HAMİT BOZARSLAN’DAN ‘ORTADOĞU’NUN SİYASAL SOSYOLOJİSİ’

upa-admin 08 Kasım 2016 3.021 Okunma 0
HAMİT BOZARSLAN’DAN ‘ORTADOĞU’NUN SİYASAL SOSYOLOJİSİ’

Kitabın Künyesi: Hamit Bozarslan, Ortadoğu’nun Siyasal Sosyolojisi: Arap İsyanlarından Önce ve Sonra, Çeviren, Melike Işık Durmaz, İstanbul: İletişim Yayınları, 2016.

ortadoğunun siyasal sosyolojisi hamit bozarslan

Kitap kapağı

Hamit Bozarslan, öncelikle kitabın önsözünde ihtilal tipolojilerini kategorize eder ve akabinde önsözün odak noktasında yer alan Tunus ve Mısır’da başlayan isyanları ayrıntılı şekilde ele alır. Bu iki ülkenin Arap coğrafyasında istisna olan özelliklerine değinen Bozarslan, bu istisnaların ilk nedenlerini sosyal ve siyasal yapılara bağlar.

Bu iki devletin tarihsel olarak merkezileşmeyi başardıklarını vurgulayan yazar, ikinci neden olarak ülkenin siyasi yapısıyla çelişkili olan açık bir toplum yapısı olduğunu vurgular. Bu konuda, Batı ile etkileşim halindeki üniversiteleri, ülkelerdeki turizm potansiyelini ve televizyon faktörünü ele alarak, bu toplumların kaynayan bir yapıda olduğunu bize aktarır. Bozarslan, ihtilallerin mevcut değerleri yapboza uğrattığını ve başka siyasal aktörlerin çıkışına olanak tanıdığından bahseder. Bu aktörlerin en önemlisini de Ortadoğu için “sokak” olarak niteler. Tunuslu seyyar satıcının kendini yakmasının sıradan insanları bir anda kolektif bir aktör yaptığının altını çizer.

İhtilalleri biraz daha açan Bozarslan, domino etkisine değinir. Domino etkisinin yönetilenleri radikalizme yaklaştırırken, yönetenlerin mevcut statükoyu korumak için kriz mühendisliğine başvurmak zorunda kaldığını ifade eder. Ortadoğu ile ilgili gözlemlerinde sol hareketlerin başarısızlığına da yer veren Bozarslan, bunun temel sebebini halktan kopmasına ve halka söyleyecek sözünün kalmamasına bağlar. Bu nedenle, solun İslamcı ideoloji gibi hegemonya kurmasının olanaksız olduğundan bahseder.

İlk bölümde Ortadoğu’nun oluşumuna bakan Bozarslan, bu oluşumun salt İslam merkezli okunmayacağını özellikle vurgular. Ortadoğu’nun genişlemesine kısaca değinir ve tarihsel bir döngüyle olayları okumaya çalışır. 1919-179 yıllarını iki uzun tarihsel döngü olarak değerlendiren yazar, ilk döngü olarak Türkiye’deki Kemalist Devrim’e ve İran’daki Şah dönemine odaklanır. Batılılaşmanın güçlü olduğunu vurgular.

İkinci döngüyü 1948 yılında İsrail’in kurulması süreciyle başlatan yazar, Filistin’deki Nakbaya ve Arap coğrafyasındaki siyasi yapının altüst oluşuna değinir. 1979 sonrasını üç ayrı onar yıl olarak ele alan Bozarslan, 1979’da Mısır’ın İsrail’i tanımasıyla Pan-Arabizm’in çöktüğünü belirtir. 1979-90 yılları arasında gerçekleşen İran Devrimi’nin Ortadoğu’nun dışarıdan ihraç etmediği kendi damarından çıkan bir devrim oluşuna vurgu yapar. 1990 sonrası on yıllık döngüde ise, Körfez Savaşı’na ve Sovyetlerin Afganistan’ı işgaline yer verir. Sovyetlerin yenilgisinin İslamcı militanları güçlendirdiğine vurgu yapan yazarın son döngüyü başlatma noktası ise 11 Eylül saldırısıdır. Bu süreçte, intihar saldırılarının yoğunlaştığına odaklanır. Terörizmle mücadelenin Ortadoğu’yu genişlediğine vurgu yapar.

İkinci bölümde Ortadoğu’daki paradigmalara eleştiriler getiren Bozarslan, bölgenin tarihselliğini arka plana iten modernist yaklaşımla bölgeyi salt İslami bileşimle okumaya çalışan karşıt yaklaşımların hatalarını öne çıkarır. Modernist yaklaşımın, ekonomik ve toplumsal eşitsizlikleri soyutlayarak açıklamasının gerçeklikten bir kopuş olduğunu belirtir. Aynı zamanda İslamcı okumanın da 1920-1970 yılları arasındaki sol ve Batılılaşma kaynaklı hareketlerle ele alınmadığında gelişimsiz ve kısır olduğunu anlatır.

