Giriş
2017, Avrupa’nın pek çok ülkesinde seçim maratonun yaşadığı bir yıl oldu. Mart ayında Avrupa’daki seçim maratonun ilk ayağı Hollanda oldu. İslam, göç ve AB karşıtı söylemleriyle dikkatleri çeken aşırı sağcı Geert Wilders’in Özgürlük Partisi’nin (PVV), Başbakan Mark Rutte’nin lideri olduğu Halkların Özgürlük ve Demokrasi Partisi (VVD) karşı hezimete uğraması AB’nin rahat bir nefes almasını sağlamıştı. Nisan ve Mayıs tarihleri arasında Fransa’da yapılan olan Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde nefesler ikinci kez tutulmuştu. Cumhurbaşkanlık yarışında yine aşırı sağcı bir aktör olarak Ulusal Cephe (FN) Partisi lideri Marine Le Pen, merkez siyaseti ve liberalleri temsil eden Emmanuel Macron’a yenilmiş ve Almanya başta olmak üzere AB ikinci kez rahat bir nefes almıştı. Avrupa’nın merakla beklediği diğer bir önemli seçim ise hiç kuşkusuz Eylül’de gerçekleşecek Almanya genel seçimleriydi. Başbakan Angela Merkel’in mevcut göçmen politikalarına duyulan öfke nedeniyle 4. kez aday olup olmayacağı kamuoyunda tartışılırken, bu iddiaların aksine Başbakan Merkel adaylığını açıklayarak lideri olduğu Hıristiyan Demokrat Birliği Partisi (CDU) ile birlikte zorlu bir seçim maratonuna girmiştir.
2017 Almanya Seçimleri
24 Eylül 2017 tarihinde Almanya’da gerçekleşen federal seçimler sonucunda her ne kadar seçimin galibi Başbakan Merkel olsa da, 2013 seçimleri ile karşılaştırıldığında[1] (Tablo 1 & Tablo 2) büyük tabloda en çok kaybedenin Merkel olduğu, ayrıca Merkel ve partisi CDU’nun temsil ettiği muhafazakâr bloğun da 68 yıl sonra ilk kez bu kadar ciddi bir oy erimesine maruz kaldığı görülmektedir. Seçim sonuçlarının ardından bütün dikkatler koalisyon senaryolarına odaklanmışken, seçimin merkez siyasetin neden itibar kaybetmesinin yeterince sebepleri üzerinde durulmamakta ve bu nedenler iyi okunamamaktadır. 2008 Euro krizi ardından Merkel liderliğinde üç dönem boyunca Almanya ekonomisi ve istihdamı hiç olmadığı kadar istikrarlı seyir izlemiş[2] olsa da, seçimde tercihleri toplumsal adaletten çok kültürel çatışma ve göç gibi etkenlerin belirlediği görülmektedir.
Tablo 1
Tablo 2
Alman Seçmenin Partilere Oy Verme Modelleri
Son seçimler sonrasında, Alman halkının oy verme modeli daha da az öngörülebilir hale gelmiştir. Almanya’da din, Katoliklik ve Protestanlık demektir. Alman Katoliklerin CDU’ya oy verme olasılığı muhtemeldir, bu nedenle Baden-Württenberg gibi ağırlıklı ölçüde Katolik olan eyaletlerde seçmenler CDU’ya yönelmektedir. Nitekim CDU’nun Bavyera’daki kardeş partisi görünümündeki Hristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU), uzun bir dönem Katolik Bavyera’yı (Harita 1) tekelinde tutmaktaydı. Daha kuzeyde, büyük oranda Protestan olan “land”larda (eyaletlerde) ise genelde Sosyal Demokrat Parti (SPD) başarı (Harita 2) elde etmektedir. Almanya’da kırsal kesim ve küçük kasabalar, çoğunlukla CDU’ya oy vermektedir. Alman emekçileri ise -özellikle bir sendikaya üye olanlar-, çoğunlukla tıpkı İngiliz İşçi Partisi’ne olan bağlılık gibi daha çok SPD’ye sadıktır.