilmiş olan “U Şeklindeki” bir deniz alanının tarihsel olarak kendisine ait olduğunu ve bu nedenle imzalamış olduğu 1982 tarihli “BM Deniz Hukuku Sözleşmesi”ne aykırı olmasına karşın, bu deniz alanını kendi egemenlik alanı içerisinde gördüğünü belirtmektedir. Aynı iddia, Tayvan tarafından da kendi lehinde dillendirilmektedir. Halbuki BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre, bahsedilen bölge Filipinler, Vietnam ve Malezya gibi ülkelerin 200 millik “münhasır ekonomik bölge”lerinin de içerisinde bulunmaktadır. Bu bağlamda, özellikle Filipinler, Çin’in egemenlik iddiasını kabul etmemekte ve bu denizi “Batı Filipinler Denizi” olarak ilan ederek Çin ile karşı karşıya gelmektedir. Manila, bu konuda özellikle ABD’nin desteğini beklemekte ve BM ile ASEAN nezdinde de girişimlerde bulunmaya çalışmaktadır. Çin’in egemenlik iddiasında bulunduğu bölgede yer alan Spratly Adaları, özellikle petrol ve doğalgaz rezervleri anlamında zengindir. İrili ufaklı en az 170 tane olduğu ifade edilen adaların en önemlileri olarak görülen 12’sinde Çin’in askeri varlığı bulunmaktadır. Bunun dışında, daha önemsiz (özellikle enerji anlamında) olarak görülen 2 ada Tayvan’ın, 25’i Vietnam’ın, 8’i Filipinler’in ve 5’inde de Malezya’nın askeri varlığı konumlanmıştır. Çin, üzerinde egemenlik kurduğunu ilan ettiği Spratly Adaları ile Paracel Adaları’nın da “kıta sahanlığı”na sahip olduğunu ilan ederek deniz alanını genişletmeye çalışmaktadır. Bu durum, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne de aykırı bir durumu oluşturmaktadır. Nitekim 1982 tarihli bu sözleşmeye göre, devletler 12 millik bir karasuları sınırı, 200 metre derinliğe değin varan bir kıta sahanlığı ve 200 millik bir münhasır ekonomik bölgeye sahiptirler. Spratly ve Paracel Adaları ise, Çin’in kıta sahanlığının dahi dışında yer almakta ve diğer kıyıdaş ülkelerle birlikte Çin’in münhasır ekonomik bölgesinde yer almaktadır. Yani normal koşullarda, bu adaların hiçbir ülkenin egemenliğine tabi olmayan ve zenginlikleri de kıyıdaş ülkelerde paylaşılan bir konuma sahip olmaları gerekir. Ne var ki, Çin’in soyut bir anlayışı yansıtan “tarihsel hak” iddiası üzerinden yansıttığı tavır, diğer kıyıdaş ülkeleri de olumsuz yönde etkilemekte ve serbest ticaret ile deniz ulaşım hürriyetine ciddi sınırlamalar getirmektedir.

Son dönemde, Filipinler, Vietnam, Tayvan ve Malezya ile Avustralya’nın yoğun şikayetlerine ve ABD’nin “şiddetle karşı çıkmasına” karşın, Çin’in, Spratly Adaları ve çevresinde çeşitli askeri tesisler inşa etmekte, liman ve altyapı kurma çalışmalarını hızlandırmakta ve hatta adaları silahlandırma yönünde hamleler dahi yapmaktadır. Bunun yanı sıra, Çin’in, yine bu adalar çevresinde yer alan “sığlıklarda” (Yongshu, Subi, Nanxun, Dongmen ve Meiji sığlıkları) liman ve uçak pistlerine sahip “yapay adalar” inşasına başlamıştır. Böylece tartışmalı bölgedeki Çin varlığı daha ileri boyutlara vardırılmaya çalışılmaktadır. 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre, “yapay adaların” deniz içerisinde 500 metrelik bir güvenlik bölgesine de sahip olduğu unutulmamalıdır. Çin, bu tarz hamlelerinin yanı sıra, diğer kıyıdaş ülkelerin Güney Çin Denizi’nde enerji arama-tarama faaliyetlerine izin vermek istememekte (özellikle Vietnam-Hindistan ortaklığı çerçevesindeki girişimlere müdahale etmeye çalışmakta), bu denizde gördüğü “yabancı gemileri” durdurup arama kararı almakta ve özellikle Vietnam, Filipinler, Hindistan ve ABD olmak üzere, bu denize giriş yapan çeşitli ülkelere ait ticaret ve savaş gemilerini çeşitli yollardan “taciz” etmektedir.

Çin’in bu saldırgan tavrı, ABD tarafından kendisine yöneltilen “çevreleme” stratejisini aşabilme yönünde bir eylemlilik olarak görülebileceği gibi, çok kutuplu bir dünya sistemini inşa edebilme ve bu bağlamda da ABD ile müttefiklerinin “sistemsel hegemonyasını” sorgulama girişimi olarak da değerlendirilebilir. Nitekim Çin, tıpkı Rusya gibi, çok kutupluluk ekseninde inşa edilmiş yeni bir dünya düzeni oluşturmak istemektedir. Bu bağlamda, her iki ülke de, öncelikle kendi bölgelerinde gücü tartışılmaz bir hegemon olabilme hedefini ortaya koymuş durumdadır. Güney Çin Denizi, Çin’in stratejik üstünlüğünü beraberinde getiren “ekonomik büyümenin” altyapı unsuru olan “enerji kaynaklarının” güvenli bir şekilde Çin anakarasına ulaşması açısından önemli olduğu gibi, aynı zamanda Çin’in “arka bahçesini” oluşturmaktadır. Çin, kendisine yönelebilecek güvenlik risklerinin özellikle Güney ve Doğu Çin Denizi üzerinden gelebileceğini hesap etmektedir. ABD’nin uyguladığı çevreleme stratejisinin yanı sıra, “Güneydoğu Asya”yı dış politikasının esas yönelim noktasına oturtması, Washington’un Güney Çin Denizi’nde dengeli bir yapı kurulabilmesini “ulusal çıkarları” içerisinde görmesi ve bu bağlamda bölge ülkeleri ile Japonya ve Avustralya güçlerinin de dahil olduğu askeri tatbikatlar düzenlemesi Pekin’i rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlığın, önümüzdeki dönemde daha da artması ve uluslararası sistemin yapısını ve işleyişini “derinden” etkileme kapasitesi taşıyan bir krizin yaşanması ihtimaller dahilindedir.

Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.