Üçüncü bölümde, devletleri ve siyasal sistemleri açıklayan Bozarslan, devletin yekpare bir organ olarak değil, bir alan olarak algılanması gerektiğini belirtir. Devleti bir güce, zor kullanma ve mobilizasyon becerisine haiz bir oluşum olarak görür. Bu bölümde totalitarizm ve otoritarizm kavramlarına da değinen Bozarslan, Ortadoğulu rejimleri genel olarak seçimle gelmeyen hukuki kontrol mekanizmalarından uzak veya muaf, yüksek düzeyde yürütme gücüne sahip otoriter rejimler olarak ele alır. Totalitarizmin Ortadoğu’da sık görülmediğini belirten yazar, sadece istisna olarak Irak’ta 1979’dan 1994 yılına kadar olan Saddam rejimini öne çıkarır.

Dördüncü bölümde devletlerin otoriter yapısına karşı direnç ve direniş mekanizmalarına değinen yazar, özellikle 1980-2000 yılları arasında yeni direniş biçimlerinin ve farklı siyasal söylemlerin devletle doğrudan karşılaşmadan mikro ölçekli mobilizasyonlarla ortaya çıktığını belirtir. Bu durumun daha az risk barındırdığını da anlatan yazar, bu direnişin iktidara açıktan bir tehdit taşımadığını ve daha az görünürlük kazanma noktasında olduğunu ifade eder.

Beşinci bölümde, yazar, cemaat kavramını ele alır. Cemaatlerin salt yapı sökücü bileşime indirgenmeden kendi özgüllüğü ve tarihselliği içinde incelenmesini ister. Cemaatler arası ayrılıkların ve şiddetin ortaya çıkmasının nedenlerini mevcut cemaatlerin ibadet yerleri ve mezarlıklarının teminat altına alınmaması olarak açıklar. Cemaatler ve mezheplere ayrılarak yaşayan Lübnan devletini örnek veren yazar, bu durumun Maruniler, Sünniler ve Şiiler arasında savaşlara neden olduğunu açıklar. Bozarslan, Ortadoğu’da azınlık grupların baskı ile iç düşman olarak konumlandırıldıklarını ve bu iç düşmanların hukuki açıdan bir statüye sahip olmadıklarını aktarır.

Bozarslan, kitabının son bölümünde ise kuşak olgusu, kuşaklar arası aktarımı ve yaş ayrımının getirdiği farklılıkları tanımlar. Öncelikle kuşak kelimesinin kavramsal açıklamasını kısaca yapan yazar, Ortadoğu’da bir kuşağın tamamının siyasal olarak muhalefete meyil etmesinin ender olarak görüldüğünü belirtir. Kuşak kadar beden kavramının da siyasal bir anlam ifade ettiğine değinen yazar, bedenin siyasal sistemin ve iktidar ilişkilerinin bir parçası olarak tanımlandığını aynı zamanda gereksinim halinde şiddete başvurmanın da meşru bir simgesine dönüştürüldüğünü de anlatır. Ortadoğu’da yaştan dolayı bir hürmet ve meşruiyete sahip olmanın önemli olduğuna değinen Bozarslan, buna rağmen coğrafyanın 20. yüzyılda yaşlılıktan gençliğe doğru bir geçiş yaptığını ifade eder. Ortadoğu’dan örnekler veren yazar, gençlik vurgusunu 30 yaşında El Fetih’i kuran 40’ına geldiğinde ise FKÖ’nün lideri olan Yaser Arafat ile somutlaştırır. Yazar, 1979’dan sonra gençlik yerine yaşlı ve yıpranmış beden kültünü ön plana çıktığına ve şiddetin kendini artık feda eylemleriyle tarif ettiği negatif içeriğe atıf yapar. Yaşlı ve yıpranmış beden kültünü de yine Arafat üzerinden veren yazar, aynı zamanda Usame Bin Ladin ve Abdullah Öcalan’ın beden kültlerinin geçmiş mücadelelerin izini yansıttığını ve kişileri feda eylemine çağırdığını ifade eder.

Hamit Bozarslan’ın “Ortadoğu’nun Siyasal Sosyolojisi” kitabı, teorik özelliğiyle ön plana çıkmaktadır. Ortadoğu’yu tarihsel döngüler halinde okumaya çalışan yazar, geniş bir zamanı ele alması nedeniyle konulara makro ölçekli yaklaşarak her bir olayın kendine has özgüllüğünü ve tarihsel derinliğini kaçırma tehlikesiyle karşılaşır. Aynı zamanda tarihsel döngüleri savaşlarla ayıran yazar, bu savaşları ayrıntılı değil birer cümleyle anlatarak genelleme yapma yoluna girer.

İsmail Uğur AKSOY

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.