Güneydoğu Asya’daki siyasal/bölgesel gerginlik Doğu Çin Denizi’ndeki Çin-Japonya anlaşmazlığı üzerinden kendisini göstermeye devam ediyor. Japonların Senkaku, Çinlilerin ise Diaoyu adını verdiği ve mevcut konjonktürde Japonya’nın kontrolü altında bulunan tartışmalı adalar ekseninde kendisini gösteren bölgesel gerginlik, sadece Japonya ve Çin üzerinden değil, aynı zamanda Çin-ABD arasındaki küresel rekabet çerçevesinde de anlamlandırılmalıdır.
Senkaku-Diaoyu Adaları’nın bu denli büyük bir gerginliğe neden olmasının en önemli nedeni, bu adaların geleceğine ilişkin verilecek kararın Çin’in Doğu ve Güney Çin Denizi’ndeki hak iddialarını noktasında bir emsal teşkil edecek olmasıdır. Bunun yanı sıra, Çin, Senkaku/Diaoyu Adaları’na yerleşecek Japonya’nın bölgeyi kendisine karşı bir askeri güvenlik bölgesi haline getirmesinden endişe etmektedir. Nitekim Çin, ABD’nin, Japonya ve Güney Kore eliyle doğudan, Filipinler, Malezya ve Endonezya eliyle de güneyden kendisini çevrelemeye çalıştığının farkındadır. Hatta ABD’nin son dönemde Vietnam, Myanmar ve Kamboçya gibi Çin-Hindi ülkeleri ile yakınlaşması ve Hindistan ile olan stratejik işbirliği anlaşması da Çin’i tedirgin etmektedir. Japonya’nın Senkaku/Diaoyu Adaları’na yerleşmesi ve Çin’in bu durumu tanıması, sadece kağıt üzerinde kendisine bağlı bulunan Tayvan’ın ardından, ABD’nin, Doğu Çin Denizi’nde ikinci bir sıçrama taşına sahip olmasını beraberinde getirecektir. ABD ile sistemsel üstünlük mücadelesine girmesi beklenen ve Xi Jinping’in popülizm ve milliyetçiliğe yaslanan dış politika söylemine eklemlenen Çin’in, bu denli önemli gördüğü Senkaku/Diaoyu Adaları’nı Japonya’ya terk etmesi çok kolay olmayacaktır. Senkaku/Diaoyu Adaları, ekonomik anlamda da çok önemlidir. Zira bu adalara çok yakın olan ve Doğu Çin Denizi’nde bulunan Chunxiao Gaz Yatağı’nın kontrolü meselesi de Çin’i tedirgin etmektedir. Nitekim Japonya da, Senkaku/Diaoyu Adaları’na oldukça yakın ve çok zengin bir gaz rezervine sahip olan bu bölgede hak iddia edebilecektir.
Son günlerde bir kez daha açığa çıkan gerginliğin arkasında yatan en önemli unsur, Çin’in Senkaku/Diaoyu ve hatta Okinawa Adaları’nın çok yakınından geçecek bir “hava savunma-tanımlama bölgesi” ilan etmesi ve bu bölgeden geçecek sivil/askeri tüm uçakların Çin makamlarına haber vermesi zorunluluğu getirmeye kalkışmasıdır. Çin, bu girişim doğrultusunda, Japonya’nın aynı bölgedeki “hava savunma-tanımlama bölgesi”ne cevap verebilmeyi amaçlamıştır. Çin, Doğu Çin Denizi’ndeki hakimiyet alanlarının belirsizliğinden de yararlanarak Japonya’nın Senkaku/Diaoyu Adaları’nı geçtiğimiz yıl içerisinde “kamulaştırması” girişimine cevap verebilmeyi amaçlamış ve bölgeyi kendi nüfuz alanı olarak gördüğünün altını çizmek istemiştir. Çin ve Japonya’nın ilan ettikleri münhasır ekonomik bölgelerin de açıklanan hava savunma-tanımlama bölgesi ile uyumlaşıyor oluşu ve Chunxiao Gaz Yatağı üzerinde kesişmesi, bölgesel rekabetin keskinliğini ve bölgesel bir çatışmanın fitilinin her an ateşlenebileceğini kanıtlamaktadır.
