“Azerbaycan! Azerbaycan!
Ey qehreman övladın şanlı Veteni!
Senden ötrü can vermeye cümle hazırız!
Senden ötrü qan tökmeye cümle qadiriz!
Üç rengli bayrağınla mesud yaşa!”
Giriş
Kafkasya bölgesinde bir türlü çözüme kavuşturulamayan ve dondurulmuş bir çatışma olarak lanse edilmesine karşın aslında “dondurulamayan” Ermenistan’ın Dağlık Karabağ işgali, yaklaşık 30 yıldır olduğu gibi Ermenistan’ın son dönemlerde Azerbaycan’a yönelik saldırıları ile tekrardan gündeme gelmiştir. Bu süreçte, Erivan yönetiminin ülke içerisindeki sosyal ve ekonomik sorunları perdelemek amacıyla bu saldırıları gerçekleştirdiği şeklinde bir yorum yapılmasının yanında, Azerbaycan’ın ise yıllardır işgal altındaki olan topraklarının artık geri verilmesini istediği belirtilmektedir.
Dağlık Karabağ Sorunu’nun temeline bakıldığında; mesele, başlangıç olarak Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen ardından Ermenilerin Karabağ’da hak iddia etmesiyle başlamış, 1991 yılında Ermenilerin başlatmış olduğu saldırılar ile Azerbaycan topraklarının yaklaşık % 20’si işgal edilmiş ve 1 milyona yakın Azerbaycan Türkü’nün yaşadıkları bölgeyi terk etmesi sağlanmıştır. Ermenilerin gerçekleştirmiş olduğu saldırılar üzerine, 4-5 Mayıs 1994 tarihinde Bişkek Protokolü adıyla bir ateşkes antlaşması imzalanmış; bu protokolle birlikte geniş çaplı saldırı ve operasyonlara son verilmiş olsa da, geçen senelere bakıldığında bu ateşkes yalnızca kağıt üzerinde kalmıştır.
Bu protokolün yanı sıra, uluslararası düzeyde Dağlık Karabağ Sorunu’na çözüm bulunmasını desteklemek için ayrıca 24 Mart 1992 tarihinde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Minsk Grubu’nu oluşturmuş ve grubun eşbaşkanlıklarını Rusya, Fransa ve ABD üstlenmiştir. Ancak sorunu çözmek hususunda oluşturulan AGİT Minsk Grubu da, bugüne dek herhangi bir sonuca ulaşılmasına aracı olamamıştır. Hatta bu grubun eşbaşkanlık görevini üstlenen Rusya, soruna çözüm arayışlarından ziyade sürecin daha belirsiz bir hâl almasına neden olmuştur. Bu duruma somut bir kanıt ise, eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Serkisyan’ın 2010-2018 yılları arasında Rusya’nın Ermenistan’a 50 bin tondan fazla silah gönderdiğini ifade etmesidir. Fransa ve ABD de, Minsk Grubu içerisinde Azerbaycan’ın topraklarını geri kazanmasından ziyade, statükonun korunması yönünde politikalar izlemişlerdir. Türkiye ise, bu süreçte uluslararası hukuk kuralları ve ilgili BMGK kararları gereği Azerbaycan’ın tutumuna destek vermiş ve Ankara, Azerbaycan topraklarının işgali sona ermedikçe Ermenistan ile diplomatik ilişki kurulamayacağını sık sık dile getirmiştir.
Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ Sorunu’nun Kökeni
Azerbaycan-Ermenistan çatışmasının kökenine bakıldığında; Sovyetler Birliği döneminde, Joseph Stalin’in Azerbaycan sınırları içerisinde bulunan Dağlık Karabağ’da bir Ermeni özerk bölgesi oluşturma kararı ile birlikte bu karar dahilinde farklı bölgelerden çok sayıda Ermeni’yi buraya yerleştirmesi olayların başlangıcı olmuş ve bu politikanın dramatik sonuçları 1990’lı yılların sonunda görülmeye başlanmıştır. Sovyetler Birliği’nin zayıflamasıyla birlikte, Ermeniler, Karabağ’ın Sovyet Azerbaycan’dan Sovyet Ermenistan’a devredilmesine ilişkin taleplerini dile getirmiş ve iki toplum arasındaki anlaşmazlıklar 1990’lı yılların başlarında bir savaş durumu halini almıştır. Rusların desteğini arkasına alan Ermeniler, 199 yılında Hankendi’ni, 1992’de Şuşa ve Hocalı’yı işgal etmiştir. Daha sonra, Laçın, Hocavend, Kelbecer ve Ağdere’yi ele geçiren Ermeniler, 1993’te Ağdam’a girmişlerdir. Ağdam’ı, Cebrayil, Fuzuli, Gubadlı ve Zengilan illerini de işgal eden Ermeniler, bu süreçte Azerbaycan Türklerine karşı katliamlar yapmışlardır. Bu süreç sonucunda Azerbaycan topraklarının % 20’lik kısmını işgal eden Ermeniler, bölgede bulunan 1 milyona yakın nüfusun yaşamlarını sürdürdükleri toprakları terk etmek mecburiyetinde bıraktı.
Uluslararası Alanda Gerçekleştirilen Çözüm Arayışları ve Minsk Grubu Eşbaşkanı Rusya’nın Ermenistan’a Desteği
5 Mayıs 1994 yılında imzalanan Bişkek Protokolü
Ermenilerin gerçekleştirdikleri katliamların artması ile beraber taraflar 4-5 Mayıs 1994’te, Bişkek’te, Bağımsız Devletler Topluluğu Parlamentolararası Meclisi, Kırgızistan Cumhuriyeti’nin Parlamentosu, Rusya’nın Federal Meclisi ve Dışişleri Bakanlığı’nın insiyatifiyle gerçekleştirilen görüşme sonrasında Bişkek Protokolü diye bilinen ateşkes mutabakatı imzalanmıştır. Bu protokole bağlı olarak, 12 Mayıs 1994 tarihinden itibaren tarafların ateşkes ilan etmesi ve karşılıklı saldırı düzenlemesinin yanında, “alıkonulmuş bölgeler”den kuvvetlerin çekilmesini ve altyapının yeniden hizmete sunulmasını, mültecilerin dönmesini sağlayacak mekanizmayı öngören güvenli, hukuksal olanaklarla donatılmış bağlayıcı bir anlaşmanın imzalanmasının sağlanması şeklinde bir anlaşmaya varılmıştır. Belgede yer alan “alıkonulmuş” ifadesi, Azerbaycan’ın ısrarları üzerine “işgal edilmiş” kelimesiyle değiştirilmiştir. Ancak bu protokole rağmen taraflar arasındaki çatışmalar devam etmiş ve protokol kağıt üzerinde kalmıştır.
Uluslararası arenada Dağlık Karabağ Sorunu’nun barışçıl bir şekilde çözülmesinin yollarının aranmasını teşvik amacıyla 24 Mart 1992 tarihinde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu’nu oluşturmuştur ve bu grubun eş başkanlıklarını Rusya, Fransa ve ABD üstlenmiştir. Belirli süreçlerde her iki ülkeyi de ziyaret eden ve yetkililer ile görüşmeler gerçekleştiren Minsk Grubu eşbaşkanları, taraflara yalnızca ateşkes ihlali yapmama uyarısında bulunmakla yetinmiştir.
