Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerinde, Rusya’nın temel olarak yoğunlaştığı alan AB ekonomisi ile daha fazla bütünleşme olup, bu doğrultuda birçok önemli anlaşmayı sonuçlandırmıştır. Rusya doğal gaz bağlamında AB’nin en önemli enerji tedarikçisiyken, Avrupa Birliği de Rusya’nın enerji ürünlerinin en büyük satın alıcısıdır. Rusya ile Ukrayna ve Rusya ile Belarus arasında gaz bedeli, transit ücreti, depolama miktarları gibi konularda pek çok defa sorun çıkmış olmasına rağmen 1967’den beri kesintisiz devam eden Rusya’dan Avrupa’ya gaz akışı Ocak 2009’da tarihte ilk defa durmuş ve bazı Avrupa ülkeleri kışın ortasında yakıtsız durumda kalmışlardır. Rusya’nın Avrupa Birliği’nin en büyük üçüncü ticari ortağı olması, başta Gazprom olmak üzere AB’de güçlü bir lobisinin var olması ve AB üyelerine büyük yatırımlar yapması gibi nedenler Rusya’ya bir nevi en müsaadeye mazhar ülke görünümü kazandırmıştır. Gazprom; Almanya, İtalya, Fransa, Türkiye, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Polonya, Avusturya, Finlandiya, Belçika, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan gibi birçok Avrupa ülkesine % 65’ten fazla oranda gaz ihracatı yapmaktadır.
AB üyesi olan ve Rusya’ya muhalif olan Baltık Cumhuriyetleri, Putin yönetiminin enerji silahını doğrulttuğu ülkeler arasında yer almışlardır. İlk olarak, Moskova 2005 yılında doğalgazda Rusya’ya tamamen bağımlı durumda olan bu ülkelere yönelik gaz fiyatlarında artışa gitmiş ve daha sonrasında ise çeşitli durumlarda petrol kesintilerini gündeme getirmiştir. 2007 ilkbaharında Estonya yönetiminin Tallinn’deki Sovyet dönemine ait Bronz Asker Anıtı’nı kaldırması üzerine ortaya çıkan kriz, Putin yönetiminin bu ülkeye yönelik petrol sevkiyatını durdurmasına sebep olmuştur. Rusya, benzer stratejiyi farklı bir durumda Litvanya’ya karşı da uygulamaya koymuştur. Litvanya’daki Mazeikiu Petrol Rafinerisi için açılan ihalede Rus şirketleri yerine Polonya şirketinin seçilmesi, Moskova’nın petrol şalterlerini indirmesine sebep olmuştur.
Norveç’teki rezervlerin miktarındaki düşüş, Ortadoğu’da ise istikrarın bir türlü tesis edilememesi, Avrupa ülkelerini yeni seçenekler bulma konusunda zor duruma sokmuştur. Öte yandan Avrupa ülkeleri, Rusya’ya alternatif bulma derdindeyken, Rusya da Ukrayna olaylarından ders çıkararak bu ülkeye transit konusundaki bağımlılığını azaltmak için var olan boru hatlarına ek güzergâhlar üzerinde çalışmaya başlamıştır. Avrupa’ya gitmekte olan Rus gazının % 80’i Ukrayna’dan, % 20’si de Beyaz Rusya’dan geçmektedir. Beyaz Rusya ve Polonya üzerinden geçen Yamal-Avrupa Boru Hattı, 4000 km uzunluğunda olup, yılda 33 milyar metreküp gazı Avrupa’nın çeşitli ülkelerine taşımaktadır. Ukrayna krizinden önce Gazprom yöneticileri, Yamal-Avrupa 2 projesiyle Rus gazını Polonya’nın güneydoğusundan geçirerek Slovakya’ya oradan da Avusturya üzerinden İtalya’ya ulaştırmayı planlamışlardır.
2003 yılında, Almanya Şansölyesi Gerhard Schröder ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında Almanya’ya Rus doğal gazı teminine yönelik North Transgas olarak da bilinen Kuzey Akım Boru Hattı inşa edilmesi konusunda anlaşma imzalandı. 16 milyar dolarlık bu boru hattı; Ukrayna, Belarus ve Polonya’yı bypass ederek Baltık Denizi’ni geçip Rusya’nın Vyborg Limanı’ndan Alman Greifswald’a ulaşacaktır. Kuzey Akım Boru Hattı’nın başlangıçta yıllık kapasitesinin 27,5 milyar metreküp olması öngörülmektedir. İnşa edilmesi planlanan bu hat sayesinde Batı Avrupa ve Almanya, Moskova’nın Polonya’ya yönelik enerji arzında kesintiye gitmesi durumundan etkilenmeyecek ve böylece Rusya, Polonya’ya karşı enerji kozunu daha rahatça oynayabilecektir. Bu anlaşmadan dolayı Almanya’yı Avrupa Birliği bütünleşmesine aykırı davranmakla suçlayan Polonya, Baltık Devletleri’nin de desteğini arkasına alarak, 2006 Mart’ındaki AB Zirvesi’nde enerji konusunda ortak bir Avrupa stratejisi için çözüm önerilerinde bulunmuş, ancak bu öneriler özellikle Almanya ve Fransa tarafından kabul edilmemiştir.
Kaynak: http://www.eia.gov/countries/cab.cfm?fips=RS
Baltık ülkeleri ve Polonya, bu proje karşı çıkmalarının en önemli sebebi olarak çevre kirliliği tehlikesini ileri sürmüşlerdir. Hatta Polonya eski Devlet Başkanı Aleksandr Kvasnevskiy, Rusya ve Almanya’nın bu konudaki işbirliğini, 2. Dünya Savaşı öncesinde Stalin’le Hitler’in imzaladığı ve Avrupa’yı kendi aralarında paylaşma planlarını içeren Molotov-Ribbentrop Antlaşması’na benzetmiştir. Bununla birlikte Gazprom, eleştirilerin etkisini azaltmak için Kuzey Boru Hattı Projesi’nin başına, eski Alman Şansölyesi Gerhard Schröder’i getirmiştir. Schröder’in projenin başkanlığına getirilmesinin sebepleri arasında, Kremlin’in enerji politikasında Batı’da destek noktaları oluşturma arzusu olduğu ifade edilmektedir. Böylece Baltık Denizi’nin altından geçecek Kuzey Boru Hattı Projesi’nin, AB içerisinde Almanya ve Fransa liderliğindeki “eski Avrupa” devletleri ile eski Varşova Paktı üyelerinden meydana gelen “yeni Avrupa” devletlerini karşı karşıya getirdiği söylenebilir.
Avrupa Birliği’ne olan gaz ithalatının gelecek 10 yılda yaklaşık olarak 200 milyar metreküp veya % 50’den fazla artacağı öngörülmektedir. Rusya’da bulunan dünyanın en büyük gaz rezervleri ve Avrupa gaz iletim sistemi arasındaki doğrudan bağlantıdan dolayı Kuzey Akım ithal gaza olan ek talebin yaklaşık % 25’lik bir bölümünü karşılama kapasitesine sahip olacaktır. Bu çerçevede, Aralık 2000’e dönüldüğünde Avrupa Komisyonu Kuzey Akım Projesi’ni Trans-Avrupa Ağı kapsamına sokmuştur ki bu durum 2006 yılında tekrar doğrulanmıştır. Bu demektir ki, Kuzey Akım Avrupa’da sürdürülebilirliği ve enerji güvenliğini sağlamaya yönelik olarak sınır aşan hayati taşıma kapasitelerinin oluşturulmasını hedefleyen temel bir projedir.
Kuzey Akım Projesi
Kaynak: http://www.gazprom.com/production/projects/pipelines/nord-stream/
7 Kasım 2011 tarihinde, büyük Rus-Alman gaz boru hattı projesi olarak isimlendirilen iki boru hattından oluşan Kuzey Akım Projesi’nin ilk hattından gaz sevkiyatı başladı. Bu olay küçük bir olay olarak nitelendirilemez. Alman Şansölyesi Merkel, Rus Devlet Başkanı Medvedev’in yanı sıra Fransa ve Hollanda’nın Başbakanları ve AB’nin Enerjiden Sorumlu Komiseri Günther Oettinger’in de katılımıyla Almanya’nın kuzeyinde yer alan Lubmin’de iki tane 1224 kilometrelik boru hattından ilki resmi olarak açıldı. Bu açılış ile Rusya’nın Sibirya’da bulunan Yuzhno-Russkoye gaz sahasından Almanya’ya direkt olarak ilk gazın gönderilmesine başlanmış oldu. Projenin ortakları Gazprom: % 51, BASF Wintershall: % 15,5, E.ON Ruhrgas of Germany: % 15,5. Bu durumda projedeki Rus-Alman hâkimiyet oranı % 82 olmaktadır. Hollanda ve Fransa gibi bazı önemli AB ülkelerinden de projeye katılım olmuştur. Hollandalı N.V. Nederlandse Gasunie firmasının % 9’luk payı bulunmaktadır. Öte yandan projenin bir diğer ortağı olan Fransız GDF Suez firması ise % 9’luk paya sahiptir. 2012 yılının son çeyreğinde tam olarak faaliyete geçtiğinde bu iki hat en az 50 yıl boyunca Avrupa Birliği’ne 55 milyar metreküp Rus gazı sağlıyor olacaktır.
Rusya kendisini devre dışı bırakan AB destekli Nabucco Boru Hattı Projesi’ne karşın elini güçlendirmek için Rus doğal gazını Karadeniz’in altından Bulgaristan’a ve oradan da Avrupa’ya ulaştıracak ve böylece Türkiye’yi devre dışı bırakacak Güney Akım Projesi’ni ortaya atmıştır. Hatta Gazprom, İtalyan destekli bu proje üzerinde Bulgaristan ve Sırbistan ile anlaşmaya varmıştır. Üstelik İran gazı konusunda Washington’un problem çıkarması, Mısır rezervlerinin sınırlı olması ve Türkmen gazının büyük ölçüde (2003’te imzalanan bir anlaşmadan ötürü 25 yıllık bir süreyle) Rusya’ya bağlanmış olması, Nabucco’nun uygulanabilirliği konusunda şüpheler uyandırmakta ve Fransa’dan da destek alan Güney Akım Projesi’nin şansını artırmaktadır.
Kaynak: http://news.bbc.co.uk/2/hi/8051921.stm
Avrupa ülkeleriyle bütünleşme stratejisinin önünde önemli engeller bulunmaktadır. Rusya ve Avrupa Birliği arasında ekonomik güvenliği neyin tanımladığı konusunda anlaşmazlık bulunmaktaydı. Brüksel, Moskova’nın eski Sovyet Cumhuriyetleri ile enerji konusundaki anlaşmazlıklarını kendi çıkarları için bir tehdit olarak görmekte ve Rusya’nın Enerji Şartı’nı onaylaması konusunda ısrar etmekteydi. Bu Şart 1990’larda Boris Yeltsin tarafından imzalanmıştı ve Rusya’nın enerji boru hatlarına üçüncü tarafların erişimine olanak vermekteydi.
AB konuyu aynı zamanda pazar çeşitlendirilmesi prensipleri çerçevesinde görmekte ve eğer böyle bir fırsat ortaya çıkarsa enerji ortaklarını değiştirmek için bir hareket sahasına sahip olmak istemekteydi. Fakat Rusya bir tüketici değil, enerji üreticisiydi ve uzun dönemli sözleşmeler imzalamak istemekteydi. Yüksek enerji fiyatlarının kendi ekonomik gelişmesindeki öneminden dolayı Rusya, 1985-1986 döneminde yaşanan olayın ki burada petrol fiyatlarındaki ani bir düşüş Sovyet ekonomisinin altını oymuştu, tekrarlanmasından uzak durmak istemekteydi. Buna ek olarak, Moskova Avrupa’nın Azerbaycan, Türkiye ve Orta Asya’daki diğer devletlerle ayrı enerji anlaşmaları yapmak için görüşmelerde bulunmasına yönelik çabalardan endişe duymaktaydı. Rusya’nın AB’nin toptan pazarlarına ve dağıtım alanlarına daha fazla erişmesinin yanı sıra önemli Avrupa firmalarında hisse sahibi olması konusunda da sınırlı bir başarısı bulunmaktaydı.
Sina KISACIK