Giriş
Göç, kişilerin gelecek yaşantılarının tamamını veya bir kısmını geçirmek üzere, sürekli ya da geçici bir süre için bir yerleşim yerinden bir başkasına yerleşmek amacıyla yaptıkları coğrafi yer değiştirme olayını kapsayan sosyal bir değişim sürecine verilen isimdir. Ulusal ve uluslararası göç olgusu tarih boyunca toplumların ve bireylerin yaşamını ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, psikolojik bakımdan çok yönlü ve karmaşık bir şekilde etkilemiş ve halen daha etkilemektedir.
Göçün Temel Nedenleri
Göçün temel nedenlerine baktığımızda; hızla endüstrileşen bölgelerde ortaya çıkan işgücü ihtiyacı ile ekonomik güçlükler içinde bulunan bölgelerde sosyal, siyasal ve ekonomik yaşam koşullarının iyileştirilmesi ihtiyacı, insanların büyük bir bölümünün savaş, iç savaş, etnik ya da dini çatışmalardan, siyasi baskılardan ya da katlanılamaz orana ulaşan yoksulluk sebebiyle hayatlarını kurtarmak ve iyi yaşam koşullarına sahip olmayı istemeleri gelmektedir.
Göç Kuramları
Göç çalışmalarına yöntemsel açıdan bakıldığında ise, temelde iki farlı yönelimden bahsedilebilir. Bunlar:
1-) Göç olgusunun sonuçlarını ve etkilerini araştırarak göçün makro düzeyde dinamiklerini ortaya koymayı hedefleyen çalışmalar,
2-) Göçü yaşayanların, göç deneyimine, bu deneyimlerin bireyin dünyasındaki anlamına ve algısına odaklanan ve daha çok mikro düzeyde ayrıntıları ortaya koymayı hedefleyen çalışmalardır.
Uluslararası düzeyde, göç olgusunun gelişim aşamalarıyla doğru orantılı bir çizgide göç kuramları geliştirilmiştir. Göç ya da işgücü göçün değerlendirilmesinde, özellikle “Modernleşme ve Gelişme Kuramı” ve “Merkez-Çevre İlişkileri Kuramı” olmak üzere iki kuramdan bahsedilmektedir.
Modernleşme ve gelişme kuramına baktığımızda; sürekli bir gelişimi esas alan bu yaklaşım, göç akımının farklı toplumlar ya da toplumsal sistemlerdeki ekonomik gelişime analizine paralel olarak “itme” ve “çekme” faktörlerini vurgulamaktadır. Bu kurama göre, endüstrileşmiş ve gelir düzeyi yüksek olan ülkelerin göçmen işçilere çekici geldiği belirtilmektedir. Bu nedenle, işçiler ve içerisinde bulunduğu siyasal ve sosyal yapıdan memnun olmayan kişilerin bu bölgelere doğru hareketliliği göçün “çekiş” nedenlerini oluşturmaktadır. Göç veren ülkelerde yoğun şekilde izlenen işsizliğin, fakirliğin, ekonomik yönden gelişmemenin ve geciken sanayileşmenin ise göçün başlıca “itme” nedenleri olduğu belirtilmektedir. Yine bu kurama göre, göç, iş ve daha yüksek statü arayan bireylerin gönüllü olarak yaptıkları tercihlerden kaynaklanan bir olay olarak kabul edilmektedir. Yaklaşım, ayrıca iş, eğitim vb. nedenlerle başka ülkelere giden bireylerin mesleki becerilerini geliştireceklerini, modern değerler kazanacaklarını ve mesleki ve teknik alanda kazandıkları bilgi ve becerilerini geliştirerek kendi ülkelerinde geri dönüşüm olarak kullanacaklarını savunmaktadır.
Bir diğer kuram olan “Merkez-Çevre İlişkileri” kuramına baktığımızda ise; bu kuramın gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasındaki istismara dayanan ilişkileri vurgulayan alternatif bir yaklaşım olduğu anlaşılmaktadır. Bu yaklaşıma göre; göç, modernleşmeyi ve gelişmeyi sağlayan bir mekanizmadan ziyade, göçmen işçi gönderen ülkelerdeki iş gücü kaynaklarının gelişmiş ülkeler yararına kullanılmasına yaramakta ve gelişmekte olan ülkelerin sosyal-ekonomik gelişmelerini olumsuz bir biçimde etkilemektedir. Bu görüşe göre, göç alan devletler kalifiye işgücünden başka göç hareketlerine razı değillerdir. Kalifiye veya yarı-kalifiye işgücüne sahip kişiler tarafından gerçekleşen göç olaylarından sadece göç alan devletler faydalanmaktadır. Merkez-Çevre kuramcıları, Modernleşme kuramcılarının aksine kişilerin gittikleri ülkelerde mesleki-teknik eğitim alanlarını ve tasarruflarını ülkesinin ekonomisinin gelişmesinde kullanmadıklarını ve gittikleri toplumun değerlerinden fazla etkilenmediklerini belirtmektedir.
