Bir süre önce gerçekleşen Rus ve Polonyalı dini otoritelerin tarihi buluşması uluslararası kamuoyunda önemli bir yer tuttu. Kremlin’in desteğini de arkasına alan Patrik Kirill, nüfusunun çoğunluğunu Katolik Slavların oluşturduğu Polonya’yı ziyaret eden ilk Rus Ortodoks Kilisesi patriği oldu. Kirill’in törende yaptığı konuşmada “iki kardeş ülkenin arasındaki köklü sorunları çözmek için dinin yardımcı olacağı” vurgusu, bu ziyaretin dini boyutundan çok siyasi rolünü açığa çıkardı. Rusya’da yönetim erkleri tarafından canlandırılmak istenen dinin rolü, uluslararası kamuoyunca ancak bu tarihi buluşma ile fark edilmiş olsa da, bu durumun Çarlık Rusyası’ndan (Sovyet molası haricinde) günümüz Rusyası’na değin araçsal bir derinliği vardır.
Rusya’da din ile devlet arasındaki ilişki Sovyetler döneminde olduğu gibi zaman zaman azalsa da, Çarlık dönemi ile paralel bir algı ile bugün de birçok açıdan etkisini göstermektedir. Rusya’da din ve devlet ilişkisinin iyi anlaşılması ve sağlam bir zemine yerleştirilebilmesi için, öncelikle bu ilişkinin tarihi süreçlerde geçirdiği evreleri, politik gücünü, teolojik harç misyonunu ve coğrafi etki alanlarına değinmek gerekir.
Bizans İmparatorluğu 10. yüzyılın ikinci yarısında Doğu Avrupa üzerinde etkin bir konumdadır. Zamanın şartları gereği kaçınılmaz olan dini dönüşüm süreçlerinde, güçlü olanın yanında olma eğilimi ile (tamamen siyasi nedenlerle) Rusların Bizans’ın Ortodoks Hıristiyanlığını benimsemeleri, kendileri ve Ortodoks dünyası açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Rusların Kiev Prensi Vladimir’in öncülüğünde Bizans’ın Hıristiyan Ortodoksluğunu ilk kabulü ile (M.S. 988’de) başlayan süreçten günümüze, din olgusu aslında sadece sistemin (iktidarın) kendi menfaatleri için kullanılan bir motivasyon aracı olmuştur.
Çarlık Rusyası’nda din ve devlet arasındaki “kutsal ittifakın”, sınırlı bir etnik veya kabile birlikteliklerinin ötesinde daha geniş topraklara ve toplumlara uzanabilmeleri için önemli bir rolü olmuştur. Rus ulusal kimliğinin dar etnik bir çizgiden ziyade daha geniş bir boyutta şekillenmesinde dinin çok ciddi bir etkisi vardır. Din etrafında ulusun şekillenmesi, dinin doğasından kaynaklı küresel misyoner motiflerin ön plana çıkmasına neden olmuştur. Ayrıca Rusların Bizansla olan bu dini ittifakları sonrası, Çarlık Rusyası’nda Avrupa ve Asya arasındaki Hıristiyan dünyasında sınır görevi üstlendikleri coğrafi konumları nedeniyle, adeta Hıristiyanlığın koruyuculuğu misyonunu üstlenen bir Rus yönetim algısı yaratılmıştır.
Sovyetler Birliği sonrası Rusya’da, dinin kilit görevlerinin yeniden aktifleşmesi için Boris Yeltsin ile başlayan devletin birçok alanındaki dini mobilizasyon seferberliği, günümüzde Vladimir Putin ve Dimitri Medvedev ikilisinin çabaları ile devam etmektedir. Bolşeviklerin Ekim devriminden 90 yıl sonra yeniden birleşen Rus Ortodoks Kiliselerinin bu bütünleşmesinde, Moskova merkezli bir Ortodoks dünyası idealindeki Vladimir Putin’in çabalarının çok büyük bir rolü vardır. Hatta öyle ki, Rus Ortodoks Kiliselerin bu birlik kararını bazı haber ajansları “Kilise Putin’le Birleşti” manşeti ile kamuoyuna duyurmuştur.
Ayrıca kanunlar nezdinde Rus Ortodoks Kilisesini resmiyette “Rusya’nın tarihi ve kültürel mirasının ayrılmaz bir parçası” olarak tanımlayan düzenlemeler gerçekleşmiştir. Dimitri Medvedev döneminde, yeni nesillerin din ile erkenden tanışabilmeleri için okullarda uygulamaya konulan kilise destekli seçmeli din dersleri ile beraber, ülkenin 18 ayrı bölgesinde pilot din eğitimi verilmeye başlanmıştır.
Rusya Federasyonu’nun temellerinin atıldığı 1991 yılından bu yana gerçekleşen hukuki değişiklikler ve üretilen toplumsal politikalarla, iktidarın sorgulanamaz gücünü dogmatik unsurlarla sağlamlaştırmak amacıyla, (Sovyet sonrası) büyük bir kısmı Ateist olan bir halkı dönüştürme niyeti vardır. Bu açıdan, sisteme sadakati sağlayıcı din olgusunun yeniden toplum katında önemli bir nitelik kazanması beklenmektedir. Böylece Çarlık mirası dirilip, dinin devlet ile vatandaş arasında kutsal bir dolgu vazifesini üstlenmesi öngörülmektedir. Ayrıca şu an birçok parçaya bölünmüş çeşitli devletlerden oluşan Slav halklarının birliğinin de, ancak dinin ümmetleştirici niteliği ile sağlanabileceği sanılmaktadır.
Rusya’da din ile devlet arasındaki bu “kutsal ittifakın” çıkar ilişkisi dışında, esasında din temelli köklü bir değişim ve Rus kamuoyunda henüz olgunlaşmış bir dini inanç söz konusu değildir. Buna karşın pragmatist Rus yönetim erki, dinin eski gücünü kazanıp yeniden topluma nüfuz etmesini amaçlamaktadır. Mevcut Rus devlet aygıtının dine karşı geleneksel yaklaşımında salt inanç odaklı bir ilişkiden ziyade, toplum üzerinde kontrol sağlayıcı etkisinden ötürü din olgusunun araçsal niteliği ön plandadır. Bu süreç içerisinde yasal güvence altına alınan ve çeşitli haklarla hareket alanı genişletilen din olgusunun, kilise destekli eğitim reformları sayesinde yönetim erki ile işbirliği içerisinde yeniden güçlenmesi hedeflenmektedir.
Özcan ÖĞÜT