[[3]] Kısacası, Almanya’da ideal-tip bir SPD seçmeni, kuzeyde bulunan büyük bir şehirde yaşayan bir Protestan emekçidir. CDU ile karşılaştırırsak, eşdeğeri ise, orta sınıf Katolik seçmen olabilmektedir. Liberal çizgideki Hür Demokrat Partisi (FDP), Protestan orta sınıfın bir kısım oyunu alırken (Harita 3), Alman Yeşiller Partisi’nin (Harita 4) genelde gençlerin oylarını aldığı görülmektedir. Aşırı sol çizgideki Sol Parti (Die Linke), zenginliğin dışında bırakıldığını hisseden Doğu Almanları (Harita 5) kendisine çekmektedir. En son olarak 2013 yılında kurulan ve dört yıl gibi kısa bir sürede % 13’lere oy almayı başaran aşırı sağcı veya popülist sağcı Almanya için Alternatif Parti (AfD) ise, Harita 6’da görüldüğü gibi doğu ve batı’dan (Tablo 3), yerleşik ve klasik partilerden yani CDU ve SPD’den oylarını kendisine çekebilmektedir. Örneğin; AfD, iktidar partisi CDU’nun Saksonya’daki üç seçim bölgesinden sandalye kazanmayı başarmıştır.[4]
Harita 1: 24 Eylül 2017 Almanya Federal Seçimlerinde CDU’nun kardeş partisi CSU’nun kalesi Bavyera eyaletinde aldığı yüzdelik oy oranı
Harita 2: 24 Eylül 2017 Almanya federal seçimlerinde SPD’nin güçlü ve zayıf olduğu eyaletler ve şehirler ve yüzdelik oy oranı
Harita 3: 24 Eylül 2017 Almanya federal seçimlerinde Hür Demokrat Parti’nin güçlü olduğu eyaletler ve şehirler ve yüzdelik oy oranı
Harita 4: 24 Eylül 2017 Almanya federal seçimlerinde Yeşiller Partisi’nin güçlü olduğu eyaletler ve şehirler ve yüzdelik oy oranı
Harita 5: 24 Eylül 2017 Almanya federal seçimlerinde Die Linke’nin güçlü olduğu eyaletler ve şehirler ve yüzdelik oy oranı
Harita 6: 24 Eylül 2017 Almanya federal seçimlerinde Almanya İçin Alternatif Parti’nin güçlü olduğu eyaletler ve şehirler ve yüzdelik oy oranı
Tablo 3
AfD’nin 24 Eylül 2017 federal parlemento seçimlerinde Almanya’nın doğundan ve batısından aldığı yüzdelik oy oranları
Kaynakça: https://twitter.com/jburnmurdoch/status/912033697947377666
Almanya’da Değişen Siyasi Nesil “89’lular”
Siyasi nesiller terimini ilk kez Alman sosyolog Karl Mannheim, büyük olayların genç insanlar üzerinde nasıl bir kalıcı iz bıraktığını tasvir etmek kullanmıştır. Bu kavramın doğruluğuna son yapılan Almanya’daki seçimlerde de şahit olmaktayız. Söz konusu yukarıda da haritalarda ve tablolarda görüldüğü üzere, değişen seçmen tercihinin kökeninde, bugünün genç Almanlarını etkileyen 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması hadisesinin olduğu görülmektedir. “89’lular” olarak da adlandırılan bu kuşak, artık eski Alman nesillerin yerini almıştır.[5] Daha önceki bir yazım olan “Avrupa’da Liberal Sosyalizmin durumu: Almanya Örneği”[6] başlıklı analizde, Almanya’nın birleşme sonrası 1990’ların başlarında uyguladığı ekonomi politikalarından olan ‘dayanışma vergisi’ ni örneğini vermiştim. Söz konusu bu vergi, Alman halkı için önemlidir; zira 1991 Körfez Savaşı’nın yükü ve Soğuk Savaşı’nın bitimiyle birleşen Almanya’nın Doğu tarafının yeniden inşaası için gerekli masraflar, toplanan bu vergilerden fonlanmaktadır. Gerek dönemin hükümeti, gerekse de diğer gelen hükümetler, sosyal devlet anlayışının gereği olarak imar ve kalkınma devletin görevi olan bu konuda halka yükleyerek finansmanını devletin üstlenmesine sıcak bakmamışlardır. Bunun en önemli faturasını da, Almanya’nun iki büyük partisi olan CDU ve SPD, Federal Almanya’nın kurulduğu 1949’dan bu yana en düşük oy oranlarını aynı seçimlerde alarak gördüler. Seçimin en trajik sonucu yaşayan hiç kuşkusuz Sosyal Demokratlar (SPD) olmuştur. Son yapılan seçimlerde, SPD’nin artık klasik seçmenlerini kaybettiğini, özellikle de işsizlik oranlarının yüksek olduğu Batı Almanya bölgelerinde (Harita 2) seçmenlerini başka partilere kaptırdığını görebilmekteyiz.