Göçün Ekonomiye Etkisi
Göç olgusunun, işgücünün üretimini daha etkin kılacak şekilde yeniden dağıtması, kişilerin kullanabileceği fırsatların sayısını arttırması, kişilere mesleki ve sosyal hareketlilik sağlaması ve kişinin kendi yeteneklerini geliştirebilme imkânını sağlaması nedeniyle ekonomiye pozitif yönde bir ivme kazandıracağı düşülür. Fakat göç eden işgücünün kırsal kökenli oluşu ve genellikle niteliğinin düşük olmasının onları “razı olucu” karar vermeye zorlaması, özellikle kırdan kente göçenler için maliyet-fayda analizinin kabaca yapılması, beklenti düzeyi düştükçe razı olma davranışının ön plana çıkması, kendi hünerlerine uygun fırsatlardan haberlerinin olmaması ve iş bulurken “akraba çoğaltanı” faktörünün etkili olması gibi sebepler, gelişmenin pozitif yönlü ivmesinde negatif yönlü etki yaratmaktadır.
Göç olayı sosyolojik ve psikolojik olarak ele alındığında, üzerinde durulan olgu mesafedir. Göç veren ve göç alan birimler arasındaki fiziksel, ekonomik ve kültürel uzaklık iç ve dış göç ayrımının en temel farkı olduğu gibi, göçün psikolojik ve sosyal boyutlarda ele alınmasında da en önemli ölçüttür. Bireylerin göç ettikleri yerde yaşamlarını kolaylaştıracak en önemli araç ise dildir. İç göçte, göç edilen yerde meydana gelecek sosyal ve ekonomik farklılıklar dil ortaklığı nedeniyle kırılmaya ve yumuşamaya yatkın olsa da, dış göçte en önemli sorun göç edilen yerde meydana gelecek sorunları ifade edeceğin dilin ortak olmaması da bu etkenler arasında yer almaktadır.
Göç Alan Ülkelerde Alt Kültür-Üst Kültür İlişkisi
Alt kültür, göçmenlerin göç ettikleri toplum yapısına ayak uyduramaması sonucunda oluşan kimliklerdir. Alt kültürler egemen kültürlerle uyumsuzluk gösterirse, milli yapıda çözülmeler veya kültürel yozlaşma meydana gelir. Alt kültürler, hâkim kültür özelliklerinden ayrı olarak yeni kimlikler kazanır. İki sosyal dilim arasında oluşan iletişim kopukluğu, sosyal farklılıklar nedeniyle daha da büyür. Oluşan bu alt ve üst kültür, kişilerin özellikle sosyal yaşamlarını ve psikolojilerini etkilemektedir. Kültürel şok kuramına göre, kültürel farklar bireyin uyum güçlüğü çekmesine neden olmaktadır. Eğer içine girilen yeni çevre kendi kültürüne benziyorsa daha az, benzemiyorsa daha fazla uyum sorunu ile karşılaşılmaktadır. Sosyal izolasyon kuramına göre ise, göç bireyin sadece fiziki ayrılışı değildir. Aynı zamanda bireyin alıştığı bir dizi haklardan, kurallardan ve duygulardan uzaklaşması anlamına da gelmektedir. Eğer kişinin göç ettiği yer hayal ettiğinin çok ötesinde ise, alıştığı ortamdan ayrı kalması yalnızlık, yabancılaşma ve kendini değersiz görme gibi duyguları yaşamasına neden olabilmektedir.
Sonuç olarak, oluşan alt kültüre bağlı olanlardan bazıları kendini ekonomik ve sosyal anlamda yükseltmiş olsa da, bu göçmenlerin sayıca çok az bir kısmını oluşturmakta ya da alt kültüre ait kişilerin üst kültüre yaklaşmaları uzun zaman almaktadır. Bunun karşısında hayatını idame ettirmek için çok düşük ücretlere çalışmış, çevresini, eşini, işini kaybetmiş bir insan topluluğu söz konusudur. Hatta ailesiyle göçmek zorunda kalanların geleneksel aile yapıları da bozulmakta, çocuklarda uyuşturucu kullanımı ve yasal olmayan yollardan gelir elde etmeye karşı bir yöneliş görülmektedir. Bu durumda:
- Göç sonucu belirli bölgelere yığılan insanların gelecek ile ilgili güvenleri azalmaya başlar.
- Büyük umut ve beklentilerle göç eden kitleler beklentilerini karşılayamayınca büyük hayalkırıklığı yaşarlar.
- İşsizlik ve enflasyon sebebiyle, ekonomik gücü, toplumsal durumu, rolü ve yeri bozulan insanlar patlamaya hazır bomba gibidir. Patlamaları toplumsal kargaşa ve yozlaşma meyana getirir.
