TRUMP’IN YENİ MONROE DOKTRİNİ POLİTİKASI VE LATİN AMERİKA’YA ETKİSİ: VENEZUELA ÖRNEĞİ

upa-admin 03 Eylül 2017 2.253 Okunma 0
TRUMP’IN YENİ MONROE DOKTRİNİ POLİTİKASI VE LATİN AMERİKA’YA ETKİSİ: VENEZUELA ÖRNEĞİ

ABD Başkanı Donald Trump’ın seçim sürecinde ve sonrasında dile getirdiği politikalar, hem kendi ülkesini, hem de küresel dengeleri önemli ölçüde etkiledi. Trump’ın dış politikaya dair “bizim ne işimiz var Suriye’de ve Irak’ta, biz kendi iç işlerimize bakalım” ve “bundan sonra ABD ordusunu uzak diyarlarda demokrasi inşası için kullanmayacağız” sözlerinin yanı sıra Venezuela’ya askeri operasyon düzenleme sinyali vermesi, ABD’nin 21. yüzyıla uygun bir Monroe Doktrini’ni hayata geçirme politikasının olduğunu akıllara getirmektedir. Ancak 21. yüzyıldaki Monroe Doktrini, 19. yüzyıldaki doktrine nazaran daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Bu kapsamda, Latin Amerika’da Rusya’yı, Çin’i ve sol yönetimleri istemeyen ABD, Güney Çin Denizi’nde Çin’i ve Ortadoğu’da da çıkarlarına aykırı hareket eden yönetimleri hizaya getirmeye çalışacaktır.

Peki, Trump’ın yeni Monroe Doktrini politikası Latin Amerika’yı nasıl etkilemektedir? Özellikle 1999 yılında Venezuela’da Hugo Chavez’in iktidara gelmesiyle, Latin Amerika’nın “kesik damarları”ndan ABD karşıtı sosyalist-milliyetçi bir ideoloji sızmaya başlamış, ABD’nin bölgedeki etkinliği kırılmış ve bölge ülkeleri bilinen dünyaya eklemlenmelerinden bu yana iç ve dış siyasette ilk defa bu kadar uzun süreli bağımsız karar imkanı elde etmiştir. Ancak son dönemlerde yaşanan olumsuz gelişmeler, yeni Monroe Doktrini’ne geçiş sürecinde Latin Amerika ülkelerindeki sol iktidarların tasfiyesinin yarattığı sancılı bir dönem olarak görülebilir. Bununla birlikte, küreselleşmenin etkisiyle Rusya ve Çin’in Latin Amerika’daki etkinliklerini arttırması süreci, kimin kazanacağını muallak hale getirmektedir.

Latin Amerika Tarihinde Chavez Etkisi

Latin Amerika ülkelerinin 1800’lü yıllarda bağımsızlıklarını kazanmasından sonra Avrupa ve ABD’ye olan ekonomik bağımlılıkları devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Latin Amerika ülkelerinde ABD yanlısı ve karşıtı gruplar arasında açık bir şekilde rekabet yaşanmaktaydı. Rekabet sürecinde bir ülkedeki iktidar, ABD karşıtı bir grubun eline geçtiği zaman yönetimi devirmek için darbe, suikast, iç çatışma veya terör faaliyetleri ön plana çıkmaktaydı. Bu saldırılar karşısında siyasi grup ya alaşağı edilmekte, ya da ülkedeki iç karışıklık devam etmekteydi.

1990 sonrası SSCB’nin çökmesi liberalizmin temel hakim ideoloji olduğuna dair iddiaları güçlendirdi ve ABD tek hakim güç oldu. Artık AB ve ABD için komünist tehlike çökmüştü. Asya kıtasında sosyalist blok çökse de, ABD’nin arka bahçesinde sol örgütler liberal sistem içinde hareket etme yeteneği kazanarak seçimlerde elde ettikleri başarılar sayesinde iktidara gelmeye başladı. Bunun ilk örneği, Venezuela’da eski asker Hugo Chavez oldu. Geçmişte başarısız bir darbe girişiminin liderliğini yapan Chavez, meşru bir şekilde iktidara geldi.

Venezuela’nın yeni lideri Chavez, bir süre sonra ABD karşıtı söylemler geliştirmeye başladı. Aynı zamanda diğer ülkelerdeki sol grupları destekleyerek Latin Amerika’da ABD karşıtı ruhun canlanmasını sağladı. Bununla birlikte, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ve Çin’in yükselen güç olmasıyla, ABD, Latin Amerika’yı ikinci plana attı ve böylece bölgedeki sol düşüncenin gelişmesi için uygun ortam oluştu. Neticede ise Arjantin, Brezilya, Şili’nin de dahil olduğu 15 Latin Amerika ülkesinde sol partiler iktidara geldi. Latin Amerika’da yaşanan bu gelişmeler neticesinde, kapitalist ABD tekrardan arka bahçesine yönelmek zorunda kaldı. Çünkü artık Sam Amca’nın arka bahçesinde Rusya ve Çin top oynamaya başlamıştı.