2008 Euro Krizi Avrupa’da Dengeleri Değiştirdi
2008 Euro veya Avro krizinin başlangıcında, siyasi gözlemciler Avrupa coğrafyasında kesin olarak bir sola kayış olacağını düşünüyorlardı. Ancak bugün görülen o ki, özellikle sol ve sağdaki uç yaklaşımlara rağbet artmış ve ulusal yaklaşımlar ve popülist söylemler siyaseti belirlemeye başlamıştır.[7] En başta AB olmak üzere, özellikle de Almanya, sosyal hedefleri ihmal etmekte ve sadece mali hedeflere öncelik vermektedir.[8] Nitekim AB’nin lokomotifi ve lideri konumundaki Merkel, görünürde disiplinli maliye icraatları ve Euro bölgesindeki kurtarma paketleriyle ekonomide toparlamayı sağlamış olsa da, sosyal hedeflerin ihmalinin iç politika fay hatlarını hala tetiklediği gözlenmektedir.
Avrupa’yı etkileyen finansal kriz, Almanya’da merkez partilere karşı tepkileri yükseltmeye başlamıştır. Merkel hükümetinin Euro’yu kurtarma paketine karşı olan bir grup saygın iktisatçı ve gazeteci, 2013 genel seçimlerinden beş ay önce AfD’yi kurmuşlardı. Söz konusu parti, Avrupa Birliği’ne karşı olmamakla birlikte, Almanya’nın “mark”a geri dönmesini istemektedir. Kısacası, merkezdeki Merkel siyasetine alternatif üretme gayretindedir. 2013’teki genel seçimlerde AfD yüzde 5 barajını aşamasa da, yeni kurulmuş bir partinin barajı zorlaması kamuoyunda ciddi bir yankı uyandırmıştı. Çoğu siyasetçi AfD’nin oylarının hızlıca eriyerek varlığını sonlandıracağını sanırken, medyanın ve kamuoyunun analizcilerinden gelen uyarıları dikkate almayan AfD eski eşbaşkanı Frauke Petry, partisinin oy oranını hızla ve istikrarlı bir şekilde yükseltmiştir.[9] Diyebiliriz ki, yerleşik partiler halkın mülteci konusundaki bakışlarını, hassasiyetlerini ve AfD’nin yükselişini sağlıklı okuyamadıklarından dolayı AfD’nin yükselişinin son seçim sonuçlarında görüldüğü üzere önünü açmış oldular. Kısacası, kriz çok faklı niteliktedir ve popülizmler, milliyetçilikler, otoriterlikler, bölgeselcilikler ve ırkçılıklar tarafından araçsallaştırılmaktadır. Hepsinin ortak kullandığı söylemi ise Avrupa karşıtlığı olarak görmekteyiz.
Yeni Arayışlar: Almanlar Değişim İstiyor Mu?
