DÜNDEN YARINA KIBRIS VAKASI-2

upa-admin 19 Haziran 2012 3.482 Okunma 0
DÜNDEN YARINA KIBRIS VAKASI-2

EOKA-Kıbrıs’ta İlk Çatışmalar

1947 yılı geldiğinde dünyanın pek çok sömürge bölgesinde olduğu üzere Kıbrıs’ta da bağımsızlık rüzgarları esmeye başlamıştır. İngilizlerin II. Sünya Savaşı’ndan “yıkık bir galip” ayrılmasıyla birlikte bağımsızlık arzularına ulaşma ihtimallerinin kuvvetlendiğine olan inançları artan Rum gruplar, “Enosis”  yazıları ile kilise duvarlarını donatmaya başlamışlar ve Rum Ortodoks Kilisesi’nin desteğini arkalarına almışlardır.

1950 yılında Rum siyasetçilerin isteğiyle yapılan resmi olmayan plebisit sonuçları ise kendileri açısından yeni stratejilerini uygulamak adına tam bir meşruiyet kaynağı olmuştur. Plebisit sonuçlarına göre; adanın % 75’i Rum ve bu mevcut Rum nüfusunun % 96’sı Enosis konusunda istekli bir tutumdadır.[1] Sonuçların şaşkınlığı henüz atlatılamamışken, Enosis konusunda ateşli nutukları ile tanınan Makarios, 18 Ekim 1950’de Başpiskopos olmuş  ve adada İngilizler ile Rum halk kitleleri arasında soğuk rüzgarlar esmeye başlamıştır.[2] Makarios’un Atina ile yürüttüğü diplomatik faaliyetler sonuç vermeye başlamış ve Başpiskopos’un, Yunan Başbakanı Aleksandros Papagos’u ikna etmesiyle Yunanistan’dan  1954 yılının Şubat ayında ilk asker ve silah desteği gelmeye başlamıştır. Bu sevkiyat sadece bir mühimmat desteği olmaktan ziyade manevi bir mana teşkil etmiş ve anavatanın desteğini arkasına almanın reddedilemez özgüveni ile Makarios’u daha uzlaşmaz bir pozisyona sürüklemiştir. Artık 1954 itibariyle Rum toplumun gözünde oluşumun şeması şekillenmeye başlamıştır;  plan: Enosis, lider: Makarios, askeri lider: Grivas, örgüt: EOKA’dır.

EOKA örgütü, adada fiili kontrolü elinde tutan İngiliz güçlerine karşı acımasız bir gerilla savaşı başlatmış, bağımsızlık mücadelesi doğrultusunda İngilizlerin mutlaka adadan çekilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu doğrultuda bildiriler dağıtan örgüt, kanlı eylemleri ile kısa sürede ses getirmeye başlamış, Londra’yı yeni bir telaşa sürüklemiştir. 1950’li yılların Kıbrıs atmosferi, İngilizler kuvvetlerini olağanüstü tedbirler almaya mecbur bırakan bir biçimde şekillenmiştir. Olağanüstü dönemlerin olağanüstü şartlara haiz olduğu inancına sahip olan İngiliz devlet geleneği; sömürge bölgelerinde karşılaşılan isyan hareketleri karşısında sergiledikleri sert tedbirleri Kıbrıs’ta da çekinmeden uygulamıştır. İngiliz kolluk kuvvetleri; dağdaki bağımsızlıkçı EOKA militanlarını yakalamak için sokağa çıkma yasakları ilan etmiş, evlere savcılık izni olmaksızın baskınlar düzenlemiştir. EOKA militanlarının başlarına ciddi para ödülleri konulmuş, bu şekilde örgüte olan desteği asgari düzeye indirgeme planları hayata geçirilmiştir. Amaç; EOKA lideri Georgias Grivas’ı sağ yahut ölü ele geçirerek örgütü manevi olarak çökertmektir. 1950’li yılların konvansiyonel savaş konseptinde örgütlerin liderleri ele geçirilince dağılacağı fikri ön planda yer almaktadır.

