AMERİKALI AKADEMİSYEN DR. JOSHUA WALKER’LA RÖPORTAJ

upa-admin 25 Mayıs 2012 4.584 Okunma 0
AMERİKALI AKADEMİSYEN DR. JOSHUA WALKER’LA RÖPORTAJ

UPA: Sayın Dr. Walker söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ederiz. Öncelikle sizi tanımayan okurlarımız için kısa biyografinizle söyleşimize başlamak istiyoruz. Bize biraz kendinizden ve akademik kariyerinizden bahsedebilir misiniz?

Joshua Walker: Bu imkanı verdiğiniz için ben de teşekkür ederim. Ben Japonya’da yetişmiş ve hayatını uluslararası ilişkiler özellikle de Avrupa, Orta Doğu ve Asya uzmanı olarak geçiren Amerikalı bir akademisyenim. Aslında “Türkiye uzmanı” sıfatını pek sevmesem de, Fullbright bursuyla bir süre Türkiye’de yaşadım. Ayrıca Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliği’nde ve Washington’daki Dış İşleri Bakanlığı Türkiye masasında çalışma imkanım oldu. Şimdilerde yazar, blogger, akademisyen ve araştırmacı gibi birçok işi birlikte yürütüyorum. Şimdiki işyerim German Marshall Fund (GMF) bana birçok alanda kendimi geliştirmek ve araştırma yapmak gibi bir esneklik sağlasa da, Transatlantik ilişkiler üzerine yoğunlaşan bir araştırmacı olarak esas uzmanlık ve sorumluluk alanım Washington GMF Türkiye programının sağlıklı işlemesini sağlamak ve GMF Asya  programının gelişimi için çaba göstermektir. Her iki alanda da görevli olmam sebebiyle Avrupa’daki Eurozone krizi, Ortadoğu stratejileri ve Doğu Asya’daki güvenlik yapılanması gibi farklı konularda araştırmalar yapıyorum. GMF dışında da belgesel yapımcılığı, akademik çalışmalar, Oxbridge yönetmenliği ve birçok diğer alanda faaliyet gösteriyorum.

Uzak Asya’da yetişmiş ve Ortadoğu ve Avrupa üzerine uzmanlaşmış bir Amerikalı olarak giderek daha bağlantılı hale gelen bir dünyada Amerika’nın müttefikleri ile ilişkilerinin gücünü maksimum seviyeye çıkarmak için gayret gösteriyorum. Türkiye’nin 21. yüzyılda Washington için en kritik müttefik ülkelerden biri olduğuna inanıyorum. Batı üstünlüğünde geçen 20. yüzyılın ardından, kimin üstün olacağı bilinmeyen ve Doğu’ya doğru bir güç kaymasının yaşandığı 21. yüzyılda, Türk-Amerikan işbirliğinin fevkalade önemli olduğunu düşünüyorum.

UPA: Sayın Walker yıllardır Türkiye siyaseti ve Türk dış politikası üzerine çalışmalar yapıyorsunuz. Türkiye’nin son yıllardaki demokratik dönüşümünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Türkiye siyasetindeki ve sistemindeki en önemli sorunlar nelerdir? Sizce bazı toplumsal kesimlerin yaşanan bu dönüşüme yönelik tepkilerini nasıl yorumlayabiliriz?

Joshua Walker: Son on yılda Türkiye kadar ilerleyen ve dönüşüm geçiren başka bir ülke düşünmek çok zor. Gayrisafi milli hasılasını üç katına çıkaran ve artık sadece bölgesel değil, küresel hedefleri de olan bir küresel aktöre dönüşen Türkiye’nin ve Türkiye modelinin başarısı demokratik dönüşümde yatıyor. Hırçın bir iç siyaset ve demokratikleşme süreci arasında dengeleri gözeterek, gelecek için hırslı bir vizyon ortaya koyabilmek büyük bir başarıyı işaret ediyor. Şimdi sıra Türkiye siyasetinde on yıllardır bir kalıp, gelenek haline gelen devlet gücünü eline geçiren bir grubun gücünü tekelleştirmesi ve taviz vermeden yönetmesi anlayışının değiştirilmesinden geçiyor. Ben Türkiye’nin geleceği hakkında çok olumlu düşünsem de, siz bana tepkileri sorduğunuz için bazı endişelerimi burada ifade etmek isterim. İlki Türk siyasal partilerinin sicilleriyle ilgili. Geçen seçim kampanyası döneminde göstericilere yönelik polis şiddeti birçok nahoş olaya ve hatta kalp krizi sonucu göstericilerden birinin hayatını kaybetmesine yol açmıştı. Fakat bu olayla ilgili herhangi bir soruşturma yapılmadı ve özür dilenmedi. Birçok gazeteci, entelektüel ve aydının mahkeme kararı olmadan göz altına alındığını ve hapsedildiğini görmekteyiz. Başbakan kendisine yönelik geçmişteki sansür politikalarını unutarak eleştirilere karşı sıfır tolerans politikası izliyor gibi gözüküyor. Örneğin bir hükümet sözcüsünün kendi başbakanlarının henüz on yıl öncesinde yaşadığı sorunu unutarak, Yüksek Seçim Kurulu’nun bir Kürt milletvekilinin seçilmesini engellemesini teknik olarak açıklamaya çalışması çelişkili bir durum gibi algılanıyor.

