Geçtiğimiz günlerde Avrupa’da dijital ortamda bir Eurovision tartışması gündemde öne çıktı. Bu tartışmada en büyük eleştiri noktaları ise şunlardı;
– Doğu Avrupa ülkeleri hep kazanıyor;
– Batı Avrupa’daki Türk azınlığın sayesinde hep 12 puan Türkiye’ye gidiyor;
– Artık şarkının güzelliğine değil, siyasete bakıyor tüm bu düzen.
Verilen nedenleri güçlendiren unsurlar ise Batı Avrupa ülkelerinin son yıllarda birşey kazanamamasıdır. Örneğin Hollanda finale bile katılamamıştır ama Türkiye Yüksek Sadakat grubunun ülkeyi temsil ettiği geçtiğimiz sene hariç her sene final oynayan bir ülke olmuştur. Şimdi bunun geçmişine bakarsak, bu noktaları da görüyoruz. Eurovision’da Batılı jüri üyeleri puanları verirken Doğu Avrupa ülkeleri genelde en alt sıralarda yer almaktaydılar. Örneğin Türkiye 1983 ve 1987 yıllarında sıfır puanla son sırada yer aldı. Fakat jüri sisteminden halk oylaması sistemine geçtikten sonra Türkiye Eurovision’u kazanıp, ondan sonra da o çizgiyi kaybetmemiştir.
Tam tersi Hollanda gibi Eurovision’u 1957, 1959, 1969, 1975 yıllarında tam dört defa kazanan bir ülke ve benzeri ülkeler bu sisteme geçilmesinden sonra bir başarı elde edemediler. Eurovision’u dört defa kazanan Hollanda, 2004 yılından bu yana (2012) ön eleme gruplarını bile geçememiştir. Buradaki farklara bakmak gerekirken Doğu Avrupa’ya önyargılı bakmak aslında yanlış birşey. Sonuçta Doğu Avrupa gibi milletlerin kültüründe müzik daha önemli bir rol almaktadır; Roman müzik sanatçılardan Türkiye’deki konuk programlarına kadar müzik her zaman önemli bir rol almıştır. Komedyen Ata Demirer bile ‘Tek Kişilik Dev Kadro’ adlı gösterisinde çok isabetli bir espri ile Türk insanının hayatında müziğin çok önemli olduğunu göstermişti.[1]
Bu anlamda Batı Avrupa’da artık müzik kültürü pek kalmadı, Türkiye’de Rafet El Roman gibi bir çok yerli Türk sanatçı varken, Hollanda’nın müzik sektörü Amerika’daki Rihanna gibi ünlü yıldızların albümleriyle dolu. Yerli Hollandalı bir sanatçı yok, çünkü Hollanda kültüründe müziğin yeri çok da önemli değil, olmasa da olur gibi bir izlenim var. Peki o zaman Hollanda şimdiye kadar nasıl dört defa Eurovision’u kazanabildi? Onun cevabı da aslında çok açık; o zamanlar Hollanda, Belçika, Fransa, İtalya, Lüksemburg, Almanya ve İsviçre olmak üzere sadece yedi ülke Eurovision’a katılıyordu. Üstelik her ülkenin iki şarkı ile katılma hakkı mevcuttu. Bu ülkelerin hepsinin (belki İtalya hariç, o da tartışılır) Batı Avrupa ülkesi olduğu hemen göze batmaktadır. Yani Eurovision profesyonel olunca Batı Avrupa’daki müzisyenlerin aslında çok kaliteli olmadığı ortaya çıkıyor. Bu da gayet normal aslında, nasıl Türkiye gibi bir ülkede kural çiğnemeden düzen kurma alışkanlığı yoksa, Hollanda’da da müzik alışkanlığı yok. Bu tartışmayı çevirip de “Hep Doğu Avrupa kazanıyor, ben artık katılmayacağım” bahanesi de, aslında 12 yaşındaki çocukların “8 yaşındaki çocuklarla oynayınca hep kazanıyordum ama bu 17 yaşındakilerle oynayınca artık hiç kazanamıyorum ve o yüzden boykot ediyorum” şikayeti gibi bir şey. Bu farkı iki bölge arasındaki kültür farkı, diğer deyimle oryantalizm ve oksidentalizm ile açıklayabiliriz.
Kalan nokta aslında tartışılması gereken nokta haline geliyor; madem Doğu Avrupa ülkelerinin müziği halk arasında çok seviliyor, 1997 yılından önce verilen puanları jüri nasıl belirliyordu da bu aynı Doğu Avrupa ülkeleri (Türkiye başta olmak üzere) hep sonuncu oluyordu? Yoksa asıl önyargılı siyasi oyunlar o zaman mı vardı?
Armand SAĞ
[1] Ata Demirer, “Ümit Besen’den öğrendik”, Tek Kişilik Dev Kadro (2005).