Peki ama yakalanması doğrultusunda bu kadar çaba harcanan Georgias Grivas kimdir? II. Dünya Savaşı başladığı sıralarda Grivas, Yunan Ordusu harekat dairesi merkezine getirilmiş bir subaydır. Kuzeyde Yunan stratejik savunma planları üzerine çalışırken, İtalyan lider Mussolini’nin Yunanistan’a saldırması ile saha görevi başlamıştır. Georgios Grivas 1940 yılının Aralık ayında Arnavutluk cephesinde tümen komutanlığına getirilmiş, burada önemli bir tecrübe kazanmıştır. Yunanistan’ın ilerleyen aylarda Alman işgaline uğraması üzerine istihbarat kurumunu kurup, yer altı direniş örgütünün başına geçmiş,  Yunan İç Savaşı’nda ise hükümet güçlerini EAM/ELAS militanlarına karşı örgütlemiş ve kontrol altına almıştır. İlerleyen yıllarda Kıbrıs üzerine analizler yapan Grivas, 1954 yılında EOKA örgütünü kurup Trodos Dağları’nda gerilla güçlerini örgütlemiştir.[3] İngiliz güçlerine önemli kayıplar verdiren bu savaş gazisi komutan, şimdi Britanya İmparatorluğu’nun en önemli düşmanları arasında yer alıyordu. Adada vuku bulan tüm çalışmalara rağmen Grivas yakalanamamıştır. Dağlar didik aranmış, Grivas’ın teslim edilmesi için ciddi para ödülleri vaat edilmiş ancak sonuç değişmemiştir. Buna karşın EOKA militanları günden güne güç kaybetmeye başlamış, küçük bir toprak parçası olan Kıbrıs’ta saklanamaz duruma gelmişlerdir. Rum  halkının ise EOKA faaliyetlerine sempatisi bu dönemde artmaya başlamış, tehlikeli bir benimsemenin ilk adımları bu yıllarda atılmıştır.

Türk toplumu ise 1950’li yıllar itibariyle gelişmeleri kaygıyla takip etmiş, adeta kaderine terk edilmiş bir biçimde yaşantısına devam etmiştir. Mümkün olduğunca bu kavgada bir tarafı desteklememek için çabalayan Türkler, tarım faaliyetlerine devam etmek suretiyle hayatlarını idame ettirmişlerdir. Türkiye-Yunanistan ilişkileri ise bu dönemde bir balayı yaşıyor görüntüsündedir. Peşi sıra Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’in Atina ziyaretleri gerçekleşmiş, Yunan Kralı ise Ankara’da büyük bir coşkuyla karşılanmıştır. Bu tablodan beklediği desteği bulamayan ve Türkiye’nin ada ile alakalı, ilgisiz tutumundan rahatsız olan Kıbrıs Türk toplumunun lideri Dr. Fazıl Küçük ise yardımcısı Rauf Denktaş ile birlikte Türk kamuoyuna olayların takipçisi olması gerektiği mesajlarını iletmiş, ancak istediği desteği sağlayamamıştır. Türkiye’de yaşayan Kıbrıslı Türklerin desteği ile Dr. Fazıl Küçük adada çok sayıda Türk okulu ve cami  açmış, Türklerin örgütlü bir yapıya sahip olmaları için tüm altyapı faaliyetlerine fon ve zaman ayırmaya başlamıştır.

İngilizler ise yaşanan kaosu dindirmek amacıyla adaya daha fazla asker sevkedemeyeceğini fark edince yeni bir politika izlemeye başlamışlardır. Adadaki Türk nüfusa yeni bir istihdam kaynağı olarak polislik görevini teklif etmeye başlayan İngiliz yönetimi, bu strateji ile iki toplumu ilk kez açıktan karşı karşıya getirecek bir adım atmıştır. Geleneksel böl ve yönet politikasına tekabül ettiği gerekçesiyle ağır eleştiriler alan bu uygulama hakkında Rauf Denktaş yıllar sonra gazeteci Mehmed Ali Birand’a verdiği demeçte; “…Kendimizi Rum’un vurduğu İngiliz’in yanında gördük. Düşman Enosi’si istemeyen herkesi vuracaktı, Enosis’e bir İngiliz engel, bir de biz engeldik” diyerek  durumu özetlemiştir.