Yazımın en başında 2017’nin Avrupa için bir seçim maraton yılı olduğunu şeklinde giriş yapmıştım. Fransa’da Emmanuel Macron, Avusturya’da Sebastian Kurz gibi yeni siyasetçiler ortaya çıkarken, seçim sonuçlarında görüldüğü gibi Almanya’da Angela Merkel’e alternatif bir aday bulunamamaktadır. SPD, Ocak ayında Başbakan adayını Martin Schulz olarak ilan ettiğinde, Schulz ismiyle kamuoyunda motive edici bir rüzgar estirmiş, fakat sosyal demokratlar yenilikçi politikalarla bu rüzgarı devam ettirememişlerdir.[10] Zoltán Szalai, Almanya seçimleri öncesinde yazdığı bir analizinde şunları yazmıştı[11]: “Merkel daha kısa süre önce, seçim sonrasında sadece SPD, FDP ve Yeşiller ile koalisyon yapacağını açıklamıştı. Yani Merkel’den kurtulmak isteyenler ya post-komünist ve açık Marksist Die Linke’ye, ya da kısmen kökten sağcı AfD’ye oy vermek zorunda. Özellikle Merkel ile Schulz arasındaki televizyon düellosunda açıkça görüldüğü üzere, ana akım partiler birbirine kardeş gibi benziyor…” Bazı gazeteci ve analistler, Başbakan Merkel’i ağır hatalar yapmakta suçlayarak 12 yıllık Merkel hükümetinin ardından Almanya’da değişime dair bir işaretin olmamasına şaşırsalar da[12], Szalai’nin de seçimler öncesi işaret ettiği bu durum gerçekten de seçim sonuçlarına yansımış ve bir önceki analiz yazımın başlığı da olan[13] kehanet gerçekleşerek, artık Alman seçmenler nezdinde merkezdeki Merkel siyasetine alternatif olarak aşırı sağ popülist AfD yükselişe geçmiştir.
Pek çok gelişmiş ülkede gözlemlendiği gibi, Almanya’da da seçmenlerin büyük bir bölümünün zihninde, kişilik, ideolojiden daha önemli hale gelmeye başlamıştır. Weltanschauung[14] partilerin küçülmesi ve çoğu büyük partilerin siyasi yelpazenin merkezine doğru hareket etmesiyle birlikte, seçmenleri ikna eden şey, çoğu zamanlar adayların kişilikleri ve karizmaları olmaktadır.[15] Bunun en güncel örneği olarak, son seçimlerde parlamentoya girmeyi başaran ve Alman liberallerini temsil eden FDP’yi gösterebiliriz. 2013 seçimlerinde iktidarın koalisyon ortağı olan FDP, % 5 seçim barajının altında kalarak parlamentoya girememişti. Ancak bu başarısızlık sonrası istifa ile boşalan FDP’nin genel başkanlığına Christian Lindner seçilmiş ve karizmatik kişiliği ile bu konuda epey renkli ve iddialı bir isim olarak çıkmıştır.[16] Nitekim Lindner liderliğindeki FDP, son seçimlerde meclise girmeyi başarmıştır ve muhtemelen de CDU’nun ideal koalisyon ortağı olacaktır.
Son seçimlerin sonucuna göre, Alman seçmenin klasik partilerin dışında yeni bir dil arayışında yöneldiği partiler arasında Yeşiller Partisi’ni (Bündnis 90/Die Grünen – Birlik 90/Yeşiller) de sayabiliriz. Çevre konusu Yeşiller’in savundukları temel argümanı olarak gözüküyor olsa da, Alman seçmenlerin Yeşiller’i asıl tercih etmesinin nedenleri arasında; sağlıklı ve demokratik bir toplum için vatandaşların bireysel olarak güçlenmiş ve her türlü ırksal, etnik, cinsiyetçi, dini ve sosyal ayrımcılıktan kendini soyutlamış olması gerektiğine işaret eden Yeşiller’in izledikleri siyasetle yeni bir politika arayışında güçlü bir alternatif olarak görülmesi yatmaktadır.[17]
Muhtemel Koalisyon Senaryoları
Kaynakça: “German Elections 2017: Full Results”, The Guardian, https://www.theguardian.com/world/ng-interactive/2017/sep/24/german-elections-2017-latest-results-live-merkel-bundestag-afd
Parti tarihinde en büyük yenilgisini alan SPD, seçimlerin ardından ana muhalefet partisi olarak kalma kararını aldı. SPD’nin geçmişte hükümet ortağı olarak büyük koalisyonda yer alması, hem kendisine, hem de seçim sonuçlarında görüldüğü gibi demokrasiye büyük bir yük olmuş ve bunun yansıması olarak muhalefetin aşırı sağcı AfD’de vücut bulmasına neden olmuştur. İsveçli analist Adam Cwejman, bu konuya işaret eden seçim sonrası analizinde şunu yazmıştır; “Mesele parlamento krizini önlemekse, geleneksel olarak güçlü iki partinin bir büyük koalisyon kurması kısa vadede cazip görünebilir. İsveç’te partiler üzeri koalisyon ve mutabakatlar çoğu zaman [sağ-popülist] İsveç Demokratları’nı iktidardan uzak tutmanın bir yolu olarak görülegelmiştir. Ancak Almanya örneğinde de görüyoruz ki, bu durum, uzun vadede demokrasinin olmazsa olmazı muhalefetin altını oyuyor ve yeni siyasi güç odaklarının oluşmasına neden oluyor. CDU ve SPD’nin bunu anlayabilmesi için ağır iki seçim yenilgisi yaşamaları gerekti.”[18] SPD’nin ana muhalefet kaldığı süre içinde kendini toparlamaya çalışması beklenmektedir.