Günümüzde Yaşananlar

Dünya ekonomisinde petrol fiyatlarının düşmesi, Latin Amerika’da sol liderlerin popülist söylemlerinin etkisini yitirmesi, sağcı muhalefetin artık alt ve orta gelire sahip kesimlere hitap etmesi, ABD’nin tekrar bölgeye önem vermeye başlaması, Küba-ABD görüşmeleri nedeniyle sol düşünceye olan inancın etkisini yitirmesi, Rusya’nın son dönemlerde Suriye konusuna yoğunlaşması gibi gelişmeler bölgedeki sol iktidarlar için olumsuz sonuçlar doğurdu. Ayrıca Chavez’in hayatını kaybetmesi sonrası Latin Amerika ülkelerini bir araya getiren lider görevini henüz hiç kimsenin üstlenmemiş olması, zayıf bağlarla kurulmuş olan bölgesel birlikteliği dağılma noktasına getirdi. Bölge ülkelerinin bulunduğu zor şartların yanı sıra, ABD’nin Afganistan ve Irak işgallerinin maliyetli olması ve bölge bataklıklarına saplanması bu ülkeyi yeni taktikler izlemeye itti. Bir ülkedeki ABD karşıtı siyasi yönetimleri değiştirmek için iç karışıklık (Venezuela), rüşvet ve yolsuzluk iddiaları (Arjantin, Brezilya), yargı darbeleri (Brezilya), askeri darbe girişimleri (Honduras) gibi yöntemler devreye sokuldu. Bugünlerde ABD karşıtı birçok Latin Amerika ülkesi bu saldırıların yarattığı sorunlarla boğuşmaktadır.

Chavez iktidara gelmeden önce Venezuela’da neoliberal politikaları savunan iktidara karşı sol ideolojiyi benimseyen gruplar, yerliler, melezler ve fakir halk, El Caracazo isyanını başlatmıştı. Bu isyan, genel olarak neoliberal politikaların etkisiyle yaşanan pahalılık nedeniyle patlak vermişti. ABD ise sağcı siyasi iktidarı desteklemekteydi. Bugünlerde ise bu tablonun tam tersi bir durum hakimdir. İktidarda sosyalist olduğunu belirten bir parti bulunmaktadır. El Caracazo’da olduğu gibi halk sokaklara dökülmüş durumdadır. Ancak şimdilerde sokaklara dökülen kesim sağcı, çoğunluğu beyaz, orta gelir seviyenin üzerinde gelire sahip ve ABD yanlısıdır. Ülkede isyanın temel nedeni olarak siyasi baskı ve ekonominin kötü olması gösterilmektedir. ABD ise, siyasi iktidarın karşısında sokağa dökülenleri ve muhalefeti desteklemektedir. Hatta Trump, Venezuela’da yaşananlar karşısında askeri müdahalede bulunabileceklerini dile getirdi. Bu noktada, Trump’ın bir yandan “ABD ordusunu, uzak diyarlarda demokrasi inşası için kullanmayacağız” sözlerini söylerken, diğer yandan Venezuela’ya askeri müdahale mesajı vermesi, Latin Amerika’nın Trump tarafından açık bir şekilde “arka bahçe” olarak görüldüğünü göstermektedir.

ABD, Latin Amerika’da istediği amaçlara ulaşmak ve bölgeyi tekrar arka bahçesi haline getirmeyi arzulamaktadır. Ayrıca bölgenin sömürülmesi ve Rusya ile Çin’in bölgede etkin olmasının önüne geçilmesi için iktidar değişiklikleri ve yeni Monroe Doktrini’nin uygulanması ABD için zaruridir. Ancak küreselleşmenin ön planda olduğunu günümüzde, ABD’nin bu politikayı nasıl hayata geçireceği akıllarda çeşitli sorulara neden olmaktadır. Yine de Rusya ve Çin, ABD’nin amaçlarını engellemek ve Latin Amerika’daki etkinliklerini devam ettirmek için en kısa zamanda bölge ülkelerine gerekli desteği vermelidir. Rusya’nın bu kapsam da örnek olarak Venezula’ya ekonomik yardım yapması, hem bu ülke yönetimi, hem de bölgedeki sol yönetimler için bir umut olacaktır. Buna ek olarak, Rusya’nın atacağı böyle bir adım bölgeyi açıkça Rusya-ABD çekişmesinin ana alanlarından biri haline dönüştürebilir. Bu nedenle, Latin Amerika’da yaşanmakta olan çatışmaların ve siyasi istikrarsızlıklarının belli bir dönem daha devam edeceği anlaşılmaktadır.

Emrah KAYA

Süleyman Demirel Üniversitesi Doktora Öğrencisi

Amerika Araştırmaları ve Terör Uzmanı

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.