 

 

Zürih-Londra Antlaşmaları

Beklenen fitil 17 Nisan 1955’de ateşlenmiş; Türk ve Rum toplumları arasında adada ilk ciddi çatışmalar başlamıştır. İngiliz Valisi ile görüşmesinden sonuç çıkaramayan Makarios isyan başlatmak suçundan tutuklanarak sürülmüş, Seyşan adalarına (Seyşeller) gönderilmiştir. Ankara gelişmelerden haberdar olmakla birlilkte Atina ile ilişkileri germemek için seyirci kalmayı yeğlemiş ancak İngiltere adadan ayrılırsa “ada asıl sahibi Türkiye’ye verilmeli” görüşü Türk kamuoyunda bu dönemde dilden dile dolanır olmuştur. Yaşanan çatışmaların da etkisiyle 1955 yılında Londra’da Kıbrıs konulu bir konferans toplanmış ve Türkiye, Kıbrıs konulu bir toplantıya ilk kez resmen davet edilmiştir. Bu davet karşısında büyük şaşkınlık yaşayan Yunanistan’ın, “Türkiye Cumhuriyeti bu konuda taraf olmaz” görüşü sebebiyle konferans sonuç vermeden dağılmış, o günlerde Rauf Denktaş gibi savcı olan Glafkof Klerides mevcut durumu, “O dönemdeki anlayış Kıbrıs’ın, Yunanistan ve İngiltere arasında bir mevzu olduğuydu. Türkiye taraf değildi.” cümleleriyle yıllar sonra dile getirmiştir.

Kıbrıs’ta süreç, zembereği boşalmış saat gibi ilerlerken Türkler savunmasız ve hazırlıksız adanın dört bir yanına dağılmış bir biçimde hayatlarını idame ettiriyorlardı. O güne kadar tarım ağırlıklı bir hayat döngüsü olan Türk toplumu, o dönemde ilk kez silahlanma yollarına başvurmuştur. Dr. Fazıl Küçük Başkanlığında “Kıbrıs Türktür Partisi” kurulmuş, bütün dernekler Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu çatısı altında bir araya getirilmeye çalışılmıştır. Denktaş’a göre “Ankara’sız” mücadele söz konusu olamazdı. Bu düşünceler ile Ankara’nın kapısını bir kez daha çalan Kıbrıs Türk toplumu liderlerinin ziyareti ilk kez tam manasıyla amacına ulaşmıştır. Ziyaretten 9 ay kadar sonra 1958 yılının sonlarında adaya İş Bankası müfettişi olarak gelen Ali Conan’ın gerçek kimliği Rıza Vuruşkan, mesleği ise subaydı. Rıza Vuruşkan emekli bir askerdi. Türk Mukavvemet Teşkilatını (TMT) kısa sürede örgütlemiş ve Türkiye’nin adaya silah sevkiyatlarını kısa sürede organize etmiştir. Günler ilerledikçe kamplaşma büyüyor, İngilizlerin adada kalıcı olamayacakları anlaşılmaya başlanıyordu. Durumun vehametini fark etmeye başlayan Londra; iki büyük üs alıp, sorunu Türkiye ve Yunanistan’ın omuzlarına bırakma düşüncesine gelmiştir (Akrotiri ve Dikelya).