Hükümet kurma adına geçen koalisyon senaryolarında en güçlü olasılık, CDU’nun ‘Jamaika bayrağı’ (bayrağın renklere atfen) olarak tabir edilen FDP’yi ve Yeşiller’i alarak kuracağı bir koalisyon formülüdür. Hür Demokratlar (FDP) ve Yeşilller arasındaki tarihsel rekabete karşın, bu koalisyon formülü rahatlıkla gerçekleşebilir. AfD’nin koalisyon senaryolarından uzak tutulması ve ana muhalefet görevini SPD’nin üzerine almasıyla yalnızlaştırılmaya çalışılan AfD’nin ise bundan sonra nasıl bir aksiyon alacağı merak konusu. Mats Larsson, söz konusu seçim sonucunun Merkel için acı ve tatlı bir zafer olduğunu vurguladığı ve artık dünyanın Almanya’da her zamanki siyasetin dingin merkez rolünü sürdürdüğünü göremeyeceği konusuna dikkatleri çektiği analizinde şunları yazmıştır: “Angela Merkel’in zaferi, ağızlarda buruk bir tat bıraktı. Merkel’in politikası sayesinde ilk kez bir sağ milliyetçi parti federal parlamentoda koltuk kazandı ve üçüncü büyük parti konumuna yükseldi. 2015 yılında sınırları bir milyon sığınmacı ve göçmene açma kararı alması, AfD’nin bunca güçlenmesine olanak tanıdı. AfD’nin lider şahsiyetlerinden Alexander Gauland, yaptığı konuşmada ‘Merkel’i av gibi süreceklerini’ ve ‘ülkeyi geri fethedecekleri’ sözünü verdi. Alman siyasetçilerden böyle ifadeler duymaya alışık değiliz. Çoğu kişi Almanya’daki seçim mücadelesinin sıkıcılığından şikayet etmişti. Seçimin sonucunun hiç de sıkıcı olmadığı söylenebilir. Dünya bugüne kadar dramatik olayların yaşanmadığı istikrarlı bir Alman siyasetine alışıktı. Bu günler çoktan geçti anlaşılan.”[19]
Sonuç Yerine
Fransız filozof ve sosyal bilimci Edgar Morin’in Bizim Avrupamız Çözülüyor mu, Yoksa Başkalaşıma mı Uğruyor? adlı eserinde[20], “Avrupa’nın sosyal bütünlüğü yeniden kurmayı amaçlayan bir siyasete ihtiyacı var. Ortak bir Avrupa siyaseti ancak, işsizlik, yoksulluk, konut eksikliği, gençlerin eğitimi yetersizliği gibi sorunları en alt düzeye indirmeyi göze alırsa var olabilir.” şeklinde sunduğu çözüm önerisi, aşırı sağın yükselişine karşılık başta Alman merkez siyasetçileri ve Avrupalı siyasetçiler çözüm reçetesi olarak görülmelidir. Aksi takdirde Avrupa’yı zor günler bekleyecektir…
Yusuf ERTUĞRAL
REFERANSLAR
[1] “Ön Sonuçlar”, Spiegel Online, http://www.spiegel.de/politik/deutschland/bundestagswahl-2017-alle-ergebnisse-im-ueberblick-a-1167247.html.
[2] Dirk Kaufmann, (2017), “Alman istihdam piyasasında bahar havası”, DW, http://www.dw.com/tr/alman-istihdam-piyasas%C4%B1nda-bahar-havas%C4%B1/a-38884236. Ayrıca daha detaylı bilgi için bkz. https://tr.tradingeconomics.com/germany/indicators.
[3] Michael G. Roskin, (2017), Çağdaş Devlet Sistemleri: Siyaset, Coğrafya, Kültür (7.baskı), (Çev: Bahattin Seçilmişoğlu), Ankara: Adres Yayınları. s. 270.
[4] “Germany’s election results in charts and maps”, Financial Times, – https://www.ft.com/content/e7c7d918-a17e-11e7-b797-b61809486fe2?mhq5j=e6.
[5] Roskin (2017), s. 247.
[6] Yusuf Ertuğral (2017), “Avrupa’da Liberal Sosyalizmin Durumu: Almanya Örneği”, Uluslararası Politika Akademisi, http://politikaakademisi.org/2017/08/03/avrupada-liberal-sosyalizmin-durumu-almanya-ornegi/.
[7] Yusuf Ertuğral (2016), “Liberal Avrupa ve Sosyal Avrupa Tartışması Gölgesinde Avrupa’da Aşırı Sağ’ın Yükselişi”, Euro Politika, Yıl: 1, Sayı: 1 [Ocak-Şubat-Mart 2016], ss. 9-10. [Ayrıca bkz. http://www.europolitika.com/?p=28].
[8] Edgar Morin ve Maouro Ceruti (2014), Bizim Avrupamız Çözülüyor mu, Yoksa Başkalaşıma mı Uğruyor?, (çeviren: Şirin Tekeli), İstanbul: İletişim Yayınları. s. 52.
[9] Yusuf Ertuğral (2017), “Merkezdeki Merkel Siyasetine Alternatif olarak: ‘Almanya İçin Alternatif Parti (AfD)“, Uluslararası Politika Akademisi, http://politikaakademisi.org/2017/09/19/merkezdeki-merkel-siyasetine-alternatif-olarak-almanya-icin-alternatif-parti-afd/.
[10] Fulya Canşen (2017), “Almanlar Merkel’den sonrasını seçecek”, T24, http://t24.com.tr/yazarlar/fulya-cansen/almanlar-merkelden-sonrasini-sececek,18091.
[11] Zoltán Szalai (2017), “Aggodalom a német demokráciáért”, Mandiner, http://mandiner.hu/cikk/20170918_szalai_zoltan_aggodalom_a_nemet_demokraciaert.
[12] “Almanlar değişim istemiyor mu?”, Euro-topics, http://www.eurotopics.net/tr/186317/almanlar-degisim-istemiyor-mu?zitat=186274#zitat186274.
[13] Ertuğral (2017).
[14] Sözlük anlamıyla “dünya görüşü” sıkı ve dar ideolojiler sunan partiler.
[15] Roskin, (2014), s. 260.
[16] Yusuf Ertuğral (2017), “Almanya’da FDP’nin (Liberallerin) Dönüşü ve Yeni Dönemde Siyaseti Dengeleme Faktörü”,Uluslararası Politika Akademisi, http://politikaakademisi.org/2017/05/21/almanyada-fdpnin-liberallerin-donusu-ve-yeni-donemde-siyaseti-dengeleme-faktoru/#_edn15.
[17] Yusuf Ertuğral (2017), “Yeni Bir Politik Dil Arayışı: Almanya’da Yeşil Siyaset Devri”,Uluslararası Politika Akademisi, http://politikaakademisi.org/2017/09/03/yeni-bir-politik-dil-arayisi-almanyada-yesil-siyaset-devri/.
[18] Adam Cwejman (2017), “Cwejman: Tysklands sista storkoalition dör”, Göteborgs – Posten, http://www.gp.se/ledare/cwejman-tysklands-sista-storkoalition-d%C3%B6r-1.4668187.
[19] Mats Larsson (2017), “En seger med bitter eftersmak för Merkel”, Ekpressen, http://www.expressen.se/nyheter/kronikorer/en-seger-med-bitter-eftersmak-for-merkel.
[20] Morin & Ceruti (2014), s. 52.
One Comment »