- Varlıklı kesimlerin kendilerinden çok farklı hayat tarzı ve kültürlerini görüp anlamaya çalışırlar.
- Kaybolmamak için kendilerini korumak amacıyla içlerine daha çok kapanırlar.
Sonuç ve Öneriler
Göçmen, alıştığı iklim, çevre, kültür, dil farklılığından ötürü herşeye yabancılaşırken, kişinin bilinçli ya da bilinçsiz geride bıraktığı yakınlarının yokluğu nedeniyle ve onları bırakmasından ötürü yalnızlaştığı görülür. Göçmen, genel olarak geçmişte bıraktığı şeylerin yokluğunu hissederek, göç ettiği yerde bulunmayan ve göç etmek için ayrıldığı yerdeki herşeyi özler. Bütün bunlar, göçmen kişinin bir yere ait hissetme duygusunu elinden almaktadır. Bu durumu takriben, yaşadığı toplum içinde güvensizlik oluşur. Göçmen, eski toplumunda sahip olduğu doğal ve önemli olan yargılarının yeni toplumda anlamsızlaştığını görür. İki toplumun değer yargılarında yaptığı kıyaslama, göçmenin iç dünyasında ve aile yaşamında çelişkilere sebebiyet verir. Özellikle kişinin güveni üzerinde etkiye sahip olan dilin değişmesi kişiyi aşağılık psikolojisine ve zayıflığa iter, hemşerileriyle ve kendilerine yakın hissettikleri gruplarla vakit geçirmek isterler. Bir yandan kimlik ve kişiliklerini korumaya çalışırlar; ancak diğer yandan göç ettikleri kültürü anlamaya çalışmak ile kalmayıp, onlar gibi yaşamak, giyinmek, davranmak, konuşmak, para kazanmak isterler. Onlar gibi yaşayacak para ve imkanlara sahip değillerse, saldırganlaşır, hırsızlık yapar ve suç işlerler. Topluma küser ve ahlaki değerlerini kaybederler. Sayıca artmaları sonucunda da toplum dokusu için tehdit meydana getirirler. Bunun sonucunda ise, daha fazla dışlanırlar. Bu durum, kültürler arası bocalamaları ve çatışmaları hızlandırır.
Göç edenlerin özellikle hemşerileri ve kendilerine din, mezhep ya da etnik nedenlerle yakın hissettikleri gruplarla vakit geçirmeleri bir dayanışma ortamı oluşturması açısından müspet bir olgu olarak değerlendirilebilir. Ancak böyle bir durumda da sosyal bütünlüğün gerçekleşmesi tehlikeye girer. Kitlesel göç edenler, zincirleme göç sürecini yaşayanlar ve özellikle daha iyi standartlarda yaşamak amacıyla göç etmelerine rağmen bu standartları yakalayamayanlar psikolojik bir boşluğa düşerler. Bu boşluğu doldurabilecek, kendilerine destek olabilecek akraba ya da yakın ilişki kurabileceği birilerini bulamamış ve bu ilişkilerden dışlanmışlarsa, yoksullukla boğuşur duruma gelirler. Sonuç olarak, yoksulluktan kurtulmak için göç edenlerin yoğun olduğu mahallelerde hem 18 yaşından küçük hem de iş-konut piyasasında işleyen mekanizmanın dışında olan, yalnız kalan, yetişkin yaşta bir işi-mesleği olmayan kişilerden oluşan ve yoksullaşan bir grup meydana gelmektedir. Bu grup, toplumda kitlesel bir saldırgana dönüşmekte ve bir süre sonra toplumu tehdit eder duruma gelmektedir.
Değişim ve gelişim, toplum dinamiklerini zorlar. Bu nedenle, göçün çürümeye yol açtığı söylenmektedir. Nefret, kin, kabalık, dayanıksızlık ve kuşku zayıflığı ortaya çıkaran etkenlerdir. Zayıfların küskünlükleri ve tepkileri kendilerine yapılan haksızlıktan değil, sahip oldukları yetersizlik ve güçsüzlük duygusundan ötürüdür. Bu nedenle, zayıflık psikolojisi yardımlarla düzelmez. Bu, zaten kişiyi zayıflığa alıştırmaya çalışmaktır. Asıl öğrenilmesi gereken, ekmeğin, özgürlüğün ve gücün büyük umutlarla göçtükleri yerde kendi çabalarıyla nasıl elde edebilecekleridir.
Göçmen bireylerde karşılaştıkları zorluklar sonucu meydana gelen sorunlar ve bunların nedenleri incelendiğinde, bu sorunlara çözüm üretmekte bir o kadar kolaylaşacaktır. Özellikle göç alan gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin bu konular üzerinde yapacağı çalışmalar göç sürecinin iyi yönetilmesi, göçmenlerin doğru kaynaklara yönlendirilmesi ve karşılaştıkları güçlüklerle etkin bir şekilde baş edebilmesi açısından önemlidir.
Oğuzhan MANİOĞLU