Davanın taraflarından olan Türkiye’de basın 1950’li yılların ortalarından itibaren konuya önem vermeye başlamıştır. Hürriyet gazetesi başlatmış olduğu “Kıbrıs Türktür” kampanyası ile Ankara ve İstanbul sokaklarını coşturmaya başlamıştır. Gelişmeleri kaygıyla takip eden Atina; o güne kadar hiç beklenmeyen bir tutumla konuyu BM’ye götürmüş, nüfus çoğunluğu ile adanın Yunanistan’a bağlanması gerektiği ve bunun yolunun da BM anlaşmalarından geçtiği düşüncesini dünya başkentlerine duyurmaya başlamıştır. Bu beklenmedik tutum nedeniyle Ankara tüm Kıbrıs politikalarını ivedilikle gözden geçirip taraf olma noktasına hızla ilermeye başlamıştır. Keza dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes çözümsüzlüğün devam ettiği her geçen gün hem iç, hem de dış politikada zarar gördüğünün farkına varmıştır. NATO müttefikleri ABD ve İngiltere nezdinde girişimlerini başlatan Menderes, bu çalışmalarının sonucunu almış ve Londra-Washington hattının baskılarıyla BM toplantısından Yunanistan beklediği sonucu alamamıştır.

Yunan Dışişleri Bakanı Evangelos Averof  toplantı salonundan sinirli bir biçimde ayrılmış, gergin bir biçimde odasına geçerken karşısında Türk Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu görünce şaşırmıştır. Zorlu’nun beklenmedik nezaketiyle karşılaşıp, kendisini başarılı tespitleri nedeniyle tebrik etmesiyle iyiden iyiye politik bir sohbet ortamı oluşunca iki bakan karşılıklı olarak samimi çözüm önerilerini ayak üstü konuşmaya başlamışlardır. Bu muhabbet; Kıbrıs’ın geleceğini belirleyecek bir planın ilk adımlarını ifa etmiştir. İki Bakan başbaşa buluşmaya karar vermişler ve ilk Cumartesi günü BM’nin boş bir holünde kağıtları olmadığı için uzlaşmış oldukları formülü sigara paketlerinin üzerine karalamışlardır. Bu karalama Kıbrıs’ın geleceğine yön veren Zürih-Londra Antlaşmaları’nın  taslağını teşkil etmiştir.

Kıbrıs anlaşmaları ile ilgili görüşmeler dünya kamuoyunun çözüm beklentisi doğrultusunda, Türkiye ve Yunanistan arasında 6-11 Şubat 1959 tarihleri arasında Zürih’te yapılmıştır. 11 Şubat tarihi itibariyle üzerinde anlaşılan hususlar; 19 Şubat’ta Londra’da İngiltere Başbakanı Macmillan, Yunanistan Başbakanı Karamanlis ve Türkiye Başbakanı Menderes tarafından imzalanmıştır. Antlaşmalara Kıbrıs Rum toplumu adına Makarios, Türk toplumu adına ise Dr. Fazıl Küçük imza koymuşlardır. Londra Antlaşması’nın imzalanmasından sonra 1960 yılının yaz aylarına kadar geçiş süreci yaşanmış, 13 Aralık 1959 tarihli seçimler neticesinde Makarios Cumhurbaşkanı, Dr. Küçük ise Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçilmiş ve birbirine hiç tahammülü olmayan iki lider görev arkadaşı olmuşlardır. Siyasi gelişmeler; kronikleşmesinden  çekinilen siyasi krize çözüm bulma arzusu ile peşi sıra devam etmiş, 199 maddelik anayasa paketi 6 Nisan 1960’da kabul edilmiştir. 16 Ağustos 1960’da bağımsızlığını ilan eden Kıbrıs Cumhuriyeti, 24 Ağustos tarihi ile BM’ye üye olmuştur.[4] Günümüzde uluslararası kamuoyunda karşılaşılması durumunda Türk tezi savunucuları tarafından sıklıkla eleştirilen tek “Kıbrıs” devleti ibaresi bu şekilde resmiyet kazanmış ve BM envanterine kayıtlı bir Kıbrıs devleti bu şekilde vaka haline gelmiştir. Bu antlaşmanın bazı önemli maddelerine yakınen bakacak olursak;

* Birinci madde uyarınca adada fiili bir Cumhurbaşkanlığı sistemi kurulması öngörülmüştür. Cumhurbaşkanı nüfusu yoğun olan Rum toplumundan, Cumhurbaşkanı Yardımcısı ise Türk tarafından seçilecektir.