Aslında zaman AKP’nin hukuk reformunu da gerçekleştirerek Türkiye’yi tam anlamıyla liberal bir demokrasiye taşıma zamanı olmalı. Bunun için AKP’nin stratejik derinlikten ziyade demokratik derinliğe ağırlık vermesi ve bu yolla vatandaşları ve komşu ülkeler için bir model olarak ortaya çıkması gerekiyor. AKP bu gelinen noktayı yeni, çoğulcu ve demokratik bir anayasa ile taçlandıramazsa Türkiye, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasetten geri çekilmesiyle doğan boşluk ve Kürt sorunun ateşlemesiyle yeniden eski sorunlu günlere geri dönebilir. AKP’nin başını çektiği fakat tamamen domine etmediği bir Türkiye, tüm vatandaşlarını kapsayan yeni bir toplumsal sözleşme yapabilirse, bu sorunlu bölgenin rahatlamasını ve Avrupa ve Amerika’da herkesin de bu istikrar ortamından faydalanmasını sağlayabilir.

UPA: Sayın Walker bazı yazılarınızda Japonya ve Türkiye’yi örnek göstererek post-emperyal sürecin sonunda oluşmuş ulus devletlerdeki imparatorluk mirasından söz ediyorsunuz. Bu bağlamda son yıllarda etkili olan Yeni-Osmanlıcılık tartışmalarını ve Türkiye’nin 21. yüzyılda dünya sistemindeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Joshua Walker: Öncelikle Yeni-Osmanlı teriminin yanlış anlaşıldığını ve Türkiye’nin yeni bir Osmanlı olmaya çalışmadığını söylemek isterim. İkinci Dünya Savaşı dönemi izolasyonizminden ve Soğuk Savaş dönemi Batı bağımlılığından kurtulan Türkiye’nin son yıllarda benzeri görülmemiş iddialı bir dış politika izlediği anlaşılıyor. Ortadoğu’daki güç boşluğu ve Türkiye’nin mevcut siyasi liderliği düşünüldüğünde, Türkiye’nin Müslüman kimliği ve tarihi vasıtasıyla bu bölgede gelecekte daha da önemli bir rol oynayacağını düşünüyorum. Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik ilgisi başlarda biraz endişe ve kuşku ile karşılansa da, Türkiye Osmanlı mirasını olumlu bir değere dönüştürmeyi başardı. Neredeyse tüm politikacılar, İstanbul’daki halifelik vasıtasıyla bir dönem tüm Müslümanları birleştirmeyi başarmış Türkiye’nin, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik rejimi yeniden yapılandırmasıyla Ortadoğu’da ve genel olarak dünyada daha önemli bir rol oynayabileceğini düşünüyorlar.

Bu trendi Başbakan önderliğindeki bir koalisyonla Osmanlı mirası ve övüncü ile birleştiren Türkiye’nin eski imparatorluk coğrafyasında aktif bir bölgesel rol oynayabileceği görülüyor. Bu nedenle Yeni-Osmanlı terimi ile bu çok karmaşık sürecin tam olarak anlaşılamayabileceğini düşünüyorum. Çalışmalarımda da gösterdiğim gibi, bence her Çarşamba akşamı milyonlarca kişinin televizyon dizisi olarak izlediği Osmanlı Sultanı’nın maceraları ya da büyük bütçeli Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesine yönelik filmler Türkiye’nin  gerçekten yeni bir Osmanlı İmparatorluğu kurma düşüncesini değil, Türkiye’nin askeri sert gücünden ziyade ekonomik ve kültürel yumuşak güç unsurlarını Osmanlı mirasını da kullanarak ön plana almasına dayalı yeni ve büyük stratejisini yansıtıyor. Türkiye’nin Osmanlı mirası bu yeni strateji için hem bir fırsat, hem de zaman zaman bir engel olabilir.

