AVRUPA BİRLİĞİ VE SAVAŞ EKONOMİSİ

upa-admin 30 Ağustos 2012 5.037 Okunma 0
AVRUPA BİRLİĞİ VE SAVAŞ EKONOMİSİ

Dünya siyasetinde meydana gelen gelişmelerin temelinde ağırlıklı olarak iktisadi sebepler yatmaktadır. Dünyanın geçirdiği en önemli ekonomik kriz olan ve 1929 Buhranı olarak adlandırılan dönem, siyasi sonuçlarıyla da 20. yüzyıla çok büyük etki yapmıştır. Küresel anlamda gerçekleşen bu ekonomik kriz, iktisat politikalarında değişikliğe yol açtığı gibi ideolojik eğilimlerin de değişmesini sağlamıştır. Sadece bu dönemde 12 ülkenin 10’unda askeri darbe ile olmak üzere hükümet ve rejimler değiştirilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere gibi ülkelerde sağ partiler idareyi ele alırken, Almanya ve Japonya gibi ülkelerde ise faşizan iktidarlar ortaya çıkmıştır.

Dönem olarak 1929 Buhranı’nı andıran 2008 küresel ekonomik kriziyle birlikte, Avrupa ülkelerinde de ciddi siyasi gelişmeler yaşanmaktadır. Kriz sonrası Fransa’da Nicolas Sarkozy, İtalya’da Silvio Berlusconi, İngiltere’de Gordon Brown, İrlanda’da Brian Cowen, Yunanistan’da George Papandreu, Danimarka’da Lars Lokke Rasmussen, Portekiz’de Jose Socrates, İspanya’da Luis Rodriguez Zapatero iktidarları son bulmuş ve yerlerinei ağırlıklı olarak teknokratlar almıştır.

Siyasi değişiklikler, ekonomik krizin derinleşmesini durduramamış aksine çıkartılan tasarruf paketleri toplumsal sorunlara yol açmıştır. Ekonomik krize çare bulamayan Avrupa Birliği, Batının krizlerden çıkmak için kullandığı en yaygın yöntem olan savaş ekonomisinin yolunu tutmuştur. Bu da Arap Baharı olarak bilinen ve tek tek ülkelerin rejimlerini ve iktidarlarını değiştiren bir sürecin işlemesine sebep olmuştur. Avrupa Birliği tam anlamıyla bir dış politika bütünlüğü sergileyemese de önde gelen büyük ülkeleri, Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde yapılan bu müdahalelere ortak olmuştur.

Avrupa Diplomasisinin çabaları artık Güney komşuları bölgesine yönelmektedir.

Avrupa Birliği’nin Akdeniz’e yönelik politikalarının temeli 1995 Barselona Süreci ile başlamıştır. 15 Avrupa Birliği üyesi ve 14 Akdeniz ülkesi arasındaki ortaklık (Euro – Mediterranean Partnership – EMP), bölgesel güvenliğin sağlanması ve Akdeniz’de bir serbest ticaret bölgesi yaratılmasını amaçlamıştır. Avrupa Birliği’nin Akdeniz’e olan ilgisi öteden beri var olmaktadır fakat Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra önceliğini Doğu ülkelerinin entegrasyonunun sağlanması olarak belirlemiştir. Bu kapsamda 2004 ve 2007 yılında yapılan genişlemelerle Çek Cumhuriyeti, Estonya, Slovakya, Letonya, Slovenya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Kıbrıs Rum Kesimi, Bulgaristan ve Romanya birliğe dâhil edilmiştir. Doğudaki jeopolitik ve ekonomik çıkarlarını gözeten Avrupa Birliği, değişen dünya koşullarına ve ekonomik krizin etkileri ile dış politikada önceliğini güney bölgesine kaydırmaya başlamıştır. Bunu da AB Güvenlik ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’un söylemi doğrulamaktadır: “Doğu ortaklığı ülkeleri ile işbirliği AB dış politikasının öncelikli yönlerinden biri olarak kalıyor. Ancak Avrupa Diplomasisinin çabaları artık Güney komşuları bölgesine yönelmektedir”.

Avrupa Güvenlik Stratejisi’nde (2003) AB tarafından güvenlik tehdidi olarak algılanan unsurlar sınırlar ötesi etki yaratma kapasitesine sahip olan terörizmin, kitle imha silahlarının yayılmasının, bölgesel ihtilafların, devletlerin başarısızlığının ve organize suçların sayıldığı görülmektedir. Dış politikada yaşanan eksen kaymasının ardında bir güvenlik kaygısı yatmaktadır. Avrupa Birliği’nin bugün en önemli sorunlarından bir tanesi olan göç, bu bölgelerden yasal olmayan yollardan gelen insanlardan kaynaklanmaktadır. Ayrıca bölgede artan radikal İslam grupları da göç tehdidiyle birleşerek artan bir risk oluşturmaktadır. “…aşırı milliyetçilik ve dinciliğin azaltılabilmesinin bir aracı olarak insan haklarına ve ifade özgürlüğüne gösterilen siyasi riayetin desteklenmesi ve sürdürülebilir kalkınmaya ve daha yüksek yaşam standartlarının gerçekleştirilmesine yol açacak ve vahşetin ve göç baskısının azaltılmasını sağlayacak ekonomik reformların desteklenmesi…”.  Barselona Bildirgesi’nde bu konu ile ilgili net ifadeler kullanılması riskin boyutlarını gözler önüne sermektedir.

Avrupa Birliği’nin dış politikada eksen kayması yaşamasının ve güney komşularıyla olan ilişkilerine ağırlık vermesinin bir diğer sebebi ekonomiktir. Ekonomik kriz sonrası büyük bir talep düşüşü yaşayan ve artık doğu komşularından yeterli pazar desteği sağlayamayan Avrupa Birliği, yaklaşık 14,5 milyon km2’lik yüzölçümüne ve 400 milyonluk nüfusuyla büyük bir pazar olan bölgeyi, krizden çıkış için bir çözüm aracı olarak görmektedir. Ayrıca bölgenin yer altı kaynaklarına dayanan ekonomisi de Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak ve alternatif enerji koridorlarına hâkim olmak için önem arz etmektedir (Avrupa Birliği bölgenin en büyük yer altı kaynakları ithalatçısıdır).

Avrupa Birliği dünyada insan haklarının, demokrasinin ve barışın simgesi olmak zorundadır.

1929 Buhranı’ndan sonra yaşanan ikinci dünya savaşı, bütün dengeleri değiştirmiş ve Amerika’yı dünyanın en büyük ekonomisi yapmıştır. 2008 yılında başlayan küresel ekonomik kriz ile ekonomisi ciddi anlamda daralan Amerika çözüm olarak yine savaş ekonomisini tercih etmiştir. Amerika Hazine Eski Müsteşarı Paul Craig Roberts: “Orta Doğu savaşına odaklanan Vaşington, Amerika ekonomisi için yapılan savaşı kaybediyor. 2011 yılı süresince ekonomideki iyileşme umutları ortadan kalkınca, Amerika için bir savaş ihtiyacı, kaçınılmaz oldu.”  açıklamasıyla görülmeyen ve görülmek istenmeyen bir gerçeği söylemiştir. Bu savaş Arap Baharı adı altında başlatıldı ve bugün Suriye ile devam etmektedir. Amerika’nın bu politikalarına Avrupa Birliği de hemen ortak olmuş, yeni hammadde ve ticaret pazarları ile ekonomisine çare bulmaya çalışmaktadır.

Avrupa Birliği’nin yaşadığı derin krizi atlatabilmesi, üretimi ve talebi arttırarak büyümeyi sağlayacak çözümler üretmesiyle mümkündür. 20. yüzyılın kriz çözümü olarak kapitalizmin ürünü savaş ekonomisini tercih etmek, Avrupa Birliği’nin kuruluş felsefesine aykırıdır. Avrupa Birliği dünyada insan haklarının, demokrasinin ve barışın simgesi olmak zorundadır. Aksi takdirde insanlığın büyük umutlarından bir tanesi daha tarihteki yerini alacaktır.

Barış TINAY

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.