* Beşinci madde uyarınca Bakanlar Kurulu 7 Rum ve 3 Türk olmak üzere 10 Bakan’dan oluşacaktır.

* Onbirinci madde uyarınca kamu çalışanlarının % 70’i Rum, % 30’u Türk olarak revize edilecektir.

* Onyedinci madde uyarınca davalı ve davacı ayrı taraflardan olursa karma mahkemeler kurulacaktır.[5]

 

 

Türk Askeri 82 Yıl Sonra Adada

Adada an itibariyle bulunan 570 bin nüfusun sadece % 20’lik bir kesimi Türk olsa da, yeni anayasa ile birlikte eşit bir yönetim yapısı tahsis edilmiştir. İngiltere de antlaşmalar sonucu elde etmiş olduğu iki büyük üs (Akrotiri ve Dikelya) nedeniyle rahatlamış, Kıbrıs bataklığından kurtulmuştur. Antlaşma maddelerine göre toplumlardan biri antlaşmayı bozarsa üç devlet müdahale hakkına sahip olmuşlardır. Bu durumdan hoşnutsuz olan tek unsur Rum toplumu ve onun ihtiraslı lideri Makarios olmuştur. Kendi tabiriyle; “Bir koloni idaresinden kurtulmak isterken, üç koloni idaresine giren” Rum lider için antlaşma, hakkaniyetsiz bir barış görüntüsü oluşturmuştur. İşte tüm bu antlaşma serüveni çerçevesinde bir madde vardır ki, o Kıbrıs Türklerinde büyük bir heyecan yaratmıştır. Bu antlaşmalar ile adaya 82 yıl sonra Türk askerinin dönmesine yeşil ışık yanmıştır. Adaya 950 Yunan, 650 de Türk Askeri çıkacaktır. Sembolik bir öneme haiz olsa da, bu madde ile Kıbrıs Türk liderleri rahatlamış, davaya Ankara’yı dahil etmenin huzuruna kavuşmuşlardır.

Antlaşmalardan rahatsızlığını ilk andan itibaren gizlemeyen Makarios, uygulama aşamasında da sıkıntılar çıkarmakta gecikmemiştir. Hayatı halkına Enosis vaat ederek geçen Rum lider, Türkleri tarımla ilgilenen küçük bir azınlık olarak görmekte ve bu hakları “yersiz” olarak nitelendirmektedir. Bu düşüncelerin etkisiyle 199 maddelik anayasa hedeflenildiği gibi uygulanamamış ve beklenen olumlu sonuçlar elde edilememiştir. 30 Kasım 1963’te Makarios’un vermiş olduğu muhtıra ile Kıbrıs’ta siyasi denklemler bir kez daha karışmıştır. Cumhurbaşkanı Makarios, esasen Zürih-Londra Antlaşmaları’ndan doğan 13 maddeyi değiştirmek üzere garantör ülkelere bir muhtıra vermiştir. Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet İnönü; “Zorluk varsa yardım ederiz ancak antlaşmaları bozdurmayız” derken, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ise kendisini ziyarete gelen Kıbrıs Türk toplumu liderleri Dr. Küçük ve Denktaş’a; “Kıbrıs için Yunanlılarla savaşa girmeyiz, makul olun” mesajını vermiştir.[6]

 

Kanlı Noel

Ankara’nın bu tutumunu yanlış değerlendiren Makarios, Türkiye’nin savaşı göze alamayacağı kanaatine ulaşmıştır .Bu düşünceler ile Rum lider, Akritas Planı olarak bilinen vahşi askeri harekatını başlatmış ve 4 gün-4 gece sürecek olan Türk katliamlarına başlamıştır. Türklerin yaşadıkları mahalleler basılmış, Türk evleri ateşe verilmiştir. Son kazanımlardan sonra Türkler adada istenmeyen toplum olarak hedef gösterilmiş, 21 Aralık 1963 Noel gecesi ise tarihe “Kanlı Noel” olarak geçecek olay yaşanmıştır. Kıbrıs Türk alayı doktoru Nihat İlhan’ın evi basılmış; eşi, biri  6 aylık, diğerleri ise 4 ve 6 yaşlarında olan üç çocuğu öldürülüp banyoya atılmıştır. Bu fotoğraf dünya kamuoyunun vicdanını uzun süre sızlatmış, Türkiye’yi ve Türk halkını artık adadaki tüm gelişmelerden haberdar olma isteği ile donatmıştır. 1963-1964 Kıbrıs Olayları sırasında 364 Kıbrıslı Türk ve 174 Kıbrıslı Rum öldürülmüş, 25 bin Türk taşınmaz mallarını geride bırakarak kaçmaya başlamıştır.[7]

Adadaki Türk alayı Ankara’dan emir gelmediği için eli kolu bağlı bir biçimde beklemiş, bu süreçte de gelişmeleri okumaya çalışmıştır. Asıl hedefin Küçük Kaymaklı bölgesi olduğunu anlamışlar ama müdahale edememişlerdir. Bölgede 5 bin kadar Türk bu bölgede yaşıyor ve Küçük Kaymaklı, TMT kuvvetlerine merkezlik ediyordu. Ankara, aralıksız olarak Makarios, Atina ve Londra’ya uyarı mesajları geçmiş ancak somut geri dönüşler alamamıştır. 25 Aralık 1963 günü Başbakan İnönü’nün sabrı taşmış, Türk jetlerinin gürültüsü Kıbrıs semalarını yarmaya başlamıştır. Türk jetlerinin ada semalarında görülmesinden kısa bir süre sonra ise Kıbrıs Cumhuriyeti Savunma Bakanı Osman Örek’e garantör devletler ve Rum idaresinden toplantı isteği mesajları iletilmeye başlanmış, Türkiye silahlı gücünün somut etkisini görmüştür.[8]

Hızlıca “Karma Barış Gücü” kurulmuş, Lefkoşa ikiye ayrılmış ve bu çizgiye “Yeşil Hat” adı verilmiştir. 25 ile 45 bin arasında Türk oluşturulan kanton bölgelere göç ettirilmiştir. Türkler artık kendi aralarında ve birlikte yaşamanın daha güvenli olduğu konusunda hem fikirdiler. Başladığı işi yarım bırakmak istemeyen Makarios, Nisan 1964’te Atina’yı ziyaret ederek 20 bin Yunan askerini adaya gizlice sokmak ve pek çok konuda ayrım talep etmek amacıyla bir dizi görüşme gerçekleştirmiş ve Grivas’ı yeniden adaya çağırmıştır. Grivas, bu görüşmeler neticesinde Kıbrıs’a büyük sevgi gösterileriyle dönmüş ve Rum silahlı güçlerinin başına geçerek  namlusunu Türk kantonlarına çevirmiştir.Yiyecek, su ve ilaç giriş çıkışları bile Rum kontrolüne geçmiş olan Türk kantonlarında hayat giderek bir açık hava hapishanesine dönmeye başlamıştır.

 

 

Johnson Mektubu

Türk kantonlarına yapılan tacizlerin artması üzerine İsmet İnönü’nün talimatı ile 4 Haziran 1964 tarihinde Akdeniz’e açılan donanma dünya kamuoyunda büyük şaşkınlık yaratmıştır. Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin’i yanına çağıran İnönü, kendisinden ABD Büyükelçisi’ne haber vermesini ve Kıbrıs’a çıkmak gayesinde olduğunu bildirmesini istemiştir. Mesajın ABD’ye ulaşması ile Beyaz Saray karışmış, olağanüstü bir  toplantı düzenlenmiştir. Dönemin  ABD Başkanı Johnson’un talimatı ile kaleme alınan ve literatüre “Johnson Mektubu” olarak geçen cevabı kaleme alanlar arasında yer alan dönemin ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Joseph Sisco, ileride mektubun çok sert olduğunu belirtmiş ancak araya girmek için çok gecikmiş olduklarını ve bu sebeple sert bir mektup yazmalarının şart olduğunu ifade etmiştir. Zira mektup Washington için olası bir savaşı önlemek adına son karttır.[9]

Johnson Mektubu’nun Ankara’ya ulaşması ile birlikte bu sefer şok etkisi yaşama sırası Ankara’ya gelmiştir. Washington yönetimi; Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkması esnasında Sovyetler müdahalesi ile karşılaşması durumunda ABD ve NATO’nun müdahale etmeyebileceğini ve olası bir Kıbrıs çıkarması esnasında Türkiye’nin ABD silahlarını kullanamayacağını sert bir biçimde ifade etmiştir. Bu mesaj silahlı kuvvetlerini Marshall yardımı perspektifinde şekillendiren ve ABD silahlarına bağımlılığı üst düzeyde olan Ankara’yı derin bir iç hesaba sürüklemiştir. Akıllara gelen ilk soru; “ABD’ye bu denli bağlanarak hata mı edilmişti?” olmuştur. İlk kez Türk-ABD ilişkileri sorgulanır olmuş ve 1970’li yıllara damgasını vuracak Amerikan karşıtlığının ilk adımları Türkiye’de bu şekilde filizlenmiştir. İsmet İnönü böyle bir cevap bekliyor olsa da, ilerleyen yıllarda gazeteci-yazar Metin Toker’in nakledeceği üzere üsluptan yana büyük hayal kırıklığı yaşamıştır. Lozan görüşmelerinden büyük bir diplomatik tecrübe edinen İnönü, Johnson Mektubu’ndaki ifadeleri “çiğ”olarak nitelendirmiştir.

 

 

İlk Askeri Müdahale-Türk Hava Kuvvetleri Kıbrıs Semalarında

Mektuptaki davet üzerine ABD’ye geçen İnönü, havayı Türkiye lehine dağıtmayı bilmiştir. Grivas söz konusu ziyaretten birkaç ay sonra Erenköy bölgesine saldırmış ve burayı ele geçirerek Türkiye ile adadaki Türk kantonlarının temasını kesmek istemiştir. Ancak Washington temaslarının da etkisiyle bu kez Türk Hava Kuvvetleri Rum ablukasını yıkıp geçmiş, kantonlara rahat bir nefes aldırmıştır. Adada düşük yoğunluklu bir savaş yaşanmış, 1960’lı yıllar çok önemli olaylara gebe kalınacak bir süreci beraberinde getirmiştir.

(Yazı dizisinin üçüncü bölümü   Kıbrıs Barış Harekatı’ndan Annan Planı’na kadar yaşanan süreci konu alacaktır)

 

Ahmet CEYLAN

 

 

DİPNOTLAR 

[1]  “Bir Fransız Profesörün Kıbrıs’a dair garip bir iddiası”, Milliyet, 18 Mayıs 1957.

[2]  Habervitrini.com, 28.07.2008 tarihli Kıbrıs haber dosyasından faydalanılmıştır.

[3] Wikipedia, http://tr.wikipedia.org/wiki/Georgios_Grivas.

[4] Belgenet, http://www.belgenet.com/arsiv/sozlesme/londra_antlasma.html.

[5] http://www.pdfindir.com/1960-k%C4%B1br%C4%B1s-anayasas%C4%B1-pdf-1.html.

[6] “Kıbrıs’ın 50 Yılı” belgeseli, Mehmed Ali Birand.

[7] “Othello’nun Güzel Ülkesi Kıbrıs”, Yazar: Ayşe Hür, Taraf Gazetesi, Yazılma Tarihi: 27 Temmuz 2008.

[8] “Kıbrıs’ın 50 Yılı” belgeseli, Mehmed Ali Birand.

[9]  “Kıbrıs’ın 50 Yılı” belgeseli, Mehmed Ali Birand.

[10] Wikipedia, http://tr.wikipedia.org/wiki/Acheson_Plan%C4%B1.

* Milliyet Gazetesi arşivlerinden faydalanılmıştır.

* Hürriyet Gazetesi arşivlerinden faydalanılmıştır.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.