UPA: German Marshall Fund için Suriye krizi ve Türkiye’nin Suriye politikasını değerlendiren bir makale kaleme aldınız. Suriye’deki mevcut durumu ve gelecek için senaryoları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Joshua Walker: Suriye’ye yönelik yanlış bir politikanın Ankara’ya çok ciddi geri dönüşleri olacağı için Ankara Esad rejimi ile ilişkileri sürdürmek ve Suriye’de sürmekte olan insani krize müdahil olmak arasında seçeneklerini dikkatli bir şekilde değerlendiriyor. Son yıllardaki demokratik dönüşümü ve artan özgüveni nedeniyle Türkiye’nin Suriye’deki krizle ilgili karar verici bir rol oynadığı görülüyor. Öte yandan bazı yerel ve uluslararası sebeplerle Türkiye’nin statüko veya askeri bir müdahale ile insani koridor oluşturma seçeneklerinden hangisine yöneleceğini tahmin etmek çok zor. Statüko ile Suriye’ye yönelik yeni aktif politikalar arasında bocalamak ise Ankara’nın bölgesel hedefleri ile örtüşmeyen gerçek bir kabus senaryosuna dönüşebilir.

UPA: Türkiye siyaseti ve dış politikası üzerine çalışan bir akademisyen olarak çalışmalarına önem verdiğiniz ve yazılarını beğenerek takip ettiğiniz Türk siyasetçi, gazeteci ve akademisyenlere örnek verebilir misiniz?

Joshua Walker: Türkiye’deki kutuplaşma ortamı ve insanların birbirlerini etiketleme alışkanlığı göz önüne alınırsa herkesi memnun edecek isim vermek zor ama diyebilirim ki düzenli olarak konuştuğum ve çalışmalarını takip ettiğim bazı isimler var. Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu teorik yazıları ve teoriyle pratiği birleştirmeyi amaçlayan çalışmalarıyla önemli bir başlangıç noktası. Davutoğlu’nun yerine geçen (danışmanlık) İbrahim Kalın da aynı Davutoğlu gibi hayranlığımı kazanan üst düzey teolojik yaklaşımlar gösteriyor. Gelecek nesil muhalif liderlerden Şafak Pavey ve Faik Tunay da bana heyecan veriyor. Türk Dış İşleri’nde burada Washington’da görev yapan Namık Tan ve Brüksel’deki Selim Yenel ilk aklıma gelen isimler.

Yorumculara gelirsek Mustafa Akyol son dönemin en renkli ve geniş perspektifli araştırmacılarından, Cengiz Çandar da en güvenilir bilgi kaynaklarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Sinan Ülgen ve Suat Kınıklıoğlu Türkiye hakkında en doğru analizleri yapan isimler. Akademide Ümit Cizre kimliğini arayan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir zamanlar değerini bilemediği eşi olmayan bir isim. Nora Fischer-Onar ve Şaban Kardaş çalışmalarını dikkatle takip ettiğim yeni iki yıldız akademisyen. Bu liste daha çok uzayabilir zira Türkiye doğal gaz ve petrol zengini olmasa da, insani zenginliği çok üst düzeyde.

UPA: Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Potansiyel sorunlar ve engeller nelerdir ve bunları önlemek için neler yapılabilir?

Joshua Walker: Türk-Amerikan işbirliği son dönemde birbiriyle uyumlu hale getirilen çıkarlar nedeniyle sorunları aşan bir balayı dönemindedir. Ancak Türk-Amerikan işbirliği halen somut ve yapısal kurumlara dayanmıyor. Obama yönetimi Türkiye hükümetinin en önemli destekçisi olarak ortaya çıksa da, Washington’daki diğer önemli aktörler ve Amerikan Kongresi’nin çoğunluğunun Türkiye’nin yönetimi ve liderlik hedefleriyle ilgili şüpheleri var. Geleneksel bürokratik sorunların dışında, dış politikasının merkezine Türkiye’yi koyan şimdiki Amerikan yönetiminin aksine herkes Türkiye aşığı değil. Örneğin şimdiye kadar Ermeni meselesi iki ülke ilişkilerini bozamasa da, 1915 olaylarının 100. yılı yaklaşırken soykırım iddialarının hala böyle bir potansiyeli bulunuyor.

Washington’ın Ankara ile ilişkilerinde Bağdat, Şam ve Tahran gibi önemli merkezlere odaklandığı görülürken, Amerikan karar alıcılarının bölgedeki istikrar için Kürt meselesi ve benzeri diğer önemli konulara daha az önem atfetmeye başladıkları ve riskleri ciddi şekilde ele almadıkları görülüyor. Mavi Marmara krizi nedeniyle Amerikan’ın daha önceden oluşturduğu üçlü mekanizmayı Türkiye ve İsrail arasında yeniden kurmakta başarısız olduğu ortada. Doğu Akdeniz’de yeni enerji kaynaklarının bulunması, İran’a yönelik muhtemel bir hava operasyonu ve Ankara ile Kudüs’teki popülist politikalar nedeniyle ilişkilerin daha da gerilebileceği anlaşılıyor. İhtiyacımız aslında Transatlantik bağları bir çatı altında ortak ilkeler ve çıkarlar doğrultusunda güçlendirerek, ikili ilişkileri somut temellere oturtmak.

UPA: Sayın Walker değerli görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için size çok teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.

 

 

Röportaj: Dr. Ozan ÖRMECİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.