Ermenistan eski Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan
Bu noktada Minsk Grubu eşbaşkanlık görevini üstlenen Rusya bir yandan çözüm grubu içerisinde yer alırken, diğer yandan da Ermenistan’a vermiş olduğu destekler ile süreci bulanıklaştırmıştır. Rusya, Ermenistan’a doğrudan silah hibe ederek ya da kredi ayırmış ve bunları Rusya iç piyasası fiyatından sattığı belirtilmiştir. 1997 yılında Rusya Federasyonu Federal Meclisi’nin alt kanadı Devlet Duması’nın Savunma Komisyonu Başkanı Lev Rokhlin’in hazırladığı rapor ile beraber 1993-1996 yılları arasında Rusya’nın Ermenistan’a 1 milyar dolarlık silah hibe ettiği ortaya çıkmış, öte yandan 2008 senesinde de Rusya’nın Ermenistan’a 800 milyon dolarlık silah hibe ettiği basında yer almıştır. Bu destekler hakkında eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan da 2010-2018 yılları arasında Rusya’nın Ermenistan’a 50 bin tondan fazla silah gönderdiğini açıklamıştır. Rusya ve Ermenistan arasında 2015 senesinde imzalanan kredi anlaşması ile Rusya silah alması için Ermenistan’a 200 milyon dolar kredi ayırmış ve bu kredi çerçevesinde Ermenistan Rusya’dan iç piyasa fiyatından silah almıştı. 2016 yılında yaşanan 4 günlük çatışmada Azerbaycan’ın bazı stratejik noktaları işgalden kurtarmasından sonra Rusya Ermenistan’a İskender-M füzelerini yerleştirmiştir. Bu tarihten 4 yıl sonra, 12 Temmuz 2020’de, Ermenistan Ordusu, sınırın Tovuz bölgesinde Azerbaycan mevkilerine top atışı dahil saldırı girişiminde bulunmuş, ancak Azerbaycan Ordusu’nun karşılık vermesi üzerine geri çekilmiştir. Bölgede çatışmalar halen daha (09.10.2020 itibariyle) devam etmekte olup, uluslararası sahnede ülkelerin duruma yönelik çeşitli açıklamaları yer almaktadır.
Uluslararası aktörlerden biri olan Türkiye, Rusya’nın büyük oranda desteklediği Ermenistan’a karşı Azerbaycan’ın tarihsel, siyasi ve askeri anlamda en büyük destekçisi konumunda bulunmaktadır. Çatışmaların başlamasının ardından Ankara’dan yapılan “Azerbaycan ne şekilde isterse, o şekilde destek verilecek” açıklaması Türkiye’nin yaşanan gerilimdeki pozisyonunu ortaya koyarken, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Rus mevkidaşı Sergey Lavrov ile yaptığı görüşme tansiyonun düşürülmesi için atılacak adımların Moskova kanalıyla atılabileceğini işaret etmekte olup ,Türkiye’nin çatışmanın diğer tarafı olan Ermenistan ile diplomatik ilişkileri bulunmamaktadır.
Bölgedeki bir diğer önemli güç olan İran ise, çatışmaların başlamasının ardından iki ülkeye de sorunların çözümü için arabuluculuk teklifinde bulunmuştur. Ancak İran’ın bölgedeki pozisyonunu değerlendirirken, ülkenin Azerbaycan ile olan uzun sınır hattı kadar, İran’ın kuzeyinde yaşayan nüfusun önemli bir bölümünün Azeri kökenli olduğunu ve İran’ın geleneksel dış politikasının burada ayrılıkçı bir hareket yaşanmasını engellemeyi önlemek üzerine kurgulandığını unutmamak gerekmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ise, Donald Trump yönetimiyle birlikte uluslararası sorunların çözümü konusunda ağırlığını günden güne kaybeden ABD, Güney Kafkasya’yı topyekün bir savaşın eşiğine getiren çatışmalar konusunda da net bir pozisyon almamaktadır. ABD Başkanı Trump, konuyla ilgili ilk açıklamasında “O bölgede çok iyi ilişkilerimiz var ve (çatışmaları) durdurabilecek miyiz bakacağız” ifadelerini kullanmıştır. Ancak ABD’de yaklaşan Başkanlık seçimlerinin hareketlendirdiği iç gündem, dikkatlerin Kafkasya’dan çekilmesine engel olabilir.
Türkiye’nin Dağlık Karabağ Sorunu’ndaki Tutumu
Türkiye, Kafkasya’yı ve yakın coğrafyayı derinden etkileyen krizin patlak verdiği ilk günden itibaren, uluslararası hukuk kuralları ve ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları gereği Azerbaycan’ın tutumuna destek verdi. Türk yetkililer, katıldıkları uluslararası toplantılarda Ermenistan’a işgale son vermesi yönünde çağrılar yaptı. Ankara yönetimi, Azerbaycan topraklarının işgali sona ermedikçe, Ermenistan ile diplomatik ilişki kurulamayacağını sık sık dile getirdi. Türkiye, her platformda, Dağlık Karabağ Sorunu’nun çözümünde Azerbaycan’ın kabulünün kendisinin de kabulü olduğunu ifade etti.
Dağlık Karabağ Özelinde Türkiye-Ermenistan İlişkileri
14 Ekim 2009 tarihinde, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın başkanlığında heyetler arası görüşme gerçekleştirilmiştir.
Türkiye, 1993 yılında Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarına yönelik saldırılarının artması ve Kelbecer bölgesinin de işgal edilmesinden sonra Ermenistan ile olan kara sınırını kapatmıştır. Aradan geçen 27 yıllık süreçte birçok resmi ve sivil toplum girişimi yaşanmış olsa da, Türkiye ve Ermenistan arasında diplomatik ilişki bulunmamaktadır. Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerinin normalleşmesi bakımından Dağlık Karabağ Sorunu’nun çözümü kilit rol oynamaktadır. Bu bağlamda, Türkiye, Dağlık Karabağ üzerindeki Ermeni işgalinin sona ermesini, bir devlet politikası olarak sınırın açılması ve ilişkilerin normale dönemi için şart koşmuştur. Uzun süren müzakere süreçlerinin ardından, 10 Ekim 2009’da İsviçre’nin Zürih kentinde dönemin Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Ermeni mevkidaşı Edward Nalbandyan tarafından, “Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasında Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol” imzalanmıştır. AGİT Minsk Grubu üyeleri Fransa, Rusya ve ABD’nin Dışişleri Bakanlarının da katıldığı imza töreni ve sonrasında özellikle Türk yetkililerin, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin kısa sürede normalleşmesini umdukları doğrultusundaki açıklamaları, meselenin durumuna dair uluslararası kamuoyunda beklentileri yükseltmiştir. Ancak sonraki süreçte protokol Dağlık Karabağ’da yaşanan olaylar nedeniyle askıya alınmış ve bu süreçte Türkiye-Azerbaycan ilişkileri de gerilmiştir.
Bölgedeki son durumu yansıtan bir harita
Sonuç olarak, Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun olarak Azerbaycan’a verdiği destek haklı ve yerindedir. Azerbaycan, kendisine ait olan toprakları almak için savaşmakta haklıdır. Önemli olan, bu mücadelenin işgalci unsurlara karşı verilmesi ve sivillere zarar gösterilmemesidir. Nitekim Ermenistan’ın en büyük destekçisi olan Rusya bile son yaşanan çatışmalarda sessiz kalmakta ve acele etmemektedir. Bu da, Batı yörüngesine girmeyen bir Azerbaycan’a, Rusya’nın, Dağlık Karabağ Sorunu’nun çözümü konusunda hak tanıyabileceğini göstermektedir. ABD’nin ilgisiz ve Fransa’nın Ermeni yanlısı tutumu ise, bu ülkelerin uluslararası hukukla ilgilenmediklerini ve sadece ulusal çıkarlarına göre hareket ettiklerini düşündürmektedir. Sonuçta, Türkiye, Kıbrıs, Dağlık Karabağ, Suriye, Libya, Irak ve diğer tüm coğrafyalarda uluslararası hukuka uygun hareket etmeye devam etmelidir. Bu şekilde, Ankara ile Bakü’nün önleri açık, gelecekleri parlaktır…
Oğuzhan MANİOĞLU