Çin’in açıkladığı hava savunma-tanımlama bölgesi, ne Japonya ne de ABD tarafından kabul edilmemiştir. Hatta Senkaku/Diaoyu Adaları’na her iki ülkeden daha yakın olan ve bu adaların ve yakın çevresinin kendisine bağlı olması gerektiğini kaydeden Tayvan da Çin’in bu hamlesinden oldukça rahatsız olmuştur. Çin’in hava savunma-tanımlama bölgesi ilanının ardından, Japonya, bu eylemi kınamış, kabul edilemez bulmuş ve bölgeden geçen uçaklarına Çin makamlarına bilgi vermeme konusunda uyarıda bulunmuştur. ABD ise, Pasifik Okyanusu’ndaki Guam’da yer alan askeri üssünden “silahsız olarak” kalkan B-52 bombardıman uçakları ile bölgede bir keşif uçuşu yapmış ve bu rutin uçuşu gerçekleştirirken, Çin makamlarına haber vermemiştir. ABD’nin bu uçuşu gerçekleştirme amaçlarından biri, Çin’in açıkladığı hava savunma-tanımlama bölgesini tanımadığını göstermek ve gösterilen bu tavra karşılık olarak, Çin’in ilan ettiği “acil güvenlik tedbirlerini” uygulayıp uygulamayacağını görebilmektir. Zira Çin’in ilan ettiği “acil güvenlik tedbirlerinden” kastının ne olduğu yeterince açık değildir. Tabii herkes ABD kadar rahat hareket edemeyecektir. Zira ABD donanmasına ait güçlerin yarısından fazlası Asya/Pasifik’te konuşlanmış durumdadır. ABD, Güneydoğu Asya’da Çin’i dengeleyebilmek için bölgedeki askeri varlığını sürekli olarak konsolide etmekte ve daha önce de belirttiğim üzere “çevreleme (containment)” stratejisini Çin’e karşı kullanmaktadır.
Çin, ABD’nin B-52 uçakları ile gerçekleştirdiği taciz uçuşuna cevap vermemeyi ve gerginliği çatışma boyutuna dönüştürmemeyi tercih etmiştir. Aynı şekilde, Japon yolcu uçakları da bölgeden geçerken Çin makamlarına bilgi vermemeye devam etmektedir. Ancak, Çin hükümeti, ilan etmiş olduğu hava savunma-tanımlama bölgesinden vazgeçmeyeceğini de açıkça ortaya koymuştur. Nitekim Çin’in bu tavrı bazı bölge ülkelerini tedirgin etmiş ve Singapur ile Avustralya gibi esasen ABD ve Japonya’ya müttefik olan ülkeler, bölgeden geçen uçaklarının Çin’e bilgi vermesini istemişlerdir. Bu durum, bölge ülkelerinin önemli bir bölümünün Çin’in bölgesel gücünden çekindiğini ve artan gerginliğin tarafı olmak istemediklerini kanıtlamaktadır. Ne var ki, Çin ile ABD/Japonya arasındaki mevcut gerginlik artarak çatışma boyutuna evrilirse, bölgede yer alan hemen her ülke kendi bölgesel/küresel bağlaşıklıkları doğrultusunda hareket etmek zorunda kalabilecektir.
ABD, Güneydoğu Asya’da bu denli büyük bir rekabetin tarafı haline gelmiş durumdayken, dünyanın başka bölgelerinde devam eden gerginliklerin/çatışmaların doğrudan tarafı olmak istememektedir. Zaten Obama da, ikinci kez seçildikten sonra yaptığı ilk yurtdışı ziyaretlerini Güneydoğu Asya’ya düzenleyerek, ABD’nin dış politika önceliğinin bu bölge olduğunu gözler önüne sermiştir. ABD’nin, Suriye ve İran meselelerinde geri adım atması ve uzlaşmaya yatkın bir tutum sergilemesini de bu strateji çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Obama, kendisini meşgul eden bu meseleler çerçevesinde makul bir uzlaşıya vararak, asıl meseleye, yani Güneydoğu Asya ve Çin’e odaklanmak istemiştir. ABD’nin, Suriye ve İran krizleri ekseninde Rusya ile anlaşmayı tercih etmesi ve ona kullanılabilecek ciddi bir diplomatik manevra alanı tanıması, belli bir stratejinin ürünüdür. Obama, ABD’nin, Rusya’nın yakın çevresine fazlaca müdahil olmamasını sağlayarak ve bu ülkenin Ortadoğu ve Avrasya’daki çıkarlarına zarar vermemeye çalışarak, Asya/Pasifik Bölgesi’nde Çin ile girdiği bölgesel mücadele ekseninde, Rusya’nın kendi yanında durmasını ya da tam anlamıyla tarafsız kalmasını sağlamaya çalışmaktadır. Bu stratejinin ne denli başarılı olabileceği ise, Suriye ve İran meselelerinin, orta vadede, her iki aktörün uzlaşısıyla çözümlenebilmesine ve son dönemde Çin-Rusya İlişkileri’nin gerginleşmesine neden olan Orta Asya’daki nüfuz mücadelesinin seyrine bağlıdır.
Dış politika stratejileri oluşturulurken dünyayı bir bütün halinde düşünmek ve yerel bağlamda düşünürken, yapılacak tercihlerin diğer bölgelere/aktörlere olan etkilerini de göz önünde bulundurmak gerekir. İran Krizi’nde ciddi bir yumuşama yaşanmaktadır ve bu durum muhtemelen Suriye Meselesi’ne de yansıyacaktır. Ancak böyle bir görüntünün ortaya çıkmasına neden olan esas sebep, Güneydoğu Asya’da, neredeyse tüm küresel aktörlerin dahil olduğu mücadelenin daha da keskinleşmesi ve ABD’nin, Çin’e karşı, özellikle Rusya’nın desteğine ya da tarafsızlığına ihtiyaç duyduğu gerçeğidir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU